Yaz dalgasıyla vakalarda başı Avrupa çekiyor

-
Aa
+
a
a
a

Halk sağlığı önlemlerinin dünyada turizm gerekçesiyle hızla kaldırılmasıyla “yaz dalgası” patladı. DSÖ'nün açıklamalarına göre Doğu Akdeniz'de artış oranı %29'lara kadar ulaştı. Vaka sıralamasında ilk üç ülke artık Avrupa’dan: Fransa, Almanya ve İtalya.

Virüsleri tutan güneş ışınları illüstrasyonu
Yaz dalgasıyla vakalarda başı Avrupa çekiyor
 

Yaz dalgasıyla vakalarda başı Avrupa çekiyor

podcast servisi: iTunes / RSS

(7 Temmuz 2022 tarihinde Açık Radyo’da Salgınlar Çağı programında yayınlanmıştır.)

(Bu metin hızlıca hazırlanmış bir ses kaydı deşifresidir, nihai biçiminde olmayabilir.)

Ömer Madra: Günaydın Osman bey, günaydın Kayıhan bey.

Osman Elbek: Günaydın herkese.

Özdeş Özbay: Günaydın.

OE: Zor bir gündeyiz...

Kayıhan Pala: Bence günaydın değil. Yani bunu özellikle söylemek lazım. Dün hem bir meslektaşımız hem de bir avukat, sırf mesleklerini uyguluyorlar diye katledildiler. Bu koşullarda ben günaydın diyemiyorum. Kusura bakmayın. Çok üzgünüm.

ÖM: Evet, haklısınız. Haklısınız…

OE: Pandeminin sağlık kısmına herhalde şiddetle başlamak lazım bugün. Birincisi, bu ülkede toplumsal şiddetin her alanda arttığını görmek lazım; avukat, doktor, kadınlar hemen hemen günaşırı ölümlerle sarsılıyor. Ülke, sorunlarını konuşarak değil vuruşarak, birbirini öldürerek, birbirini boğazlayarak çözeceğini düşünüyor. Çok uzun zamandır hukuktan umudunu kesmiş, adaletin oradan gelmeyeceğinin farkında. Bu nedenle herkes sorununu ötekini yok ederek çözeceğini düşünüyor. Mevcut siyasi iktidar böyle bir genel şiddet iklimini var etti. Ama onun ötesinde de sağlığa ait çok önemli bir problemi var etti: Bugün yaşanan ölümün nedeni, Sağlıkta Dönüşüm Programı’dır. Çünkü sağlık sistemi iflas etti. Aslında orada yatan cenaze sağlık sistemi. Çöken, iflas eden sağlık sisteminin altında bir meslektaşımız kaldı dün. Birkaç gün önce Koray Başar’dı, ondan birkaç gün önce Şehmus Baraş'tı; bu ülkenin her bir tarafında her gün bir beyaz kod veriliyor. Çünkü mevcut siyasi iktidar, sağlığı alınıp satılabilen bir mal haline çevirdi, “Doktor efendi, doktor efendi” diyerek mesleği değersizleştirdi. Ve sağlık sistemini öyle bir yarattı ki; hekimi, hemşiresi, ebesi, eczacı, laborantı, anestezi teknisyeni, ambulans şoförü, yerleri temizleyen taşeron işçisi bu sağlık ortamından mutlu değil, memnun değil. Sağlık çalışanlarından hiçbiri mutlu değil. Ama enteresan biçimde hasta ve hasta yakınları da mutlu değil. Hani ulaşılamayan randevulardan, ulaşılamayan sağlık hizmetinden, ulaştığı zaman beş dakikada görülmekten, tetkiklerin sonunun gelmemesinden mutlu değil. Hani nasıl başardılar bunu, hakikaten oturup düşünmek lazım. Hastası da, hasta yakını da, sağlıkçısı da mutlu değilse “kim mutlu?” sorusunu sormak lazım. Üç mutlu alan görüyorum: Birincisi, bu sağlıkta dönüşüm, tüm kamu sağlık sistemini çökertti ve koca bir özel sektör piyasası oluşturdu, bunlar mutlu. İkincisi, kamuda yüksek ücretlerle idareci pozisyonunda çalışan insanlar mutlu. Üçüncüsü, kocaman beton binalar yapan müteahhitler mutlu. Bir de orada, hasta garantisiyle tetkiklerden para kazanan şirketler mutlu. Ezcümle, tüm kazancı sermayeye yüklediniz ve bugün itibariyle o iflas eden sağlık sisteminin altında Ekrem Karakaya yatıyor. Onun önlüğüne dökülen, bulaşan kan bugün Sağlık Bakanlığı otoritesinde yetkili pozisyonlardaki insanların eline bulaşmış durumda. Üzüntülü falan olmaları umurumda bile değil. Bugün hekimler, sağlık çalışanları, sağlık bakanından iki hareket bekliyor: Birincisi, Konya Şehir Hastanesi'nin başhekiminin yaptığı, üstlendiği sorumluluğu yerine getirmediği için, görevini layıkıyla yerine getirmediği için hemen açığa alması. Çünkü başhekim idari sorumlu konumdadır. Peşisıra, hemen mevcut ölümlerin, sadece bu ölümün değil bugüne kadarki ölümlerin siyasi sorumluluğunu üstlenerek kendisinin istifa etmesi. Eğer istifaya hakkı yoksa, yalvarıp yakarıp azledilmesini talep etmesi. Bu kadar. Ortada bir ölüm var. Üzüntülü olmanın falan günü değil. Biz artık yaramıza derman olacak, hastasıyla sağlık çalışanıyla yaramıza derman olacak bir kamu sağlık sistemini kurmak zorundayız. Evet, bu istifalar sorunu çözmez, ama bir nefes aldırır. Gerçekten bir “yeter artık” noktasındayız. Bilmiyorum Kayıhan sen ne dersin?

