Birçok ülkenin resmi açıklamaları bir yana pandemi gerçekten sona erdi mi? Son açıklanan rakamlar ve araştırmalar neleri gösteriyor? Uzmanlarımız yorumladı.
(17 Mart 2022 tarihinde Açık Radyo’da Salgınlar Çağı programında yayınlanmıştır.)
(Bu metin hızlıca hazırlanmış bir ses kaydı deşifresidir, nihai biçiminde olmayabilir.)
Ömer Madra: Günaydın Osman bey, Kayıhan bey!
Osman Elbek: Günaydın!
Özdeş Özbay: Günaydın!
Kayıhan Pala: Günaydın!
ÖM: Evet, pandemi bitmiş mi?
OE: Pandemi bitmiş de virüsün bundan haberi yok Ömer bey. Biri virüse de söyleseydi bittiğini o da kendi sonunu getirirdi diye düşünüyorum!
ÖM: Evet, Ghebreyesus da “Pandeminin bittiğini sanmak çok yanlış olur.” diye bir açıklama yapmış. Onu gördüm de onun üzerine sordum. “Bütün ülkelerin dikkatinin devam etmesi gerekir, şarttır.” diye dün bir açıklama yapmış Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ).
OE: Evet, geçtiğimiz iki haftadaki iki günü anarak başlayalım isterseniz. Biri 8 Mart Kadınlar Günü, ikincisi 14 Mart Tıp Bayramı. Bir de arada 11 Mart vardı, pandeminin ikinci yılı. Bu vesileyle özellikle 14 Mart’ı, geçmiştekilerden çok farklı olarak sağlık çalışanlarını ve toplumun sağlık hakkını gerçekten çok iyi tartıştığı bir süreç olarak yaşadığımızı düşünüyorum. 14 Mart bağlamında sağlık çalışanları, hekimler, dünyaya “acımasız reform” olarak tanıtılan bu sağlıkta dönüşüm programının olumsuz etkilerini, fiilen şiddet dahil olmak üzere yaşıyorlar. Bugünlerde de yurttaşların sağlık hakkına ulaşımları yönünde giderek artan engelleri toplum yaşıyor. Belki bu vesileyle 14 Mart ve dönüşüm programını bir kere daha gözden geçirmek ve tartışmak gerekiyor. Bilmiyorum Kayıhan sen ne dersin?
KP: Çok haklısın Osman, bu Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın sağlığı ticarileştirmesi ve bu ticarileştirme nedeniyle birtakım kavramları alt üst etmesi -örneğin sağlıkta kışkırtılmış talep gibi- bir yanıyla sağlık çalışanlarını mutsuzlaştırır, tükenmeye doğru yöneltirken öte yanıyla da yurttaşların sağlık hizmetine erişiminin önünde ciddi bir engel oluşturmaya başladı. Beş dakikalık polikliniklerdeki randevu sürelerinin yanı sıra nüfusun %10’undan fazlasının halen genel sağlık sigortası kapsamına alınamamış olması, o beş dakikalık randevuya bile erişme konusunda bazı yurttaşları sıkıntıya sokmaya başladı. Dolayısıyla bir an önce bu neoliberal sağlık reformlarını bir kenara bırakıp -pandemide çok daha net ortaya çıktığı gibi- kamucu, eşit, ücretsiz bir sağlık sistemini, eğer gerçekten sağlığın en temel insan hakkı olduğu konusunda samimi isek hayata geçirmek zorunluğumuz var.
