Sağlık demokrasiden, özgürlükten ve barıştan ayrılamaz

-
Aa
+
a
a
a

Salgınlar Çağı'nda uzmanlarımızın gündeminde Covid-19'un Ukrayna'da savaş koşullarındaki seyri, önlemlerin kaldırılmasıyla vakaların tekrar artışa geçmesi, Türkiye İnsan Hakları Vakfı'nın Covid-19'a ilişkin hak ihlalleri raporu vardı. 

Maskeli üç kişi illüstrasyon
Sağlık demokrasiden ve barıştan ayrılamaz
 

Sağlık demokrasiden ve barıştan ayrılamaz

podcast servisi: iTunes / RSS

(31 Mart 2022 tarihinde Açık Radyo’da Salgınlar Çağı programında yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Günaydınlar herkese, merhabalar Osman bey, Kayıhan bey.

Osman Elbek: Günaydın, merhaba!

Özdeş Özbay: Merhaba, günaydın!

Kayıhan Pala: Günaydın!

ÖM: DSÖ’nün raporuyla başlıyoruz galiba değil mi?

OE: Evet, siz de Açık Gazete’yi savaşın yıkıcı faturasıyla açtınız haklı olarak. DSÖ de Ukrayna’ya karşı girişilen bu savaşın insani yıkımını bir süredir raporlamaya çalışıyor. Oradan derlediğimiz ve hem savaşın yıkımını hem de Covid-19 pandemisiyle ilişkisini gösteren birtakım verileri paylaşarak başlamak istiyoruz bu haftaya. DSÖ verilerine göre Ukrayna’nın işgali 18 milyon kişiyi etkiledi, 3.3 milyon kişi, yani yaklaşık 3,5 milyon kişi mülteci oldu ki bunların %59’u Polonya’ya gitti, Polonya nüfusunun %5’ini oluşturuyor bu mülteciler. Tabii her giden göçmen eşit değil, eşit ortamdan yararlanamıyor. Pek çok gazete ve medyaya da haber olarak yansıdı; özellikle siyahi göçmenler gözaltı ortamlarında tutuluyor, mülteciliğin dışında bir de gözaltı ortamlarını yaşıyorlar. Yaklaşık 6,5 milyon kişi Ukrayna içerisinde yerinden edildi. Sivil yaralı ve ölümlerini bilmek savaşta çok zor ama DSÖ Ukrayna işgalinin en az 1650 sivilin yaralandığını, 1035 sivilin de öldüğünü ortaya koyuyor. Siz de atıfta bulunmuştunuz; sağlık kurumları çatışmalardan çok ciddi olumsuz etkileniyor, 300 sağlık kurumu çatışma bölgesinde çünkü, 600 sağlık kurumu ise çatışma bölgesinin hemen 10 km etrafında. Bugüne kadar en son DSÖ başkanının da güncellediği verilere göre 82 sağlık kurumu saldırıya uğradı ne yazık ki. Bu saldırılar sonrasında 43 yaralı, 72 ölen oldu sağlık kurumlarında. Tabii bu ortam, bu insani faturasının dışında pandemiyi de çok olumsuz etkiliyor. Ukrayna zaten sorunlu bir ülkeydi pandemi açısından, örneğin aşılanma oranları %34 gibi oldukça düşüktü. Savaşın yarattığı en büyük problemi Covid-19 yatak sayısında yaşadı. Covid-19’a ayrılan yataklar doğal olarak çatışmada yaralananlar veya ölümcül hasar, problem yaşayanlara ayrıldığı için Covid-19’da ayrılan yatak sayısı Ukrayna genelinde %27 oranında azaldı. Bu azalma Luhansk gibi bölgelerde %80’e vardı. Tabii ki bu ortamda test yapılması ve dolayısıyla tanı konulması mümkün olmadığı için rakamlar sanki iyileşiyor gibi. Örneğin vaka sayılarında %96, yatış oranlarında %83, Covid-19’a bağlı ölümlerde %88 azalma varmış gibi duruyor ama bu aslında tanı konulamamanın, tanısız bir şekilde Covid-19’dan ölmenin işaretleri. Ukrayna topraklarında ve insanlarında hızla Covid-19 pandemisi yayılıyor. Bugün yapılan hesaplamalar Ukrayna için tıbbi malzeme ve temel sağlık müdahalesi için 45 milyon dolara ihtiyaç gerektiğini, Ukrayna’nın bölge ülkelerine giden mülteci sorununun çözümü için de 12,5 milyon dolara ihtiyaç olduğunu ortaya koyuyor. Hani biraz önce söylediniz, kaç bombaya karşılık gelir bilmiyorum ama bu rakamı bulamayan bir insanlık var. Savaş tabi sadece Covid-19 pandemisi açısından olumsuz bir ortam değil, aksine polio, HIV -ki Ukrayna’da HIV’li hastaların çok fazla olduğunu biliyoruz ve tüberkülozu kötü etkiliyor. Ukrayna zaten savaş öncesi dönemde de ilaca dirençli tüberküloz hastalarının çok fazla olduğu bir ülkeydi. Savaş bu tür bulaşıcı hastalıkları tümüyle kontrolsüz bir hale getiriyor. Ne dersin Kayıhan savaş, bulaşıcı hastalık pandemisi konusunda?

