Korona Günleri’nde Selim Badur, çeşitli ülkelerden son gelişmelerin yanı sıra bilimsel makalelere yer vermeyi sürdürüyor.
(7 Eylül 2020 tarihinde Korona Günleri programında yayınlanmıştır.)
Ömer Madra: Günaydın Selim Badur merhabalar!
Selim Badur: Günaydın, merhabalar herkese!
Özdeş Özbay: Günaydın
Can Tonbil: Günaydın, merhaba!
S.B.: Bu programda korona virüsle ilgili haberleri aktarmadan önce müsaade eder misiniz? İki dakika sizin değinmiş olduğunuz 6-7 Eylül olaylarına bir hatırlatma yapmamı.
Ö.M.: Lütfen! Bu arada ben de şeyi söyleyeyim. Didem hatırlattı bize; internet sitesinde bu yaptığımız özel yayının bütün kayıtlarını izlemek mümkün. Açık Radyo web sitesinden.
S.B.: Şimdi 6-7 Eylül olaylarından bahsettiniz. Bu olayların başlamasına neden olan Atatürk’ün evine bomba atılması olayıyla ilgili. Yunanistan’da, Türkiye’nin verdiği bursla üniversiteye devam eden bir öğrenci, 21 yaşında, Oktay Engin suçlanıyor ve kendisi tutuklanıyor. Daha sonra Türkiye’ye kaçıp, geliyor. İlginç olan ve söylemek istediğim; bu kişi İstanbul Üniversitesi Hukuk fakültesi 2’nci sınıftan eğitimine devam ediyor. Okul bitince kaymakamlık sınavını kazanıyor. Çankaya Kaymakamlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Siyasi İşler Müdürlüğü ve Nevşehir Valiliği yapıyor ki bu görevlerinin sonunda da Abdullah Çatlı’ya pasaportu veren kişi. Kendisini Emniyet Genel Müdürlüğü görevine, Hayrettin Nakipoğlu tarafından emniyete çalışmak üzere davet edildikten sonra, atandığı biliniyor. Bu Nakipoğlu da 6-7 Eylül Olaylarında Beyoğlu Kaymakamı. Böyle bir bağlantılar var. Bunu hatırlatmak istedim, müsaadenizle.
Korona Günleri’ne gelince, çok duyarlı olan ve dikkatli Açık Radyo dinleyicilerinin bir uyarısını aldım. Sevgili Can iletti. Ben bir önceki programdan beri geçen 3 günlük sürede ortaya çıkan, bildirilen vakaları söylüyordum. Aslında bunun 3 gün değil, 4 gün olduğunu uyardılar. Perşembe’den pazartesiye. Hakikaten özür dilerim! Geçen hafta perşembe gününden, bugüne dek; 1 milyon 65 bin 851 vaka. Günlük, 266 bin 463.Yani hız kesmeden, küresel boyutlarda devam ediyor.
İki ilginç çalışma var. Bu haftaya damgasını vuran. Ancak onları söylemeden önce, müsaadenizle ülkelerdeki duruma kısaca bir göz atmak istiyorum. Brezilya’da ve Hindistan’da, her ikisinde de 4 milyondan fazla olgu, bu sınır geçildi. İsviçre’de nisandan beri en yüksek sayıya ulaşıldı. Hollanda’da cuma günü 700 olgu ortaya çıktı. Yeni Zelanda'da, her şey yolunda gidiyordu hatırlarsanız, 3 ay sonra ilk ölen vaka bildirildi. Avusturalya’da seyahat yasağını ve ülkeye giriş çıkışları 3 ay daha uzattı. Şimdi Fransa’da okullar açıldı biliyorsunuz. Fransa’da pazar günü sadece 8 bin 550 vaka bildirilmiş ve bu ortamda Fransa’da farklı illerde farklı uygulamalar yapılıyor. Şimdiye dek okulların açılmasının üzerinden 5 gün geçtiği halde 22 okul kapatılmış, yaklaşık 100’den fazla da sınıf kapatılmış. Bazıları bir sınıfta olgu çıkınca sınıfı kapatıyor, bazıları okulu kapatıyor. Farklı uygulamalar var. Fransa’da dün akşam itibariyle haftalık olgu sayısındaki artış bir hafta içerisinde %30, hastalarda %15 şeklinde saptandı. Böyle gidilirse aralık ayında feci bir duruma gireriz diyen Fransa’daki bilim insanları dikkat çekiyorlar bu olumsuzluğa. Son 24 saatte Hindistan’da rekor sayıda olgu bildirildi; 83 bin 883. Bu çok yüksek bir sayı.
