Psikoçöküntü Günlükleri - ilk bölüm

-
Aa
+
a
a
a

İtalyan kuramcı, yazar ve radyocu Franco 'Bifo' Berardi'nin İtalyanca kaleme aldığı günlükleri akademisyen, yazar ve yine radyocu dostumuz Serhan Ada'nın çevirisi ile 1+1 Forum'la eşzamanlı yayınlıyoruz*. 

 

Özgür iradenin değiştirmeyi beceremediği şeyi hiç beklenmedik bir şey dönüştürmekte. 

Şimdi hayalgücünün yenilenebilir enerjisini tekrar hayata geçirme zamanı

Yaratılışın tacısın sen

Ve gidecek bir yerin yok. 

Jefferson Airplane, 1968 

 

Kelime dediğin bir virüstür. Bildiğimiz grip virüsü, belki de bir zamanlar sağlıklı bir hücreydi. Bugünse merkezi sinir sistemimizi işgal eden ve ona zarar veren asalak bir organizma. Sessizlik modern insan için bir seçenek olmaktan çıktı artık. İçsesinizi susturmaya çalışın bakalım. On saniye kadar sessiz kalmayı deneyin. Direnerek sizi konuşmaya zorlayan bir organizmayla karşılaşacaksınız. İşte o organizma kelimenin ta kendisidir.

William Burroughs, Patlamış Bilet

 

21 Şubat

Lizbon dönüşü, Bologna Havaalanı’nda beklenmedik bir manzara. Girişte her tarafları beyaz bir tulumla tamamen kapanmış, kafalarında ışıklı bir başlık, ellerindeyse garip bir alet olan iki insan. Alet, her tarafa mor renkte ışık saçan tabanca şeklinde hassas bir termometre.

Yolculara bir bir yaklaşıp onları durduruyorlar ve her birinin alnına o mor ışığı tutup ateşlerini ölçtükten sonra gitmelerine izin veriyorlar.

İçime doğan: İçinde bulunduğumuz bu tekno-psikotik evrim sürecinde yeni bir eşikten mi atlamaktayız?

 

28 Şubat

Lizbon’dan döndüğümden beri başka hiçbir şey yapamıyorum: Yaklaşık yirmi tane küçük tuval aldım ve yağlıboya, karakalem, füzen ve kırptığım fotoğraf karelerini kullanarak üzerlerini dolduruyorum. Ressam değilim, fakat ne zaman gerilsem, dış dünyada bedenimi acıyla titreten olaylar olduğunu hissetsem, rahatlamak için bir şeyler karalarım.

Şehir sanki Ağustos’un 15’i gibi sessiz. Okullar kapalı, sinemalar kapalı. Etrafta dolanan öğrenciler, turistler yok. Seyahat acenteleri koca koca bölgeleri haritalarından çıkarıyorlar. Galiba son zamanlarda yerkürenin başına gelenler, insanı durmaya, hareketlerini yavaşlatmaya, kalabalık mekânlardan ve gündelik koşuşturmadan uzaklaşmaya iten bir yıkımı tetikliyor. Peki ya bu arayıp da bulamadığımız çıkış yoluysa ve şimdi bize kendini biyolojik bir virüsün ürettiği linguistik bir virüs, bir psişik salgın şeklinde gösteriyorsa?

Dünya büyük bir huzursuzluk seviyesine erişti ve toplumun kolektif bedeni tahammül edilemez bir stres altında: Bu noktada hastalık çok ölümcül gözükmemekle beraber, adeta yeryüzünün meşru müdafaası gibi toplumsal ve ruhsal düzlemde son derece yıkıcı etkilere sahip. Gençler için sadece sinir bozucu bir grip.

Paniği yaratansa, bu virüse tamamıyla yabancı olmamız: Ne tıp ona aşina, ne de bağışıklık sistemimiz. Bilinmeyen apansız makineyi durduruyor. Zaten sistemi çökerten de bu bir anda geliveren bilinmez. Psikosferdeki semiyotik bir virüs, içinden bedenleri çekip alarak ekonominin soyut işleyişini bloke ediyor. Bakın şu işe!