Son iki hafta vaka ve ölüm oranlarında artış

KP: Osman, sen aslında çok önemli bir çerçeveyi çizdin; yani biliyorsun, biz hep sağlığın ön koşulunun barış olduğunu söylüyoruz. Bir yerde savaş ya da çatışma olması halinde orada artık sağlıklı olmaktan söz edilemez. Özellikle bulaşıcı hastalıklar söz konusu olduğunda çatışma ve savaş ortamı hem çatışmanın kendisinden kaynaklanan yaralanma vb. sorunlar nedeniyle hem de o bölgedeki insanların yerinden edilmeleri, uygun olmayan koşullarda barınması, yolculuk yapması gibi nedenlerle bulaşıcı hastalıklar açısından özel bir risk oluşturuyor. Henüz bu riski biz DSÖ ya da başka veri tabanlarında göremiyoruz. Bunun da en önemli nedeni veri toplamayla ilgili güçlükler. Yoksa hem hastalanmada hem ölümlerde tahmin edilen rakamlar çok daha yüksek görünüyor. Öyle zannediyorum ki önümüzdeki haftalarda bu tablo sayılar üzerinden de biraz daha kolaylıkla tartışılabilir hale gelecek ama savaşın sürmesinin yalnızca işte sermayesini savaştan kazanan silah endüstrisine yaradığını bunun dışında hiç kimseye yaramadığını, birtakım hükümdarların iktidar mücadelesi yüzünden insanların ölümüne seyirci kalmanın da bir insanlık dramı hatta insanlık suçu olduğunu bir kez daha burada vurgulayalım. 