OE: Bu programda pandeminin ikinci yılı vesilesiyle çok kısa bir dünya ve Türkiye analizi yapıp son bölümde de yeni kıpırdanmalar üzerine birkaç vurgu yapmak istiyoruz. Dünyaya baktığımız zaman kritik verilerden biri 10 Mart 2022’de Lancet’te yayınlandı -haber olarak da yaygın bir şekilde karşılık buldu. Resmi olarak dünyadaki yaklaşık altı milyon ölümün, Covid’e bağlı ölümün, aslında üç katı olduğu öngörülüyor hesaplamalarda. Dünya genelinde gerçekte 17-20 milyon arasında bir ölümün gerçekleştiği ifade edildi bu araştırmada. Türkiye verisi de araştırmanın yapıldığı gün itibariyle 82 bin küsur ölüm vardı, resmi olarak doğrulanmış; oysa gerçek ölümün 185 bin olduğu, 185.000 kişinin Türkiye’de Covid-19’dan öldüğünü; yani resmi, doğrulanmış verinin yaklaşık 2,2 katı kadar gerçekte Covid-19’dan ölüm olduğunu ortaya koydu bu araştırma. İki tane daha araştırmaya vurgu yapıp Kayıhan’a bırakmak istiyorum sözü; biri Lancet’te 2 Mart’ta yayınlandı. Bu araştırmada Mart 2020 ile Eylül 2021 arasında toplumsal cinsiyet açısından baktılar Covid-19’un yaptığı yıkıma ve şunu gördük: Kadınlarda Covid-19’un neden olduğu iş kaybı erkeklere göre sekiz kat daha fazla. Kadın ve kız öğrencilerde okulu bırakma oranı -yani okullar kapalı olmasa dahi- 21 kat daha fazla. Kadınlara yönelen şiddet ise erkeklere göre 23 kat daha fazla. Yani toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin Covid-19 bağlamıyla yaygın etkisini görüyoruz. Cinsiyetler arasındaki eşitlik ise aşı tereddüdü ve aşılanma oranlarında yakalanmış durumda. Onun dışında kadınlar aleyhine ciddi bir dezavantaj var. Son araştırma verisi de Health Policy dergisinde 11 Mart’ta tanımlandı; geçmiş iki yıllık dönem içerisinde ülkelerin yaptığı iyi şeyleri incelediler ve Covid-19 kontrol programına neler olumlu katkı sundu diye bakmış bu araştırma. Ben dört maddenin altını çizdim; ilki, bilimsel yaklaşım ve siyasi liderliği buluşturan ülkeler kontrol programında başarılı oldu. İkincisi, yayılmayı azaltan, durduran, halk sağlığı önlemlerini hayata geçiren ülkeler başarılı oldu. Üçüncüsü, özellikle Finlandiya ve Birleşik Krallık’ta yapıldığı gibi izole olanlara, hastalık nedeniyle evde kalanlara ekonomik ve sosyal destek vermeyi sağlayan ülkeler başarılı oldu. Son olarak, aşı dağıtımını etkin yapabilmek kontrol programlarının başarısını doğrudan etkiliyor. Bilmiyorum Kayıhan sen dünyanın pandemiyle ikinci yılına baktığın zaman neler görüyorsun bu bağlamda?
"Açıklanan rakamlardan çok daha büyük bir hasar söz konusu"
KP: Senin söylediklerini özetleyecek olursak bir kavram ön plana çıkıyor Osman, bu programlarda daha önce de dile getirmiştik, yeni araştırmalar da bunu destekliyor: Birincisi, ülkenin nasıl yönetildiği; ikincisi, o ülkede nasıl bir sağlık sisteminin var olduğu. Ülke yönetimleri eğer bilimsel bir izdüşümden bu salgına yanıt vermeyi, en başından hazırlık da içerecek şekilde kararlaştırmışlarsa, o zaman salgının hasarı daha düşük oluyor. O ülke yönetimlerinin aynı zamanda, senin az önce vurgu yaptığın toplumsal cinsiyet eşitliği ya da eşitsizliği üzerinde de büyük bir etkisi var. Örneğin Türkiye’de işgücüne katılım oranlarına baktığımızda kadınların 1/3’ünden azı işgücüne katılabiliyor durumda. Bu halen, örneğin AB ile kıyaslandığında işte en düşük İtalya’da 55 civarında. Biz biraz bu toksik erkekliği de içerecek şekilde bu süreci ülke yönetimleri, o ülke yönetimlerinin yerel yönetimlerdeki yansımaları gibi kavramlar üzerinden de tartışmak durumundayız. Bizim programımızın zamanı buna uygun değil