2 Mart

Psikosferdeki semiyotik bir virüs makinenin soyut işleyişini bloke ediyor, zira bedenlerin hareketi yavaşlıyor, eylemden vazgeçiliyor, dünya üzerindeki hâkimiyetimiz kesintiye uğruyor ve kendimizi zamanın akışına bırakarak yüzmede “ölü gibi yapmak” denilen teknikle, edilgin biçimde akıntının içinde sürüklenmeye başlıyoruz. Hiçlik şeyleri birbiri ardına yutuyor, ama o arada dünyayı bir arada tutma endişesi de eriyip gidiyor.

Panik yok, korku yok, sessizlik var. İsyan faydasız olduğuna göre durmalı.

Koronavirüs adı verilen bu psikotik takıntı ne kadar sürecek? İlkbaharda virüsün öleceği söyleniyor, ama onu coşturabilir de. Buna dair hiçbir şey bilmiyoruz, hangi ısıyı sevdiğini nasıl bilebiliriz? Hastalığın ne kadar ölümcül olduğu çok önemli değil: Duruma bakılırsa makûl ölçüde öyle ve yakında ortadan kalkmasını bekliyoruz.

Ancak virüsün asıl etkisi, hasar bıraktığı kişi sayısı ya da öldürdüğü çok az sayıdaki insanda değil. Virüsün etkisi yaygınlaştırdığı ilişkisel felçten geliyor. Dünya ekonomisi bir zamandır genişleme parabolünü tamamladı, ancak bizler uzun dönemli bir rejim olarak durgunluk düşüncesini bir türlü kabul etmiyoruz. Semiyotik virüs şimdi devinimsizliğe doğru geçişimizi kolaylaştırıyor.

 

3 Mart

Kolektif organizma, gezegenin gövdesi, otuz yıldır rekabetin ve aşırı sinirsel uyarılmanın baskısı altında kalan hiper bağlantı halindeki, gözünü bürüyen eroine bir türlü ulaşamayan, eşitsizlik ve güçsüzlüğün hakir gördüğü uyuşturucu bağımlısına benzeyen, hayatı çalıp onu habire strese dönüştüren şu maymundan yakayı sıyıramayan zihin, ayakta kalma savaşına, büyükşehir yalnızlığına ve kedere nasıl bir tepki veriyor?

Gezegenin gövdesi 2019’un ikinci yarısında bir çırpınma içine girdi. Santiago’dan Barselona’ya, Paris’ten Hong Kong’a, Quito’dan Beyrut’a, genç kalabalıklar öfke içinde, milyonlarla sokağa dökülmeye başladılar. İsyanın belirgin hedefleri yoktu, daha doğrusu çelişen hedefleri vardı. Gezegenin gövdesi, zihnin nasıl başa çıkacağını bilmediği spazmlara tutulmuştu. 2019’un sonuna doğru ateş yükseldi.

Sonra Trump, Süleymani’yi öldürünce halkı bayram yaptı. Milyonlarca İranlı sokağa dökülüp ağlayarak korkunç bir intikam almaya yemin etti. Hiçbir şey olmadı, bir avlu bombalandı. Panik halinde bir sivil uçağı düşürüldü. Böylece Trump her şeyi kazandı, memnuniyet yüzdesi yükseldi: Amerikalılar kan görmekten tahrik oluyor, katilleri her zaman tercih ediyorlar. O arada Demokratlar önseçimlere öyle bir bölünme içinde başlıyorlar ki, tek zafer umudu olan Sanders ihtiyarcığının seçilmesini ancak bir mucize sağlayabilir.

Dolayısıyla, Trump’çı nazizm ve gezegenin sinir sisteminde aşırı uyarılma. Kıssadan hisse bu mu?