OE: Pandemi açısından da aslında dünya garip bir yere doğru gidiyor; son iki haftaya baktığımız zaman, geçtiğimiz hafta önce vakalarda bir artış oldu, bu hafta ise ölüm oranlarında artış var. Haftalık olarak 10 milyondan fazla vaka, 45 binden fazla ölüm var Covid-19’la bağı resmi doğrulanmış vaka ve ölüm olarak. En fazla vaka görülen ülkeler arasında Batı Pasifik’ten Güney Kore ve Vietnam yer alıyor. Ancak ilginç vaziyetteki diğer üç ülke de Avrupa’dan: Almanya, Fransa ve İtalya. Özellikle Fransa’da bu hafta %45 oranında vakalar arttı ve burada BA2 varyantı, omikronun alt ikinci varyantı çok önemli bir figür haline geldi. Ben pandeminin başından beri izlemeye çalışıyorum DSÖ’yü ve görebildiğim kadarıyla ilk kez durum raporuna şöyle bir not koydu DSÖ: “Dikkat, test sayılarımız azalıyor, pek çok ülke test yapmaktan vazgeçiyor, hem de halk sağlığı önlemlerini azaltırken vazgeçiyor. Bu durum virüsü bulabilme, gerçek salgının boyutunu görebilme ve gelişirse eğer yeni bir varyantı saptama ihtimalimizi çok azaltıyor. Lütfen test sayılarımızı tekrar arttıralım, çünkü virüs çok yüksek düzeyde yayılıyor tüm dünya genelinde”. Gerçekten de veriye baktığımız zaman test sayıları azalmasına rağmen Avrupa’da altı ülkede vaka sayıları %20’den fazla arttı; Almanya ve Fransa’da ölümler de artıyor ama ilginç bir vaziyette, örneğin İspanya “artık grip salgını gibi kabul edeceğim, hafif Covid-19 vakalarını izole bile etmeyeceğim” diyor. İngiltere, bu hafta sonu itibariyle ücretsiz testlerini sonlandıracağını söylüyor. Asya’da da benzer bir artış var, vaka sayısı 100 milyonu aştı. Bunun anlamı şu; Asya’da her beş kişiden biri Covid-19’u geçirdi. Son 2-3 günde 1 milyonun üstünde vaka saptanıyor ve hemen hemen hepsi de BA2 gibi duruyor. Çin çok özel, çünkü ilk kez salgının başından beri “sıfır vaka” politikasını götürmekte zorlanıyor; Jilin eyaletini -ki 24 milyonun insanın yaşıyor- tümüyle karantinaya aldı. Bu hafta sonu da 25 milyon insanın yaşadığı Şangay’ı karantina altına alacak. Türkiye’de de test sayıları benzer bir şekilde azalıyor, son 14 günde %18 oranında test sayıları azaldı, vaka ve ölüm sayılarındaki azalma da %49’lara ulaştı. Tabii bu test sayılarının azalması görece vakaların azaltılarak kontrol altına alındığına işaret ediyor ama DSÖ’nün uyarılarına, özellikle Çin ve Pasifik açısından, BA2 açısından dikkatle değerlendirmek gerekiyor gibi düşünüyorum. Ne dersin Kayıhan, özellikle Çin için yorumun ne olur?

KP: Osman senin söylediğin noktadan devam edecek olursak, Çin şimdi şöyle bir şeyi tartışıyor; dünyanın otokratik yönetimlerinin çok güçlü araçları kullanarak, istedikleri anda kapanmaya gidebilmek gibi araçları kullanarak bu salgından en az etkilendiği düşünülen ilçesinde, Şangay örneğini verecek olursak şimdi olgu ve ölüm sayısında çok ciddi bir artış var. Peki o zaman nereden bakmak lazım? Çin’de bilim insanlarının bir süredir gündeme getirdiği, şimdi artık yöneticilerin de daha dikkate aldığı bir kavram ön plana çıkıyor; bizim pandeminin başından bu yana söylediğimiz bulaşıcı hastalıklara karşı yanıt vermek için sağlık sisteminin rolü meselesi. Burada da güçlü bir birinci basamağa ihtiyaç var. Yani hastalığın bulaşının engellenmesi için sürekli kapanmaya gidemeyeceğimize göre kapanma dışındaki halk sağlığı önlemlerini, yetkin birinci basamak çalışanları tarafından alabileceğiniz güçlü bir temaslı izleme sisteminin olduğu, iyi bir aktif ve pasif sentinel sürveyans sisteminin kurgulandığı ve bunun süreklilik gösterdiği bir sağlık sistemi değişikliği; dolayısıyla Çin önümüzdeki yıldan itibaren kendi ülkesindeki birinci basamak sağlık hizmetlerini gözden geçirip salgınlara karşı yanıt verme potansiyelini arttıracak bir tarzı tartışıyor. Bu arada şunu da söylemem lazım; bu test sayısının görece bütün dünyada azaltılması, hatta bazı ülkelerde rutin uygulamadan neredeyse kaldırılıyor olmasının yanı sıra bir de bu genomik analizlerin sekanslamalarının uluslararası toplumla paylaşmasında da bir azalma olduğuna dikkat çekiliyor. İki gün önce Nature’da yayınlanan makale, eğer ülkelerdeki endişe verici varyantlara ilişkin verilerin tamamı uluslararası veri tabanına yüklenmezse, endişe verici yeni varyantların ortaya çıkmasıyla ilgili süreci izlemenin zorlaşacağına işaret ediyor. Biliyorsun, Türkiye kendisinin doğruladığı olgular içerisinde en az genomik analiz yapan ülkelerden bir tanesi, en son oran 0,6, yani 100 vakadan birinin bile genomik analizini yapabiliyor durumunda değiliz. Yapan ülkeler ise, bunların bazıları %25’ini, bazıları ancak %50’sini uluslararası veri tabanlarına yüklüyorlar. Bu da dünyadaki özellikle endişe verici varyantların yayılma sürecini izlemenin zorlaşması anlamına geliyor. Bunu da burada not etmekte yarar var.