Ö.M.: Evet! Hindistan’da 2’nci sıraya yükselmiş görünüyor. ABD hala en yüksek vaka ve ölüm sayısı açısından ama Hindistan, Brezilya’yı geçerek 2’nci sıraya yükselmiş durumda.
S.B.: Evet, bizim belki bir başlığı alıp, bazen Korona Günleri’nde, o başlığı irdelememizde yarar var. Örneğin “anti-maske Protestoları”. Şimdi buna ait küçük bir haber vereyim ama daha uzun vakit ayırmak istiyorum bu anti-maske protesto toplantılarına. 29 Ağustos’ta, Berlin’deki toplantıda Robert Kennedy Jr. Kendisi ekranda, online bağlanarak bir konuşma yaptı. Bilmiyorum, Robert Kennedy Jr.’ın sağlık konusundaki ilgisini izliyor musunuz, takip ediyor musunuz? Amerika’daki aşı karşıtı kampanyanın sponsoru ve lideri. Yanında da Robert De Niro var. İkisi yürütüyorlar, Jim Carry ile beraber. Çeşitli sanatçıları da yanına almış ama Robert Kennedy Jr yürütür bu aşı karşıtı kampanyaları. Anti-maske toplantılarında da; Almanya ve Avrupa’nın çeşitli kentlerinde yapılan toplantılarda da ona söz veriyorlar ve konuşmasına Hermann Göring’in Nürnberg yargılamaları sırasında söylediklerini hatırlatarak başlıyor. “Kitleleri yönetmenin en kolay yolu; onları köleye çevirtmektir, onları korkutmaktır.” Ama söyledi mi, söylemedi mi diye daha sonra spekülasyonlar oldu bu Nürnberg mahkemelerinde. Ancak Robert Kennedy Göring’e atfedilen bir cümle ile başlamış. Bu anti-maske kampanyalarına bir programda daha ayrıntılı yer verelim dedim ama bir küçük ilginç öğrendiğim bilgiyi aktarmak istiyorum. Bu kampanyaya katılanların, Amerika'daki destekçileriyle bir dizi röportaj var. Dünyaya nasıl bakıyorlar, nasıl değerlendirmeler yapıyorlar? Örneğin bir kısmı Joe Biden’ın ve Papa’nın, Papa François’nın aslında öldürüldüğünü, şu anda Joe Biden’ın ve Papa’ya ait görüntülerin birer hologram olduğunu söylüyorlar ve inanıyorlar buna. İlginç bir şey yani. Nasıl bir dünya, nasıl bir düşünce yapısı?
Ö.M.: Bir şey soracağım. Robert Kennedy Jr. 3 hatta
S.B.: Evet,3
Ö.M.: Bu Demokrat Partinin ön seçimi, Massachusetts’teki ön seçimi kaybeden kişi değil mi? Senatör Ed Markey’e karşı değil mi?
S.B.: Evet.
Ö.M.: Ed Markey de iklim konusunda en radikal tavrı takınan siyasetçilerden birisi ABD’nin.
C.T.: Ben bir şey sorabilir miyim? Robert Kennedy Jr. çevreci avukat değil mi? Hukukçu.
S.B.: Hayır! Hiç ilgisi yok. Bu çok tutucu, aşı karşıtlığının tamamen bütün kampanyasını finanse eden, yürüten bir kişi. Web sitesi de var. İzlemeye çalışıyorum elimden geldiğince.
Şimdi bugünkü programda sevgili Can Tonbil’le ilgili iki haberim var. Bir tanesi bir gazete haberi. 5 aylık aradan sonra İtalyan yolcu gemisi Costa Trieste’den 7 günlük seyahat için ayrıldı.