Ama işte sürpriz, öngörülemeyen, kaçınılmaz olana dair her türlü söylemi boşa çıkarıyor. Beklemekte olduğumuz öngörülemeyen: İçe doğru patlama. Onlarca yıllık hızlanma ve çılgınlık, gelecek görüsü olmadan aylarca süren o çığlık çığlığa kıvranmadan sonra, öfke dolu bağırtılı ve dumanlı tünelde tıkılı kalmış aşırı uyarılmış insan türü bu defa çöküntüyle karşı karşıya: En fazla seksenlikleri öldüren bir yaşlı katliamı yaygınlaşıyor, ancak küresel ölçekteki uyarılma, çılgınlık, büyüme, ekonomi vb… makinesini paramparça edip işlemez hale getiriyor.

Kapitalizm aksiyomatiktir, ispatlanmamış öncüller (sermaye birikimini mümkün kılan sınırsız bir büyüme zorunluluğu) temelinde çalışır. Tüm mantıksal ve ekonomik zincirlemeler bu aksiyomla tutarlı olmak durumundadır ve bu aksiyomun dışında ne bir şey düşünülebilir ne de denenebilir. Sermaye’nin aksiyomundan çıkmanın bir yolu olmadığı gibi, dile dair tüm süreçler sistem dışı etkin önermelere imkân tanımayan bu aksiyomun içinde cereyan ettiğinden, [o] dilin dışında konuşan bir dil yaratmanın, sistemi yıkmanın da hiç imkânı yoktur. Baudrillard’ın bize öğrettiği gibi, yegâne çıkış yolu ölümdür.

Sadece ölümden sonra [yeniden] yaşamaya başlanabilir. Sistem dışı organizmalar sistemin ölümünden sonra yaşamaya başlayabilir. Tabii ayakta kalabilirlerse, ki bu da kesin değil.

Gelmekte olan ekonomik durgunluk bizi öldürebilir, şiddetli çatışmalar doğurabilir, ırkçılık ve savaş salgınları zincirinden boşanabilir. Bunu bilmek iyi bir şey. Durgunluğu uzun sürecek bir durum olarak düşünmeye hazırlıklı değiliz, tutumluluğa ve paylaşmaya hazırlıklı değiliz, zevki tüketimden ayırmaya hazırlıklı değiliz.

4 Mart

Bu sefer iyi mi olacak? Ahtapottan nasıl kurtulacağımızı bilmiyorduk, Sermaye’nin cesedinin içinden nasıl sıyrılacağımızı bilmiyorduk. O cesedin içinde yaşamak hepimizin varlığını zehirliyordu, ama şimdiki şok kesin bir psişik çöküntüyü haber veriyor. Sermaye’nin cesedindeki aşırı uyarılmaya, hızlanmaya, genelleşmiş rekabete, süper sömürüye ve azalan ücretlere mahkum edilmiştik. Bu kez virüs hızlanmanın balonunu söndürüyor.

Kapitalizm, bir süredir çaresi olmayan bir durgunluk halindeydi. Büyüme artık hüzünlü ve olanaksız bir serap da olsa kapitalizm, bizleri koşmaya zorlamak için yük hayvanları gibi dürtüklemeye devam ediyordu.

Öznellik karışık, depresif, kıvranmalar içindeyken ve siyasal aklın gerçeklikle bir alışverişi kalmadığından devrimi düşünmek imkânsızlaşmıştı. Şimdi ise, öznelliği olmayan, baştan aşağı içe doğru patlayan bir devrim, edilgenliğin, razı oluşun bir isyanı söz konusu. Razı olalım. Bir çırpıda söyleniverdiğinde bu acayip yıkıcı bir slogan gibi gözükebilir. İşlerin düzeleceğini söyleyen hayat kalitesinin daha da bozulması ile biten ajitasyon yetti artık.  Tam tamına söylersek: Yapacak hiçbir şey yok. O halde yapmayalım.

Kolektif bedenin bu psikotik-viral şoku atlatması ve geri dönüşü olmayan bir durgunluk içindeki kapitalist ekonominin muzaffer yürüyüşüne geri dönmesi zor. Anahtarları sadece Amazon ile Pentagon’un elinde bulunan bir tutuklamanın derinlerine gidebiliriz. Yahut da borcu, krediyi, parayı ve birikimi unutabiliriz.

