Korona Günleri’nde Selim Badur, AstraZeneca aşısı üzerinde yapılan tartışmaları aktarırken İstanbul Tabip Odası’nın ‘pandemide son iki ay’ açıklamasını da paylaştı.
(25 Mart 2021 tarihinde Açık Radyo’da Korona Günleri programında yayınlanmıştır.)
Ömer Madra: Günaydın Selim Badur, merhabalar!
Selim Badur: Günaydın efendim, günaydın Özdeş, Feryal!
Özdeş Özbay: Günaydın!
ÖM: Biraz geciktik kusura bakmayın!
SB: Rica ederim. İyimser haberler verdiniz ben de onlara bir katkıda bulunayım bu Covid-19 pandemisiyle ilgili. Biliyorsunuz dün olağan kongresi yapıldı AKP’nin, iktidar partisinin, Cumhurbaşkanı ve AKP genel başkanı partisinin genel kongresinde yaptığı konuşmada “kar yağışının tüm mikropları temizlediği bu anlamlı buluşmada hepinizi selamlıyorum” diye başladı. Bu işin sonunun böyle birden geleceği ve bir muştu şeklinde Cumhurbaşkanı ve AKP genel başkanı tarafından bildirileceğini beklemiyordunuz herhalde.
ÖÖ: Evet daha önceki bilim insanlarının mesela Trump güneş ve radyoaktif ışınların temizleyeceğini söylüyordu, şimdi kara geçmişiz!
SB: Evet yani bütün aşılar, antiviraller, immünamodülatörler filan değil soğuk ya da sıcaklar yok edecek. Bu sözden sonra da herhalde bu programı yavaş yavaş artık bitirebiliriz yani, Korona Günleri’ne veda ederiz diyordum ki, ancak son 3 günde ortalama 520 bin 218 olgu bu 600 bantlarla, 650, 700 derken bir ara 250’ye düşüp sanıyorum 4-5 gün kadar o sayılarda seyretti yeni koronavirüs olguları dünyada ama tekrar artış ve 520 bin. İşler çok parlak gitmiyor, Avrupa’dan birkaç örnek vereyim, Almanya’dan Angela Merkel ve 16 Almanya’daki bölgeler temsilcileriyle toplantı yapıyor ve “serbestliğe geçiş, işte biraz daha açılma, bunları bekliyorduk, bunların kararını almak için böyle bir toplantıyı öngörmüştük. 28 Mart’a kadar süren kısıtlamaları kaldıracaktık ama öyle olmadı. Bu kısıtlamaları 18 Nisan’a kadar uzatıyoruz” dedi. Belçika dün akşam itibariyle 4 haftalık kapanmaya gitti tekrar “başka çaremiz yok” dedi. Biliyoruz Fransa’da da benzer bir karar alındı ki Fransa’da Paris’te örneğin tüm göstergeler durumun çok ciddi, hatta ciddi demiyor “ciddi demeyelim” diyor Paris Belediye Başkanı “feci olduğunu gösteriyor durum” diyor. Biliyorsunuz 100 bin kişide 100 olgu bir sınır olarak kabul edilmekte, bir sınır değer olarak, bunun üzerine çıktığı zaman önlemler alınıyor, altına düştüğü zaman önlemler biraz gevşetiliyor. Avrupa böyle bir strateji uygulamakta, örneğin Almanya’da 100 binde 103 oldu ve önlemlere geçti. Fransa’da aralık başı yaklaşık 100 idi bu sayı, bu hafta başında ne kadar olmuş? 