KP: Osman söylediklerine ek olarak iki noktayı vurgulamak isterim: Bir tanesi, gerçekten böyle bir katliam yaşanırken RTÜK nasıl haber alma hakkımızı elimizden almaya çalışır? Bu olay nedir? Kök nedeni nedir? Ne oluyor? Ne bitiyor? Oradaki insanlar nasıl tepki gösterdiler? Yani ben gerçekten bunu anlayamıyorum. Az önce siz de dile getirdiniz Ömer bey, daha fazla bir şey söylemek istemiyorum ama bir yandan da bu olayla ilgili haber alma hakkına engel konması da sanırım hem sağlık çalışanlarının hem de hekimlerin öfkesini daha da büyütüyor. Bir başka önemli nokta da şu: Biz özellikle son on yıldır bu süreci hekimler, Türk Tabipleri Birliği, Tabip Odaları, sağlık çalışanları tartışıyoruz, ama ben toplumun yeterince tartıştığından emin değilim. Bence bizi dinleyenler de, bütün toplum da şu iki soruya kendilerince yanıt vermeye çalışsınlar; birincisi şu: “Ne oldu da AKP'nin sağlık politikaları nedeniyle bu ülkede sağlık alanında şiddet çok arttı?” Sen, az önce Osman, bunun arka planını biraz aktardın. İkincisi, “dünyada sağlık alanında şiddet bu kadar fazla yokken niye Türkiye'de bu kadar fazla?” Bakın, eğer biz bu sorulara doğru yanıtlar vererek, kök nedenlerini inceleyerek bu olaya müdahale etmezsek, yalnızca geride bırakılan öksüz çocuklar olmayacak, toplumun tamamı, nitelikli sağlık hizmetine erişmek açısından sıkıntı yaşayacak. Tamam, öfkeliyiz, canımız çok sıkkın ama inanın, bu yalnızca hekimlerin geride bıraktıklarının acısıyla sınırlı değil. Ben yalnızca bunu söylemek istiyorum Osman.

