Adana'da faaliyet gösteren Genç Engelliler Gençlik ve Spor Kulübü Başkanı Celal Karadoğan ile deprem bölgesindeki engellilere yönelik çalışmaları konuşuyoruz.
(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)
Alper Tolga Akkuş: Merhaba Açık Radyo’ya, Sakat Muhabbet’e, sağlamcı zihniyetin kör topal muhalifine hoşgeldiniz. Ben Alper Tolga Akkuş. Bugün 14 Mart 2023 Salı, 6 Şubat Depremlerinin üzerinden 40 güne yakın zaman geçti. Sakat Muhabbet’te de bu konuyu üzerinde konulara değindik ve buna devam ediyoruz. Deprem bölgesinde Adana'da yaşayan ve depremin ilk gününden beri tüm deprem bölgesindeki engellilere, sakatlara ve ihtiyaçlara yönelik çalışmalar yürüten bir sakat hakları aktivisti bu hafta konuğumuz. Benim de çok yakın bir arkadaşım, hemşehrim Celal Karadoğan’ı misafir ediyoruz bu hafta. Celal, Açık Radyo’ya, Sakat Muhabbet’e hoşgeldin kardeşim, nasılsın, iyi misin?
Celal Karadoğan: Hoşbulduk, teşekkür ederim. Sen nasılsın Alper?
A.T.A.: Lafın gelişi soruyoruz ama sormak da gerekiyor bence. Yani kendi ruhsal durumumuzu korumak durumundayız. Mecburuz aslında buna.
C.K.: Evet.
A.T.A.: Celal kendini sosyal medya hesabında kısaca şöyle tanımlamışsın abi sen, ‘Sosyal girişimci, gençlik çalışanı, oğul, eş, baba, her anlamda sakat bir insan’ demişsin kendine ama bir de senden dinleyelim. Celal Karadoğan kimdir? Hem kendi sakatlık durumunu hem de bugüne kadar çalışmalarını özetle istersen öyle başlayalım.
C.K.: Tabi. Ben 1980 Adana doğumluyum. Bir yaşında geçirdiğim çocuk felci nedeniyle %86 bedensel engelliyim. Tekerlekli sandalye kullanıyorum. Evliyim. On dört yaşında, bir yaşında diyecektim, on dört yaşında bir oğlum var, Deniz isminde.
A.T.A.: Sana çünkü öyle gelir, bir yaşında gelir her zaman. Öyle diyorlar ya…
C.K.: Evet, doğru. Yani 2005’de Genç Engelliler Spor Kulübü'nü kurdum arkadaşlarımla birlikte. Çok uzun zamandır sivil toplum alanında çalışıyorum. Yani aslına bakarsan Alper bugüne kadar yapılan çalışmalardan çok bir şeyler oldu. Milli sporcular yetiştirdik ama bir şeyleri de hiç göremeden engelli haklarını savunmuşuz. Özellikle kırsalı hiç bilememişiz. Hep böyle uzak kalmışız kırsala açıkçası, kırsaldaki engelli yurttaşlara.
A.T.A.: Buna deprem de mi şahit oldun yoksa önceden de farkında mıydın?
C.K.: Yani açıkçası depremde şahit oldum ben. Kırsalda her anlamda çok büyük sorun var. Yani öncesi de sorun, şu an zaten sorun, gelecek de sorun. Hani biz engelli yurttaşlar olarak zaten bu ülkede böyle refah içerisinde filan yaşamıyorduk. İnsan haklarına saygılı bir toplumda, devlet anlayışıyla filan iç içe bir yaşam sürmüyorduk zaten. Fakat depremden sonra normalde hani yazar ya devlet dairelerinde, ‘Yangında ilk kurtarılacaklar’ diye.
A.T.A.: Evet, evet.
C.K.: Böyle afet anlarında maalesef engelli insanlar o kurtarılacaklar sınıfına girmiyor.