550, yani 5 misli artmış. Bu önemli, tabii aşılama politikaları ve aşılama oranlarıyla paralel giden bir durum bu çünkü İtalya’nın Lombardini bölgesi zengin bir bölge, aşı kampanyası tam bir fiyasko! Çağrılar yapılıyor, belediyeler arabalar ve servis araçlarıyla insanları evlerinden toplayıp aşılamaya çalışıyor. Evet zengin bir ülke ama tam bir koordinasyon bozukluğu, Lombardini’teki yerleşim yerlerindeki aşılama oranları %2,6 ile 36,5 arasında değişmekte, inanılmaz fark var ve çok düşük oranlar. Tabii bu durum ülkemiz için de geçerli, aşılama oranları gittikçe azalıyor, bu hoş bir durum değil. Bütün bu Türkiye’deki aşılama derken Bloomberg Haber Ajansı’nın 15 Mart itibariyle AB’ye kendisine yetmiyor deniyor aşılar, kendisi yetersiz dağıtım yapılıyor AB ülkelerine denirken aynı zamanda ihracat yapıldığından şikâyet ediyor. Yapılan bu AB’den ihraç edilen aşı miktarı 41,6 milyon doz olmuş. Kendilerine yetmiyor, Fransa, Almanya “bize yeterli aşı sağlanmıyor” derken ihraç ediyorlar. Kime? Örneğin İngiltere’ye, yaklaşık 9,8 milyon doz İngiltere’ye ihraç etmişler, Kanada’ya 4,5 milyon, böyle bir liste var Japonya’ya, Meksika’ya, arada da Türkiye’ye de 1,4 milyon AB’den aşı ihraç edilmiş görünüyor. “Bu nedir, nereden çıktı?” derken bu sorun çözüldü, sayısal olarak da bir uyum var bu veriler arasında çünkü Sağlık Bakanı “Pfizer Biontech aşısından önce 5800 doz test edilmek üzere ülkemize geldi” dedi. “Nedir bu, nereden çıktı bu sayısal değer? Ancak testler için mi yeter?” derken, gerçekten de önce 750 bin, daha sonra da 700 bin doz aşı Türkiye’ye geldi. Bu da Bloomberg Ajansı’nın AB’den ihraç edilen aşılar listesinde yer alan “Türkiye’nin 1,4 milyon doz aşı Türkiye’ye verildi, satıldı” bilgisiyle örtüşmekte. Bu arada geçtiğimiz programlarda “Avrupa’daki aşılama bir felaket, bir rezalet” diye bir haberden bahsetmiştim, yine İngiltere ve AB ülkeleri arasında bu bir utançtır İngiltere’nin yaptığı gibi suçlamalar oluyor, özellikle Astra Zeneca aşısının İngiltere tarafından neredeyse değim yerindeyse ‘el konması’ bu aşıya böyle bir sorun yaratıyor. Şimdi bu Astra Zeneca Oxford Üniversitesi işbirliğiyle üretilen dünyada ilk uygulama bu yöntemle hazırlanan aşı vektör aşısı, daha önce bir tek dang (dengue) için hazırlanmıştı ve çok başarılı olmamıştı aşı ama bu Astra Zeneca’nın vektör kullanılarak, vektör platformu yöntemi kullanılarak hazırlanan aşısı diğer MRNA aşılarına oranla 2 büyük avantaj taşımaktaydı. Birincisi buzdolabında +2/8 derecede saklanabiliyordu, ötekiler gibi MRNA aşıları gibi derin dondurucu gerektirmiyordu. İkinci özelliği de diğer aşılara oranla neredeyse 1/10 fiyatınaydı, 2-8 dolar arasında satılıyordu. Üretimi farklı gelişmiş