C.T.: Aşk gemisi?
S.B.: Bilmiyorum. Bu senin uzmanlık alanın onun için ne gemisi olduğu ama pazar öğleden sonra hareket etmiş. Sadece İtalyan yolcu alıyor ve İtalyan limanlarını geziyor. Hem Akdeniz’deki hem Atlantik denizindeki. Yolcuların gemiye binmeleri sırasında istenenler, aranan koşullar farklı. Uzun bir süre alıyor gemiye binmesi ama o turlar başladı.
Şimdi biraz önce bahsetmiştim anti-maske yürüyüşlerinden, protestolarından. Hırvatistan, Zagreb'de bir toplantı oldu hafta sonu. Sloganı “Özgürlük Festivali”. Aslında ilk aylarda korona virüsle mücadelede başarılı bir portre çizdi Hırvatistan ve günde yaklaşık 100 olguyu aşmadılar. Mayıstan beri de hemen hemen yok gibi olgu. Ancak sınırları açtılar ve şu an da günde 200’den fazla olgu var. Geçen hafta sonu da 369 olgu bildirilmiş.
İsrail yeni önlemler alıyor. Bu konu İsrail bizim için ilginç çünkü İsrail, biz bu açıdan hiç değerlendirmemiştik. Nüfusa göre olgu sayısına baktığımız zaman ABD ve Brezilya’nın üzerinde İsrail. Günde yaklaşık 3 binden fazla olgu var ve çok ciddi kısıtlamalar geliyor. Tüm kentleri 4’e ayırıyorlar, kent içindeki bölgeleri. Kırmızı, turuncu, sarı ve yeşil. Kırmızıda okullar ve hayati olmayan iş yerlerinin tamamı pazartesiden sonra kapatılacağı ilan edildi. Aslında yeşil kent kalmamış İsrail’de. Yani olgunun az olduğu ve enerji bakanı Yuval Steinitz “Her yeri iki hafta kapatmamız lazım, yoksa aylarca kırmızı kalacak bizim kentlerimiz” diyor ama ultra ortadoks hükümet üyeleri 18-23 Eylül tarihlerinde Roş Aşana ve Yom Kipur bayramları sırasında Sinagogların kapatılmasına tamamen karşılar. Acaba kapatılsın mı, kapatılmasın mı?
Ö.M.: Bu arada ben de ufak bir düzeltme yapayım. Benim sözünü ettiğim Ed Markey’e karşı Massachusetts ön seçimini kaybeden bir başka Kennedy Jr, Joseph Kennedy 3’müş. Onu da düzeltir, özür dilerim!
S.B.: Demek ki çok fazla Jr. Kennedy var. Bir de Can Tonbil’in Kennedy’si var.
Şimdi zorunlu aşıya karşıyız sloganıyla sadece maske değil, aşıya karşı da sloganlar söylenmeye başladı bu anti önlem protestoları sırasında. Türkiye’den üç haber vermek istiyorum. Birincisi, bilim kurulu üyesi Tevfik Özlü’den geldi. Sayın profesör Özlü dikkat çeken bir açıklama; “Bugüne kadar alınan kararları biz vermedik. Görüşlerimizi söylüyoruz ama karar yetkimiz yok.” dedi. Gerçekten de Sağlık Bakanlığı’nın farklı alanlardaki bilim kurulları, sadece pandemi veya Covid-19 değil. Bilim kurullarının bir yaptırımı yoktur ama söyledikleri o zaman ne işe yarıyor, neden oradalar? En azından bir bilimsel yönlendirici, rehberlik yapma görevi olduğunu düşünüyorum. Bu konu ayrı bir konu, üzerinde durulması gereken bir konu.