ama bunu da bir kenarda söylemek zorunda hissediyorum. Sağlık sistemlerine gelince, girişte de söylemiştik, sağlık sistemi eğer para kazandırma amaçlı, özel sektöre kaynak aktarma amaçlıysa o zaman koruma kavramı geri plana itiliyor. Koruma kavramı geri plana itilince birinci basamak geri plana itiliyor. Oysa salgınla mücadelede, salgına güçlü yanıt vermede ilk yapmanız gereken şey düzgün iyi çalışan bir birinci basamakla salgını sahada kontrol etmeye çalışmak. Türkiye’nin yapmaya çalıştığı gibi salgını hastanelerde karşılamak değil. Bilimsel araştırmaların da gösterdiği gibi güçlü, iyi bir birinci basamak sağlık hizmetlerinin kurgulandığı, kamucu, ticarileştirme hedefi olmayan bir sağlık sistemi ve ülkede demokrasi, insan hakları, özgürlükler ve elbette toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı ön plandaysa o zaman bu pandeminin yükünün daha az olabildiğini bütün araştırmalar gösteriyor. Ancak şunu özellikle vurgulamakta yarar var, DSÖ de son bir yıldır özellikle vurguluyor; dünyanın bu sağlıkla ilgili veri toplama sistemlerini, uluslararası bu verileri bir araya getirme, bir ağ oluşturma sistemlerini de mutlaka gözden geçirmesi gerekiyor. Çünkü örneğin Türkiye’deki ölüm sayılarının üzerindeki tartışmayı hepimiz biliyoruz. Türkiye’nin yalnızca Sağlık Bakanlığı bildirimlerinden, yani çok eksik olarak bildirilen ölümler üzerinden dünyada bir ülkeler arası kıyaslamaya girmiş olması gerçek durumu göstermekten uzak. O yüzden de hem az önce sözünü ettiğim araştırmalar hem de fazladan ölümlerle ilgili yerel düzeyde yapılmış olan çalışmalar bize yol gösteriyor ki bu pandemide hem Türkiye’de hem dünyada açıklanan rakamlardan çok daha büyük bir hasar maalesef söz konusu.
OE: Bu arada belki haberlerde dikkatinizi çekmiştir, aşı şirketlerinden biri olan Moderna, 92 ülkede patentinden feragat edeceğini duyurdu “sorumlu” bir şirket olarak. Şimdi bunun biraz arka planına baktığımız zaman Moderna, Amerika’nın Ulusal Sağlık Enstitüsü’nün patenti nedeniyle dava edilmek üzere. Çünkü Moderna, Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsü’ne ait patenti aşı sürecinde kullanmadığını ifade etti. Ama bu Amerika’da ciddi bir gerilim yarattı. Ayrıca Moderna şirketi şu an Amerika’da iki şirket tarafından dava edildi, çünkü bu iki biofarma şirketi Moderna’nın ürettiği mRNA aşısında kendi patetntlerinin kullanıldığını ancak Moderna’nın kendilerine hiçbir hak tariflemediğini idda ediyorlar. O yüzden, aslında içeride ABD bağlamında Moderna’nın kafası oldukça daralmış ve sıkışmış durumda. Dışarıya baktığımız zaman ise DSÖ Moderna şirketinin Güney Afrika’ya destek vermesini istiyor özellikle Covax programı çerçevesinde, bu yeni aşı geliştirme sürecinde; ama Moderna ısrarla Güney Afrika’ya destek vermiyor. Ama Güney Afrikalı bilim insanları kamuya açık Moderna bilgilerinden bugün itibariyle Moderna’nın mRNA aşısını kopyalamayı ve üretmeyi başardılar. Böyle bir gelişim olmasına rağmen Moderna, DSÖ’nün tüm davetlerine rağmen destek sunmadığı için dışarıda bir meşruiyet krizi yaşıyor. İçeride ve dışarıda sıkışmasının karşılığı olarak da 92 ülkede -ki bunların içerisinde Güney Afrika yok- “patentimden feragat edeceğim” diyor, özellikle Kenya’ya yönelik olarak. Aslında burada da bir tür meşruiyet krizine girmiş şirketin bir “boya badana” faaliyetine girişmeye çalıştığını vurgulamak lazım.
ÖM: Evet, ayrıca da şeylere test yapma konusunda ya da diğer bakım, sağlık bakımları konusunda filan da herhangi bir katkısı olmadığı da açıkça görülüyor Moderna’nın.