Türkiye 5-11 yaş grubunu hâlâ aşılamıyor

OE: Geçtiğimiz hafta içerisinde Türkiye’nin aşılanması politikasını da doğrudan ilgilendiren ancak henüz hakem değerlendirmesinden geçmeyen bir makale yayınlandı. Makale, Hong Kong’da 5-28 Şubat 2022 arasında, yani omikronun BA2 varyantının yükselen bir dönemde olduğu zaman diliminde gerçekleşti. Bu araştırma şunu gösterdi: Araştırma kapsamına 1147 çocuğun Covid-19, omikrona bağlı hastaneye yatmak zorunda kaldığı ve bunların %80’inin 5 yaş altında olduğu, dört tanesinin de ne yazık ki kaybedildiği görüldü. Yani özetle omikron BA2 varyantı diğer varyantlardan farklı olarak çocukları daha olumsuz etkiliyor. Bu araştırma gösterdi ki ölüm oranları klasik gribe göre yedi kat daha fazla, hani griple eşleştirme noktasında hâlâ değiliz. Daha da önemlisi, çocukların yoğun bakıma yatma oranı açısından omikrona bağlı dönem ile omikron öncesi dönemi kıyasladığımızda, omikron döneminde yoğun bakıma yatış oranı 13 kat daha fazla. Nörolojik tutulum, bizim ensafalit dediğimiz felçlerle giden tablo, omikrona bağlı hastalık nedeniyle BA2 varyantında daha fazla oluyor çocuklarda. Pek çok açıklama var bu durum için. Ancak özellikle çocukların hastalığı geçirmemiş olması ve yetişkin grubunun aşılanması nedeniyle, onların risk grubu haline gelmesi üzerinden bir teorik hipotez ağırlıkla kabul ediliyor. Bu araştırma 5-11 yaş arasındaki çocukların aşılanmasının ne kadar önemli olduğunu vurguluyor ki Türkiye hâlâ 5-11 yaşı aşılamıyor. Türkiye neden aşılamıyor Kayıhan, ne zaman biz bu aşılama politikasında çocukları da, hele hele BA2’nın arttığı bir dönemde koruma altına alacağız?

KP: Sanırım bana bu soruyu sorarken benim sağlık bakanı olduğumu düşünüyorsun Osman?

OE: Çok istiyorum ne yalan söyleyeyim!