A.T.A.: 73’lüyüm ben. İlkokulda galiba 4’te mi 5’te mi ne yangın tatbikatı olmuştu. İstanbul'da yaşıyordum ben o zaman okulda. Hoca dedi ki bana, son derste oluyor tabii tatbikat, “Alper sen,” dedi, “Sen evine git,” dedi bana. “Tatbikat olacak, sen evine git,” dedi bana. 4’e gidiyorum daha. “Hocam,” dedim, “Niye eve gidiyorum ben,” dedim. “Yangın çıkınca ölecek miyim ben yani? Niye eve gidiyorum?” dedim. Tatbikat olduğuna göre benim de olmam gerekiyor. Yani çocuk aklımla…
C.K.: Bu çok güzel bir örnek. Yani çünkü bugün ne devletin ne yerel yönetimlerin, hatta ve hatta biz sivil toplumun, sivil toplumcuların da daha önce hiç düşünmediği bir şeymiş. Ama tabi ki aslolan birinci düşünmesi gereken kim? Tabii ki devlet. Devlet niye var. Devlet dezavantajlı yurttaşlarını korumak için var, bayındır hale getirmek için var. Yani tırnak içerisinde söylüyorum, “Devlet sahip çıkmak için var yurttaşlarına. Hele de engelli yurttaşlarına.” Yani şimdi biz afet döneminde böylesine büyük bir coğrafyayı böylesine büyük bir afet vurmuşken, aradan da üstelik 36 gün filan gibi bir zaman geçmişken, halen halen halen biz çadır arıyoruz. Biz engelli insanlara hasta bezi arıyoruz. Yani Sosyal ve Aile Politikalar Bakanlığı'nın elinde hangi engelli nerede oturuyor bilgisi vardır. Var! Yani ben bu devlete, 43 yaşındayım, 50 kere engelli olduğumu ispatladım devlet hastanelerinden aldığım raporla. Devlet böyle bir afet anında Celal Karadoğan nerede oturuyor bilmiyor mu? Nasıl bir engel durumuna, ne tip ihtiyaçlara sahip bilmiyor mu? Tabi ki biliyor. Yani işin kötüsü ortada bununla ilgili bir konu da yok. Kimsenin gündeminde de değil. Bir şekilde kadın örgütlenmeleri seslerini duyurabiliyor, kadınların orada yaşadığı haksızlıkları dile getirebiliyor. Fakat engelli yurttaşlarla ilgili maalesef bırakın dile getirmeyi, konuşulmuyor bile. Tek konuşulan yer şu anda proje hazırlıyorlar engelli dernekleri. ‘Sakatlar Depremden Nasıl Etkilendi?’ raporunu hazırlayacaklar. Şimdi Alper, sen alanı da bildiğin için, bizim sakat camiasını...
A.T.A.: Evet.
C.K.: Biliyorsun ki bizim sivil toplumcu sakatlara ver uçak biletini, yarın seni bu saatte Rio de Janerio’dan ararlar. “Proje var, gel de,” gelirler, Amerika'ya da gelirler, uzaya bile giderler. Yani “Uzaya gitmek isteyen ilk engelli olmak ister misin?” de, ben çok tanıyorum, “Beni götür” diyecek engelli, sivil toplumcu. Fakat deprem oldu. Yüz bin, yani bilemiyoruz, rakamları bile bilemiyoruz, kaç yurttaşımız, kaç bin yurttaşımız yaşamını yitirdi. Lütfedip sivil toplumcu, engelli arkadaşlarımız sahaya gelmiyorlar. Sorsak derler ki, “Biz engelliyiz. Deprem bölgesine nasıl gelelim?” Vakıflardan paralar alıp gidiyorsunuz o beş yıldızlı otellerde eğitim vermeye. Deprem bölgesine gelince mi sakatsınız? Burada bir takım yanlışlıklar var.
A.T.A.: Sen bir sakatsın. Sandalye kullanan bir sakatsın. Sen gidiyorsun değil mi? Sen sürekli oradasın çünkü. Görüyorum yani.
