Açık Gazete’nin köşelerinden Korona Günleri’inde Selim Badur, antikorlar hakkında yayınlanmış kapsamlı bir çalışmadan söz etti.
(4 Mayıs 2020 tarihinde Açık Radyo’da Korona Günleri programında yayınlanmıştır.)
Ömer Madra: Günaydın Selim Badur, merhabalar.
Selim Badur: Günaydın, merhaba.
Özdeş Özbay: Günaydın.
SB: Günaydın Özdeş.
ÖM: Nasıl gidiyor?
SB: Yeni yayın dönemi hayırlı olsun diyerek başlayalım.
ÖM: Çok teşekkür ederiz.
ÖÖ: Teşekkür ederiz.
SB: Bu sabah ülkelerde olup bitenlerden haber verip daha sonra bilimsel çalışmalara bakmak istiyorum. Avrupa ülkeleri önlemlerini hafifletiyorlar, örneğin İspanya’da kuaförler randevu ile çalışmaya başlayacak, İtalya’da akraba ve arkadaş ziyaretleri başladı, İran’da camiler ibadete açılıyor filan.
ÖÖ: Bugünden itibaren mi?
SB: Evet. Fransa’da 316 belediye okulların 11 Mayıs’ta açılmasını reddetmişler, önemli bir nokta. Tunus’ta da biraz seksist bir yaklaşım var, 15 yaşından küçük çocuğu olan kadınlara sokağa çıkma yasağı konmuş, böyle farklı bir yaklaşım söz konusu. 3 Mayıs’ta çıkan bir makalede Japon paradoksundan bahsedilmekte: Japonya’da belirttiğim tarihte 15,068 hasta 531 kaybedilen hasta var. Ancak bazı soru işaretleri ortaya atıldı; olgu sayısı bu kadar az iken neden hastaneler doldu taştı, kilitlendi? Okullar kapanmıştı, açıldı, şimdi neden tekrar kapandı? “Pik aşıldı, pik dönemini geçtik biz normale dönüyoruz” deniyordu neden yeniden önlemler alınıyor? Bunlar soruluyor ve yapılan bir ankette toplumun %70’i hükümetin Japonya’da aldığı önlemlerden memnun değiller. Fransa’da da sağlık çalışanları çok şaşkınmış; çünkü 30 Nisan itibariyle birdenbire -gazetelerden alınan haberlerde yazdığına göre- “gökyüzünden maske” yağıyor. Çünkü etrafta maske yoktu, sağlık çalışanlarına, hastalara maske dağıtılamıyordu, ciddi bir maske sıkıntısı vardı ama birdenbire çeşitli süpermarketler, -ismi lazım değil- bir tanesi “elimizde 225 milyon, diğeri 170 milyon maskemiz var, isteyenlere bunları satacağız” demişler. Yani marketlerde satılacak milyonlarla ifade edilen sayılarda maske varken sağlık çalışanlarına dağıtılmadı. Tabii bu konuda ne olup bittiğini bir Wall Street açıklamasında, bir de Noam Chomsky’nin verdiği röportajlarda izlemek mümkün. Onları isterseniz yarına bırakayım da, belirtmek istediğim önemli bir bilimsel çalışma var, ona değineyim. Geçen haftalarda da böyle 2-3 tane çok önemli yayından bahsetmiştim, bu hafta sonu da çok saygın, immünoloji konusunda çok önemli bir dergi olan Nature Review of Immunology’de Akiko Iwasaki ve Yexin Yang tarafından bir yazı yayınlandı (Nature Rev Immunol 2020;doi.org/10.1038/41577-020-0521-6): başlığı “Covid-19’da suboptimal antikor yanıtının olası tehlikeleri” diye bir yazı. Herkes antikor peşinde, antikor araştırılsın, “antikora bakalım”, ya da “bir an önce hazırlanacak aşıyı kullanıp antikor oluşturalım” diyor. Bu yazıda diyor ki: hastalığı geçirenlerde oluşan ve savunma sisteminin ürünleri olan antikorların bir kısmı nötralizan antikor. Bunlar virüsün yüzey çıkıntılarına, yani “spike” proteinlerine bağlanıyorlar ve hücreyle birleşmesini engelliyorlar. Bu olumlu tarafı yani aşıyla yapılmak istenilen de bu; ancak bir yanda da nötralizan özelliği olmayan antikorlar sentezleniyor, bu antikorlar bizim değil virüsün lehine çalışıyorlar. Nasıl yapıyorlar bunu? Bazı hücreler var, virüse özgü reseptör (ACE 2 reseptörü) bu hücrelerde yok, o zaman bunların virüs ile enfekte olmaları mümkün değil diye düşünülürdü. Hayır mümkünmüş! Bu nötralizan özelliğe sahip olmayan antikorlar virüsün, reseptör taşımayan hücrelere girmesine ve enfeksiyonun yayılmasına aracılık yapıyormuş. Bu çok önemli bir nokta!