KP: Neden aşılanmıyor sorusunu benim yanıtlamam mümkün değil ama bilimsel olarak aşılama gerektiği konusunda biliyorsun, bilim insanlarının ortak bir fikri var. Bunu uzun zamandır dile getiriyoruz çünkü dünyada acil kullanım onayı almış bir aşı var ve bu aşı ABD’de, AB’de ve birçok ülkede yaygın olarak kullanıldı, milyonlarca çocuk aşılandı, sonuçları değerlendirildi, güvenli ve etkili olduğu ortaya kondu. O yüzden biz de Sağlık Bakanlığı’na uzun zamandır çağrıda bulunuyoruz, bu aşıyı Türkiye’ye getirin, isteyen anne babalar, isteyenler çocuklarına yaptırsın. Hiç olmazsa bu çocuklara yaptırılmasının hem o çocukları korumak hem o çocukların çevresini korumak hem de Türkiye’de toplumsal bağışıklık eşiğine yaklaşmak açısından bir yararı olacak ama bakanlık bunu ısrarla getirmiyor, bu konuda bir yanıt da vermiyor. Yani benim milletvekilleriyle, bazılarıyla yaptığım konuşmalardan edindiğim izlenim, Sağlık Bakanlığı bütçesinden buna kaynak aktarmanın çok söz konusu olmadığı biçiminde. Biliyorsun Osman, medyaya da yansıdı; şu an Sağlık Bakanlığı 112 ambulanslarının kasko sigortalarını yaptıracak bir kaynağı bulmakta zorlanıyor. Bunun en önemli nedeni de şu; bunu da daha önce birçok kez dile getirmiştik, 2022 yılı Sağlık Bakanlığı bütçesine bakacak olursak bütçenin yaklaşık 1/5’i 13 tane şehir hastanesine gidiyor, geri kalan %80’i için Sağlık Bakanlığı bütün sağlık çalışanlarının maaşlarını ve özlük haklarını karşılamak zorunda ki yaklaşık 750 bin sağlık çalışanından söz ediyoruz. Ayrıca bu 13 hastaneye %20’sini ayırırken, geri kalan %80’iyle 750 bin sağlık çalışanının maaşının yanı sıra 900 tane devlet hastanesinin bütün giderlerini karşılamak zorunda, ayrıca sekiz bin kadar aile sağlığı merkezinin bütün giderlerini karşılamak zorunda, ayrıca 1000 kadar toplum sağlığı merkezlerinin giderlerini karşılamak zorunda, ayrıca üç binin üzerindeki 112 acil yardım istasyonunun giderlerini karşılamak zorunda, ayrıca geri kalan bütün sağlık kuruluşlarının giderlerini karşılamak zorunda. Böyle olunca da Sağlık Bakanlığı’nın bütçesi bir anlamda şehir hastanelerine ödenen yüksek paylar nedeniyle rehin alınmış durumda. Yani 112 ambulanslarının kaskosunu bile karşılayamayan bir sağlık bakanlığı durumu var karşımızda gibi görünüyor. En azından medyaya yansıyan bilgilerden edindiğimiz izlenim, belki bu 5-11 yaş aşılamaya başlayamamasının arkasında da, bu aşıyı Türkiye’ye getirememesinin arkasında da buraya kaynak aktarmakta zorlanması olabilir. Bunu kesin olarak bilmiyoruz çünkü Sağlık Bakanlığı bugüne kadar bu konuda herhangi bir açıklama yapmadı ama bu aşının getirilip isteyen anne babaların çocuklarını aşılatması büyük önem taşıyor. 

ÖM: Çok küçük bir şey sormak istiyordum, 5-11 yaş neden? Yani normalde 18 yaş altı çocuk kabul ediliyor ama burada bir 11 yaş üst sınırı da varmış gibi gözüküyor. Bir sebebi var mı bunun?