Siyasal iradenin yapamadığını mutasyon geçiren virüs yapabilir. Şu anda, öngörülemeyen, kaçınılmaz olanın ağını yırttığına göre, mümkün olanı tahayyül ederek bu çıkışı hazırlamalıyız.

 

5 Mart

Borsalarda ve ekonomik sistemde ilk gerileme işaretleri görülmeye başlandı. Ekonomi uzmanları 2008’den farklı olarak merkez bankalarının ve finans kuruluşlarının müdahalelerinin fazla işe yaramayacağı görüşünde.

Kriz ilk defa, ne finansal ne de dar anlamda ekonomik etmenlerden, arz ile talep arasındaki ilişkiden çıkıyor. Kriz bedenden çıkıyor.

Tempoyu düşürme kararını veren, beden. Bu genel koronavirüs terhisi durgunluğun nedeni olmaktan ziyade onun bir belirtisi.

Beden derken genel anlamda biyolojik işlevden söz ediyorum, oldukça hafif biçimde de olsa hastalanan fiziki bedeni olduğu kadar, muhakemeyle, eleştiriyle, iradeyle, siyasal kararlarla hiç bağlantısı kalmamış derin edilgenlik içindeki zihni de kastediyorum.

Fazla karmaşık işaretleri proseslemekten yorgun, aşırı uyarılmadan depresyona uğramış, kadiri mutlak teknik-mali otomatın karşısında kararlarının güçsüzlüğünden aşağılanmış durumdaki zihin tansiyonu düşürdü. Bu, zihin bir karar verdi demek değil: Tansiyonun ani düşmesi hepimiz adına kararı verdi. Psikoçöküntü.

6 Mart

Doğal olarak söylediğimin tam tersini de savunmak mümkün: Etno- milliyetçilikle evlilik halindeki neoliberalizmin hayatı topyekûn soyutlama sürecinde bir sıçrama yapması. İşte, herkesi eve hapsederken malların dolaşımını engellemeyen bir virüs! Böylece hepimiz bedenlerin emanete alındığı, denetlenip uzaktan yönetildiği tekno-totaliter bir durumun eşiğindeyiz demektir.

Internazionale’de[1] Srećko Horvat’ın (New Statesman’den çevrilmiş) bir makalesi çıktı.

Horvat’a göre, “Koronavirüs, neoliberal ekonomi için bir tehdit oluşturmadığı gibi, o ideoloji için mükemmel bir ortam sağlıyor. Ancak, bir sağlık krizi tahkim edilmiş sınırlar, insanların (özellikle gelişmekte olan ülkelerden geliyorlarsa) özgür dolaşımını engellemenin yanısıra, malların ve sermayenin denetimsiz dolaşımını öne çıkaracağı için virüs siyasal bakımdan bir tehlike.

Pandemi korkusu virüsün kendisinden daha tehlikeli. İletişim araçlarının kıyamet görüntüleri aşırı sağ ile kapitalist ekonomi arasındaki derin bağı gizliyor. Virüs çoğalmak için nasıl canlı bir hücreye ihtiyaç duyuyorsa, kapitalizm de XXI. yüzyılın biyopolitikasına kendisini uyduracak.

Yeni koronavirüs küresel ekonomiyi etkiledi, ama sermaye dolaşımını ve birikimini durdurmayacak. Daha ziyade, yakınlarda, daha fazla denetim ve insanların daha fazla tasfiyesine dayalı yeni bir kapitalizm biçimi doğacak.”

Horvat’ın formüle ettiği varsayım doğal olarak gerçekçi.

Ne var ki ben çöküşün öznel boyutunu ve uzun süreli psişik çöküntünün ekonomik durgunluk üzerindeki etkilerini azımsadığı için bu daha gerçekçi varsayımın gerçekçi olmadığına inanıyorum.