ülkelerin yanı sıra Hindistan’daki kendi Astra Zeneca tesislerinde de yapılıyordu. Ancak bu aşıyla ilgili bir dizi sorun yaşandı geçmişti ve hâlâ yaşanmaya devam ediyor. Bunlardan birincisi ilginç bir durumdu ve bu hiçbir şekilde açıklanamadı nedeni. Kasım sonu açıklanan faz3 çalışmalarında şöyle bir bilgi vardı, Kasım 2020 tarihinde dendi ki “biz faz3 çalışmasına giren yaklaşık ilk 2500 kişideki uygulamayı yarım doz vermişiz aşıyı bir hata sonucu, etkinlik %90 ama bunu fark ettik ve hemen olması gerektiği gibi tam doz aşı verdik ikinci gruba 6000 kişi kadar bir ikinci grup.” Bunlarda aşı etkinliği %60 idi. Şimdi nasıl oluyor da yarım doz verince %90 olan etkinlik tam doz verilince %60? E yarım dozdan daha iyi ise niye öyle devam edilmiyor o zaman? Bu açıklanamadı, neden böyle bir durum ortaya çıktı? Neden yarım doz verildi bir gruba, bu kadar basit böyle bir hata olur mu? Çok titiz yapılan çalışmalar. Bu anlaşılamadı, hemen arkasından ocak ayında Astra Zeneca söz verdiği, vaat ettiği aşı miktarlarının dağıtımında zorluk çektiği yani üretim kısıtlaması olduğu, birtakım sorunlar oldu, öngördükleri aşıların neredeyse 1/3 ya da ¼’ünü verebildi anlaşma yaptığı ülkelere. Daha sonra Güney Afrika mutantı, varyantıyla ilgili aşıların ne denli etkili olduğuna bakıldığında Güney Afrika varyantına %10 oranında etkili olduğu anlaşıldı ve bunun üzerine de Güney Afrika Cumhuriyet Astra Zeneca ile yaptığı anlaşmayı sonlandırdı, almaktan vazgeçti. Hatta bir miktar aldığı aşıyı da başka ülkelere, bu varyantın çok görülmediği ülkelere satmak için girişimde bulunduğu açıklandı. Daha sonra bir 10 gün önce pıhtılaşma sorunu olduğu ortaya çıktı bu aşının uygulandığı kişilerde. Hani acaba aşıyla ilintili mi değil mi diye araştırmalara başlanıldı ve sonuç alınana kadar birçok Avrupa ülkesi Bulgaristan’dan Fransa’ya kadar, Avrupa’nın doğusundan batısına kadar aynı zamanda Kanada, Avustralya gibi ülkeler Astra Zeneca aşısının en azından o seri numaradaki grubunun kullanımını durdurdular. Daha sonra Fransa’nın bu kararı ve önerisi üzerine hem DSÖ hem de Avrupa İlaç Ajansı “hayır bu aşı ile ilintili değildir bu pıhtılaşma, bu emboli sorunu” dedi. Bunlar bitmedi, 23 Mart günü bu kez ABD’nden bir haber geldi, Amerika’daki Data and Safety Monitoring Board (DSMB) kuruluşu verileri ve güvenirlik üzerine, gözlemlerini yani inceleyen ‘board’ ve National Institute of Allergy and Infectious Diseases (NIAID) Ulusal Alerji ve Enfeksiyon Hastalıkları Enstitüsü, ikisi beraber bir toplantı yaptılar ve Astra Zeneca’nın Amerika’da onay almak için yaptığı başvuruda verilerin eksik ve eski olduğunu söylediler.
ÖM: Çok ilginç!