DSÖ: "Vakalarda tüm dünyada artış var"

OE: Tüm sorunumuza, acımıza ve öfkemize rağmen elbette Covid’den de konuşmak durumundayız. Covid konuşurken ilk başta, bizi dinleyen herkese, her bir rakamın bir insan olduğunu hatırlatarak başlamak istiyorum. Türkiye'de Covid-19 nedeniyle 556 sağlık çalışanı öldü. Bunun 504’ü fiilen Covid hastalara sağlık hizmeti sunarken hastalarından kaptıkları virüsle öldüler. Sizin yaşamanız için mesleğinin gereğini yapmaya çalışan insanları öldüren bir ülkeye dönüştük. Benim burada pandemi ve sağlık bağlamında daha fazla söyleyecek bir sözüm kalmıyor .

Öte yandan, Dünya Sağlık Örgütü'nün son durum raporu dün akşam yayınlandı: Vakalarda tüm dünyada artış var. Halk sağlığı önlemlerinin dünyada turizm gerekçesiyle hızla kaldırılması, aşıların eşitsiz dağılması sonucunda hiç beklenmeyen bir “yaz dalgası” patladı. Dünya Sağlık Örgütü'nün altı bölgesi var ve dördünde vaka artıyor. Doğu Akdeniz'de artış oranı yüzde yirmi dokuzlara kadar ulaştı. Geçtiğimiz hafta Avrupa'daki otuz bir ülkede -ki Avrupa ülkelerinin yüzde ellisine karşılık gelir bu- yüzde yirmiden daha fazla vaka artışı gözlendi. Vaka sıralamasında ilk üç ülke artık Avrupa’dan: Fransa, Almanya ve İtalya. İtalya'da vaka artışı yüzde ellilere dayandı. Herkes, özellikle kamusal otorite, “Rahat olun,  grip gibi, öldürmüyor” diyor -ki grip ölümcül bir hastalıktır, en azından tıp fakültesini bitirmiş her hekimin bilmesi gereken bir tıbbi bilgidir bu- ama ölümler de artıyor. Doğu Akdeniz'de dalga önce başladığı için önce orada ölümler arttı, geçtiğimiz hafta artış oranı yüzde otuz dörttü. Güneydoğu Asya'da artış oranı yüzde on altıydı. Avrupa'da ve özellikle İtalya'da ölümler belirgin bir vaziyette artıyor, yüzde yirmi oranında.
Türkiye'ye bakarsanız;  Türkiye tabii maskesiz, testsiz, müzik yasağı dışında hemen hiçbir önlemin uygulanmadığı bir ülke olarak çok düşük verilere sahip. Ama buna rağmen vaka sayımız son dört haftada yedi buçuk kat arttı. 27 Haziran - 3 Temmuz arasında günlük 8159 vakaya ulaştık. Ölümlerde de ne yazık ki bu son haftada yüzde ellilik bir artış var. Haftada yirmi beş insanımızı kaybettik ki ölüm yansımasının iki üç hafta sonra olmasından çekiniyoruz. İngiltere'de hastane yatış oranlarının yüzde otuz oranında arttığını, Türkiye’de hastanede izlenmek zorunda olan vakaların da artacağını öngörmek lazım. İstanbul'un bulaşıcı hastalık ölümlerini yakından izleyebiliyoruz. 1 Mart'tan itibaren tedrici olarak, istikrarlı bir şekilde düşüyordu. 566’lardan başlayan iki haftalık ölümler 39’a kadar düştü. 16-30 Haziran haftasında ise ilk kez marttan bu yana yükseldi ve 63’ü buldu. Bu artış geçici bir artış mıdır yoksa devam edecek midir diye dikkatle izlenmesi gerekiyor. Ama ne olursa olsun endişe etmek zorundayız, müsterih olmamak zorundayız. Çünkü vaka artışları risk gruplarında, aşısızlarda, yaşlılarda, kronik hastalığı olanlarda ölüm anlamına gelecek. Burada bir veriyi hatırlatıp sözü Kayıhan’a bırakmak isterim; bu ülkedeki insanları hastalandırmama görevinde bulunan Sağlık Bakanı'nın 24 Ocak'taki cümlesi “Endişe etmeyin, müsterih olun, bu virüs eski gücünü yitirdi” idi. 14 Nisan'da bu cümleyi aynı şekilde “Müsterih olun” diye tekrarlamıştı. 29 Ocak'tan 4 Nisan'a kadar bu iki müsterih olun cümlesi arasında 12.000’e yakın insan bu ülkede hayatını kaybetti. Şimdi sayın bakan -yok düzeltiyorum Bakan Koca- tekrar “Müsterih olun” diyor. Müsterih olmayın. Kapalı ortamlarda maskeli olun. Mümkünse koruyuculuğu yüksek N95 maskesi kullanmak gerekiyor. Eksik aşı varsa da hızla kapatmak, tamamlamak gerekiyor. Sen ne dersin Kayıhan?