Ancak çeşitli açıklamalar oldu hafta sonu Türkiye’den. Örneğin İstanbul Tıp Fakültesi Dekanı Profesör Dr. Tufan Tükek “çember daralıyor” dedi ve “yoğun bakımların ne denli yoğun olduğunu yakınlarımızdan çok fazla hastalanan var, insanlar ne yapacaklarını soruyorlar, hekim arkadaşlarımız” dedi. Gazi Üniversitesi Hasta hanesi Baş Hekimi Profesör Arhan’da “yoğun bakımlarımız Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yüzde 100 doldu ve olgularda mayıs ayına göre daha ağır seyrediyor” dedi. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektör Yardımcısı ki benim bulunduğum mikro biyoloji enfeksiyon hastalıkları camiasından tanıdığım bir arkadaşımızdır Profesör Doktor Kemalettin Aydın, kendisi bir dönem AKP milletvekilliği de yaptı: “Ekimde İstanbul birinci sıralara çıkabilir ve hafta sonları yasağı tekrar gelebilir” dedi. Şimdi bütün bunlar ilginç demeçlerdi ancak biraz daha bilimsel yayınlara bakmak gerekirse eğer, hatırlayacaksanız içlerinde bir dizi bilim insanı; Hasan Bayram, Nurdan Köktürk, Osman Erbek, Oğuz Kılınç, Abdullah Sayına ve Elif Dağlı’nın olduğu, Türk Toraks Derneği Üyeleri 15 Ağustos’ta Lancet dergisinde bir yazı yazdılar. Sağlık Bakanlığı’nın şeffaflığa davet eden, özellikle Türkiye’deki bilimsel çalışmaların bir denetimden geçmesi, izin alma zorunluluğun getirilmesinin doğru bir yaklaşım ve karar olmadığını belirten bir yazıları çıkmıştı. Buna aynı dergide, Lancet’de Dr. Fahrettin Koca, sağlık bakanının bir yazısı çıktı, kendisi tek imzalamış. “Promotion of Scientific Research on Covid-19 in Turkey” ismiyle. Bir kere diyor ki “Toraks derneği üyeleri yanlış bilgiler veriyor, Türkiye’deki her şey çok şeffaftır. Örneğin bir hekim uygun gördüğü PCR testi isteyebilir ve….
Aslında çok doğru bir durumu yansıtmıyor çünkü bugün biliyoruz ki PCR testi herkese yapılmıyor. Bakan bu konuda çok iyimser ya da alanda ne olup bittiğini pratikte tam bilmiyor. İkincisi, bu ilginç “PCR testinin sonucunu beklemeden de Türkiye’deki hekimlerimiz tedaviye başlayacaklardır, bunu yapıyorlar zaten” diyor. O zaman zaten duyarlılığı tartışma konusu olan ve sonucu beklenmeden tedaviye başlanıyorsa eğer, klinik olarak Covid-19 tanısı olarak. O zaman bu PCR testi niye yapılıyor? Bu da ayrı bir konu ama Sağlık Bakanlığı yazısında şimdiye kadar Türkiye’de 9 bin 317 bilimsel çalışma, 1 Eylül tarihine kadar bakanlıktan izin için başvuruda bulunmuş. Bunların içinde hiçbir kısıtlama yapılmıyor. O zaman kısıtlama yapılmıyorsa, neden başvuru isteniyor? Bu ayrı bir konu ama sağlık bakanlığı ile ilgili en çarpıcı ya da en ironik olay hafta sonu yaşandı. Journals of Gerontology dergisinde yayınlandı. Bu yayında 11 Mart – 27 Mayıs tarihleri arasında 60 yaş üzeri PCR testi pozitif olan hastaların irdelendiği, özelliklerinin belirlendiği bir yazı. Yazının amacı 21 Mart tarihinde 65 yaş ve üzerindeki vatandaşlara getirilen sokağa çıkma yasağının etkisini değerlendirmek ve bu çalışmayı yaparken “kaç kişi hastalandı, kaç kişi öldü?” deniyor. Örneğin denmiş ki; ölüm sayısı 1081 (15.58)