OE: Bu arada Moderna’yı konuşurken Pfizer Biontech’e de vurgu yapmak lazım. Henüz onun mRNA aşsını üretmeyi başaramadı hiç kimse, çünkü Pfizer Biontech’in aşı bilgileri çok daha fazla korunuyor, aşının kamuya açık bilgileri çok daha sınırlı. Bu vesileyle bir kere daha aşı şirketlerinin kârını düşünen bir perspektif halinde yol alındığını vurgulayalım. Ne dersin Kayıhan halk sağlığı uzmanı olarak bu aşı şirketi süreçlerine?
KP: Çok haklısın Osman, ancak ben senin söylediklerini tekrarlamak yerine önümüze bakarsak şöyle bir şeyi vurgulamanın daha doğru olacağını düşünüyorum; biliyorsun Moderna’yı sıkıştıran işlerden bir tanesi de Amerika’daki Ulusal Sağlık Enstitüsü’nün bu ar-ge faaliyetlerini aktardığı yüksek miktardaki bütçe. Bu bütçeleri hem ABD hem AB hem İngiltere, Japonya ve başka ülkeler açısından söylüyorum, ortak havuzda biriktirerek, DSÖ öncülüğünde belki ortak bir enstitü ve laboratuvar üzerinden dünyanın -hiç olmazsa bulaşıcı hastalıklara- bir ortak tutum almasında yarar var. Yoksa işte 10-11 tane yeni dolar milyarderi yapmak işlevini sürdürürken aşı şirketleri dünyanın çok büyük bir bölümüne -Afrika başta olmak üzere- aşı sağlayamaz durumdadır. O yüzden de eğer -bizim az önce de söylediğimiz gibi- sağlığın en temel insan hakkı olduğu konusunda samimi isek bu kaynakları birilerini zengin etmek için değil, dünyaya bulaşıcı hastalıklardan koruma sağlamak için aktarmayı becermemiz gerekir. Sonuçta bu aşıların bulunması için aktarılan kaynakların çok büyük bir bölümü kamusal kaynaklar. Şirketler bunları kendi kaynakları ile bulmuş değiller, ama maalesef kamusal kaynaklarla bulunmuş olmasına rağmen büyük ölçüde bunlar patent koruması altına alınıyor. Bu arada bu Moderna’nın girişimi ve diğer aşılar açısından da bir Dünya Ticaret Örgütü engelinin halen var olduğunu da hatırlatalım dinleyicilerimize. Hatırlarsan daha önce de bu Güney Afrika ve Hindistan’ın başvurusu üzerine DTÖ’nde tartışılmıştı, ama Bill Gates de içinde olmak üzere bazı kurum ve kişilerin bunu reddetmesi üzerine o zaman da DTÖ’den bir olumlu yanıt alınamadığı için dünyanın gündemine getirilememişti. Oysa gerçekten çok önemli bir konu.
KONDA araştırmasına göre toplumun halk sağlığı önlemlerine güçlü bir desteği var
OE: Daralan zamanımızı da dikkate alarak hızla Türkiye’ye yönelmek istiyorum; Türkiye için aslında dört tane rapor yayınlandı bu süreçte ve bu dört raporu vurgulamak istiyordum. Zamanı dikkate alarak üç raporu vurgulayıp birisini iki hafta sonraya bırakmak istiyorum. Raporlardan ilki DİSKAR’ın, Devrimçi İşçi Sendikaları’nın yayınladığı Covid-19’un işçilere etkisi raporu. Rapor vesilesi ile görüyoruz ki iki yıllık süre içerisinde Covid-19 birkaç belli başlıkta emekçiler üzerinde olumsuz etki yarattı. Biri, ortalama ücret asgari ücrete yaklaştı; başka bir deyişle herkes asgari ücret standardına indi. İkincisi, Covid-19’un yarattığı ekonomik kriz nedeniyle bugün itibariyle kredi kartı borcunu ödeyemeyen çalışan işçi kesimi %25’e ulaştı. Covid-19’un sosyal, ekonomik destek programı içerisinde kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izin ödeneği sadece işçilerin %30-32’sine ulaştı. Bu durumda çalışanlar yoksullaşırken ciddi bir sosyal desteğin, ekonomi