KP: Osman senin söylediklerine ek olarak Türkiye'ye ilişkin gözlemlerimize ait iki veriyi de söylemek lazım: Birincisi, test yapılan merkezlerdeki pozitiflik oranı yüzde otuzların biraz üstüne çıkmış görünüyor. Dolayısıyla çok ciddi bir bulaşıcılık dönemini yaşadığımızı söylememiz gerekir. İkincisi, bu mesele artık yoğun bakımlara da yansımaya başladı. Yoğun bakımdaki arkadaşlarımız yoğun bakımlarına Covid-19 hastalarını yatırmaya başladıklarını bizlerle paylaşıyorlar. Dolayısıyla Türkiye -bir altıncı dalga diyelim artık- altıncı dalgada hızlı bir yükseliş aşamasında. Eğer senin de vurguladığın gibi yeterince test  yapılmış olsa, belki biz bugünlerde günde elli - altmış binin üzerinde yeni vakayla karşı karşıya kalacaktık. Belki daha bile fazla. Çünkü bu yüzde otuzluk pozitiflik oranı bize şubat, mart dönemlerini hatırlatıyor. Ciddi bir dalgayla karşı karşıyayız. Üstelik şu anda dünyanın ilgisini çeken, Dünya Sağlık Örgütü'nün vurguladığı omicronun BA4 ve BA5 varyantlarının hastalığı geçirmiş olmaktan da, aşılı olmaktan da daha fazla kaçtığını, dolayısıyla özellikle risk grubundakiler için önemli bir tehdit olduğunu vurgulamak gerekir. Bu arada Hindistan özelinde, dünya BA4 ve B5'e odaklanmışken özellikle BA2 alt varyantlarının -ki bunlardan bir tanesi BA2.75 çok vurgulanıyor- ciddi bir tehdit oluşturabilme ihtimaline de vurgu yapılıyor. Bunu şunun için söylüyorum; birçok programda söyledik ama tekrar edelim: Küresel bir sorunla karşı karşıyayız. O yüzden küresel bir yanıt vermemiz gerekir. Küresel yanıt verilemedikçe, dünyada küreselleşme nedeniyle ülkeler arasında, insanlar arası ilişkileri, etkileşimi de sürdüğü müddetçe, bu sıkıntı hep karşımıza çıkabilecek gibi görünüyor. Dolayısıyla maalesef zor günler yaşamaya aday olduğumuz bir dönem. Sağlık Bakanlığı'nın halen verileri mayıs ayının sonundan itibaren haftalık açıklayacak biçimde duyurmuş olması ve otuz ay geçmiş olduğu halde test sayılarını bile açıklamıyor olması, illere göre ölüm ve olgu sayılarını açıklamaktan halen kaçınıyor olması inanılacak gibi değil. Bir şey daha söyleyeyim, dün de bazı basın kuruluşlarına söyledim; şu anda Tarım Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı'ndan daha fazla veri açıklıyor. Biliyorsun atık su analizleri yapılıyor ve orada, örneğin İzmir başta olmak üzere Muğla gibi turizmin çok önde olduğu kentlerimizde atık sularda ciddi SARS-CoV2 verişimine rastlandığını, İstanbul ve Bursa'da da ciddi bir verişim olduğunu oradan takip edebiliyoruz. Yani gerçekten Sağlık Bakanlığı artık bu işi başaramıyorsa, yapamıyorsa da katkı istesin. Türkiye'de onlara katkıda bulunabilecek, alanında yetkin, bu işleri bilen, epilemiyoloji bilen çok sayıda insan var. Dolayısıyla bir an önce sanki bir problem yokmuş gibi davranmaktan vazgeçip gerçekleri açıklayarak toplumun bilgiye erişiminin önündeki engellerinin kaldırılması gerektiğini söylemek isterim.

