Covid'e bağışıklık geliştirmede yeni yöntem onaylandı

-
Aa
+
a
a
a

DSÖ 24 Eylül’de yüksek risk altındaki hastalarda laboratuvar ortamında üretilmiş monoklonal antikorun erken dönemde kullanılmasını onayladı.

Covid tedavisinde yeni bir yöntem
 

Covid tedavisinde yeni bir yöntem

podcast servisi: iTunes / RSS

(30 Eylül 2021 tarihinde Açık Radyo’da Salgınlar Çağı programında yayınlanmıştır.)

 

Ömer Madra: Merhabalar Osman bey, Kayıhan bey!

Osman Elbek: Merhaba, günaydın!

ÖÖ: Günaydın!

Kayıhan Pala: Günaydın!

ÖM: Evet bugün ne var pandemide sağlıkta, Salgınlar Çağı’nda?

OE: Ömer bey sizi tatil dönüşünde daha güzel haberlerle karşılamak isterdik ama ne yazık ki söyleyeceğimiz cümleleri hani olumsuz değil korkutucu aşamaya girdi. Çünkü bir önceki DSÖ’nün durum raporunda Türkiye en yüksek vaka saptanan beşinci ülkeydi, hafta başında dördüncü sıraya yükseldi.

ÖM: Dördüncü sırada.

OE: Hayır artık üçüncü sıradayız ne yazık ki!

ÖM: Öyle mi? Dördüncü olarak vermiştik pazartesi günü. 

OE: Pazartesi oradaydık, çok hızlı bir yükselen dinamikteyiz ne yazık ki.

ÖÖ: Kimi geçtik?

OE: Hindistan’ı da geçtik ve ABD, Birleşik Krallık’tan sonra üçüncü sıraya oturduk. Yalnız burada bir şeye dikkat çekmek isteriz: Türkiye sanki üçüncü gibi ama kıyaslarsak, örneğin Birleşik Krallık’ın nüfusu 68 milyon, Türkiye göçmenleri saymazsak 85 milyon. Doğal olarak bizim daha çok test yapmamız lazım. Halbuki öyle değil; Türkiye, dün itibariyle konuşursak, örneğin 356 bin civarında test yaptı, Birleşik Krallık 861 bin test yaptı, bizim iki katımızdan fazla. Baştan itibaren DSÖ “test, test, test” diyor erken vakalar için, doğal olarak Birleşik Krallık’ın bizim iki katımızdan daha fazla test yapmış olması hasta sayısını da daha fazla bulmasına yol açıyor. Biz dün akşam 29 bin küsur açıkladık, Birleşik Krallık 36 bin küsürde. Hani bu vaka sayısı itibariyle sanki ikinci sırada gibi Birleşik Krallık ama test pozitifliğine bakarsak Birleşik Krallık %4.3’te, biz dün akşam itibariyle %8.2’de. O yüzden hani Birleşik Krallık kadar test yapabilsek aslında dünyanın ilk iki sırasında; birinci sırada ABD, ikinci sırada da herhalde uzun yıllardır küçük Amerika olmak isteyen Türkiye var gibi duruyor. Almanya kıyaslaması da önemli. Çünkü bize nüfusu benzer... Bilelim ki bu bir kader değil; önlemlerinizi alırsanız kontrol altına alabiliyorsunuz salgını. Örneğin Almanya geçtiğimiz haftayı günlük 7.700 civarında vaka, 57 vefatla geçirdi. Başka bir ifadeyle Türkiye Almanya’ya kıyasla aynı nüfusta olmasına rağmen vaka sayısı 3,5 ölüm sayısı da dört kat daha fazla her gün. Ne yazık ki ölüm sayısı konusunda da DSÖ Avrupa bölgesinde Rusya’dan sonra ikinci sıradayız ve bu ay salgının başından beri en yüksek can kaybı olan ikinci ay olacak ne yazık ki. Son bir veriyi de sayın bakanın sözlerini hatırlatarak Kayıhan’a bırakmak isterim sözümü; sayın Koca “0-17 yaş grubunda vaka sayımız %10’dan %25’e yükseldi” dedi. Aktif vaka sayımızın 450 bin civarında olduğunu düşünürsek, bunun %25’inin 0-17 yaş grubuna oranlarsak 0-17 yaş grubunda vaka görülme olasılığının, oranının Türkiye ortalamasından yaklaşık 2,5 kat fazla olduğuna dikkat çekmek istiyorum. Bilmiyorum Kayıhan niye sadece biz bu vakalardan ürküyoruz. Açıklanan vaka sayıları kamu politikasında hiçbir değişikliğe neden olmuyor. Sadece “önlemleri alın ve rehavete kapılmayın” twitleri dışında bir şey göremiyoruz. Sen ne görüyorsun bir halk sağlığı perspektifiyle?

