Türkiye'de toplam 77 il yüksek ve çok yüksek riskli bölge

-
Aa
+
a
a
a
Salgın sürecinde bugün neredeyiz?
 

Salgın sürecinde bugün neredeyiz?

podcast servisi: iTunes / RSS

(2 Eylül 2021 tarihinde Açık Radyo’da Salgınlar Çağı programında yayınlanmıştır.)

 

Ömer Madra: Günaydınlar Osman Elbek, Kayıhan Pala.

Osman Elbek: Günaydın!

Özdeş Özbay: Günaydın!

Kayıhan Pala: Günaydın!

ÖM: Merhabalar! Ben bir tek şu bilgiyle girmek istiyorum izninizle. Son verilen rakamlara göre 290 kişi daha hayatını kaybetmiş ve yeni vaka sayısı da yaklaşık 24 bin. Yani bu demek oluyor ki her saat 12 kişi hayatını kaybediyor. Her 5 dakikada 1 kişi. Her saat 1000 kişi de koronaya yakalanıyor yani her dakika 16-17 kişi koronaya yakalanıyor. Bayağı ürkütücü rakamlar değil mi? İsterseniz böyle başlayalım.

OE: Haklısınız Ömer bey salgın hızlandı ve yüksek vefat sayısıyla karşımıza çıkıyor. Geçtiğimiz haftayı Avrupa 1.1 milyon yeni vakayla geçirdi ki Türkiye, Birleşik Krallık ve Rusya’dan sonra 3. ülke konumundaydı. Vefatlarda da Avrupa kıtasında toplam 12 bin vefat gerçekleşti. Türkiye ne yazık ki Rusya’dan sonra 2. ülke konumunda. Türkiye’nin ilginç bir epidemiyolojik verisi oluşmaya başladı. Geçtiğimiz haftayı bir önceki haftayla kıyasladığımız zaman vaka sayılarında -dünü dışarıda tutarsak- çok anlamlı bir artış olmazken vefat sayılarında bir haftada %23 oranında bir artış oldu. Dünyada en fazla vakanın olduğu ilk 10 ülkeyi nüfus başına vefat açısından kıyaslarsak Türkiye dünyada ilk 6’da ve bugünlerde Brezilya ile benzer bir şekilde milyon nüfus başına vefat açıklıyoruz. Yani vefatlar, vaka sayılarıyla kıyaslanamayacak ölçüde artmış bir noktada. Burayı biraz konuşmak istiyoruz. Kayıhan’a bir soruyla sözü bırakmadan önce Ağustos’a dair birkaç veri söylemek isterim. Ağustos ayını tamamladık. Test pozitifliğimiz Ağustos ayı boyunca her geçen gün artarak %7.8’e ulaştı. Dün itibariyle %7.9-8 sınırına ulaştık. Ağustos ayı boyunca her geçen gün vaka sayılarımız ortalama 21 bin düzeylerindeydi. Vefat sayıları stabil giderken vefat sayıları her geçen gün artarak ortalama 174 günlük vefata ulaştık -ki bu salgının başından beri en fazla insan kaybettiğimiz 4. ay anlamına gelmekte. Aktif vaka konusunda ise yeni iyileşmiş ve vefat etmiş, akıbeti tamamlanmış hastaları dışarıda tutarsak geri kalan vakalar (dünü dışarıda tutarsak) 500 bin sınırına ulaştı. Bu salgının başından beri en yüksek aktif vaka sayımız. Dünkü açıklanan rakamlarla 500 bini de devirdik. Ölümler de gerçekten korkutuyor, 20-26 Ağustos arasında İstanbul’da günlük 261 ek ölüm gerçekleşti. Türkiye’de de ek ölümler günlük 510 civarında. Kayıhan neler oluyor? Çok ekstrem ölümcül bir varyant mı var? O nedenle mi vaka sayıları artmadan ölümler artıyor. Yoksa vaka sayılarında sansür mü uygulanıyor veya PCR acaba vakaları mı atlıyor? Neden bu kadar yüksek ölüm varken bu kadar görece az vaka var? Ne dersin bir halk sağlığı uzmanı olarak?