ÖM: Evet.
SB: Antikorların bir kısmı işe yarıyor bir kısmı da bizim aleyhimize çalışıyor. Bu önemli bir bulgu, şimdi buradan hareketle aslında program yapmadığımız üç günlük süreçte aşılarla ilgili çıkan hemen hemen bütün yazıları şöyle bir eleştirel gözle okudum ve 11 maddelik bir özet çıkardım. Birincisi, neden biz aşıyı istiyoruz? Neden herkesin aşı beklentisi var? Çünkü deniyor ki toplumsal bir bağışıklık olması lazım. Bu iki yolla olur, ya bırakırsınız hiç önlem almazsınız, insanlar hastalanır, bütün herkes virüsle temas ettiği zaman ya da belli bir oranda insan toplumda temas ettiğinde neyi görürüz? Virüs artık birinden birine bulaşamaz, buna sürü bağışıklığı, toplumsal bağışıklık, ‘herd immunity’ adı veriliyor ama bunun bir riski var tabii, hastalananların bir kısmı da ağır geçirip yaşamlarını yitirecekler. Onun için bu riskli bir yaklaşım. Diğer bir yöntem, toplumda belirli sayıda bir aşılama elde ederseniz bu şekilde toplumsal bağışıklığı sağlarsınız, hem insanları korursunuz hem de hastalığın yayılmasını engellersiniz. Ancak yapılan çalışmalarda özellikle “Korona Günleri”’nin başında da bahsetmiştik Neil Ferguson isimli İngiliz epidemiyolog “toplumsal bağışıklığın kazanılması için belirttiğim iki yol var ama bunun covid-19 için gerçekleşmesi 2023-2024 yılına uzar” diyor. Yani aşının elde edilmesi değil sadece “bu aşının toplumsal bir yarar sağlaması için daha 2 ya da 3 yıl var” diyor. Buradan hareketle ben bütün bu aşı çalışmalarına bakınca şöyle birtakım başlıklar çıktı ortaya. 1- Bir kere solunum virüsleri için, yani nezle, soğuk algınlığı diye hep isimlendirdiğimiz RSV, adenavirüs, parainfluenza gibi yaklaşık 200 tane mikroorganizma var solunum yolu enfeksiyonuna yol açan. Bunlara karşı geliştirilmiş doğru dürüst çalışan bir aşı yok, daha doğrusu hiçbir aşı yok. Tek istisna grip aşısı; ama grip aşısının özelliğine baktığınız zaman diğer aşılardan farklı olarak, her yıl yapılması lazım bu aşının. Neden her yıl yapılması lazım? Sorduğunuzda şöyle bir yanıt alıyorsunuz, çünkü grip virüsü her yıl yapı değiştirir. Peki bir parantez açayım, bu yapı değiştirince de uyum sağlamazsa, dolaşımdaki virüsler aşının içindeki virüs ile uyumsuzsa etkisi %70’den 60’a düşer. Hani zannediyorlar ki tamamen ortadan kalkar, hayır böyle bir şey yok, tamamen ortadan kalkmaz eğer uyumsuzluk olursa. Her yıl aşılanmamızın nedenlerinden biri, bu tarz bir antijenik değişim, ikinci neden ve daha da önemlisi grip aşısıyla sağladığınız bağışıklık 8 ayda bitiyor, ortadan kalkıyor. Yani bir kızamık aşısı, bir hepatit aşısı gibi değil. Kısacası solunum virüsleri için doğru dürüst bir aşı yok, bu elde edilemedi. 2- İkincisi birçok önemli hastalık için çok yatırım yapılmış olmasına karşın aşı sağlanamadı örneğin HIV gibi, Zika gibi, hepatit C gibi. 3- Koronavirüslerin özelinde bunlara ait hiçbir aşı yok, MERS’te ve SARS’ta başarılı olmadı. 4- Ayrıca bu koronavirüs, özellikle SARS-CoV-2, immün sistemden kaçmakta çok becerikli hatta ağır olgulara baktığımızda hasar nedeni immün yanıtı. Demek ki çok güçlü bir aşıyla sağlanacak güçlü bir immün yanıt acaba koruyacak mı bizi yoksa bazı hassas insanlarda hasarlara mı yol açacak? Bunu bilmiyoruz. 5- Henüz aşının koruyuculuğuna dair henüz somut bir bilgi yok, süreye ait hiçbir şey bilmiyoruz. 