SB: Bu kadar fazla olumsuzluğun, bu kadar fazla hata hani biraz fazla gelmeye başladı Astra Zeneca aşısı için. Dünyada bu aşıyı alan insanlar nasıl bir karar verecekler? Yaklaşım ne olacak bilmiyorum ama birdenbire koca bir teknolojiyi, üretilmiş bir aşıyı dünyada bu kadar çok ihtiyaç varken bir kalemde silip atmak, gözden çıkartmak çok doğru değil belki ama neden böyle oluyor? Çünkü diyor ki bu iki Amerikan bağımsız kuruluşu yaptığımız incelemelerde onay için başvuran Astra Zeneca “bizim aşımızın etkinliği Şili ve Peru’daki -özellikle Latin Amerika ülkelerinde yapmışlar- faz3 çalışmalarında etkinlik oranımız bizim %79” diyor ama daha sonra bu belgelerin eski olduğunu, son verilerde bu oranın 79’un daha altında olduğunu iddia ediyorlar. Bu konu önemli, bu arada Antony Fauci de bu tarz tartışmaların kamuoyu önünde yapılmasının aşıya güveni sarstığı ve aşı tereddüdü, aşı karşıtlarının eline bir koz verildiğini savunuyor ki haklı bu konuda ama bu işlerde bir tuhaflık var. Yani bu aşı savaşları ve özellikle aşıların bu kadar fazla ticari bir meta olmasının sonucu demek herhalde abartılı bir yorum olmaz. Tabii bu ticari meta denince birazcık aşıya erişim konusuna bakalım. 5 ay kadar önce Hindistan ve Güney Afrika Cumhuriyeti ki bunu birazdan örneğini vermeye çalışacağım AIDS konusunda da yapmışlardı. Bu iki ülke DTÖ’ne başvuruyorlar ve diyorlar ki en azından şu pandemi sırasında patent ve fikri mülkiyet hakkı kısıtlamalarının biraz kaldırılsın, biraz gevşetilsin. Başvuruda bulunuyorlar ve üyesi olan yani ticaret örgütünün 164 ülkenin incelemesi lazım, daha henüz hiçbirisi incelemeye başlamamış, 5 ay geçmiş aradan. Bu arada STK’lar ve DSÖ “patent uygulamasını bu pandemi süresince askıya almazsa ne olacak? O zaman ne yapacağız? Ne edeceğiz?” diyorlar. Bu durum AIDS konusunda yaşanmıştı, daha önce de bahsetmiştim bu örnekten yaklaşık 14-15 yıl kadar önce Güney Afrika Cumhuriyeti antiretroviral yani AIDS tedavisinde kullanılan ilaçları almak için bir ihale açıyordu Sağlık Bakanlığı ve o dönem bir hastanın bir yıllık tedavisi 12 bin dolar kadardı ama bir baktılar ki Hindistan’da Sipla isimli bir ilaç şirketi jenerik ilaç üretiyor, yani patent yasasına uymadan kopya ilaç, jenerik ilaç üretiyor. “Ben o firmayı da ihaleye alayım çünkü 12 bin dolar yerine -oldukça farklı bir sayısal değer- 300 dolara mal edeceğim ben 1 yıllık tedaviyi” diyordu, 12 bin doları 300 dolara düşürüyordu. Güney Afrika Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı “aman ne iyi onlar da girsin ihaleye” derken DTÖ ayağa kalktı “bunu yaparsanız eğer patent yasasına uymamış olursunuz. Size ambargo uygularız. Yapamazsınız, ucuza alamazsınız!” dediler. “İlaç şirketleri de zaten aynı etkinliğe sahip değil, o ne de olsa bir kopya ilaç, orijinal molekül değil ve bizim araştırma-geliştirme çalışmalarına yatırımlarımız baltalanır” dediler. Aslında bu iki iddia, iki savunma gerekçe doğru değildi, çünkü DSÖ o Sipla’nın ürettiği jenerik ilacın da aynı etkinliğe sahip olduğunu gösterdi. Nitekim bunun yanı sıra “bu araştırma geliştirmeye para ayırmayız eğer böyle yaparsanız, o giderlerimizi biz bu patent yasalarından karşılıyoruz” diyorlardı. Öyle değildi çünkü moleküllerin hiçbirisi o dönem 22 tane antiretroviral vardı, bunlar büyük şirketlerin ilaçları üretip satan şirketlerin kendi araştırma