"Omicron varyant aşısının Türkiye'ye ulaştırılması sağlanmalı"

ÖM: Kayıhan bey eğer gerçek rakamlar verilebilseydi, öğrenilebilseydi günde elli, altmış bin vakaya kadar ulaşabilir dediniz. Bu da Türkiye'yi dünyadaki bu yeni yükseliş ve vaka sayısı açısından, hatta belki de vefat sayısı açısından da oldukça üst sıralara taşıyor, öyle değil mi?

KP: Kesinlikle ve bu koşullarda önümüzdeki birkaç hafta içerisinde -tabii Sağlık Bakanlığı'nın açıklamalarının sınırlı olacağını biliyoruz ama- vefat sayılarında da bir artışa hazırlıklı olmak gerekir. Çünkü bir yandan halk sağlığı önlemleri tamamen ortadan kaldırılmış, toplu taşımada bile maske takma zorunluluğu yok; öte yandan aşılama düzeyimiz belli bir noktada. Yeri gelmişken şunu söyleyelim Ömer bey, örneğin bir mRNA aşısı yaptırmak için giden yurttaşlarımız altı kişiyi bir araya getiremedikleri için aşı açılmadığını ve bu yüzden aşılamayla ilgili sıkıntı yaşadıklarını bana sıklıkla bildirir durumdalar. Bu ikisini biraraya getirdiğimizde önümüzdeki günler can sıkıcı bazı veriler ve saha gözlemleri maalesef karşımıza çıkabilir.