C.K.: Valla köy köy geziyoruz, ilçe ilçe geziyoruz ve kurduğumuz ilişkilerde gerçekten bugüne kadar sivil toplumla kurduğum ilişkiler gibi değil. Biz biliyorsun hak temelli çalışan, haklar ekseninde mücadele veren bir kuruluşuz. Ben de öyle bir insanım. Ama şu an geldiğimiz noktada Medine fukarası gibi olduk. Yani engelli insanların bezi yok, sandalyesi yok. İşte burada insan sormadan edemiyor. Bu beş yıldızlı otellerden davet alınca, uçaklara binip gelen sakatlar, afet anında niye gelip de bir engelli çocuğun başını okşamıyorlar? Neden, “Evladım bir ihtiyacın var mı?” diye sormuyorlar? Sorunca, “Eee sakatın deprem bölgesinde ne işi var?” Ama sakat gidiyor öyle yurt dışında toplantılara her yere. Açıkça tepeden tırnağa büyük bir öfke ve kin doluyum.
A.T.A.: “Ne işi var diyorsunuz?” da sakat insan orada depreme yakalanıyor. O depremde sakat olmayan sakatlanıyor. Böyle şeyler de var, işin bu boyutları var tabii.
C.K.: Tabi olayın çok boyutu var. Yani depremden önce engelli olan yurttaşlar var, bir de deprem nedeniyle engelli olan yurttaşlar var. Onların rehabilitasyon süreçleri var. Hayata katılım diyeceğim de sanki biz öncekileri kattık da sanki.
A.T.A.:Sakat Muhabbet’te bu üçüncü depreme yönelik program oluyor. İki haftada bir yapıyorum çünkü. İlk programda benim başlığım, ‘Ya Sakatlar ve Sakat Kalanlar’ idi. Yani tüm Türkiye'ye çağrı. Yani, “Deprem,” diyorsunuz, “Hep öldü şu kadar, yaralı bu kadar.” Ama içinde kaç sakat var, kaçı kör, kaçı ortopedik, kaçı sağır, kaçı zihinsel engelli? 6 Şubat gününe dönelim. Adana'da yaşıyorsun. O gün, 6 Şubat'ta neler oldu ve ilk anda, ilk birkaç gün içinde neler gözlemledin? Sakatlık alanındaki dernekler ne yaptı, siz ne yaptınız?
C.K.: Şimdi 5 Şubat akşamı, ertesi gün okullar açılacaktı. Oğlan liseye hazırlanıyor. Hep beraber güzel bir akşam geçirdik, muhabbet ettik filan. Uyuduk, bir uyandık, cehennem gibi bir ortama uyandık. Yani gerçekten sanki distopik bir filmin içinde gibiyiz. İlk ben uyandım evde, sonra eşimi uyandırdım. Oğlanla birlikte bizim yatak odasının kapısında... Çok uzun sürdü, Alper. İnanılmaz uzun sürdü. Açıkçası biz daha önce evde depremle ilgili konuşmuştuk ne yapmamız gerektiği ile ilgili. Özellikle de pandemide can sıkıntısından kaynaklı tatbikat filan bile yapmıştık ama sonrasıyla ilgili hiçbir planımız yoktu. Çünkü gerçek deprem olmuyordu. Tatbikat bitiyordu, çayımızı, kahvemizi alıp normale dönüyorduk. Ben deprem bittiği anı çok iyi hatırlıyorum. Eşimle göz göze geldik, “Sen çocuğu al, in, ben geliyorum,” dedim. Yerde oturuyordum o an. O sırada oğlum bir kolumdan çekip eşimle birlikte sandalyeye oturtturmaya çalışıyorlar. Ben onlara, “Gidin!” diyorum. Onlar beni çekmeye çalışıyor ama garip bir 20 - 30 saniyelik bir süre geçirdik.
A.T.A.: Kaçıncı katta sizin ev?
C.K.: Dördüncü katta.
A.T.A.: Nasıl indin aşağı? Sakat birisinin tam deneyimi olarak daha iyi olur söylemen.
C.K.: Yani şöyle açıkçası, sevgili eşim ve oğlum, erişilebilir bir memlekette yaşamadığımız için bu tip şeylere çok alışkın. Asansör bazen bozuk olabiliyor ya da elektrik kesilmiş olabiliyor. Daha önce deneyimlediğimiz bir şeydi. Çok da panik yapmadık açıkçası. Aslına bakarsan zor olan şeydi. İlk kapının önüne çıktığımızda bizim bulunduğumuz alanda evler birbirine çok yakın, apartmanlar bayağı yakın. O an herkes bir yere gitmek istiyor ama gidecek bir yer de yok. Acayip bir şey. Yağmur yağıyor, bina üstümüze çöker diye kaçacak yer bulamadık o yağmurda. Çünkü gerçekten çok korkunçtu. Maalesef benim büyük öngörüm sayesinde biz, ikinci depreme de evde yakalandık.