merkezlerinde bulunmamıştı, küçük şirketler bulup onlardan çok cüzi miktarlara satın almışlardı. Bütün bu kadar şeyi niye anlattım? Aynı tablo bugün Covid-19 için de geçerli, baktığınız zaman işte Pfizer aşısı diyoruz, Pfizer aşısı aslında küçük bir inovasyon şirketi olan –şimdi büyüyor tabii süratle- Biontech tarafından bulundu. Astra Zeneca büyük bir ilaç devi, onun pazarladığı aşı Oxford üniversitesinde bulundu, Moderna zaten kendisi de mütevazı bir moleküler biyoloji çalışmaları yapan bir şirketti. Yani kısaca büyük ilaç devlerinin araştırma-geliştirme yatırımları değil küçük şirketlerin yaptığı çalışmalarla bu işler yürüyor. Bu nedenle bu patent yasası acaba askıya alınır mı alınmaz mı? Bu arada Fransız Médecins Sans Frontières (Sınırsız Doktorlar Kuruluşu) “sadece aşılar değil testler, hatta ameliyat maskelerinde bile patent var yani siz ne diyorsunuz?” diye bir açıklama yaptı. Durum böyle iken aşı adaleti ‘vaccine equiniti’ ya da işte aşının eşit dağıtımıyla ilgili bir bildirge yayınlandı. Yaklaşık 1000 kadar bilim insanı ve hukuk insanı bunların bir açıklaması var, diyorlar ki “2021 yılında özellikle düşük ve orta gelirli ülkelerin sorununa eğilmezseniz eğer pandemi bitmez”. Verdikleri örnek bütün bu bildik cümleleri geçeyim o bildirgedeki, diyorlar ki şu anda Covacs üzerinden bu DSÖ’nün kurduğu aşı kooperatifi diyelim, oradan sağlanan aşı miktarı şu anda ihtiyaç sahiplerinin ancak %3,3’üne yarıyor. Son cümleleri çok daha ilginç “eğer bu politika izlenirse herhangi bir değişikliğe gidilmezse, 2023 yılına geldiğimizde dünyadaki 85 ülkenin hâlâ tek bir doz bile aşı kullanmamış olduğunu göreceğiz” diyorlar. Bu çok çarpıcı bir durum ve hep bildik ve söylendik bir söz, eğer herkese ve her ülkeye aşı imkânı tanınmazsa bu pandeminin sonu gelmez. Biraz önce Feryal’le de konuşuyorduk programa bağlanmadan önce biz nisan ayında geçen sene Korana Günleri programında “bu iş uzar” dediğimiz zaman birçok insan “yaz aylarında biter” diyordu. 2020’in sonunu buldu, 2021’in sonunu da büyük bir olasılıkla bulacak ama bu aşı politikaları böyle devam ederse ve eğer geçen sürede ilginç ve önemli bir antiviral bulunmazsa tedavi için bu iş 2022’ye rahatlıkla sarkar. Bu açılmalar ve kapanmalar da devam eder. Karamsar bir tablo çizmiş oldum ama ne yazık ki durum bunu göstermekte.
ÖM: Bu 2023’le ilgili cümleyi bir kez daha tekrarlar mısınız lütfen?
SB: Evet. Bu Vaccine Equity isimli bir kuruluş 17 Mart tarihinde bu açıklamayı yaptılar, farklı alanlardan 1000 kadar bilim insanının imzaladıkları bir bildirge. Uzun ve çok gerçekçi bir bildirgeyle devam ediyor. Son cümlelerinde de diyorlar ki “eğer bugünkü politikalarda çok ciddi birtakım değişikliklere gidilmezse 2023 yılına girdiğimizde dünyada tam 85 ülkenin daha henüz hiçbir aşıya ulaşamadığını, tek bir doz aşı kullanamadığını göreceğiz.” 85 ülkenin hiç aşılanmamış olduğunu düşünürsek ‘bana ne o uzaktaki gariban ülkeden’ dememek lazım. Çünkü bu virüs solunum yoluyla bulaşıyor, döner sizi vurur. Bu çok önemli bir saptama, çok önemli bir bilgi, o nedenle biz Açık Radyo programcıları, yöneticileri, dinleyicileri ne yapabiliriz? Bir şey yapamayız ama bu bir çağrı ama bir çaresizlik vurgusu da var. Bu eğer dikkate alınmazsa ciddi radikal bir takım politika değişikliklerine gidilmezse bu iş daha çok uzayacak gibi görünüyor ne yazık ki!