OE: Burada varyant konusu gerçekten çok önemli. Son dört haftada dünya genelinde toplanan varyantların yüzde elli ikisini BA5 oluşturuyor ve çok hızlı artıyor. Öngörüler BA2'nin yerine çok hızlıca geçtiğine işaret ediyor. BA4 ve BA5’in, dünya bilim camiasında tanımlandığı cümle “en sıra dışı varyant” olması. Hani omicron’a dair, Türkiye'de “virüsün ıslah olduğu” gibi ifade edilen cümlelerin hiçbiri gerçek değil. Omicron’dan önceki varyant analizlerini de birlikte değerlendirdiğimizde, virüs evrimsel mekanizmasını devam ettiriyor ve en sıradışı, en bulaşıcı hale ulaşmış durumda. BA4 ve BA5 varyantının, omicron orijinal varyantına göre çok daha bulaşıcı olduğunu biliyoruz. Hatırlatmak isterim, omicron diğer varyantlara göre daha bulaşıcıydı. O yüzden virüs doğadaki evrimini daha devam ettiriyor. Antikor cevabını BA4 ve BA5’in çok düşürdüğünü biliyoruz, yedi buçuk kata kadar düşürdüğünü biliyoruz. Bunun anlamı, aşıların etkinliği hızla azalıyor ve virüs aşılardan kaçmaya başladı. Türkiye açısından, geçtiğimiz on beş gün önce yaptığımız programda da söylemiştik, Sağlık Bakanlığı'nın Danışma Kurulu hızla toplanmalı ve aşı konusunda karar vermeli. Çünkü Türkiye'de kullanılan inaktif virüs aşısı olan Koronavac'ın ağır vakada koruyuculuk oranı -eğer altı ayı aşmışsa- yüzde elli sınırına düştü. Yani fiilen artık korumuyor, ağır vakayı bile korumuyor diyebiliriz. Semptomatik hastalık üzerinde ise Koronavac'ın hiçbir koruyuculuğu yok. Pfizer-BionTech şirketi tarafından üretilen Comirnaty aşısının ise koruyuculuğu ağır vaka için devam ediyor. Ama eğer altı aydan uzun süreli bir zaman geçmişse bu aşının üzerinden koruyuculuk oranı yüzde yetmişe kadar düştü. Hatırlatma dozunuzu üç ay önce yapmışsanız semptomatik hastalığa karşı korumasıysa görece koruyucu düzeyde. Eğer üç ayı aşmışsa, semptomatik hastalığa karşı korunmuyorsunuz. Bu yüzden Dünya Sağlık Örgütü de  omicron varyantına karşı aşıların etkili bir biçime dönüştürülmesini istedi. Geçtiğimiz programda da söylemiştik, bu varyant aşısını Moderna ve Pfizer BionTech üretti. O yüzden Türkiye'de sonbaharda okulların açılacağını da düşünerek omicron varyant aşısının Türkiye'ye ulaştırılması sağlanmalı. Koronavac gibi inaktif virüs aşılarından ziyade mRNA aşısını kullanmayı tercih etmeli. On iki yaş altı çok kritik bir pozisyonda. Okullarımız eylülde açılacak. O yüzden, şimdiden on iki yaşın altına aşı hakkı tanınmalı -ki Amerikan CDC örgütü altı ayın üstüne aşı olmayı tavsiye etti. Turkovac ile ilgili hiçbir bilgi yayınlanmadığı için kullanmamalı diye düşünüyorum. Bilmiyorum, aşı konusunda ekleyeceğim bir nokta var mı Kayıhan?

KP: Türkiye için bence çok önemli bir perspektif çizdin Osman. Ben bir kez daha, bir cümleyle dile getireyim; Dünya Sağlık Örgütü'nün iki gün önceki açıklamasına göre örgüte üye yüz doksan dört bir devletten yalnızca elli sekizinde yüzde yetmiş aşılama hedefine ulaşılmış durumda. Bu da henüz dünyanın alacağı çok yol olduğunu gösteriyor. Türkiye'nin de bu sürece eklemlenmesi ve bir an önce omicrona karşı geliştirilmiş aşıları Türkiye'ye getirmek için planını açıklaması, çocukluk çağı aşılarını da getirmesi burada çok büyük bir önem taşıyor.