"Türkiye’de bizzat sayın sağlık bakanının kendisi de uluslararası kabul edilen ölçütlere göre bir değerlendirme yapmayı reddediyor"

KP: Osman öncelikle şunu söyleyeyim, maalesef Türkiye’de bizzat sayın sağlık bakanının kendisi de uluslararası kabul edilen ölçütlere göre bir değerlendirme yapmayı reddediyor. Bir tane örnek vereyim, örneğin biliyorsun sağlık bakanı twitter hesabından ilginç bir paylaşım yaptı. Diyor ki “günlük vaka sayısında 20 binin üstünü kritik eşik kabul ediyoruz”. Ben de sormak isterim sayın bakana, neye dayanarak bu 20 bin rakamını belirlediniz? Çünkü dünyada kabul edilen bu pandemi sırasındaki kritik eşik haftalık görülme sıklığının 100 binde 100’ün üstünde olması. Bunu Türkiye nüfusu üzerinden günlük vaka sayısı hesabıyla söyleyecek olursak, Türkiye için günlük kritik eşik yaklaşık 12 bin. 12 binden biraz az ama biz 12 bin diyelim. Dolayısıyla 12 bin olarak toplumla buluşturulması gereken bir kritik eşik rakamını bile 20 bin olarak söylemeye başladığımız andan itibaren zaten vaka sayılarındaki artışı umursamaz bir duruma gelmiş oluyoruz ki bir parantez açalım, sen de biliyorsun, Ağustos’un ilk haftasından bu yana Türkiye’de sağlık bakanlığı tarafından açıklanan olgu sayılarıyla ölüm sayıları arasındaki ilişkide bir tuhaflık var. Daha önceki aylara ve yıla benzemiyor, bir başka değişle bu kadar yüksek, 200’ün üstünde ölümler olurken günlük olgu sayısının 30 binin üstünde, 40 bin civarında olmasını beklediğimiz bir dönemde işte 20-30 bin aralığında gidiyor. Bu da tekrar “acaba bütün doğrulanmış olgular duyurulmuyor mu ya da test yapma politikasıyla ilişkili olarak başka bir sorun mu var?” sorusunu gündeme getiriyor. Aksi halde eğer böyle bir durum yok ise, Türkiye’de dünyadan farklı olarak olgu-ölüm hızında bir artış trendinin yaşandığı söylenebilir ki bunun yaşanıyor olması için herhangi bir gerekçenin olmadığını biliyoruz. Çocuklardaki…

ÖM: Pardon bir tek şey sormak istiyorum burada, akla gelen bir soru; yani gündelik resmi açıklamalar yapılıyor, rakamlar veriliyor bakanlar tarafından ve bunu gazeteciler de izliyorlar. Bir tek gazeteci bile çıkmıyor bilebildiğim, görebildiğim kadarıyla sizin biraz önce söylediğiniz sualleri bakana ve yetkililere yönelten. Neden acaba?