6- Ortak görüş olarak aşıdaki immünojen (immün sistem uyarıcısı) olarak bu spike protein dediğimiz, virüsün dışındaki S proteini çıkıntıları kullanılacak, bu doğru bir seçim. Peki daha iyi sonuç verecek başka immünojen adayları var mı? 7- Yeni teknolojiler kullanılacağı söyleniyor; platform teknolojisi gibi… çünkü çok süratle aşı elde edilmesi sağlayacak bu teknolojiler. Bu teknolojilerden çok bahsedilmekte yıllardan beri, ama daha henüz somut olarak bu teknolojilerle elde edilmiş hiçbir aşı yok. Bunlar teknoloji ve immünoloji açısından soru işaretleri, bir de aşı hazırlanırsa eğer bunun uygulanmasına ait yanıtlanması gereken sorular var: kontrol grubu çalışmalarını kime yapacaksınız? Pre-klinik çalışmalar aylar hatta bazen yıllar sürüyor, bu unutulmamalı. İlaçlara oranla aşıların güvenlik kontrolleri çok daha uzun. Aşı eldesi sürecine baktığımızda, genellikle etken bulunduktan sonra aşı hazırlanmasına dek geçen süre oldukça uzun: işte hepatit A’da, kızamıkta, Rotavirüs’te etken bulunduktan en az 10 yıl sonra güvenilir bir aşı ortaya çıkmış. Yani kısacası her ne kadar insanlar “bu yıl sonu aşı hazır”, hatta “yok yahu biz bunu Eylül ayında hazırlarız” derse de iş o kadar kolay değil. Hem elde edilecek aşı ne kadar yararlı olacak? Bu da bir soru işareti, hem de bu aşı öyle kısa sürede hazırlanacak tarzda bir aşı değil. Biz hızlandırılmış aşı eldesini H1N1’de gördük, yani 4-5 ayda aşı devreye girdi ama bu koronavirüsler influenza’ya benzemiyor, çünkü influenza virüslerine karşı bir aşı teknolojisi vardı elimizde, o yöntem üzerinden bir H1N1 aşısı, pandemi aşısı hazırlamıştık ama burada öyle değil; burada söz konusu olan koronavirüslerin ne yapacağı bilinmiyor ve sonuçta benim çıkartımım her şey yolunda giderse bu yıl sonunda aşı hazır olsa da etkisini (toplumsal bağışıklık oluşumunu) bir kere 3 ila 5 yılda görürüz. Onun için aşıya fazla bel bağlayıp tek ümidimiz aşıymış gibi görmek hatalı olur, biraz temkinli, biraz sorgulayarak yaklaşmakta yarar var. Bugün süremiz kısıtlı, yeni yayın dönemine giriyoruz, eğer sorunuz yoksa ben aşılarla ilgili genel bir değerlendirmeyi bu şekilde tamamlayayım. Yarın da ilaçlarla ilgili böyle bir şey yapmaya çalışacağım. Sorunuz varsa yanıtlayayım, yoksa veda edeyim.
ÖM: Çok önemli noktaları ortaya koydunuz. Ben ufak ilavede bulunayım, Chomsky’nin sözünden, konuşmasından bahsettiniz, biri iktisat tarihçisi biri de felsefeci ve aktivist olan iki kişiden Thomas Piketti bir önemli konuşma yaptı ve koronavirüs pandemisinin sosyal eşitsizliğin bütün o şiddetini ortaya koyduğunu söyledi ki dünya çapında çok önemli aslında. İkincisi de, felsefeci ve aktivist Vandana Shiva “1 değil 3 pandemi içindeyiz, birincisi koronavirüsü, ikincisi açlık pandemisi, üçüncüsü de geçimlerin yok oluşu pandemisi” dedi yani yoksulların mahvolması. Bunların üzerinde de önemle durmamız gerekiyor ama nasıl olsa konuşacağız.
SB: Evet. Söz konusu sorun devlet, o zaman devletten kurtulalım bu durumda, bunu ben söylemedim tabii Ronald Reagan söylemiş. Ben de bunu Chomsky’nin röportajından aldım. Yarın değiniriz o zaman hem tedaviye hem de Chomsky’e.
ÖM: Çok teşekkürler, görüşmek üzere.
SB: Ben teşekkür ederim.
ÖÖ: Teşekkür ederiz.
SB: Sağ olun, iyi günler, iyi yayınlar.