Kapitalizm, 2008’deki mali çöküşü, bu çöküşün koşullarının finans ve ekonominin içsel dilleri arasındaki ilişkiden kaynaklanması nedeniyle atlatabildi. Salgının çöküşünde sistem dışı bir etmen işin içinde olduğundan bu çöküşü atlatamayacak.

 

7 Mart

Matematikçi arkadaşım Alex şöyle yazıyor: “Tüm süper hesap kaynakları corona’nın antidotunu bulmakta kullanılıyor. Bu gece rüyamda biyovirüslerle simüle edilen virüsler arasındaki son muharebeyi gördüm. Bana öyle geliyor ki, insan her halde devre dışı.”

Küresel hesaplama ağı biyovirüsün karşısına infovirüsü koyabilme formülünün peşine düştü. Korona-caninin kodunu çözmek, matematik simülasyonunu yapmak ve onu teknik olarak yaptıktan sonra da yaygınlaştırmak söz konusu.

O arada toplumsal bedenin enerjisi çekiliyor ve siyasetin onarıcı gücü kalmadığı görülüyor. İrade, infovirüse nüfuz edemediğinden, siyaset gitgide daha fazla gayri iktidarın yeri halini alıyor.

Biyovirüs, küresel insanlığın stresli bedeninde yayılıyor.

Zayıf noktanın ciğerler olduğu görülüyor. Solumayı engelleyen maddelerin atmosfere yayılmasıyla orantılı olarak yıllardır solunum yolları rahatsızlıkları yaygınlaşıyor. Medya sistemiyle karşılaşıp semiyotik ağla iç içe geçen biyovirüs zayıflatıcı etkisini sinir sistemine ve ritmini yavaşlatmak zorunda kalan kolektif beyne aktarınca çöküntü ortaya çıkıyor.

 

8 Mart

Geceleyin Başbakan Conte İtalya’daki nüfusun dörtte birini karantina altına alma kararını açıkladı. Piacenza, Parma, Regggio ve Modena karantinada. Bologna değil. Henüz.

Geçtiğimiz günlerde Fabio’yla konuştuk, Lucia’yla konuştuk ve bu akşam görüşmeye karar vermiştik. Arada sırada bunu yapıyoruz, ya bir restoranda ya da Fabio’nun evinde görüşüyoruz. Hiç lafını etmesek de, her üçümüz de vaktiyle, haftada birkaç kez toplanırdık; gayet doğal bir şekilde annemde olanın yapay bir kalıntısı olduğunu bildiğimizden, bunlar hüzünlü akşam yemekleri.

Öğle yemeğinde (ya da daha ender olarak akşamları) annemde buluşma, tüm olup bitenler, taşınmalar ve değişikliklere rağmen babamın ölümünden sonra kalan bir alışkanlıktı: Her imkân olduğunda annede öğle yemeğinde buluşulurdu.

Annem yemek hazırlayamaz hale geldiğinde bu alışkanlık sona erdi. Giderek üçümüz arasındaki ilişki de azar azar değişti. O zamana dek, altmış yaşımıza gelmiş de olsak, hemen her gün birbirimizi bir doğallık içinde görüyor, on yaşında masada oturduğumuz yerlerde oturuyorduk. Masanın etrafında aynı rütüeller cereyan ediyordu. Annem, yemek yenilirken, bir yandan da pişirmeyle ilgilenebilsin diye ocağa yakın otururdu. Lucia’yla ben aşağı yukarı elli yıl önce, o maocu, ben operaist[2] iken olduğu gibi politika konuşuyorduk. 

Bu alışkanlık annem uzun süren son hastalık dönemine girince sona erdi.

O zamandan beri yemek için anlaşıp kimi zaman sırtların altında, Casalecchio’ya giden yolun orada, Funivia’ya yakın bir Asya restoranında, kimi zaman  Casteldebole ile Borgo Panigale arasında, uzun köprünün ötesindeki halk tipi bir apartmanın yedinci katındaki Fabio’nun dairesinde buluşuyoruz. Pencereden ırmağın yanında uzanan çayırlar ve uzakta da San Luca boğazı ile sol taraftan şehir görünüyor.