KP: Sanırım Ömer bey burada kim gazeteci, kim gazeteci değil sorusu karşımıza çıkıyor. Çünkü gerçek gazetecilerin bu soruları, yalnızca benim dile getirdiğim sorular değil bunlar, bu işle uğraşan, epidemiyolojini, halk sağlığını bilen insanlar uzun zamandır bunu gündeme getiriyorlar. Bu arada şunu da en azından gazetecilerin sorması beklenir; hadi bu kadar ayrıntıya girmeyelim, sağlık bakanlığı 1,5 yıl geride kalmış iken neden halen ölümler ve olguların yaş dağılımını, cinsiyet dağılımını, il dağılımını, meslek dağılımını, eşlik eden hastalık dağılımını açıklamıyor? Bu bence çok yakıcı bir sorundur. Burada iki tane gerekçe olabilir; ya bir şey gizlemek istiyor ya da açıklayamıyor. Elinde birlikte çalıştığı insanlara bunu açıklayabilecek yeterliği yok. Ben yeterliği yok meselesine çok yakın insanlardan değilim çünkü sağlık bakanlığında çok sayıda iyi yetişmiş halk sağlığı uzmanı var. Onlardan bir tanesi bile görevlendirilse bunlar hemen açıklanabilir. O zaman “sağlık bakanlığı bir şey mi gizlemeye çalışıyor?” diye bir soru maalesef karşımızda duruyor. Bunu gündeme getirebilen, bakanın açıklama yaptığı sırada orada olanların da belki gazeteci kimlikleri var ama gerçek anlamda gazeteci olduklarını söylemek zor. Son olarak şunu da söyleyeyim bu ölümle ilgili Osman, bu yaş dağılımı içerisinde %11’den %25’e nasıl çıktı olgular içerisinde çocukların oranı? Elbette okullar açılınca bu beklendik bir şeydi, bunda bence bir sıkıntı yok ama eğer hastaneye yatışlar, yoğun bakıma yatışlar ve ölümler içerisinde yaş açısından bir sıkıntı var ise o zaman bizim çok dikkatli olmamız gerekir. Bunu anlayabilmek için de bütün verilerin şeffaf bir şekilde kamuoyuna sunulması gerekir. Bu sunulmadığı için maalesef herhangi bir şey söyleme şansımız yok. 

DSÖ yüksek riskli hastalarda yeni tedavi yöntemini onayladı

OE: Bu arada yeni bir gelişme var; günlük ortalama 225 ölümün olduğu bir ülkede yaşıyor olmanın da getirdiği sebeple bu gelişmeyi gündeme almak istedik. DSÖ 24 Eylül’de riski yüksek hastalarda, aşılanmamış veya aşı yapılsa da yeterince antikor oluşmamış kişilerde, eğer riskleri de yüksekse, yani 65 yaşın üzerindeyse, kronik böbrek yetmezliği, kronik akciğer hastalığı, koah gibi, şeker hastalığı veya bağışıklık sistemini baskılayan bir sorun varsa, monoklonal antikor denilen, laboratuvar ortamında üretilmiş antikorun erken dönemde kullanılmasını onayladı. Çok uzun bir süredir Covid tedavisinde yeni bir ilacımız yoktu, böyle bir onaylamayı gerçekleştirdi DSÖ. Bu bir pasif bağışıklık; yani aşı gibi vücudunuza aldığınız bir örneğin kendi vücudunuzda antikor üretmesi değil, virüsle kendi antikorlarınızla savaşmanız değil. Aksine, dışarıda laboratuvar ortamında üretilmiş antikorların virüsün hücre yüzeyine yapışacak noktalarını hedeflemesi, hücreye yapışamamasını sağlaması ve virüsü hızla vücuttan uzaklaştırarak ağır hastalık gelişimini önlemeye yönelik bir tedavi protokolü. Bunu 24 Eylül itibariyle DSÖ, bu iki kuralla, yani antikoru yeterince gelişmemiş veya aşısızlarda ve tedavi amacıyla erken dönemde önerdi. Tabii bir önerisi daha var ki çok kritik; hızla tedavi maliyetinin düşürülmesi konusunda şirkete çağrıda bulundu DSÖ. Çünkü ABD’de ve Almanya’da bu tedavi maliyeti 2000 Dolar civarında, Hindistan’da 820 Dolar. Hindistan’ı özel olarak vermemin nedeni biliyorsunuz Remdesivir’de yaşadık; Hindistan’dan Türkiye’ye bu tür ilaçlar ruhsatlandırılmadığı zaman kaçak olarak geliyor ve el altından ancak o parayı ödeyebilenlere sunuluyor. Hızla Türkiye’nin Remdesivir’de yapmadığı bir şeyi yaparak bu ilacı ruhsatlandırıp kriterlerini iyi tarif edip ülkedeki gereken insanlara ulaşabilir hale getirilmesini sağlamak lazım. Aksi takdirdeki ekonomik eşitsizlik, sağlığa erişimde ve ilaçlara erişimdeki eşitsizliğe neden oluyor. Bu tedaviyi örneğin Favirpiravir gibi etkisinin artık olmadığını bildiğimiz, karaciğer üzerinde yan etkisi olduğunu bildiğimiz bir ilacı hani filyasyon adı altında her eve, her kişiye dağıtmak yerine ruhsatlandırılmış, sosyal güvenlik kurumu tarafından ödenen ve tanımlanmış endikasyonda herkese değil, sadece tanımlanmış endikasyonlarda gereken insanlara kamu güvencesinde ulaşmasını sağlamamız lazım. Bir kere daha bu vesile ile sağlık bakanlığının tedavi rehberinin her kalemiyle artık güncelliğini yitirdiğini, yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini vurgulamak istiyorum. Buradan hızla üçüncü ve dördüncü dozlara geçmek istiyorum. Özellikle Kayıhan’ın bu konudaki bakış açısı çok önemli olacak. 