ÖM: AKP’nin 2023 hedeflerine uygun değil mi dün açıklanan?
SB: Bir düzeltme yapmama izin verin, 2023 telaffuz edilmiyor artık “2053” dedi sayın AKP genel başkanı. Fark etmediniz mi?
ÖM: 2023 devreden çıktı mı?
SB: Hayır!
ÖM: Fark etmemişim.
SB: 2053, tabii bir yerde birisi daha da tutamamış kendini “2071’e kadar!” demiş yani uzuyor, el yükseltme diye bir şey vardı değil mi?
ÖÖ: 2053 vizyonu!
SB: Vizyonu var, 2071 hedefi var! Şimdi Brezilya’ya bakıyorum, bir diğer ilginç ülke, Özdeş’in favori ülkesi, son 24 saatte yaşamını covid19’dan yitirenlerin sayısı kaç oldu biliyor musun? 3251.
ÖÖ: Evet.
SB: Yüksek bir oran, bu bilgi var. Tabii bu arada programın sonuna geldik ama İstanbul Tabip Odası’nın bir açıklaması oldu bu son 2 ay içinde olup bitenleri değerlendirmişler. İTO Başkanı Prof. Dr. Pınar Saip, Prof. Dr. Osman Küçükosmanoğlu, yönetim kurulu üyesi Prof. Dr. Rukiye Eker Ömeroğlu ve Covid19 İzleme Grubu üyesi Doç. Dr. Esin Tuncay’ın katılımıyla yaptıkları basın toplantısında İstanbul’da uygulanan aşı miktarının 849 bin kişiye 2 doz halinde uygulandığını, yani ikinci doz aşı olanlarının oranının Türkiye’de de %8,5 olduğuna dikkati çekmişler. İstanbul’da 850 bin diyelim, yani ne kadarlık bir kent? 16-18 milyon arasında olduğu tahmin ediliyor İstanbul’un nüfusu. Çok fazla değil. Bu arada İBB mezarlık kayıtları üzerinden günlük ölümleri bu sarkac.org sitesi vermekte. Oraya da bir vurgu yapmış İTO yöneticileri “pandemi öncesi 5 yılda yıllık ortalama 74.030 ölüm meydana gelirken 2020 yılında bu sayı 92.583 yani 18 bin fazla ölü var sadece İstanbul’da” deniyor. Elbette “evde kal” çağrısı yapılırken işçilere “çarklar dönecek, üretim sürecek” denildi, böyle çelişkiler olduğu söylendi. Yine Türkiye’den bir haber, Ankara Şehir Hastanesi acil tıp kliniği sorumlusu Prof. Dr. Hakan Oğuztürk “yoğun bakım doluluk oranları artmakta” dedi. Buna şunun için vurgu yapıyorum, olgu sayılarında artış oluyor, biraz önce siz de belirttiniz, dün itibariyle 29 bin 762 olgu var. Bu yeni olgu sayısı tabii yapılan 221 bin testin içinde pozitif bulunanların sayısı. Yani Türkiye’de bu kadar olgu var filan diye düşünmeyin, bunun kaç misli pozitif olduğunu düşünmek lazım. Yoğun bakımlara ait bu açıklama önemli çünkü bundan çok değil belki 4 gün önce pazartesi günü biz program yaparken şöyle bir şey vardı, tabip odası Bilim Kurulu üyelerinin çelişkili açıklamaları ya da TTB’nin Bilim Kurulu açıklamalarına itirazı vardı. Çünkü orada deniyordu ki Bilim Kurulu üyeleri tarafından “evet sayı artıyor ama ne mutlu bize ki yoğun bakımlar ve ölümlerde artış yok” deniyor. TTB “hayır böyle değil, o biraz sonra gelir” diye, kısa bir süre o da artacaktır diye ve o oldu. Yani 4 gün sonra oldu hem de, çok süratli bir gelişme oluyor. Yoğun bakımlar Ankara’da dolu, son bizim Önce Sağlık programımızda konuk aldığımız Prof. Dr. Esin Şenol da aynı şeyi