Böylece, geçen gün bu akşam yemekte buluşmayı kararlaştırdık. Peynirle dondurmayı ben getirecektim, Fabio’nun karısı Cristina lasagne yapmıştı.

Bu sabah her şey değişti. Ve ilk kez –farkına şimdi varıyorum– koronavirüs hayatımıza felsefi, siyasal, tıbbi ya da psikanalitik  bir düşünce nesnesi değil, kişisel bir tehlike olarak girdi.

Önce Lucia’nın kızı, bir süredir Sasso Marconi’de Rita ile yaşayan Tania’dan telefon geldi.

Tania telefonda şöyle dedi: Annem, sen ve Fabio’nun akşam yemek yiyeceğinizi duydum, bunu yapmayın. Ben karantinadayım, zira öğrencim olan (Tania yoga öğretmeni) kadınlardan biri Sant’Orsola’da doktor ve birkaç gün önce testi pozitif çıktı. Ben de biraz bronşitim, bunu görünce test yapmak istediler, sonucu beklerken evden çıkamıyorum. Ona biraz kuşkucu cevap versem de geri adım atmadı ve o zamana dek düşünmediğim bir şey söyledi.

Bana, sıradan bir gribin bulaşma oranı sıfır virgül yirmi bir iken koronavirüsün bulaşma oranının sıfır virgül seksen olduğunu söyledi. Şöyle denilebilir: Normal bir gripte virüs kapmak için beş yüz kişiyle temasta olmak gerekirken, korona için bu sayı yüz yirmi. Interesting.

Hem tahlil yaptırdığı hem de salgın cephesinde en ön safta olanlarla konuştuğu için çok bilgili olduğu belliydi. Tania bana ölenlerin yaş ortalamasının seksen olduğunu da söyledi. İşte bundan kuşkuluydum, şimdi ise biliyorum. Koronavirüs ihtiyarları ve özellikle astımlı (benim gibi) ihtiyarları öldürüyor.

Biraz rastlantısal biçimde başbakan olan, politikayla fazla alışverişi olmayan iyi bir insana benzeyen Giuseppe Conte son konuşmasında şöyle dedi: “Ninelerimizin ve dedelerimizin sağlığını düşünüyoruz.” Ben de korunması gereken dede durumunda olduğuma göre, etkilendim.

Kuşkucu halimden sıyrılıp Tania’ya teşekkür ettiğimi ve tavsiyelerine uyacağımı söyledim. Lucia’yı aradım, biraz konuştuk ve akşam yemeğini ertelemeyi kararlaştırdık.

Bates[3] türü bir çifte bağlantı durumuna girdiğimi hissediyorum. Akşam yemeğini iptal etmek için telefon etmezsem bir fiziki bulaştırıcı durumuna düşerim, erkek kardeşimi öldürebilecek bir virüsün taşıyıcısı olabilirim. Şimdi yaptığım gibi yemeği iptal etmek için telefon edersem, psişik bir bulaştırıcı olabilir, korku  virüsünün, izolasyon virüsünün taşıyıcısı olabilirim.

Ya bu hikâye uzun sürecek olursa?

 

9 Mart

Daha da ağır olan sorun, sağlık sisteminin altında kaldığı aşırı yük: Yoğun bakım bölümleri çökmek üzere. Acil müdahale ihtiyacı olan herkesin tedaviye alınamama tehlikesi var, tedavi edilebilecek hastalarla edilemeyecek olanlar arasında seçim yapılacağı söyleniyor.

Son on yılda halk sağlığı sisteminde 37 milyar (Avro? –ç.n.) kesinti oldu, yoğun bakım üniteleri azaltıldı ve pratisyen hekim sayısı ciddi biçimde düştü.