Biliyorsunuz Türkiye’de geçtiğimiz hafta bir haber verildi, Turkovac’ın artık seri üretime geçilmesine dair birtakım anlaşmalar konusunda görüşme yapıldığı ifade edildi. Henüz DSÖ’nün aşı sayfasına yansımamış olsa da Türkiye’de biz bugün biliyoruz ki Koçak firmasının faz1’de yürüttüğü bir araştırma var. Virüs benzeri proteinlerin, virüs benzeri partiküller üzerine yapılan aşı araştırması faz2 aşamasında. Haziran 2021’den itibaren de Turkovac da faz3 aşamasında. Ancak özellikle Turkovac’ın faz1 ve faz2’sine dair bugün itibariyle ne bilimsel bir dergide ne de sağlık bakanlığının bir raporunda sonuçlarını okumadık. Turkovac’ın kullanılmasını, acil kullanım onayını taşımasına geldiği noktada faz1, faz2 ve faz3 verilerinin bilimsel bir araştırma veya sağlık bakanlığı tarafından yayınlanan bir raporla herkesin ulaşılabilir hale getirilmesine, bu anlamıyla sonuçlarının görülerek toplumda yaygınlaştırılmasına ihtiyacımız var. Ne dersin Turkovac konusunda Kayıhan?

Turkovac aşısında ne zaman üretime geçilecek? 

KP: Öncelikle şunu söyleyeyim Osman, biliyorsun sağlık bakanı geçen hafta yaptığı açıklamada ekim ayında Turkovac’ın üretimine başlanacağını söylemişti. Dolayısıyla yarın 1 Ekim, henüz ortada bir şey yok. Senin de söylediğin gibi bizler Turkovac ya da diğer Türkiye’de üretilecek aşıları açıkçası merakla bekliyoruz ve heyecanla bekliyoruz. Bir an önce bu aşılar üretilebilirsin ki pandemiye karşı güçlü bir yanıt verelim. Hatta mümkünse bu yanıtın küresel düzeyde verilmesine de destek olalım. Ancak henüz ortada herhangi bir faz sonucu, bilimsel dergide yayınlanmış, bilimsel bir raporu topluma açıklanmış bir aşı söz konusu değil. O yüzden de bundan daha fazla bir şey söylemek pek mümkün görünmüyor. Umarım kısa zamanda faz1, faz2 ve faz3 sonuçları bir bilimsel, hakemli dergide yayınlanır ve biz bunun üzerinden değerlendirme olanağı buluruz diye düşünüyorum. Onun dışında şu anda Türkiye’de aşıyla ilgili bir şey söylemek mümkün değil ama geçmişe bir atıfta bulunalım istersen Osman. Hatırlarsan geçtiğimiz yılın kasım, aralık aylarında da sağlık bakanı, 2021 yılının Nisan’ından itibaren yerli aşının kullanıma gireceği iddiasında bulunmuştu. O iddianın da hayatta bir karşılığının olmadığını yaşayarak öğrenmiş olduk. 