KP: Osman bu sorular gerçekten çok yerinde sorular ancak yanıtlarını verebilecek ölçüde veri maalesef elimizde yok. Yalnız bizi izleyenler için kısa bir anımsatma yapalım; bu 290 ölüm bildirimi ne anlama geliyor? Türkiye’nin geçtiğimiz Nisan ve Mayıs’ın başındaki ölüm bildirimlerine yaklaştığımız anlamına geliyor ki biliyorsun bugüne kadar Sağlık Bakanlığı en yüksek ölüm sayısını 30 Nisan 2021 günü için bildirmişti, 394 idi sayı. 290’ın üstündeki rakamlar nerelerde yoğunlaşmıştı diye anımsayacak olursak, bir başka deyişle ölümlerin tepe noktası 16 Nisan 2021 ile 6 Mayıs 2021 arasındaki yaklaşık 20 günlük dönemden söz ediyoruz. Eğer bu eğilim Eylül ayı başında devam edecek olursa, Osman öyle görünüyor ki bizim daha önceden Kasım diye tahmin ettiğimiz ölümlerdeki artış eğilimi hiç Kasım’ı beklemeden ve hatta belki Ekim’i bile beklemeden Eylül ayında karşımıza çıkabilir. Gerçekten bu hepimizin canını sıkan epeyce öfkelendiren bir durum. Neden? Çünkü artık net olarak biliyoruz, elimizde ölümleri azaltabilecek, büyük ölçüde ölümleri önleyebilecek aşı ve halk sağlığı önlemleri gibi araçlar var. Bu araçları yeterince iyi kullanamadığımız ortaya çıkıyor. Kuşkusuz ki yalnızca Türkiye’ye özgü değil ama dünyada bu araçları iyi kullanan ülkelerle kıyaslandığında durumumuzun pek içi açıcı olmadığını da söylemek gerek. Şimdi senin soruna gelelim; bir yandan ölümler bu kadar ciddi artış gösterirken öte yandan bunlarla paralel olarak beklendiği kadar olguların artmaması ne anlama geliyor? 3 tane hipotezle bunu açıklamak mümkün. Bunları sen söyledin ama ben de tekrar sıralayayım: Birincisi, Sağlık Bakanlığı tekrar hasta/vaka gibi bir ayrımla bazı verileri henüz yayınlamıyor olabilir. Ben bu olasılığı biraz düşük bir olasılık olarak görüyorum. Çünkü geçmişte bunun iyi yansımaları olmadı ve Sağlık Bakanlığı ve bizzat Bakan bu yüzden çok ciddi güven kaybetti. İkincisi, henüz anlayamadığımız bir şekilde PCR testlerinden kaçan, böylece o yapılan test sayısı içerisinde çok yüksek sayıda karşımıza çıkmayan bir durum olabilir ki uluslararası sekans yapılan, yani genetik analiz yapılan veri tabanlarına girdiğimizde, ben en son dün girdim, bunu açıklayabilecek bir durum var gibi görünüyor Osman. Çünkü Türkiye’nin son bildirdiği verilere göre ki 15 Ağustos itibariyle veriler henüz yüklenmiş, sayıları az olsa bile endişe verici varyantların dağılımında bir farklılık gözleniyor. Daha önce %93-94’e kadar çıkan delta varyantının oranı şimdilerde %50’nin altına düşmüş. Bir miktar alfa varyantı var ama %20-30 civarında henüz ne olduğu bilinmeyen, tam olarak adlandırılamamış varyant ya da varyantların varlığı tartışılıyor. Bu durumda bizim şu anda kullandığımız test kitlerinin çeşitli gerekçelerle karşı karşıya kaldığımız SARS-CoV2 virüsünü yakalayamama ihtimali var. Biliyorsun geçen hafta İzmir Tabip Odası ve KLİMİK Derneği tarafından da yapılan ortak açıklamada dile getirildiği gibi önemli bir ihtimal olarak karşımıza çıkıyor. Üçüncüsü de Türkiye’de olgular içerisinde ölüm oranının arttığı iddiası olabilir. Daha önce dünya ile kıyaslandığında daha düşük ölüm oranımız varken şimdi daha yüksek ölüm oranı ihtimali olabilir ama bunu ben dünya ile kıyasladığımda çok yüksek bir olasılık olarak görmüyorum. Sözün özü, bizim hem semptom gösteren olgular, hem temaslıları, hem de risk grupları açısından daha güvenilir test kitleriyle daha fazla sayıda genetik analizi yaparak durumu bir an önce saptamak zorunda olduğumuz çok açık. Aksi halde ölümlerdeki artışı önleyebilecek birtakım önlemleri hayata geçirmemiz zor görünüyor. 