A.T.A.: Öğlendekini diyorsun değil mi? Öğlenki deprem.
C.K.: Tabi. Ben dedim, “En fazla artçı olur. Bir daha böyle büyük deprem olmaz. Aç, bak. Nerede dünyada olmuş arka arkaya büyük deprem.” Eve çıktık, ben biraz uyudum, uyandım. Tam kahve içiyorduk. Bir deprem daha oldu. O zaman yıkım da oldu bizim çevremizde. Hemen yan binadaki evlerde.
A.T.A.: Ölüm de oldu mu? Ölümler de oldu mu?
C.K.: Maalesef bizim oğlanın sınıf arkadaşı ailesini kaybetti, sınıf arkadaşı da yaralandı.
A.T.A.: Allah rahmet eylesin.
C.K.: Ağır yaralandı. Bizim bu çevrede de, senin ziyaret ettiğin derneğimiz var ya, spor kulübümüz...
A.T.A.: Evet gelmiştim. Çok da güzel bir yerdi.
C.K.: Orayı bir nokta olarak al, çevresindeki 5 kilometrede 17 tane bina yıkıldı, toplam 418 kişi öldü. Yani herkes, hayatını kaybeden herkes bizim spor kulübü çevresindeki apartmanlarda oturuyordu. 418 kişi hayatını kaybetti Adana’da. Sadece 34 kişi kurtarılabildi. Açıkçası ilk iki gün çok zor oldu. Çünkü dernek merkezimizde toplanma alanı oldu.
A.T.A.: Çünkü orası park gibi bir yer. Çok güzel bir yerdi. Çünkü güzel bir ortamdı.
C.K.: 200’e yakın insan ağırladık bir ay boyunca ama ilk iki gün bayağı zordu. Bayağı zordu. Hem depremin şokuyla hem de koordinasyon problemi vardı. Yemek gelmiyordu, battaniye yoktu. Yani ilk iki günde telefonla haberleşmek şekliyle bölgedeki engelli arkadaşlarımıza ulaştık ama üçüncü gün itibariyle sahaya indim. İlk önce İskenderun'a gittik. Arsuz’a gittik daha sonra…
A.T.A.: Oralara gelelim ama aradan sonra konuşalım. Sana da yazmıştım ben, “Radyoda bir müzik arası da veriyoruz yarım saatlik programda.” Senin aklında bir şey var mı? Şu parçayı çalalım diye bir şey düşündün mü?
C.K.: Yani eğer mümkünse o son deprem sonrasında sanatçıların birlikte söylediği, ‘Nesini Söyleyim Canım Efendim’ türküsü.
A.T.A.: Aşık Serdari’nin ‘Nesini Söyleyim Canım Efendim’ ağıdını Belkıs Akkale, Burhan Şeşen, Edip Akbayram, Onur Akın, Hüseyin Turan, Mehmet Gümüş, Mustafa Özarslan ve Ufuk Beydemir söyledi. Şimdi Adana'yı anlattın ama şu an Genç Engelliler şu an sürüyor mu? Onu sorayım ben sana.
C.K.: Tabii devam ediyor çalışmalarımız. Mülteci engelli çocuklarla devam ediyorduk. Yani 6 Şubat'a kadar normal düzende ediyorduk. Ama 6 Şubat'tan sonra bir daha eski programa dönemedik ve kısa vadede de pek dönecekmişiz gibi görünmüyor.
A.T.A.: Peki şu andaki o yardım faaliyetleri Genç Engelliler üzerinden mi gidiyor, yoksa bireysel mi gidiyor?