desteğinin onlara gelmediğini DİSKAR’ın araştırması ortaya koydu. İkinci sözünü etmek istediğim veri İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin verileri. Tüm Covid-19 sürecinde, yani geçen iki yıllık sürede en az 1400 işçinin Covid-19’dan öldüğünü ki bunun %37’sinin sağlık çalışanları olduğunu ortaya koydu İSİG Raporu. Tabii meclisin kendisi de dedi ki tüm ölümleri tarifleyemiyoruz, örneğin hiç göçmen işçi ölümü yok çünkü takip eden kimse yok. Burada iki vurguyu öne çıkarmaya çalışacağım; biri omikron sonrası emekli işçi ölümlerinin arttığını ortaya koydu bu rapor. Bu durum omikron hafif geçiyor cümlelerinin ne kadar yanıltıcı olduğunu gösteriyor. İkincisi de 50 yaşın altında işçi ölümleri tüm işçi ölümlerinin %46’sı ne yazık ki. Oysa biz 50 yaşından daha önce çok sık ölüm beklemiyoruz. Ancak bu veri çalışanlar için Covid-19’un toplumun diğer üyelerinden ne kadar ağır yıkıcı bir ölüme, mortaliteye neden olduğunu gösteriyor. Üçüncü vurgulamak istediğim ise Hayat ve Evony tarafından yayınlanan KONDA verileriyle Covid-19’da değişen hayat. Bu veriler şu açıdan önemli: İktidarın iki yıldır durmaksızın tekrarladığı, anlatmaya çalıştığı “İhmalkarsınız, maske kullanmıyorsunuz, elinizi yıkamıyorsunuz, tedbirleri almıyorsunuz” cümlelerinin gerçeklikle bir ilgisi olmadığını bu veriler ortaya koyuyor. Çünkü, örneğin maske kullanımı Mayıs 2020 sonrası her ay olmak üzere %80’in üzerinde, yani toplum maske alışkanlığını hâlâ devam ettiriyor. El yıkama Eylül 2021’e kadar %80’in üzerinde. Özellikle kadınların, aşılıların, kentlerde yaşayanların daha fazla tedbirlere uyduğunu gösteriyor. Ama bu tedbirlere rağmen toplumda çok yaygın bir hastalığın oluştuğu, örneğin toplumun %37’sinin hastalandığını, %50’sinin ise ev içinde bir akrabasının hastalığına tanıklık ettiğini gösteriyor KONDA verileri. Yine ezber bozan bilgilerden biri, toplumda aşılanma oranı ile hayat tarzları arasında bir farklılığın olmadığını, yani muhafazakarların, liberallerin, modernlerin benzer aşı oranlarına sahip olduğunu gösteriyor bu rapor. Bir başka veri, toplumun halk sağlığı önlemlerine güçlü destek verdiğini görüyoruz. Örneğin pandemi döneminde “tatil alanlarını kapatalım mı?” sorusuna %65’i “evet, kapatabiliriz” diyor. Seyahatler şehirler arasında “kısıtlanabilir” diyor toplumun %52’si. Üçüncüsü, toplum gerçekten ülkenin iktidarına göre çok daha sağduyulu, çünkü diyor ki “pandemi en az bir yıl daha devam edecek ve ben maskeyi çıkarmayacağım”. Tam aksi yönde, Sağlık Bakanlığının twit’lerine rağmen bunu söylüyor ama sağlık açısından ne durumda? Özellikle Kayıhan’ın burada görüşüne ihtiyacım var; toplumun %46’sı bu iki yıllık süreç içerisinde sağlık sorunlarını ertelemiş -özellikle 49-64 yaş grubu-, %33’ü, yani üç kişiden biri hiç sağlık kurumuna başvurmamış geçen iki yılda, %44’ü kilo almış, %30’u ise huzursuz uyuyor, hayat ona ağır geliyor ve depresif semptomları artmış. Evet, toplum sağduyulu; maskeye, tedbire sahip çıkıyor ama sağlığı giderek bozulmuş ve sağlık hizmetine ulaşılmayan iki yıl yaşamış durumdayız siyasi iktidarın “ihmalkarsınız” cümlelerinin aksine. Böyle bir sağlık ortamında nasıl bir halk sağlığı politikası götürülmeli Kayıhan ne dersin?