Sağlık Bakanlığının açıklamaları aynı grup için 574. Yazıda 1081 deniyor. Bakanlık istatistiklerinde 574 deniyor. Peki, çelişki var diyecekseniz. Hayır o kadar basit değil çünkü yazıyı yazan ekibin yarısı bakanlık görevlisi. Şimdi çok ironik bir şey çünkü bakanlık görevlileri, bakanlığın resmi istatistiklerinden farklı birtakım sayısal değerlere yer veriyorlar çalışmalarında. İki önemli çalışma var dedim hafta sonu ortaya çıkan. Bunlara değinmek istiyorum. Yarın biraz aşılara bakarız. Bunlardan birisi mutasyonlarla ilgili önemli bir çalışma çünkü Lancet Dergisinde yayınlandı. Barnabück ve arkadaşlarının 382 nükleotid delesyonu, bu delesyondan genomun içindeki bir bölgenin kaybolması, kopması. 382 nükleotidlik bir bölge kopmuş. Böyle birtakım virüsler var. Bu genetik olarak eksik virüsler diyelim. Daha önce bildirilmişti ama bu çalışmada, böyle özelliğe sahip virüs ile enfekte olan hastaların, hastalığı nasıl atlattıklarına bakılmış. Kısacası herhangi bir değişime uğramamış, mutasyona uğramamış virüsle enfekte olanlarla kıyaslandığında, bu delesyona sahip 382 nükleotidi çıkmış olan bir genomlu virüs ile enfekte olanların hastalığı çok daha hafif atlattıkları ve %30 civarında bunlara oksijen desteğinin gerekmediği ya da daha az gerektiği gösterilmiş. Şimdi işin ilginç ve benim beklediğim ama ekim, kasım için beklediğim bir yazı çıktı. Sayın Can Tonbil’i direkt ilgilendireceği için kendisine atfediyorum.
C.T.: Evet efendim, dinliyorum!
S.B.: Denis Logunov ve arkadaşları Lancet dergisinde, Rusya’da geliştirilen aşının özelliklerini ve ilk bulgularını bilimsel bir makale halinde yayınlandılar hafta sonu. Genellikle bir bilimsel makale yok diye Putin’in açıklamaları eleştirilirdi ancak ben de şu hatırlatmayı yapmaya çalışmıştım Korona Günleri’nde; nisan ayının başından itibaren biz; İngiliz, Alman, Çin, Amerikan aşıları ile ilgili haberler okumaya başladık. Yapılıyor, başlandı çalışmalar diye ama o çalışmaların yayın haline dönüşmesi temmuzun ortalarındaydı. Ruslar ise ağustosun ortalarına doğru açıklama yaptılar ve o sırada da bu çalışmaları bildirdiler. Gerçekten iki tane farklı adenovirüs vektörü kullanılan aşı hazırlamışlar ve bu iki adenovirüs aşısı aslında Oxford Üniversitesi’nin kullandığı yöntemle örtüşen bir metodoloji. Az sayıda örnekte insan çalışmalarına geçtiklerine göre hayvan deneylerini tamamladılar. Birinci ve ikinci faz çalışmalarının sonuçları; bu iki faz çalışmasına ne yapıldığını anımsayalım. Birincisinde yan etki oluyor mu aşılananlara diye bakmışlardı. “Hayır, ciddi bir yan etki yok. Sadece %58’inde enjeksiyon yerinde ağrı, %42’sinde hafif bir baş ağrısı ya da %24’ünde kas ağrıları olmuş”. Eklem ağrıları aşılarda bildirilen herhangi bir ciddiyeti olmayan yan etki bildirimleri. İkinci aşamada ise, yine az sayıda denekte, antikor oluşturup oluşturmadığı aşının, Rus aşısının bakılmış ve hastaların %100’ünde antikor oluştuğu saptanmış. Önemli olan faz 3 çalışmaları. Oluşan bu antikorların, hep söylemeye çalıştığım, vurgulamaya çalıştığım bir nokta vardı; siz modern aşı hazırlama teknolojilerini kullanarak yan etkisi olmayan ve antikor oluşturan hem deney hayvanlarına hem de faz 2 çalışmalarında insanlarda antikor oluştuğunu gösterebilirsiniz. Bu o kadar zor ya da güç evresi değil aşı hazırlamanın. Önemli olan o antikorların bir işe yarayıp, yaramayacağı. O konuda herhalde çalışmaları biz yıl sonuna doğru göreceğiz. Yıl sonuna kadar göreceğiz dedim çünkü birçok batılı şirket aslında faz 3 çalışması dediğimiz, çok sayıda denekle yapılan, etkinlik çalışmalarına başlamış durumdalar. Onlara ait bir iki bilgi verip, durayım. Bunlardan bir tanesi haberlerden. UNICEF, 10 ülkede 28 firmanın aşı üretimini bugüne kadar görülmedik bir miktarda ve hızda yapabileceğini öne sürmüş. Pfizer firması hızla onay tuzağına düşmemek gerektiğini, aşı ve ilaçların iyice araştırılmadan pazara verilmesinin ilaç sektörünün güvenilirliğine darbe vuracağını söylemiş. Novo Nordisk firması da diyabet ve obezite ilaçlarının Covid-19 ile mücadelede kullanıp, kullanılmayacağını araştırdığını bildirmiş.