ÖM: Tam da bu noktada ben de şunu sorabilir miyim? Yani Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın dün güncel veri tablosunu paylaşırken şöyle bir notu oldu ‘tabloda durum tıpkı bugünkü gibi devam ederse’ diye büyük harflerle yazılmış kapitalle “2 haftada en az 335 bin yeni vakamız, 4000 yeni can kaybımız olur, yani günlük hayatta salgın gerçeğini göz ardı etmekle, ilk dozu aşıyı ertelemekle, devam dozlarını ihmal etmekle toplum olarak ağır bedel ödüyoruz” demiş. Genellikle toplumun, insanların sorumlu olduğunu ima ediyor. 

OE: Aslında Kayıhan’ın da dediği gibi tüm bu gerçekliği görebilmek açısından daha çok veriye ihtiyacımız var. Hatırlarsanız hasta/vaka ayrımının dışında eskiden yoğun bakımda yatan hasta sayısını bilirdik, entübe edilen hasta sayısını bilirdik. Önce onları kaybettik, sonra “ağır hasta” diye tanımı çok tartışmalı da olsa bir rakam biliyorduk, onu da kaybettik. Online veri akışını kaybettik. Salgın hızlanırken gerçekten verilere ulaşma konusunda her geçen gün daha da kısıtlanan bir süreçteyiz. Ayrıca sayın bakanın dün akşamki twit’i böyle ama haritalarda da bir problem var. Örneğin Türkiye’nin yayınladığı ilk doz almış kişilerin 18 yaş üstü nüfusa bölünerek hazırlanan bu mavi renkli “düşük riskli il oldu” diye sevindiğimiz harita aslında hiçbir şeyi göstermiyor. Çünkü tek dozun koruma sağlamadığını biliyoruz. Ayrıca 18 yaş üstü nüfusun oranlamasının da bir anlam taşımadığını biliyoruz. Türkiye’nin il haritası aslında bu değil, onun hemen altında renklendirilmeyen, verisi gösterilmeyen harita gerçek Türkiye’nin haritası. Buraya baktığımız zaman düşük hiçbir ilimizin olmadığını, 4 ilimizin orta risk düzeyinde olduğunu, İzmir, Aydın, Muğla ve Antalya -dikkat edildiği üzere deniz-kum-güneş illeri bunlar, ki Antalya’nın yakın zaman önce yoğun bakımlarla ilgili ciddi sıkıntısı olduğunu biliyoruz. 9 ilin yüksek risk, 68 ilin ise kıpkırmızı, yani çok yüksek riskli olduğunu ve Türkiye nüfusunun yaklaşık %90’ının yüksek ve çok yüksek riskte yaşadığını bilmek gerekiyor. Yani insanlar “maviler artıyor” diye “Covid rahatlıyor, düşük risk ilinde yaşıyorum” gibi bir algıya kapılmamaları gerekiyor. Mevcut siyasi iktidar bu algının oluşmasını istiyor ama Türkiye bugün itibariyle kıpkırmızı bir ülke gerçekte Covid19 açısından. 

ÖM: Yüksek ve çok yüksek riskli.

OE: Evet.

ÖM: %90’ın üzerinde diyorsunuz?

OE: Evet.

ÖM: Olağanüstü ürkütücü bir istatistik.