OE: Sayın cumhurbaşkanı geçmişte Ocak 2021’de, yeni yılla birlikte yerli aşının kullanılacağını ifade etmişti. Zaten bu 1,5 yılda bol karşılığını görmediğimiz müjdeler gördük. Ortada sadece günlük, bugün itibariyle 225 insanın öldüğü gerçeği var bu müjdelerin karşısında.

KP: Bir şey soracağım burada bana çok sorulan bir şey; Türkiye’nin olgu ölüm hızıyla dünyadaki olgu ölüm hızı arasında farklılık var. Yani dünyada kayıtlara girmiş veriler üzerinden hesaplandığında 100 kişiden ikisi ölmüş, Türkiye’de bu %1 civarında. Sağlık bakanı biliyorsun uzun zaman bunu Türkiye’de kullanılan tedavinin etkinliğiyle ilişkilendirmişti. Tedaviden önce hidroksiklorokinin bir işe yaramadığı sonrasında da favipiravirin bir işe yaramadığı ortaya çıktı. Dolayısıyla bunun tedaviyle filan ilgisinin olmadığı çok açık. Peki neyle ilgisi var? Senin ilk konuşmada üstüne vurgu yaptın, Türkiye’de test politikasının sınırlı olmasıyla yakından ilgisi var. Biz yeterince, gerçekten de olguyu bulamıyoruz. O yüzden de verilerimizi uluslararası düzeyde karşılaştırmak çok mümkün olmuyor. 

OE: Bir de bugün itibariyle hani toplam ölüm oranımız, vefat sayımız 60 bini aşmış olsa da fazladan ölümlerimizin 190 bine ulaştığını, bu yüzden aslında ölüm sayımızın gerçeklikle uyumsuz olduğunu ifade etmek lazım herhalde bu olgu-fatalite oranını planlarken. Büyük bir soru gurubu da bize üçüncü ve dördüncü doz hakkında geliyor. O yüzden programın ikinci yarısında en azından bu üçüncü ve dördüncü doz uygulamasını dünya örnekleriyle kıyaslayarak konuşmak istedik. 

"Aşı olanlarla olmayanlar arasında aşı etkililiğinin toplum verileriyle açıklanması lazım"

Biliyorsunuz Koronavac -ki ben aşı isimlerinde ısrarla şirket ve millet adları kullanmak istemiyorum, bu yüzden de Turkovac’ın çok yanlış bir tercih olduğunu ifade ederek devam edeyim-, Çin Sinovac firması tarafından üretilen Koronavac’ın ikinci dozdan yaklaşık 4-16 hafta sonra antikor düzeylerinde düşme olduğunu ve bu nedenle bir üçüncü doza, iki doz Koronavac’ın arkasından gerektiğini bugün itibariyle bilimsel olarak biliyoruz. Pfizer Biontech şirketleri tarafından üretilen Komirnaty’de ise yaşın kritik bir grup olduğu kanaatindeyim. Veriler 60 yaştan daha düşük yaş grubunda iki doz Komirnaty aşısının hâlâ koruyucu olduğu, bu anlamıyla İsrail yaklaşımına Kayıhan’ın nasıl baktığını çok merak ediyorum. İsrail ikinci dozdan beş ay sonra yaklaşık tüm yaş grubuna aşılama yaptı ve aşılama ile hastalık ve ağır hastalık oranlarını da azalttı gerçekten. Ancak dünyada aşı eşitsizliğinin bu kadar yüksek olduğu bir yerde sadece enfeksiyonu önlemek için “60 yaş altında ikinci dozdan sonra üçüncü doz yapmak gerekir mi?” tartışması var. Veriler sanki 60 yaşın üstünde, sağlık çalışanları gibi ağır hastalık riski altında olanlarda ve/veya kanser tedavisi gibi bağışıklık sistemini baskılayan herhangi bir ilaç kullananlarda ek dozun gerektiğine ama diğer gruplar için üçüncü doz konusunda gerçekten çok tedrici olmak gerektiğini kanaatimce vurguluyor. Hele hele sadece antikor düzeyi titrelerine -ki hani başkanlar düzeyinde bu tartışmanın yapıldığını görüyoruz “benimki kaç, sizinki kaç?” gibi-, göre yorum yapmak doğru değil. Çünkü antikor düzeyindeki herhangi bir titrenin koruyuculuğu doğrudan gösterdiğine dair bugüne kadar elimizde çok veri yok. Yüksek antikor titresi “az hastalanacağım, hastalığı hafif geçireceğim” konusunda da güvenilir değil. Hatta aksini gösteren araştırmalar dahi var. Bu yüzden antikor titrelerini birbirleriyle yarıştırmak yerine hastalık gelişimi üzerinden aşılara bakmak daha doğru. Tabii dünyada dördüncü dozu yapan tek ülkeyiz, iki Koronavac’ın arkasından bugün itibariyle iki Komirnaty yapabilen bir ülkeyiz. Bunu da görebildiğim kadarıyla 750 binden fazla kişiye yapmışız dördüncü doz olarak. Bakanlığın web sayfasından çıkarabildiğim rakam böyle dün akşam itibariyle, ama bu aşılamaya dair hiçbir veri yok. Ne dersin Kayıhan? Üçüncü dozu kimlere yapalım? Dördüncü doz konusunda senin görüşün nedir?