OE: Ömer bey, 11 yaş üstünde şu anda aşılama olduğu için böyle kullanıyoruz. Türkiye’de halen 5-11 yaşı aşılamıyoruz. Araştırmalarda aşılama 5 yaştan başlıyor. Hatta Küba daha küçük yaşlara kadar aşılama yapıyor, Çin de benzer şekilde aşılama yapıyor. Çocukları aşılamak hem bulaşmayı azaltıyor hem de çocukları koruma altına alıyor. Türkiye’de 12 yaş üstü aşılama olduğu için 5-11 yaşı da aşılama kapsamına almak istiyoruz. 

ÖM: Evet anladım, tamam.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı'nın Covid-19 salgını ile ilişkili hak ihlalleri raporu

OE: Buraya girmişken, Türkiye’yi pandemi sürecinde iki yıllık kapsamına alan bir rapordan da bahsetmek istiyorum. Biliyorsunuz şu an HES uygulaması yok, PCR pozitif insanların yakınlarına PCR taraması yok, dışarıda kimsenin maske kullanmadığını biliyoruz, havalandırması uygun –ne demekse- yerlerdeki kapalı ortamlarda da maske kullanılmamasını istiyor Sağlık Bakanlığı. Hatta bugün gazetelere de yansıdı; Diyanet İşleri Başkanlığı açıklamada bulundu “Ramazan boyunca teraviler artık camilerde kılınacak.” dedi son iki yıldan farklı olarak. Yani her şeyin serbest olduğu bir yerde tek bir kısıtlama var, gece 24’ten sonra canlı müzik yasak. Hangi nota SARS-CoV-2 virüsünü yayıyor bilmiyorum ama akıl dışı bu tablonun da, artık hayata bir müdahale olduğu açık olan bu yasağın da ortadan kalkması lazım. Tam da bununla ilişkili bir rapor var Türkiye’de yayınlandı. Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Covid-19 gerekçe gösterilerek son iki yılda yaşanan hak ihlallerini raporlaştırdı. Rapora yansıdığı üzere tabii en önemli hak ihlali yaşam hakkının ihlali: Türkiye 15 milyondan fazla resmi Covid-19 hastası, 100 bine yaklaşan Covid-19 resmi ölümü ve 270 bini aşmış fazladan ölümüyle önemli bir sağlık hakkını, yaşam hakkını ihlal etti bu iki yılda. 554 sağlık çalışanı öldü -ki 502’si iş başında öldü. TTB yarın itibariyle sağlık çalışanlarını anma günü olarak ilan etmişti biliyorsunuz. Öte yandan gözden kaçıyor, cezaevinde 17 ölüm gerçekleşti Covid-19’a bağlı, hep dikkat etmek lazım oralara. İlginç bir utanç verisi; Covid-19 nedeniyle sokağa çıkma yasağına uymadığı için kolluk güçlerinin ateşi sonucunda iki kişi öldü bu ülkede. Tedbirlere uymadığı için dört çocuğa ve 49 kişiye işkence ve kötü muamele yapıldı. Covid-19 paylaşımları nedeniyle 7 binin üstünde sosyal medya incelemesi yapıldı, 496 kişi gözaltına alındı, 10 kişi tutuklandı, 11 gazeteci gözaltına alındı ve biri tutuklandı. Covid-19 konulu 193 habere erişim engeli getirildi, bu iki yıllık süre içinde tabip odaları, baro başkanlarına soruşturmalar ve gözaltılar yapıldı. Covid-19 konusu nedeniyle iki milletvekiline soruşturma açıldı. Covid-19 gerekçe gösterilerek 11 ilde ve iki ilçede yüzlerce eylem yasaklandı ama hatırlarsanız aşı karşıtlarına izin verildi ve kısıtlamalar onlara uygulanmadı. Covid-19 nedeniyle yoksullaşan insanlara yardım kampanyalarına müdahalede bulunuldu ve 14 gözaltı gerçekleşti. Çok açık ki totaliterleşen bir ülkede Covid-19 antidemokratik ve hayata müdahalenin gerekçesi, hatta lütfu haline getirildi. Türkiye İnsan Hakları Vakfı gözden kaçan bu hak ihlallerini iki yıllık dönemi kapsamına alarak raporladı. Bilmiyorum Kayıhan ne dersin? Covid-19’un sağlık tarafıyla daha çok ilgileniyoruz ama hak ihlalleri de önemli bir sorun olsa gerek. 