OE: Evet, toplam 77 ilimiz yüksek ve çok yüksek riskte, yani tabloya böyle bakabilmemiz lazım. Tüm bunların ortasında Kayıhan’a aşıyla da bağlayarak sormak isterim. Ben geçtiğimiz hafta sayın Sağlık Bakanı’nın iki hekim arkadaşımızı aşısız oldukları için öldüklerini afişe etmesini hasta mahremiyeti açısından ve ölmüş insanlara saygısızlık açısından kabul edilmez buluyorum. Evet aşı çok önemli bir uygulama ama hem insanların mahremiyetini ihlal etmeden hem de aylardır Türkiye’nin yoğun bakımlarında yatan hastaların aşı durumlarını anonim olarak açıklayın. Aşısız olduğunu insanlar görsün ve “aşılanırlar” derken sadece kişileri suçlu çıkaran, aşıyı sadece tek politika olarak ön plana koyan, “aşımız da var, aşılanmamışlarsa suçlu onlar, ölüyorlar” politikasının halk sağlığı açısından geçersiz olduğunu vurgulamak lazım. Çünkü aşı, filyasyon dediğimiz yaygın PCR ve izolasyonla bir bütün ise salgını baskılayabiliyor. Ne dersin Kayıhan, aşıyı çok öne koyarak, toplumsal taramayı karantina ve izolasyon önlemlerini gündemden biraz düşürdük mü, nasıl bakarsın?

KP: Çok haklısın Osman! Biz biliyorsun başından beri aşının ne kadar önemli olduğunu vurguluyoruz. Hatta kendimizin, yakınlarımızın yaptırdığı aşıları da kamuoyuyla paylaşıyoruz. Ancak yine başından beri tek başına aşının yeterli olmayacağını, aşıyla birlikte halk sağlığı önlemlerini alabilirsek eğer o zaman bu pandeminin yükünü hem hastalanma hem de ölümler açısından en aza indirebileceğimizi vurguluyoruz. Bunu vurgularken de Türkiye’nin verilerinden de yararlanamıyoruz maalesef. Sağlık Bakanlığı bu verileri açıklamadığı için; ama dünyanın diğer ülkelerinden, Avrupa’dan, ABD’den, İsrail’den, Çin’den, Japonya’dan, Avustralya’dan örnekleyerek bunları açıklamaya çalışıyoruz. Şimdi Türkiye açısından iki makro sorun var: Bir, aşılama oranımız yetersiz. Sen az önce o maviye boyanmış haritadan söz ettin. Maalesef o mavinin bir anlamı olmadığı çok açık ama arka plana bakalım. Bugün sabah itibariyle Sağlık Bakanlığı’nın verdiği rakamlar, iki dozunu yaptırmış yurttaşımızın oranının %44’ün biraz üstünde olduğunu gösteriyor ki bu iki doz içerisinde iki doz Sinovac yaptıranları da çıkacak olursak henüz tam aşılı diyebileceğimiz yurttaşların oranı ancak %40’lar civarında. Bu yetersiz bir oran. Üstelik ülkemizdeki 5 milyon sığınmacının aşı durumu konusunda hiçbir bilgimiz yok. Birlikte yaşadığımız insanlardan söz ediyoruz. 

ÖÖ: Sizin verdiğiniz oranda 18 yaş altı da dahil nüfusun oranı değil mi bu?

KP: Bu benim verdiğim oran derken böyle verilmesi gerekiyor aslında. 

ÖÖ: Anladım.