C.K.: Gönüllü arkadaşlarımız da var bu konuda bir şey yapan, çalışan. Bizim dernek merkezini sadece depo olarak kullanıyoruz o anlamda. Çünkü AFAD (Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı) biliyorsun, yardım toplamayı filan yasakladı. Biz dernek olarak engelli yurttaşların, depremdeki engelli yurttaşların faydasına bir şey yapamıyoruz o anlamda. Ama örneğin bağışçılar, ayni olarak desteklerini uzaktan da olsa gönderiyorlar. Özellikle son 10 günde o da oldu. Yoksa kargo da gelmiyordu. Yani bir ağ kurduk. Özellikle Hatay ve ilçelerinde bütün ulaşabildiğimiz engelli insanlara ulaşıyoruz ve açıkçası büyük kuruluşlar, kurumlar gibi de değil. Daha çok yatay ilişki, anne oğul, abi kardeş ilişkisi. Sakat olmanın da bir faydası oluyor. Çünkü aşağı yukarı engelli annesi olmak şu anda da aynı bu ülkede, otuz yıl önce de aynıydı. Yani engelli çocuğunuz varsa ayrımcılığa uğrarsınız. O ilişkimizi çok güzel kılıyor ama bizim çalışma şekli olarak mesela bir engelli yurttaşa destek ulaştırdığımız zaman arkamızı dönüp gitmiyoruz. Gidiyoruz, çaylarını içiyoruz. Zaten telefonda çok sıcak diyaloglar kuruyoruz bu insanlarla. Sonrasında da takip ediyoruz. Yani bez bittiği zaman onu tekrar takip edip, tekrar yeniliyoruz.
“Deprem bölgesinde engelli yurttaşlarımız var!”
A.T.A.: Abi senin işte Twitter adresin var; @celalkaradogan2. Adresinde, 7 Mart'ta bir paylaşımın vardı. Hatta şuradan da okuyayım, tam olsun diye; “Deprem bölgesinde engelli yurttaşlarımız var!” yazmışsın. Onu da peş peşe yazmışsın Twitter’ın izin verdiği ölçüde. Ve onu arada paylaşıyorsun sen. Görüyorum yani. Aynı tweet’i bir daha gönderiyorsun, bir daha gönderiyorsun. Onda hem bir çağrı hem de bir isyan var. Seni de tanıyorum ben. Tabii ikimiz de Adanalıyız. Biraz coşkulu anlatırız öfkemizi de sevincimizi de. Şimdi biraz anlattın parça parça ama tam nedir ihtiyaç? Şimdi sen uğraşıyorsun ama senin gücün belli. Açık Radyo, İstanbul'da yayın yapıyor ama dünya çapında dinlenen bir radyo. İnsanlar, bizi dinleyenler, “Ya bir şey yapalım, ne yapalım?” diyenler ne yapabilir? Var mı böyle bir perspektif?
C.K.: Yine bizim sosyal medyadan bana ulaşabilirlerse ben de yönlendirmeye çalışırım o anlamda. Açıkçası bu pandemiden sonra ben de o eskisi kadar çalışma hevesi olan bir insan olmadım. Belki yaştan belki de başka şeylerden. Deprem olana kadar neredeyse emekliye ayrıldık gibi bir şeydi o belki de. Yani sadece sosyal medya hesabımız var. Alper, biz şunu yapmaya çalışıyoruz. Destek ulaştırdığımız ailelere CİMER’den (T.C. Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi) ihtiyaçlarını yazma konusunda teşvik ve destek sağlıyoruz. Hem teşvik ediyoruz hem de o ailelerin bu süreçlerine destek sağlıyoruz, takip ediyoruz. Yani ben dökme suyla değirmen dönmeyeceğini farkındayım. Destekle, yardımla böylesine büyük, hayati bir sorunu ortadan kaldırmamız söz konusu bile değil. Biz yapabilirsek acil ihtiyaçları ortadan kaldırıp, yani ihtiyaçları çözüp, temin edip; bir taraftan da kamunun yani devletin asli görevi olan… Yasalarla engelli insanların hakları belirli bu ülkede. Yani bir lütuf ya da güzellik beklemiyoruz biz devletten. Görevini yerine getirmesini bekliyoruz. Şunu da çok net görüyoruz zaten. Devlet erkanının, işte birilerinin, “Engelli kardeşlerimiz, hepimiz engelli adayıyız.” Şimdi bak kimse engelli adayı filan değil, bak git oraya. Hiç öyle ”Engelli adayıyım,” demiyor kimse. Paramparça olmuş hayatlar var, paramparça olmuş yaşamlar, insanlar var.