KP: Çok önemli bir sorun ve bu sorun aslında terminolojik olarak da en baştan karşımıza çıkartılmıştı anımsarsan. Biz kapanma kavramını gündeme getirdiğimizde, toplum hareketliliğinin azaltılması yaklaşımını önerdiğimizde bunu bir sokağa çıkma yasağı olarak adlandırmışlardı. Biz de ısrarla daha mart ayından itibaren -2020 yılından söz ediyorum- salgın önlemleri içerisinde sokağa çıkma yasağı diye bir kavramın olmadığından söz etmiştik. Sokağa çıkma yasağı başka bir terminoloji, salgınla ilgisi yok. Salgında bir karantina uygulayabilirsiniz, bir izolasyon uygulayabilirsiniz, bir tecrit uygulayabilirsiniz, toplumsal hareketliği azaltacak önlemler alabilirsiniz ama bunun adı sokağa çıkma yasağı değil. Dolayısıyla bunun adı sokağa çıkma yasağı olmadığı halde sokağa çıkma yasağıymış gibi davranarak az önce senin söylediğin işte birtakım kişiler üzerinde baskı kurmak yaklaşımı salgınla ilişkili bir yönetim tarzı değil. Dolayısıyla salgına karşı alınabilecek önlemler belliydi, ancak dünyada pek çok ülke, Türkiye de dahil, bu önlemleri bilimsel bir perspektiften almak yerine, kimi zaman işte totaliter rejimlerin uyguladığı baskıcı yöntemlerle bu sürece müdahale etme yaklaşımını benimsedi. O yaklaşımın da kısa sürede belki salgın açısından etkisi bazı yerlerde göründü ama bunun orta ve uzun erimli olarak salgınla mücadelede etkili olmadığı da ortaya çıktı. Dolayısıyla ilk önce salgına karşı nasıl yanıt verilebileceği konusunda yetkin kişilerin yönetebileceği bir salgın yönetimine duyduğumuz ihtiyacı bir kez daha burada tekrar etmiş olalım. 

OE: Aslında bir kere daha sağlığın demokrasiden, özgürlükten ve barıştan ayrılamayacağını da gösteriyor tüm bu süreçler. Zamanımızı da çok fazla zorlamadan sana bırakayım sözü Kayıhan şarkımız için.

KP: Evet, ben şarkıyı duyurmadan önce az önce senin vurguladığın, bu saat 12’den sonra müzik yasağının gerçekten artık bütün ülke açısından başta müzisyenler olmak üzere çok can sıkıcı bir durum aldığını söylemek isterim. Bilimsel hiçbir boyutu yok. Üstelik şöyle bir virüs düşünün, gece 12’ye kadar sorun yaratmıyor da gece 12’den sonra sorun yaratıyor. Yani bunu İngilizce’ye çevirip birisine söyleyecek olsak herhalde bizim pek bu işlerden anlamadığımızı düşünür diyeyim daha fazla sorun yaratmamak için. Bir an önce bu sorunun çözülmesi dileğiyle bugün sözü ve müziği Neşet Ertaş’a ait olan, düzenlemesini Barış Güney’in yaptığı ve solist olarak Neşet Ertaş ve Feryal Öney’in seslendireceği Kardeş Türküler’den bir şarkıyla veda ediyoruz size “Yanıyor”. Hoşça kalın!

OE: Hoşça kalın!

ÖM: Görüşmek üzere, hoşça kalın.

ÖÖ: Görüşmek üzere.