Quotidianasanità.it[4] sitesine göre, “2007’de halk sağlığı sisteminde 334 acil servis (AS) ve 530 ilk yardım ünitesi (İYÜ) bulunuyordu. On yıl içinde çok ciddi bir azalma oldu: 49 AS kaldırıldı (-%14)  ve 116 İYÜ artık yok (-%22). Daha apaçık bir kısıntı da hem A tipi (acil) hem de B tipi (sağlık ulaşımı) ambülanslara uygulandı. A tipi olanlar yüzde 4 azalırken B tipi olanların sayısı yarıya indi (-%52). Ambülans sayısı çok önemli ölçüde azalırken aynı zamanda içlerinde bulunan doktor sayısı da azaldı: 2007 yılında araçların yüzde 22’sinin içinde doktor bulunurken 2017’de bu oran yüzde 14,7’de kaldı. Mobil reanimasyon ünitelerinin sayısı da yüzde 37 kısıldı (2007’de 329,  2017’de 205). Kesintiler, herhalde kamu hastanelerine göre daha zayıf altyapıya ve az ambülansa sahip olan yetkili bakım evlerini de etkiledi.

Veriler ulusal ölçekteki yatak sayılarında da giderek artan bir eksilme olduğunu gösteriyor. Bu durum özel şahıslara ait kurumlara kıyasla kamu hastanelerinde çok daha belirgin ve dikkat çekici: Yedi yıl içinde azalan 32.717 yatağın 28.832’si (yani yüzde 16,2’si)  ağırlıklı olarak kamuya aitken yetkili özel kurumlarda bu sayı 4.335 (yüzde 6,3) olarak gerçekleşti.”

 

10 Mart

“Aynı denizin dalgalarıyız, aynı ağacın yapraklarıyız, aynı bahçenin çiçekleriyiz.”

Çin’den gelen onlarca maske kasasının üzerinde böyle yazıyor. Avrupa’nın reddettiği de aynı maskeler.

11 Mart

Her yıl 11 Mart’ta,  genellikle yaptığım gibi, Masacarella Sokağı’na gitmedim. Orada Francesco Lorusso’yu[5] anma levhasının önünde durulur, biri kısa bir konuşma yapar, bir çelenk ya da birilerinin kilerinde sakladığı Lotta Continua bayrağı bırakılır, gelenler birbirlerine sıkı sıkı sarılır, öpüşürlerdi.

Eski yoldaşlarımızla kucaklaşamayacağımızı söyleyeceğimi hissedince, bu sefer gitmek içimden gelmedi.

Vuhan’dan hepsi muntazaman yeşil maskeler takmış kutlama yapan insanların fotoğrafları geliyor. Salgını önlemek üzere kurulan hastanelerdeki koronavirüse yakalanmış en son hasta da taburcu edilmiş.

Ziyaretinin ilk etabı olan Huoshenshan hastanesinde [Çin devlet başkanı] Xi, doktorları ve hastabakıcıları “en güzel melekler” ve “ışık ve umudun habercileri” diyerek övmüş.

Başkanların bir şey yapamadığı, sadece doktorların, onların da hepsinin değil, bir şeyler yapabildiği biyopolitik çağına resmen girdik.

 

12 Mart

İtalya. Tüm ülke karantinaya alınıyor. Virüs, kısıtlama tedbirlerinden daha hızlı koşuyor.

Billi ile ben maskemizi takıp bisiklete binerek alışverişe çıkıyoruz. Sadece eczanelerle gıda pazarları açık kalabiliyor. Bir de bayiler; gazete alıyoruz. Bir de tütün bayileri. Kâğıt alıyorum, ama tahta kutudaki (…) azalıyor. Verdi Meydanı’nda duran Afrikalı öğrencilerin hiçbiri de ortada yok.

Trump “foreign virüs” demiş.

“All viruses are foreign by definition. But the President has not read William Burroughs.” 

 

13 Mart

Esprili bir tip Facebook profilime şu cümleciği post etmiş: Ee BIFO, emeği ortadan kaldırdılar.