KP: İlk olarak şunu söyleyeyim Osman, halen Türkiye verilerini bilmiyoruz. Oysa ülkeler arasında senin de söylediğin literatürde de karşımıza çıkan farklılıklar var. Eğer immünoloji bilgisi çok yeterli olan bilim insanlarının aktardığı arka plana bakacak olursak, bunun o bölgenin, o insanların, o topluluğun bağışıklık alanındaki durumlarıyla da yakından ilişkisi olduğunu söylemek gerekir. O yüzden Türkiye’nin verilerine şiddetle ihtiyacımız var. Bakanlık gerçekten bunu niye açıklamıyor? Her programda söylüyoruz ama anlamak mümkün değil. Bugüne kadar 108 milyonun üstünde aşı yapılmış, iki doz aşı yapılan kişi sayısı toplumun yarısına yaklaşmış; o zaman çok basit bir şekilde aşı olanlarla olmayanlar arasında aşı etkililiğinin toplum verileriyle açıklanması lazım. Bu açıklanmadan söyleyeceklerimiz literatür bilgisi ve Türkiye’de sınırlı denekle yapılan araştırmalar üzerinden olabilir. Ben bunun üzerinden kişisel görüşlerimi söylemeye çalışayım. Tabii bunlar tamamen bilimsel verilerle desteklenen görüşlerdir, yoksa başka türlü kişisel görüş ifade etmem doğru olmaz. İlk olarak şunu söyleyeyim, sen de vurguladın, iki Sinovac aşısı bugün itibariyle hastalıktan korumaya yetmiyor. Dolayısıyla iki Sinovac aşısı olanların bir üçüncü aşıya ihtiyaçları var. Sık sorulan soru: “Hangi aşı olabilir?” Her ikisi de olabilir ama yapılan araştırmalardaki sonuçlar iki Sinovac sonrasında tek doz Biontech olunursa antikor düzeyinin daha yüksek olacağı biçiminde ama antikor düzeyinin daha yüksek olmasının ne anlama geldiği konusundaki belirsizliği sen de zaten ifade ettin. Fakat kesin olan şey şu, eğer iki doz Sinovac’lıysanız bir doz daha bir aşı yaptırın, ya Sinovac ya Biontech. Örneğin ben iki doz Sinovac üzerine bir doz Biontech aşısı yaptırmış olanlardan birisiyim, üç aşılıyım. Peki, şimdi iki doz Biontech olanlar açısından durum ne? Yine dünyadaki verilere, evet Türkiye’den bizim sınırlı sayıda elde edebildiğimiz verilere baktığımızda eğer bağışıklık sistemini baskılayan herhangi bir probleminiz yok ise iki doz Biontech şu an için yeterince koruma sağlıyor. İkinci dozdan sonraki altı ay geçtikten sonra bu durumun tekrar değerlendirilmesi gerektiğine ilişkin bir ortak görüş var. Dolayısıyla şu anda iki doz Biontech olanlar, eğer bir kanser, bir organ nakli ya da işte sürekli bir takım kronik hastalıkları nedeniyle çok fazla sayıda ilaç kullanmak gibi bir durumla karşı karşıya değillerse iki doz yeterli. Peki, iki doz Sinovac üzerine bir doz Biontech olanlar dördüncü dozu yaptırsınlar mı? Hayır, şu andaki bilgilerimiz bunun yaptırılması için henüz erken olduğunu çünkü daha yeni açıklanan birkaç araştırmanın verilerine baktığımızda iki doz Sinovac üzerine bir doz Biontech yaptıranların yeter miktarda, hatta çok daha yüksek miktarlarda bir antikor düzeyiyle karşımıza geldiğini gösteriyor. Ancak tekrar ediyorum Osman, bu konuda kesin bir şey söyleyebilmek için antikor düzeylerinin de bize yeterince güçlü kanıtlar vermediğinden yola çıkarak toplum verilerine ihtiyacımız var. Yani iki doz Biontech olanların hastalanma, yoğun bakıma düşme ya da ölmeleriyle ilgili olasılıkları hiç aşı olmayan ya da işte üç aşılı olanlarla karşılaştırarak ortaya koyabilirsek o zaman bizim insanlarımıza daha net kanıta dayalı yanıtları verme olanağımız olacak. Sağlık bakanlığına buradan bir kez daha çağrıda bulunalım; zaman geçirmeyin, bu verileri açıklayın, eğer açıklayabilecek düzeyde bunu hesaplayacak bir bilgi birikimi insan gücünden yoksunsanız biz elimizden gelen desteği sunmaya hazırız. 