KP: Osman, bu sözünü ettiğin özellikle iki yıllık süre içerisinde sağlık hizmetlerine erişememe ve birtakım işte “evde kal” uygulaması gibi uygulamalar nedeniyle örneğin kiloda bir artış gibi kavramlar pandeminin ikincil etkisinin özellikle önümüzdeki yıllar içerisinde, önümüzdeki 5-10 yıl içerisinde çok daha sıkıntı yaratma potansiyelini gösteriyor. Bu hem 60 yaşın üstündekilerde karşımıza çıkacak hem de çocuklarda ve gençlerde. Onları hem okul ortamından uzak tutmamız hem eğitimdeki eşitsizlikler hem de pandeminin yarattığı ruhsal sorunlar yüzünden. O yüzden yani bugünkü Sağlıkta Dönüşüm Programının böyle bir yaklaşımı söz konusu değil ama ivedi olarak pandeminin ikincil etkisini masaya yatırıp kısa, orta ve uzun erimli eylem planlarının her yaş grubu ve risk grubuna göre hayata geçirilmesi için bir çaba göstermek gerekecek. Yoksa bir süre sonra işte birtakım ruhsal sorunlar, birtakım kas-iskelet sistemi sorunları, birtakım metabolik sorunlar, şeker hastalığı, hiper tansiyon vb. sorunların artışına hep birlikte tanıklık edeceğiz. Bir şey daha söyleyeyim; bu dönemde Türkiye’de de dünyada da maalesef aşıyla korunabilir hastalıklara karşı aşılama oranlarında da birinci basamağın biraz daha zayıflaması nedeniyle bir azalma gözleniyor. Bütün bunlar sıkıntı yaratabilir, yani bir örnek olsun diye söylüyorum, örneğin şu anda Afganistan çocuklarda kızamık salgınıyla baş etmek için ciddi bir arayış içerisinde. Söylemek istemem ama bunun bir süre sonra dünyanın başka ülkelerinde de etkisini görebiliriz. Bu yüzden bu ikincil etkiye dönük bir eylem planının ve planlarının ivedi olarak gündeme gelmesinde büyük yarar var.
Dünya'da artan vaka sayıları Türkiye'ye yansıyacak mı?
OE: Son bölümde de geleceğe dair başlayan kıpırtılardan bahsetmek istiyoruz. Bu arada belirtmek isterim ki son rapor Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın raporuydu, çok değerli bir rapor, bunu daha geniş tartışmak için iki hafta sonraya bırakmayı daha doğru buluyorum. DSÖ’nün 15 Mart’ta açıkladığı son durum raporunda 11 milyondan fazla vaka var ve vakalar küresel düzeyde tekrar artışa geçti. Özellikle vakalar Batı Pasik bölgesinde, bizim için Uzak Asya diyebileceğimiz yerlerde %40’ların üstünde bir artışta. Hatta Güney Kore’de 600 bini aşan günlük vakalar görülmeye başlandı. Vaka sayılarına baktığımız zaman dünyada ilk beş ülkenin ikisi Güney Kore ve Vietnam; yani uzak Asya - Batı Pasifik’ten. Almanya, Hollanda ve Fransa ise ilk beşe girdi. Yani Avrupa’da tekrar artıyor vaka sayısı. Avrupa’daki 20 ülkenin vaka sayıları, geçtiğimiz hafta %20’den daha fazla arttı. Ölümlerde ise beklenmedik bir ülke, Çin ilk beşe girdi. Avrupa’da ise Rusya, Almanya ve İtalya ölümlerin ilk üç sırasında. Türkiye’ye baktığımız zaman Türkiye’de yedi günlük vaka sayımızda %37, 14 günlük vaka oranlarımızda %58 gibi ciddi bir azalma var. Bu azalma ölümlere de yansımış durumda, ölümlerimizde de %20 ve %40 gibi yedi ve 14 günlük süreçlerde azalma var. Ancak bir noktaya dikkatinizi çekmek isteyeceğim; Sarkaç’ta yayınlanıyor, biliyorsunuz İstanbul’da fazladan ölümler hakkında, 5-11 Mart’ta İstanbul’da 1890 ölüm var ve bu fazladan ölümler bir önceki haftaya göre aynı, yani azalış trendinde, geçtiğimiz hafta durdu. Dünya genelinde vakaların özellikle halk sağlığı önlemlerinin kaldırılmasıyla birlikte arttığını görüyoruz. Özellikle BA2, omikronun alt varyantının daha çok tartışıldığını görüyoruz. Ne dersin Kayıhan, vakalarda özellikle halk sağlığı önlemlerinin göz ardı edilmesiyle tekrar bir artış başladı gibi duruyor, Türkiye’ye yansıyacak mı sence?
