Amerikalı bir şarkı yazarı ile birlikteyiz.
12-13 yaşlarımda ilk dinleyişte vurulduğum bir şarkı olmuştu. Öyle ki onu çalıp söyleme aşkıyla kötü bir gitarın metalik tellerinde parmak uçlarımı kanata kanata gitar çalmayı öğrenivermiştim. Şarkının adı “Jesse” idi. Joan Baez’den dinlemiş olduğum için onun olduğunu sanıyordum. Yanılmışım, yıllar sonra yazarının Janis Ian olduğunu öğrendim. Janis Ian’ın yıllar içinde başka şarkılarıyla da tanıştım ve bu programla daha da yakından tanımış oldum. 1951 doğumlu bir sanatçı Janis Ian. Amerika’da sivil haklar hareketinin şafağında, kendi sözleriyle, “Amerika’yı ortadan ikiye ayıran çatlağın içine doğmuş”bir sanatçı. 12 yaşında eline gitarı eline alıp şarkılarını yazmaya başlayan, 14 yaşında yazdığı ve 15 yaşında hit olan şarkısı “Society’s Child” ile şaşırtan, kızdıran, düşündüren ve benimsenen bir genç kız. Şarkısında siyah bir genç erkekle, beyaz bir genç kızın imkânsız aşkını anlatıyor. Yine kendi deyimiyle, “hiç kimsenin henüz konuşamadığı şeylerin şarkısını söylüyor” Janis. Toplumun iç ayrılığı ve şiddet, konserlerinde kendisine yansıyor elbette. “Sahnede öleceğimi sandım” diyor bir söyleşisinde. Bu birkaç heyecanlı yılın ardından- ben gerçekten şarkı yazarı mıyım- sorusunun yanıtını arama ihtiyacıyla birlikte sessizliğe çekiliyor.
Bir sonraki çıkış noktası, Janis Ian denince ilk akla gelen şarkılarından biri “At Seventeen” ile oluyor. Ve bu şarkısıyla 1975’de ilk Grammy’sini alıyor.
Bu şarkıyı annemin mutfağında otururken yazdım çünkü 22 yaşındaydım ve kendi hayatımı kazanamıyordum. Gazetenin magazin ekinde bir yazı okumuştum. “Gerçeği 18 yaşında öğrendim ... ile başlayan otobiyografik bir hikayeydi bu” elimde gitarım vardı. “Gerçeği 17 yaşında öğrendim” e adapte ettim ve o anda çıkan melodi üzerine sözleri 3 ayda yazdım. Çünkü çok ürkütücüydü. Çünkü bir aşamasında artık, dürüst olup olmamaya karar vermek durumunda kalmıştım. Eğer dürüst olacaksam ve kendimi ne kadar çirkin bulduğum hakkında yazacaksam bu şarkıyı bir tek anneme söyleyebilirdim. Başka kimseye değil. Dürüst oldu ama şarkı annemle kalmadı. İnsanlar çirkin şeyler hakkında konuşmadığı zamanlarda ben onların şarkısını söylüyordum.
Janis Ian’ı dinliyoruz bu akşam. Hakkında araştırırken, karşıma bir Youtube konuşması çıktı. 2014 yılında, Berklee Müzik Okulu öğrencilerine yaptığı bir konuşmaydı bu. Bir sanatçı olarak, yaptığı işe, yaptığı işin içinde duruşunu, hissedişini anlattığı, diğer taraftan da genel olarak sanatı tasvir ettiği etkileyici bir konuşma olarak geldi bana. Hatta bir manifesto niteliğindeydi. Konuşması, ilk programda sorduğumuz “bir şarkı neler yapar, zamanıyla ve dinleyeniyle nasıl bir ilişi kurar?” sorusuna da yanıtlar içeriyordu. Ben de bu programa, Janis Ian’dan seçtiğim şarkılar arasına, bu konuşmayı çevirerek aktarmak güzel olur diye düşündüm.
Beyaz, Yahudi, kahverengi gözlü, eşcinsel, kuzeyli, Rus ve Polonya kökenli kadın sanatçıyım. Tüm bunlar arasında sadece ‘sanatçı olmak’, bizzat meydana getirdiğim veya hakkında bir övgüyü kabul edebileceğim tek şey! Geri kalan her şey, sadece doğum kazası!
Bir yetenekle doğmak, bir kanun kaçağı olarak doğmaktır. Hatta yetenekle büyümek bazen korkutucudur. Kendi türünü ararsın. Bu hem görkemli hem de korkunç bir şey. Seni gerçekten anlayabilen birkaç kişinin varlığının bir şans olduğunu keşfedersin, genel olarak yalnızsındır.
Biz sanatçılar tehlikeliyiz. Görünürdeki hiçbir şeyi kabul etmeyiz. Kendi değerimiz dahil. Herşeyi sorgularız. Hep neden? sorusuyla başlarız ve sonra evet ama sonra yeniden neden? Tüm problemleri kaynağına kadar takip eder, semptomları sorgular, aramayı asla bırakmayız.