Gerçekte emek yalnızca az sayıda insan için ortadan kalktı. Sanayi işçileri, maske ya da başka bir koruma olmaksızın birbirlerinden yarımşar metre uzaklıkta, her zamanki gibi fabrikaya gitmek zorunda olduklarından isyan halindeler.

Çöküş ve sonra uzun tatil. Nasıl çıkacağımızı kim söyleyebilir?

Birilerinin öngördüğü gibi, buradan mükemmel bir tekno-totaliter durumla çıkabiliriz. Timothy Snyder Kara Yeryüzü (Black Earth) kitabında, totaliter rejim için, herkesin hayatta kalıp kalmamasının söz konusu olduğu bu uç olağanüstü  halden daha iyi bir koşul olamayacağını anlatıyor.

AIDS fiziksel temasın uzaklaşması ve temas içermeyen iletişim platformlarının ortaya çıkışı için gereken koşulu hazırladı: AIDS olarak adlandırılan psişik mutasyon interneti hazırladı.

Şimdi de bireylerin sürekli izolasyon halinde olacağı bir hale geçebiliriz ve yeni kuşak öteki beden korkusunu içselleştirebilir.

Ancak terör nedir?

Terör hayal edilenin hayal gücünü tümüyle egemenliği altına aldığı durum. Hayal dünyası, kolektif zihnin fosil enerjisi, deneyimin oraya bıraktığı imgeler, hayal edilenin sınırlanması. Hayal gücü ise, yenilenebilir ve önyargıdan arınmış enerji. Bir ütopya değil ama, mümkün olanların yeniden kombinasyonu.

Önümüzdeki zamanda bir yol ayrımı var. Oradan daha düne kadar düşünülemez olan bir imkânı hayal ederek çıkabiliriz. Bu da gelirin yeniden dağıtılması ve çalışma süresinin azalması. Eşitlik, azla yetinme, büyüme paradigmasından vazgeçme, toplumsal enerjilerin araştırma, eğitim ve sağlığa yatırılması.

Neoliberalizmle, halk sağlığından kesintilerle, sinirlerin aşırı sömürülmesiyle koşullanan bu pandemiden nasıl çıkacağımızı bilemeyiz. Kesinlikle büsbütün yalnız, saldırgan ve rekabetçi çıkabiliriz.

Ama büyük bir kucaklama isteğiyle de çıkabiliriz: Dayanışmalı sosyallik, temas, eşitlik. 

Virüs hiçbir siyasal vaazın doğuramayacağı bir zihin sıçramasının koşulunu yaratıyor. Eşitlik yeniden sahnenin ortasında. Onu gelmekte olan zamanın çıkış noktası olarak hayal edelim.

 

---------------------------------------------------------------------------

* 21 ve 28 Şubat tarihli metinlerin çevirisi Bengi Oya'ya aittir.

[1] Internazionale: İtalya’da yayınlanan haftalık dergi.

[2] Operaismo (emekçicillik): İtalya’da 1960’ların başında, komünist ve sosyalist partiden uzaklaşan ve işçi sınıfının öncülüğüne inanan bir grup entelektüelin,  aralarında Toni Negri ile Venedik’in eski belediye başkanı Massimo Cacciari’nin de bulunduğu bir grup entelektüelin anti-otoriter bir marksist yaklaşımla  kurdukları, Quaderni Rossi (Kızıl Defterler, 1961) ve Classe Operaia (İşçi Sınıfı, 1963) dergileri etrafında toplanan bir düşünce hareketi.

[3] Norman Bates: Robert Bloch’un aynı adlı romanından Alfred Hitchcock’un uyarladığı Psycho adlı  filmde (1960) Anthony Perkins’in canlandırdığı çift kişilikli karakter.

[4] İtalya’da günlük sağlık haberleri veren web sitesi.

[5] Francesco Lorusso: 1977’de sol ve sağ grupların çatışmasına polis müdahalesi sırasında polis kurşunuyla 25 yaşında hayatını kaybeden sol eğilimli Lotta Continua (Sürekli mücadele) üyesi.