KP: Elbette yansıyacak, ama biz bunu Sağlık Bakanlığı rakamlarında görebilecek miyiz? Ondan emin değilim. Yani ocaktan beri biliyorsun dünyada istikrarlı bir şekilde bir azalma söz konusuydu ama son hafta maalesef dünya genelinde bildirilmiş, doğrulanmış vakalarda %8’lik bir artış oldu. Burada Avrupa’nın -özellikle bizi ilgilendirdiği için söyleyeyim yani, dünyayı sen söyledin- artışta olduğu yani Almanya’da, Hollanda’da, Fransa’da, Avusturya’da, Portekiz’de, Yunanistan’da ve İsviçre’de artış eğilimleri var. Bir ülkeyi daha söyleyeyim Rusya... Rusya’nın şöyle bir önemi var, biliyorsun bu Ukrayna’daki savaşla birlikte hem Ukrayna’dan hem Rusya’dan Avrupa’ya büyük bir göç var. Şu anda örneğin Polonya’da bu artışı çok net görmüyoruz ama önümüzdeki günlerde görebileceğimize ilişkin işaretler var. Dolayısıyla bu artışın bir yandan halk sağlığı önlemlerinin terk edilmesi -ki Danimarka ve Belçika burada bir örnek olarak verilebilir- öte yandan Ukrayna’daki savaşın çok sayıda insanın Avrupa’ya göçmesi nedeniyle bir potansiyel sıkıntı oluşturabileceği durumu var. Bir yandan da -artık bunu daha net söylemek lazım Osman- biliyorsun, aşı korumasında bir azalma var, son araştırmalar bize bunu çok net gösteriyor. O yüzden de örneğin dördüncü doz tartışmaları biraz daha fazla bugünlerde karşımıza çıkmaya başladı. Bu omikronun bir alt dizisi olan BA2’nin daha hızlı bulaşıyor olması bir risk oluşturuyor, özellikle de risk grupları açısından. Bütün bunlara baktığımızda Türkiye’deki eğilimin Avrupa’daki vaka yükselmelerinden birkaç hafta sonra karşımıza gelebileceğini de bildiğimiz için muhtemeldir ki 2-3, belki dört hafta sonra Türkiye’de de bunların bir artış eğilimi karşımıza çıkabilir gibi görünüyor.
OE: Özellikle BA2’nin omikrondan bulaşma açısından BA1’e göre %56 oranında daha fazla bulaşıcı olduğu ve ev içi, hane içi atağı daha yüksek olduğunu vurgulamak lazım. Belki bir son cümle delta ile omikronu birleştiren varyantın Fransa Pasteur Enstitüsü tarafından da doğrulandığını ve bu yeni varyantın Avrupa’dan sonra en son İsrail’de de saptandığını vurgulamak gerekiyor. Tabii Türkiye’nin başından itibaren söylediğimiz gibi yeterli genomik analiz yapmadığı için bu süreçlerin neresinde olduğunu bilmeden yol aldığımızı vurgulayıp yavaş yavaş şarkıyla bitirmek lazım herhalde?
ÖM: Evet, süreyi de bitirdik.
OE: Evet, süreyi aşmadan, biz bugün Mavi Sakal’dan bir şarkı seçtik. 90’lı yıllardan bir parça, diyor ki “Sevmiyorsan, teşekkür etmeyi bilmiyorsan, bıktım diyorsan, anlamam diyorsan, sözün kısası huzurumuzu kaçırıyorsan hayatımızdan çek bi çektir git!” diyor. Hoşça kalın!
OM: Teşekkürler, görüşmek üzere.
ÖÖ: Görüşmek üzere.
KP: Hoşça kalın!