KP: Sağlık Bakanlığı’nın verdiği oran sanki olduğundan fazla bir aşılama başarısı varmış gibi bir algı yaratma girişimi diye de yorumluyorum ben. Osman da vurguladı bunu; yani 18 yaşın altında bu hastalığın ne kimseyi hasta etmediği ne de bu kişilerin hastalığı bulaştırmadığı gibi bir gerçeklik yok ki bu oranlamayı gündeme alırken 18 yaşın altını dışarıda bırakalım. Üstelik uluslararası veri tabanlarına bakacak olursak, 18 yaş altı diye bir kavramın olmadığı görülecektir. Maalesef Sağlık Bakanlığı bilimsel olarak kabul görmemiş, böyle bir değerlendirme olmayan bazı ölçüleri kendisi icat ederek karşımıza çıkartabiliyor. Geçmişte bunu bebek ölüm hızı hesaplarında da görmüştük ve yanlışlığını defalarca kanıtladıktan sonra Sağlık Bakanlığı gerçek bebek ölüm hızı rakamlarını da açıklamaya başlamıştı. Aynı şeyi şimdi de görüyoruz. Aşılama bir yandan henüz %40’larda karşımıza çıkarken öte yandan halk sağlığı önlemlerinde de ne durumda olduğumuza ilişkin bilgiler yok. Örneğin filyasyon, gerçek anlamda bir filyasyon yapılmadığını artık herkes biliyor. Çünkü gerçek anlamda bir filyasyon yapılacak olsa, Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı her vakada %99’un üstünde filyasyonun yapılıyor iddiası gerçekleşiyor olsa bu salgının bu kadar yayılmaması gerekir. Çünkü filyasyon, salgının yayılmasını engellemek için kullanabileceğiniz en önemli araçlardan bir tanesi. Bir diğeri, aktif sürveyans sisteminin kurulmuş olmaması. Henüz ülkemizde kurulmayan bir yapıdan söz ediyorum ki Sağlık Bakanlığı DSÖ’nün 1,5 yıldır dile getirdiği bu öneriyi hayata henüz geçirememiş durumda. Dolayısıyla saptanmış olguların, yani PCR testi pozitif olanların bir sağlık kuruluşunda ya da bir gözetim altında izolasyona tabi tutulmaması, karantinanın istendik ölçüde gündeme gelmiyor olması, temaslıyla ilgili herhangi bir test yapılmaması, yani test politikasının da sınırlı kalması gibi yaklaşımlar Türkiye’de salgının yayılmasını engellemek açısından çok da başarılı olmamamızın nedenleri arasında sayılabilir Osman. Haklısın, bunlar biraz geri plana itildi. Ağırlıklı olarak başka, örneğin, zannediyorum ekonomik gerekçeler ön plana çıkartılıyor; ama bu sırada önlenebilecek hastalıklar yüzünden insanlar yoğun bakımlarda ve bazı önlenebilecek ölümlerin de maalesef önlenmediği için gerçekleştiğini ve bunların yakınlarının yüreklerine bir ateş düştüğünü de söylemek lazım. 

ÖM: Yani okulların açılmasıyla birlikte vakaların daha da artması kaygısı da ayrı bir endişe konusu değil mi?

OE: Tabii. Orada okullarda eğitim emekçilerinin haftada iki PCR’larının nasıl takip edileceğini, bu yükün hastaneler tarafından nasıl karşılanacağını, ortada belirsiz önemli sorunlarımızdan biri okullardaki eğitim emekçilerinin il bazında ve kamu/özel olarak ne kadar aşılandığını bilmiyoruz. Ciddi eşitsizlik olduğunu hayat bize gösteriyor. İller arasında ciddi farklılıklar var ama tek bir tabela uyguluyoruz, örneğin Covid19 görülme riski açısından en düşük il olan Aydın ile en yüksek risk bölgesi olan Rize arasında 15 kat farklılık var; ama biz bu iki ilde de aynı önlemleri uyguluyoruz. Bu da kabul edilebilir bir şey değil Kayıhan.