Sanata inanıyorum! Sanatın kırık ruhu iyileştirme, korkmuş olanı iyi hissettirme, dinleyiciyi / izleyiciyi arındırma, dünya unuttuğu zaman ona bir ayna tutma gücü olduğuna, bir uyarıyı ya da bir sevinci yayabildiğine inanıyorum. Politikalara olan güvenimiz yittiğinde, insanlık için umudumuz tükendiğinde, kaostan anlam çıkarmak için sanat oradadır. Ve bir sanatçı olarak kaostan anlam çıkarmak benim işimdir. Görünmeyeni açığa çıkarmak, söylenemez olanı konuşmak, kimsenin tarihini unutmamasını sağlamak... mağarada yaşayan ilk insana kadar geri giderek... Her sanatçının hayatında karar vermesi gereken bir an gelir; ülkenin vatandaşı mı olacaksın, yoksa dünyanın mı? Çünkü aynı anda ikisi de olamazsın!
Burada bir şarkısına yer verelim. Solitaire. Bir otobiyografik şarkı daha... Odasında, okudukları arasında, yalnızlığı hakkında...
Berklee Müzik Okulu’nda yaptığı konuşmayı okumaya kaldığım yerden devam ediyorum...
Düşündüklerimle uyumlu bir hayat yaşamaya çalışıyorum. Benden önce gidenlerin kemikleri üzerinde durduğumun farkındayım, bu kemiklerin üzerinde ne kadar yüksek durursam, o kadar uzakta görebilirim. Bu yüzden geçmişe, düşünen ilk insandan, bugün düşünmeye devam eden insanların arasına getiren bir süreklilik olarak bakmaya çalışıyorum.
Günün sonunda, biz sanatçıların yaptığı şey budur; büyü yaparız. Ruhun simyageriyiz. Kurşunu altına, hüznü şarkıya dönüştürürüz. Görünür kılarız. Böylece zamanlar gerçekten zorlaştığında, hayatınızla ilgili bir şarkı olduğunu söyleyebiliriz, işte size kim olabileceğinizi gösteren bir film, işte bir oyun, işte bir vizyon, işte tutunabileceğiniz ve beslenebileceğiniz bir an. Büyük gücümüz ve ayrıcalığımız etrafımızdaki düşlere tutunmak, suskun olan için konuşmak, sessizliğe ses vermektir. Böylece tüm umutlar tükendiğinde ve insanlık unutulduğunda, onları hatırlatmak için oradayızdır. İnsanlığın özlemlerini yakalamak ve onları güvende tutmak işimizdir.
Dünyanın umutlarını ve korkularını dönüştürmek, gözlere bir ayna tutmak ve sadece ne olduğumuzu değil, gerçekte ne olduğumuzu ve ne olabileceğimizi görmeyi kolaylaştırmak simyadır. Hakikatı öneririz ki bu hakikat kurtuluşumuzdur. En anlamlı haliyle sanatçı olmak hizmet etmektir. Hediyeniz olan yeteneğinize, yaptığınız işe ve sizi destekleyen topluluğa hizmet etmektir.
Dünya çöktüğünde, hayat çok zorlaştığında, insanlar nasıl hayal göreceğini unuttuğunda, biz oradayız, işte hayalleriniz demek için, onlara tekrar sahip olabilirsiniz, çünkü onları sizin için sakladım. Bu bizim işimiz. Beşikten mezara kadar! Geçmiş ve gelecek biziz. Biz sanatçıyız ve bu bizim işimiz.
Janis Ian’ın Berklee Müzik okulu öğrencilerine yaptığı konuşmaydı bu.
Sıradaki Janis Ian şarkısı, 10 yıl verdiği aradan sonra 1983’de çıkardığı “Breaking Silence” albümü içinde yer alan “Tattoo” olacak. Bu şarkıya 3-4 ayı kütüphanede okuyarak hazırlanıyor Janis. İkinci dünya savaşı ve Yahudi soykırımından sağ çıkan bir kadının hikayesini anlatıyor... Sözler çok çarpıcı. Bileğine dövme ile kazınan bir ikinci isim, bir fotoğraf netliğinde nefes kesen kamp manzaraları var şarkının sözlerinde. Kamptan kurtulduktan yıllar sonra hala bir yaprak başıboşluğunda yaşaması, bileğinden doktorların kazıyabildiği ama kalbindeki boşluktan söküp alınamayan bir dövme izi. Tattoo.
Konuşmasının son bölümüne bir Zen hikayesi dahil ediyor Janis ve o şekilde bitiriyor. Ben de o hikâyeyi buraya aktararak aynı şekilde programı bitiriyorum.