A.T.A.: Samandağ’da, Antakya’da, Defne’de bunun gibi biraz örnek versene.
C.K.: Üçüncü gün itibariyle ben sahaya indim. Şu ana kadar Arsuz’a, İskenderun’a, Hatay merkeze, Defne'ye, Kırıkhan’a, Kahramanmaraş’a, Karaağaç’a... Karaağaç bölgesindeki engelli yurttaşları, yüzden fazla yurttaşı ziyaret ettik. Tekerlekli sandalye, akülü sandalye, hasta bezi... Sadece engelli yurttaşların da değili annelerinin varsa kardeşlerinin ihtiyaçlarını da karşılamaya gayret gösterdik. Yani şu anda en büyük ihtiyaç belki iç çamaşırdır. Günden güne değişen, farklılaşan şeyler var ama sabit, her zaman ihtiyaç olan şeyler de var. Gerçekten engelliler adına çok karanlık bir dönem yaşıyoruz. Belki de bundan önce hiç bir dönem engelli yurttaşlar ve aileleri için böylesine zorlu, böylesine karanlık olmamıştı. Böylesine yalnız kalmamıştı engelli aileleri, engelli yurttaşlar. Şimdi engelli insanların özel eğitim süreçleri sekteye uğradı. Antakya'da, Hatay'da hiçbir yerde çocuklar özel eğitime gidemiyorlar. Eğitim süreçleri yarım kaldı. Zaten travma altında olan bu çocukların eğitim süreçlerinin yarım kalması demek orta vadede daha ciddi sorunların ailelerin önüne gelmesi anlamına geliyor. Hal böyleyken Milli Eğitim Bakanlığı'ndan tutun da Sağlık Bakanlığı’na kadar, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'na kadar… Neredesiniz kardeşim siz? Engelli yurttaşların eğitim hakkı yok mu? Sağlık hakkı yok mu? Sosyal hizmetler diye dilencileştirdiğiniz bir engelli toplumundan bahsediyoruz 20 yılda. Yardımlarla ver üç kuruş parayı da; sanki milyon dolar bağışlıyormuş gibi. Sanki babasının bağından, bostanından alıp engelli bir yurttaşa dağıtıyormuş gibi, bir lütuf olarak ver. Şimdi geldiğimiz noktada bir ıslak mendile muhtaç kalmış engelli. Ben bunu söylerken çok utanıyorum, gerçekten utanıyorum. Ben o ailelerin yanına gittiğim zaman… gerçekten böyle bir şey yapmış olmak. Yani tabii ki dayanışmanın güzel bir ruhu var ama ben o insanın önünde utanıyorum, yerin dibine giriyorum. Engelli anneleri bunu hak etmiyor. Zaten çok zor bir hayat yaşıyor engelli çocuğu olan anneler. Yani şu anda neler neler yaşanıyor? Böyle kötü örnekler vermek istemiyorum bir yandan da, insanların özeli bu.
A.T.A.: Verme zaten. Dinleyenler sana ulaşsınlar. Başka dernekler var mı bu şekilde çalışan? Ahbap diyoruz, İhtiyaç Haritası diyoruz, AFAD diyoruz, Kızılay diyoruz. Onların engellilere yönelik bir şeyi var mı? Ben duymadım, görmedim ama sen oradasın ya belki oradan duymuş olabilirsin?
C.K.: Hayır, hayır. Kağıt üzerinde olabilir, onun altını çizeyim. Ne Kızılay'ın, ne AFAD'ın, ne Ahbap’ın, ne İhtiyaç Haritası’nın. Aklınıza gelebilecek saygın ya da kamu kurumu ne kadar sivil toplum böyle büyük düşünürseniz düşünün, sahada bir tane engelli koordinasyon merkezi açılmadı. Bölgede bir tane engelli koordinasyonu yok. Varsa da ben kaçırmışım, benim ayıbım.
A.T.A.: Çünkü çok geniş bir alan. Belki sen denk gelmedin ama ben de hiç duymadım, görmedim.
C.K.: Ama şimdi ben denk gelmedim de böyle yüzlerce engelli ile bir araya gelmiş bir insanız neticede, derneğiz.