söyledi. Şenol’un söylediği bir diğer nokta ki dün İstanbul’da böyle bir sorun yaşandı, Covid-19 hastalarında yoğun bakımlarda çoklu antibiyotik direnci olan bakteri enfeksiyonları, hastane enfeksiyonları çıkmaya başladı ortaya. Bunlarla mücadele ediyor artık enfeksiyon hastalıkları uzmanları. Durum böyle, oranlara baktığımda pozitiflik oranları hep söylüyorum 20 Ocak’tan itibaren ben bir grafik çizmeye çalışıyorum kendimce. Buna göre pozitiflik %3,8’den %10’lara vardı, dün %13,4’e geldi, yani %3,8’den %13,4’e çok süratli bir artış söz konusu. Bu arada bitirmem lazım biliyorum şu haberle bitireyim, yine biliyorsunuz birçok programımıza katıldı Önce Sağlık ya da siz de konuk olarak aldınız galiba Açık Gazete’de Prof. Dr. Bülent Tutluoğlu, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı, çok ağır bir Covid-19 geçirmiş ve 10 küsur gün yoğun bakımda kalıp entübe edilmişti sevgili Bülent. O sürekli böyle Twitter’dan şu anda da günde neredeyse 16 saat falan çalışan ve Covid hastası bakan bir öğretim üyesi, kendisi sürekli olarak uyarılarda bulunup, gayet o kendisine özgü çelebi haliyle, o mütevazılığıyla “durum çok ciddi” falan diyor. Bülent’in başı belaya girmek üzere çünkü şöyle bir haber var, diyor ki “6 gün önce durumun ciddiyetini haber vermeye çalıştım, söylemediklerini bırakmadılar. Bunlar sadece örnekti, önceki tweetimin altında onlarca böyle aptalca yanıt var. Günde 15-16 saat Covid hastalarıyla uğraşıyorum ve her yönüyle olayı yaşamışım, yaşamaya devam ediyorum, biraz edep!” diye. Çünkü sosyal medyada inanılmaz bir saldırı var kendisine “abartıyorsun, sen kimsin, ne demek istiyorsun?” gibi Bülent’e saldırılar var. Bir yandan da son haber, İhsan Gürsel yine bizim konuğumuz olmuştu, Bilkent Üniversitesi’nden ve Türkiye’deki aşı çalışmalarının en önde gelen projeyi yürüten eşi Maide Gürsel o da ODTÜ öğretim üyesi, Bilkent-ODTÜ işbirliğiyle bu şimdiye dek duyduğumuz bütün aşı hazırlama yöntemlerinden farklı olarak viral like partikül VLP yöntemiyle hazırladıkları aşının klinik faz1 başvurusunun resmi olarak onaylandığını bildirdiler. Aman Allah’ım dün bu haberden sonra ne saldırılar İhsan Gürsel üzerine de! Yani garip bir toplum olduk, böyle sosyal medyada aldı başını gidiyor. Ben burada durayım müsaadenizle, yarın kim konuk diye sorarsanız eğer Doç. Dr. Osman Elbek son kitabıyla bizim Önce Sağlık programımızın konuğu olacak.
ÖM: Harika! Ben de iyi bir haberle kapatayım, İstanbul’da kar yağışı yeniden başlamış durumda.
ÖÖ: Oh virüsler gidecek yani!
ÖM: Mikropları temizleyecektir. Teşekkürler.
SB: Evet “siz karşının taksisisiniz” derler İstanbul yakasındakilere, bizim yakada, Anadolu yakasında hiçbir şey yok. Peki.
ÖM: Ne yapalım bizde var!
ÖÖ: Teşekkürler.
SB: Siz arınacaksınız, biz mikroplu kalacağız demektir!
ÖM: Evet, hoşça kalın, teşekkürler!
SB: Teşekkürler, hoşça kalın!
ÖÖ: Görüşmek üzere.