OE: Dinleyicilere yeni yayınlanan bilimsel araştırmadan da bahsetmek isteriz; 29 Haziran'daNew England Journal of Medicine gibi önemli ve saygın bir tıp dergisinde yayınlandı. Bu araştırma “hastalar kaç gün izole olmalı?” sorusunun yanıtını veriyor. Bildiğiniz gibi, omicronun daha kısa izolasyon süresinin olduğuna dair birtakım uygulamalar vardı ki Amerika'daki CDC dahil olmak üzere beş günlük izolasyonun yeterli olacağı ifade ediliyordu.Bu araştırma şunu ölçtü; semptom başlangıcı veya PCR pozitifliğinden kaç gün sonra virüs kültürde üremiyor hale geliyor. Yani bulaşıcılık özelliğini kaç gün sonra yitiriyor. Araştırmada delta ve omicron virüslerini karşılaştırdılar. Altmış altı örneklemede çalışıldı. Delta için bu süre altı gün ortalaması (minimum dört, maksimum yedi gün), omicron ise beklenenin aksine sekiz günde bulaşıcılığını yitiriyor (minimum beş, maksimum on gün). Bu yüzden toplum sağlığını korumak için PCR pozitifliği veya semptom başlangıcının gününden -iddia edildiği gibi- beş gün değil, on gün süreyle kişilerin izolasyonu gerekiyor. Bu da, ekonomi yerine sağlığı önceleyen bir politik hattın gerek ülkemizde gerek dünyada pandemiyi önleyebilecek yegâne hat olduğunu vurguluyor. Bu yüzden izolasyon günlerinin on güne uzatılması ve tabii ki özlük haklarında bir problem, bir kayba neden olmaması gerekiyor. Halk sağlığı uzmanı olarak sen ne dersin bu konuda Kayıhan?

Kürtaj yasağı: "Bir insan hakkının gaspı ve kadınların ayrımcılığa tabi tutulması anlamına geliyor"

KP: Bir de teste erişim konusunu da gündeme almamız lazım. Şu anda test yaptırmak neredeyse epeyce zorlaşmış durumda. İnsanlar kamu hastanelerinde test yaptırma zorluklarını aşamayınca özel sektöre gidip ceplerinden para vermek zorunda kaldıklarına ilişkin yakınmalarını iletiyorlar. Şimdi bakın, bir bulaşıcı hastalıkla karşı karşıyayız. Eğer önlem almazsanız, adı üstünde, bu hastalık bulaşmaya devam eder. Bulaştıkça, özellikle risk gruplarından başlayarak insanların ölümüne kadar giden istenmeyen sonuçlar ortaya çıkar. O zaman Sağlık Bakanlığı'nın bir kenarda durup herhangi bir şey söylemeyip “müsterih olun” demek yerine, hemen önlem almayı ve bu önlemleri toplumla paylaşmayı başlatması gerekir. Test bunlardan bir tanesi. İnsanların teste ulaşımla ilgili zorluklarının ortadan kaldırılması ve omicronu da içerecek şekilde hızlı testlerin bir an önce uygulamaya konması büyük önem taşıyor Osman.

OE: Çok haklısın. Bugün itibariyle ne yazık ki kamu hastanelerinde teste de ulaşmak çok zor, hatta imkansız. Ama sağlık sistemi tümüyle cebinizde yeterince paranız varsa özel sektöre gidip teste ulaşma imkânını sunuyor. Böyle bir sağlık ortamı tanımlanmış durumda. Sözümüzün en başına dönersek sağlıkta dönüşüm, cebinizdeki paraya göre size sağlık hizmeti sunmaya başladı. Bu programda pandemi ve sadece sağlıkta pandemiyi değil, sağlığın bütününü görmeye çalışıyoruz. Bu bağlamda da programın sonuna yaklaşırken kürtaj konusunda bir iki cümle söylemeden geçmek istemedik. Amerika Birleşik Devletleri'nde Yüksek Mahkeme’nin kabul edilmez kararı ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde de kamu hastanelerinde kürtajın fiilen yasaklanmış olması aslında bir sağlık hizmetine erişimin yasaklanmasıdır. Çünkü Dünya Sağlık Örgütü kürtajı “sağlık bakımı prosedürü” olarak tarifliyor ve diyor ki “güvenli” olmak zorundadır, “zamanında” olmak zorundadır, “uygun maliyetli” ve “saygılı” bir ortamda gerçekleşmelidir diyor. Dünya Sağlık Örgütü bugün dünyadaki gebeliklerin yarısının istenmeden gebelik olduğunu açıklıyor ve her on gebelikten üçünün isteyerek düşük yaptığı verisini dünyayla paylaşıyor. Ancak bu kadar yüksek bir oranda kürtaj talebine rağmen yüzde kırk beşinin güvensiz koşullarda yapıldığını vurguluyor. Amerika Birleşik Devletleri'nin Yüksek Mahkemesi'nin kararı ve Türkiye'deki Sağlık Bakanlığı'nın uygulaması Türkiye'de kürtajı ya özel sağlık sektöründe yapmayı zorunlu hale getiriyor veya güvensiz koşulları dayatıyor. Bu bir insan hakkının gaspı ve kadınların ayrımcılığa tabi tutulması anlamına geliyor. Erkekler olarak dilimizi de elimizi de kadın bedeninden çekmemiz gerekiyor. Türkiye açısından tablo ne yazık ki bu noktada.