Japonya’da bir gelenek vardır; eğer sanatın ve metodolojin bir sonraki nesillere aktarılamama tehlikesiyle karşı karşıya olduğu önemli bir sanatçıysan -Yaşayan Hazine- olarak görülüyorsun ve devlet, biz seni ve eserlerini destekleyeceğiz diyor. Karşılığında sen de sanatını, geleneklerinin yaşatacak yeni ustalar yetiştireceksin diyor. Bu hikâyede de genç bir Japon ressam, yaşayan bir hazine olan bir sanatçı ile çalışmak üzere seçilir. Genç ressam, küçük kasabasından, usta ile çalışmak üzere ayrılır. İlk gün karşılaşırlar, usta “Bana bir balık çiz” der. Genç, çok da çabuk bir şekilde, çok güzel bir balık resmi çizer. Birkaç dakika sonra, ustası, resme bakar, yırtar ve “Teşekkürler, yarın gel” der. Gencin kafası biraz karışır ama belki yeterince iyi çizemedim, yarın daha iyi yaparım diye düşünür. Ertesi gün hocasına yeni yaptığı resmi gösterir, işte... Hocası, teşekkürler der ve onu da yırtar... Kâğıt parçaları yere düşerken, yarın gel, der. Ertesi gün balık tutmaya giderler. Genç ressam bir balık tutar. Ustası ona kendi atölyesini verir. Bir platformun üzerine güzelce yerleştirirler balığı... ve hoca, buraya her gün geleceksin ve bu balığı bir kere çizeceksin, der. Genç her gün gelir, aynı balığı çizer ve her günün sonunda hocası gelir, resme bakar ve yırtar. Kâğıt parçaları yere düşerken, yarın yine gel, der. Bu genç sanatçının ne yaşadığını düşünebilirsiniz. Önce yeterince iyi olmadığını, sonra fazla iyi olduğunu, hocanın ise yaptığını anlamayacak kadar yaşlı, sonra hocasının bir ahmak olduğunu, sonra hocanın başka bir gelenekten geldiği için o nedenle sanatını anlamadığını düşünür... yani sırayla tüm fikir ve duygu aşamalarından geçer, kendini döver, kendini yüceltir ve tüm bu süre zarfında balık çürümeye başlar. Et kemiklerden ayrılır, koku dayanılmaz bir hal alır, artık oğlanın odaya girerken burnuna bir mendil dolaması gerekir. Böcekler peyda olur ve tüm bunlar olurken o balığa bakmaya ve çizmeye devam eder. Her seferinde, hocası gelir, bu çok güzel, deyip resmi ortadan ikiye ayırır. “Yarın gel!”. Genç ressamın morali bozulmuştur, tüm çabaların boşa gittiği, ağır hakarete uğramış hissine rağmen direnir, çizmeye devam eder. Ailesiyle bu halde yüzleşmek istemez. Kurtçuklara rağmen devam eder, midesi bulanarak, artık kokudan yaşaran gözlerinden zar zor görebildiği balığı çizmeye devam ederek ... Ta ki aylar ve aylar sonra bir gün, balığın artık sadece iskeletinin kaldığı bir gün, aynı odaya cesareti çok kırılmış olarak girer. Hayatına son verme düşüncesi bile aklından geçmektedir. Karşısındaki kemiklere bakar ve ağlamaya başlar. Ağlarken, balığa gözyaşlarının merceğinden bakar. Ve bakmaya devam ederken, bir mucize olur. Balığı dışarıdan görürken, artık içeriden görmeye başlar. Ve bakarken, kemiklerden içeri tekrar etler dolmaya başlar. Ve çizmeye başlar. İçten dışa doğru... Bitirdiğinde görülmüş en güzel resim değildir. Ama bu resimde öze dair bir şey vardır. O gün ustası, odaya girer, resme bakar ve “Sana öğretecek hiçbir şeyim kalmadı. Şimdi bir ustasın. Evine gidebilirsin” der. Bana göre biz sanatçıların yaptığı da budur. İçten dışa görmeyi öğreniriz. Tüm yaşamım boyunca, bir şarkı yazarı olarak, bir yazar olarak, dünyayı içeriden dışarıya görmeye çalıştım. Ve bu hikâye, 50 yılı aşkın bir zamandır müzik yapan benim anlatabileceğimden çok daha güzel ve etkileyici bir biçimde anlatıyor.
Bu akşam Janis Ian’ın kulaklarını güzel güzel çınlattık. Hala yerimiz varken, bir şarkısını daha dinleyebiliriz hatta. Çok güzel bir başkası... “Will You Dance”
Yeniden görüşene dek, lütfen kendinize iyi bakın, hep müzikle ve hoşçakalın!
-------------------------
Kaynaklar:
Berklee Müzik Okulu Konuşması
https://www.youtube.com/watch?time_continue=1691&v=LSMTZr6kPOM&feature=emb_logo
Tattoo
https://www.theguardian.com/culture/2018/may/29/how-we-made-janis-ian-at-seventeen
Freedom Forum Interview
https://www.youtube.com/watch?v=OcSoyKpViEc&t=1887s
Janis Ian at the 2019 Woodstock Film festival