ÖM: Biz de bir çağrının ucundan, başka bir yerden tutalım o zaman, gazetecilere de bu konuları sağlık bakanlığı yetkililerine resmi yetkililere lütfen sorun diyelim.

KP: Yani sormanın ötesinde bunun üstüne gitmek lazım. 

ÖM: Evet, sormakla başlasalar çok iyi olacak. 

KP: Çünkü gerçekten Ömer bey, yani biz Türkiye verilerini bilmeden aşıların ya eksik kullanımı ya da fazla kullanımı üzerine konuşmalar yürütüyor olabiliriz. İhtiyacı olmayanların fazla aşı yaptırması yerine Osman’ın konuşmasında söz ettiği gerçekten hiç şu anda aşılanmamış ya da aşıları eksik kalmış yurttaşlarımızın aşılanması için yoğun bir çaba tüketmek lazım. Çünkü bugün itibariyle henüz tam aşılı diyebileceğimiz insanların oranı Türkiye’de %50’yi bulmuş değil. Yani az önce söylediğimiz iki doz Sinovac üzerine bir üçüncü dozu olmuş olanlar ile iki doz Biontech olmuş olanların toplam sayısının nüfus içerisindeki oranından söz ediyorum. Henüz toplumun %50’sini bile aşılamamışken bir toplumsal bağışıklık düzeyini koruması için %80’lerin hatta 83’ün üstüne ulaşmak gerektiği delta varyantıyla birlikte ortada iken bizim asıl enerjimizi bu hiç aşılanmamış ya da aşıları eksik kalmış olanların aşılarını tamamlaması üzerine yoğunlaştırmamız gerektiğini ben de bir kez daha vurgulamış olayım. 

ÖM: Süreyi de sona erdirmek üzereyiz. Biraz geç başladık özür dileriz onun için de ama bir parça…

KP: Geçen haftaki parçamız çalınamamıştı bir teknik aksaklık yüzünden. Biz o parçadaki ısrarımızı sürdürüp bu hafta da onu dinleyelim istemiştik. İsterseniz aynı parça ile veda edelim. Bütün bizi dinleyenlere de sağlıklı günler dileyelim. Hoşça kalın!

ÖM: Hoşça kalın!

ÖÖ: Görüşmek üzere, hoşça kalın!