ÖM: Bugün Common Dreams’te gördük, El Salvador’dan da inanılmaz bir haber vardı; dokuz aylık hamile bir kadın çocuk düşürmüş ve elli yıllık hapis cezasına çarptırılmış. Kürtaj yasağının en yaygın olduğu, hiçbir istisnası olmadığı bir ülke El Salvador. İnsan öldürmekten elli yıl hapse mahkum edilmiş. Bu da yeni bir haber.

KP: Ben de burada, özellikle Türk Tabipleri Birliği'nin 2012 yılındaki metninden alıntılayarak birkaç şey söylemek isterim; orada şöyle bir saptama yapılıyor, deniyor ki: “Tüm dünyada nüfus politikaları ataerkil kapitalist sistemin ihtiyaçlarına uygun biçimde, kadın bedenleri üzerinden kadın cinselliği ve doğurganlığı denetlenerek sürdürülüyor ve kürtaj hakkının kadınların kendi bedenleri ve doğurganlıkları üzerinde söz sahibi olmasının ayrılmaz bir parçası olduğuna vurgu yapılıyor.” Özetle, kadınlar devlete değil, kendilerine ait ve kürtaj hakkı, kadınların yaşam hakkıdır.

OE: Son cümleyi sayın Koray Başar'a yönelen şiddetle tamamlayalım. Şiddetle başladık, şiddetle bitiriyoruz. Bir önceki dönem Psikiyatri Derneği genel başkanıdır kendisi ve Hacettepe Üniversitesi Psikiyatri Bölümü'nde öğretim üyesidir. Çalıştığı alan ırk, dil, cins, cinsiyet, cinsel yönelim farkı gözetmeksizin herkesin eşit nitelikte sağlık hizmetine ulaşmasıdır. İnsanların cinsel yönelim doğrultusunda ayrımcılığa tabii olmamak konusunda emek harcar, savunuculuk yapar. Ve LGBTİ+’ların sağlık hizmetlerine erişimi için yaptığı savunuculuğu nedeniyle hedef gösterildi ve şiddete maruz kaldı. Bununla bağlantılı olarak tıp fakültelerinin mezuniyet törenlerinde hekim andından “cinsel yönelim” maddesinin çıkartılmak istenmesi ve bu konuda müdahalelerde bulunulması, siyasi iktidarın sağlığın gen-etiğiyle, etiğiyle oynadığına işaret ediyor. Ne mutluyuz ki öğrencilerimiz, yeni mezun olan tıp fakültesini bitiren meslektaşlarımız bu müdahaleleri kabul etmiyorlar. Onlar bizim umudumuz ve geleceğimiz.

KP: Evet, şiddet bir insanlık suçu ve Türk Tabipleri Birliği dün meslektaşımız Ekrem Karakaya'nın katledilmesinin ardından çok yerinde bir kararla hekimleri bugün ve yarın iş bırakmaya davet etti. Aynı zamanda Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'yı da istifa etmeye davet etti, istifa çağrısında bulundu. Umuyoruz ki bundan sonra şiddetin kol gezmediği bir ortamda bütün sağlık çalışanları mesleklerini yapma olanağına kavuşur.