Son bir haber de... 4 Eylül haberleri bunlar. 76 zengin ülke, tüm dünya insanlarına ani bir aşı dağıtımını hedefleyen ve aşı geliştirmeyi koordine eden Covax platformuna destek oluyorlar. Bu arada 22 büyük ilaç firması, 81 klinik çalışma yürütüyor ve 300’e yakın eski ve yeni ilacı Covid’te deniyorlar. Uzmanlar faz 3 çalışmaları, demin değindiğim, özellikle batılı kuruluşların başlattığı ve “antikor oluşturduk, şimdi bunun etkili olup olmadığına bakalım” çalışmalarını değerlendirecek incelemelerin yıl sonuna kadar umut veren bir iki aşının onaylanma olasılığını da yüksek görüyorlarmış. Ama bu arada ABD’deki CDC kuruluşu Ekim sonunda aşı dağıtım konusunda eyaletlere hazırlık yapma bilgisi vermişti. Buna değinmiştik ya da uyarısında bulunmuştuk. Sonuçta Trump kasım seçimleri öncesi aşı müjdesi verecek gibi görülüyor ama bu faz 3 çalışmaları bitmeden, verilecek bir müjde gibi gözükmekte. Bu çok riskli bir konu, tüm bu prosedürleri etik açıdan da baktığınızda, pratik açıdan da baktığınızda olmaması gereken bir durum ve nihayet soğuk zincir savaşı. Aşı bulunsa bile tüm dünyaya dağıtımında, özellikle dünyanın 3’te 2’sine dağıtımında, bir sorun çıkabilir çünkü aşıyı hazırlasanız bile soğuk zincir mekanizmasını kuramadığınız zaman o aşıyı oralara iletemezsiniz. O nedenle “Soğuk sevk zincirinin hızla oluşturulması, aşı bulmak kadar belki de önemli bir nokta” deniyor.
Ö.M.: Dünya Sağlık Örgütü de “Gelecek yılın ortasına, temmuza kadar yaygın bir korona aşısı beklemiyoruz” diye ciddi bir açıklama da yaptı.
S.B.: O açıklama daha çok değindiğim soğuk zincir gibi birtakım işin lojistik kısmıyla yani dağıtımını yapamayacaklar, aşı çıksa bile. O nedenle çok iyimser olmamak gerek. Ben hala temkinli davranmayı sürdürüyorum bu aşı konusunda.
Arjantin’de Zoom üzerinden ders veren Paola De Simone’u anarak bitirelim isterseniz. Kendisi bir 20.yy. tarih hocası. 40 öğrencisine ders verirken, fenalaşıyor. Öğrenciler mesaj yollayıp, “adresinizi verin, size ambulans yollayalım” derken. “Yapamıyorum” diyor son sözleri ve 40 yaşındaki genç bir insan... Eşi doktormuş. Büyük bir olasılıkla eşinin hastaneden, eve taşıdığı bir virüsle enfekte olmuş. 40 öğrencisinin önünde yaşamını yitiriyor. Buradan kendisine de...
Buradan Arjantin‘e de merhaba.
Peki. Ben burada durayım. Size iyi haftalar efendim!
Ö.M.: Çok teşekkürler. Görüşmek üzere.
Ö.Ö.: Teşekkür ederiz.
C.T.: Görüşmek üzere.