A.T.A.: Duyardın yani derlerdi, “Şurada bir şey var,” diye.
C.K.: Hayır yok. Onlar bizi niye aramaz? O zaman, “Kardeşim elinizdeki listeleri bize verin. Koordinasyon merkeziyiz biz,” diye niye demez?
A.T.A.: CİMER’e yazınca CİMER’den bir şey çıkacak mı sence? Yazdırıyormuşsun ya, en azından kayıt olsun diye herhalde onu yapıyorsun.
C.K.: Kayıt olsun diye, evet. ‘Şu an yaşanılan kayıt altına alınsın’ diye biz aslına bakarsan CİMER başvurularını yapıyoruz. Yarın bir gün o CİMER başvurularını da kanıt göstererek davalar da açacağız. Geriye dönük, o yaşanan, devletin engelli yurttaşlara reva gördüğü bu eziyet ile ilgili önümüzdeki süreçte davalar da açacağız. Yani bu meseleyi şu anda biz yardım odaklı yürütüyormuş, devam ettiriyormuş gibi görünüyor olabiliriz. Çünkü öyle yapmak zorundayız. Bu süreç onu gerektiriyor. Ama aslolan haklar üzerinde engelli bireylerin orta vadede eğitimden sağlığa, tüm haklarıyla ilgili kamuyu harekete geçirmek, bununla ilgili kamuoyu oluşturmak ve karar mekanizmasındaki insanların bu konuyla ilgili hareket etmesini sağlamak... Yani yoksa bu iş sadece yardımla devam eden bir iş olmayacak.
A.T.A.: Bu kaydı cumartesi günü yapıyoruz. Sen bugün de aslında bölgeden geldin değil mi?
C.K.: Önceki gün de gitmiştim. Bizim dernek otobüsümüzdeki kaptanımızın kolu kırıldı, Gülay ablamız. Açık Radyo’dan da sana selamlar söylüyorum Gülay abla, çabuk dön! Bu dönemde bence bu karanlığın içerisinde içimize umut olan, gönüllüler. Her yaştan, her gruptan, her dünya görüşünden insan sahadaydı. Yani açıkçası kişisel olarak da şöyle bir şey de deneyimledim. Bugüne kadar hiç bir masanın etrafında oturmadığım, bir bardak su içmediğim insanlarla omuz omuza engelli insanlara bir şeyler ulaştırdık. Gerçekten depremden önce deseydin ki, “Celal, senin rehberinde şu kurumdan, bu kurumdan insanlar olacak.” Ve o kadar sempati duyuyorum ki onlara şu an. Çünkü güzel bir dayanışma oldu. Hiçbirimiz birbirimizin siyasi görüşüne bakmadan ya da yardım götürdüğümüz insanların siyasi görüşüne bakmadan, dinine, ırkına bakmadan mücadele verdik. O anlamda gerçekten çok acayip günler yaşıyoruz. Her anlamda acayip günler yaşıyoruz.
A.T.A.: Celal çok sağol konuk olduğu için Açık Radyo’ya, Sakat Muhabbet’e. Bu hafta Celal Karadoğan idi konuğum. Adana’dan, sakat hakları aktivisti, gençlik çalışanı kendisi. Celal, çok sağol tekrar. Son olarak neler söylemek istersin?
C.K.: Ben teşekkür ederim. Neticede şu anda en büyük problemimiz bizim sesimizi duyurmak ve engelli yurttaşların problemlerini görünür hale getirmek. Açık Radyo’ya ve ekibe teşekkür ederim beni davet ettiğiniz için. Umuyorum önümüzdeki günlerde engelli yurttaşlar için mücadeleyi, kavgayı, dayanışmayı büyüteceğiz. Çok sağolun, iyi akşamlar.
A.T.A.: “Bana ulaşın,” dedin, nasıl ulaşsınlar sana? Adreslerini verirsen buradan.
C.K.: Tek adresim var. @celalkaradogan2 yazarlarsa Twitter'a, oradan bana ulaşabilirler. Başka bir sosyal medya kullanmıyorum.
A.T.A.: Sağol tekrar. Sakat Muhabbet’in yeni bölümünde görüşmek üzere, hoşçakalın.