KP: Kesinlikle kabul edilebilir bir durum değil ama Osman biz okulları açarken ve en başından söylediğimiz “okullar açılmalı ve açık tutulmalı” derken bunların koşullarının yerine getirilip getirilmediğini toplumla paylaşamıyoruz. Yani okulları açalım, evet okullar açık kalsın ama “her ne olursa olsun okulları açalım ve her ne olursa olsun okullar açık kalsın” diyemeyiz. Bunların koşulları var. Eğitim-Sen bunu uzun zamandır söylüyor. TTB bunu uzun zamandır söylüyor. Bu alandaki bilim insanları uzun zamandır söylüyor. Yani yalnızca öğretmenlerin aşılı olma oranları açıklandı biliyorsun Osman ama bunun dışında eğitim sürecinde yer alan emekçilerin ne durumda olduğunu bilmiyoruz. Bunun dışında, o çocukların birlikte yaşadığı anne ve babalarının aşı durumları konusunda bilgimiz yok. Bunun dışında, okullarda, sınıflardaki öğrenci sayısını azaltacak önlemler alınmamış, hatta ders sürelerinde bile içinde bulunduğumuz koşullara uygun bir düzenleme yapılmamış görünüyor. Yani halen 40-45 dakikalık dersler devam edecek. Sınıfların nasıl havalandırıldığına ilişkin bir bilgimiz yok. Bunlar olmaksızın iller arasında da senin söylediğin kadar yeni olgu görülme sıklığı açısından büyük farklılıklar varken bu süreç Türkiye’ye yeni yük getirme potansiyeline sahip görünüyor maalesef. 

OE: Ve İngiltere, Amerika gibi haftada en azından bir veya iki kere PCR testi yapmak gibi bir hedef de öne konulmamış durumda. 

KP: Osman şunu da söyleyelim hemen; PCR testi belki çok pratik olmayabilir çünkü günde 250 bin test yapabiliyor Türkiye. Siz eğer yalnızca eğitim emekçilerinin aşı olmayanlarına haftada 2 test yapacak olsanız, günde 100-150 bin daha test yapmanız lazım. Bu her yerde gerçekleşmeyebilir ama hiç olmazsa hızlı test kavramını Türkiye’ye getirerek -neden uzun zamandır getirilmediği de ayrı bir tartışma konusu- hiç olmazsa eğitim sürecinde öğrenciler açısından, tabii öğrencilere bunu ücretsiz sağlayarak, süreci takip etmeniz gerekir. Maalesef şu ana kadar ben böyle bir girişim olduğunu da henüz duymadım. 

OE: Yavaş yavaş süremizin sonuna geliyoruz. Salgın hızlanıyor; evet biraz karamsarlık ön plana çıkıyor gibi. Türkiye zor günlerden geçiyor. Sadece salgın açısından değil, özgürlüğüyle, totaliter yönelimiyle... Bazen hepimizi boğuyor bu ülke ama aynı zamanda yaşadığımız sürece umuda da inanıyoruz. Umudun çabada, direnmede, itiraz etmede saklı olduğunu biliyoruz ve bu ülkenin kadınları bize hep bunu gösteriyorlar. Filenin Sultanları filede bunu gösterdi. Hepimizi gururlandırdı. Bir kere daha geleceği dair umutlandırdı. Müziğe de böyle bağlamak istiyorum. Bir başka bizi gururlandıran, umutlandıran kadının sesini dinletmek istiyorum. Uluslararası Dünya Müzik Fuarı Womex’in 2021 ödülünü aldı kendisi. Fiilen belki bu ülkede halen yaşayamıyor ama bugün itibariyle ormanları da yanan Dersim coğrafyasının Kürt-Alevi ezgilerini bizim kulağımıza taşıyan Aynur Doğan... Aynur Doğan’a ödül verilme nedeni de sanatıyla direnmesi, çaba göstermesi, bir duruş sergilemesi. Bu yüzden geleceğin umutlu, direnen, duruş gösteren, çaba gösteren kadınlarda saklı olduğunu düşünüyorum. Karamsarlık yerine umuda ve daha fazla direnmeye ihtiyacımız olduğu kanaatindeyim. Ne dersin Kayıhan?

KP: Tamamen katılıyorum sana. Ben de Türkiye’de geleceği kadınlarda ve gençlerde gören birisiyim. Umuyorum ki daha güzel günleri hep birlikte yaşama olanağımız olacak.

OE: Ben Aynur Doğan’ın bir dönem DGM tarafından yasaklanan sonra serbest bırakılan “Keçe Kurdan” şarkısını seçtim. Herkese hediye etmek istiyorum. 

ÖM: Çok teşekkürler.

KP: Hoşça kalın!

ÖM: Hoşça kalın!

ÖÖ: Görüşmek üzere. 

OE: Hoşça kalın!z