Hüsnükabul Kayıt Arşivi

-
Aa
+
a
a
a
Programın kayıtlarını buradan dinleyebileceğiniz gibi, podcast kanalına üye olarak farklı podcast uygulamaları aracılığıyla mobil cihazlarınızdan da dinleyebilir, yeni bölümler yayınlandıkça haberdar olabilirsiniz: iTunes / RSS

Podcast kanalları ve üyeliği hakkında daha detaylı bilgi almak için tıklayın.
ABD destekli Filistin savaşı Esther Projesi'nden sınırdaki şiddete kadar otoriterliği ülke içinde nasıl yaygınlaştırıyor?

Zaman zaman geri dönmek, yanlış anladıklarımızı veya anlamakta zorlandıklarımızı tekrar yakında görmek için yardımcı oluyor. 

Bu yayında önemli bir konuya odaklanmak istiyoruz: Esther Projesi. 

Hatırlarsanız, Noura Erakat, Filistinli aktivist, Rutgers Üniversitesi'nde hukuk profesörü ve aylar önce, Aralık 2024 tarihinde, Boston Review’de bir yazı kaleme almış ve “Bumerang Geri Dönüyor: ABD destekli Filistin savaşı, Esther Projesi'nden sınırdaki şiddete kadar otoriterliği ülke içinde nasıl yaygınlaştırıyor?” sorusunu sormuştu. Bugün bu yazıya tekrar dönmek istiyoruz. 

Bunun nedeni ise Noura Erakat’ın "bumerang etkisi" diye tanımladığı şey, 'Esther Projesi'nden sınırdaki şiddete kadar otoriterliği ülke içinde nasıl yaygınlaştırıyor?' sorusunda vuku buluyor. 

Bu bumerang etkisinin hatırlatmak adına, Martinikli şair, oyun yazarı ve politikacıydı, Aimé Césaire’in sözlerine aktarmak istiyorum. Aime Cesaire, emperyalizm ve bumerang ilişkiyle ilgili şöyle diyor, “Bir erkek ev bekçisine sadistçe şiddet uygulayıp eşine karşı nazik olamaz. Bir kadın kocasına karşı zalim olup çocuğuna karşı nazik olamaz.”

Bu sadist erk iktidar, hem ulus içinde hem de ulus dışında şiddeti sürdürmeye devam ediyor. Ancak, önce ülke içinde şiddet üreterek başlıyor ve bunun pek farkında değil. Ulus içinde bir barış veya bir huzur arzuluyor. Fakat tam tersi olan şey oluyor; bumerang etkisi oluyor ve şiddete dönüşüyor.  

Şu an ABD’de gündeme gelen Project Esther, Filistin dayanışma hareketlerini bastırmayı hedefleyen politikalarıyla büyük tartışma yarattı. Heritage Foundation tarafından hazırlanan bu belge, Filistin yanlısı grupları “Hamas destek ağı” olarak yaftalayarak, akademik ve sivil alanlarda ifade özgürlüğünü daraltma tehlikesi taşıyor. Eleştirmenlere göre, bu girişim sadece ABD içindeki özgürlükleri değil, küresel düzeyde hak savunuculuğunu da tehdit ediyor. Bu tablo, devletlerin güvenlik ve siyaset adına attığı adımların çoğu zaman insan hayatı, onuru ve özgürlüğü pahasına atıldığını bir kez daha hatırlatıyor.

ABD destekli Filistin savaşı Esther Projesi'nden sınırdaki şiddete kadar otoriterliği ülke içinde nasıl yaygınlaştırıyor?
 

ABD destekli Filistin savaşı Esther Projesi'nden sınırdaki şiddete kadar otoriterliği ülke içinde nasıl yaygınlaştırıyor?

08 Ekim 2025
Trump’ın BM Konuşması: Göç, Emperyalizm ve Adalet Arayışı

Trump, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na altı yıl aradan sonra döndüğü konuşmasında göçmenleri hedef aldı; sınırların kapatılmasını, “açık sınır” politikalarının terk edilmesini ve Birleşmiş Milletler’in “yozlaşmış bir yapı” olarak görülmesini savundu. Bu söylemler, kan ve toprak milliyetçiliğinin yeniden üretilmesine zemin hazırlarken göçmenlerin yaşam hakkını da doğrudan tehdit ediyor.

The Guardian’ın araştırmaları, göçmen emeğinin nasıl sistematik biçimde sömürüldüğünü gözler önüne seriyor. Birleşik Krallık’tan Türkiye’ye gönderilen atıkların geri dönüşüm tesislerinde mültecilerin kölelik koşullarında çalıştırıldığı; iş cinayetlerinde düzenli olarak hayatlarını kaybettikleri ortaya konuyor. Bu tablo, atık sömürgeciliğinin görünmez ama ölümcül yüzünü açığa çıkarıyor.

Göçmen ve Mülteci Dayanışma Ağı’nın son açıklaması ise Nicolai Palamarcıuc cinayetinin “münferit” değil, cezasızlık ve sömürü düzeninin bir sonucu olduğunu vurguluyor. Irkçılık, patriyarka, kapitalizm ve iklim krizinin kesişiminde en savunmasız bırakılan göçmenlerin mücadelesi, küresel adalet arayışının tam merkezinde duruyor. Programda, bu çok katmanlı tabloyu birlikte ele alıyoruz.

Trump’ın BM Konuşması: Göç, Emperyalizm ve Adalet Arayışı
 

Trump’ın BM Konuşması: Göç, Emperyalizm ve Adalet Arayışı

01 Ekim 2025
"Elimde bir bulut" - Gaza Biennale Istanbul

Geçtiğimiz hafta Tütün Depo'da 'Elimde Bir Bulut' ('A Cloud In My Hand') başlıklı Gaza Biennale Istanbul sergisi açıldı. Sanatçıların kendi inisiyatifiyle bir araya getirdikleri ve eserlerini bağışladıkları bu sergide Gazze'den yaklaşık 50 sanatçı yer alıyor.

2024 yılında, nefes kesici bir sanatsal direniş eylemiyle ve Ramallah yakınlarındaki Al Risan dağındaki Yasak Müze ile işbirliği içinde, Gazze'deki sanatçılar kuşatma altındaki bir plajdan Gazze Bienali'ni başlattılar. O zamandan beri, dünya çapındaki sanat kurumları Gazze Bienali Pavyonları'na ev sahipliği yapmaya başladı. Bu, ulusal temsilleri, sanatsal yakınlık ve ittifakın ulus ötesi bir inisiyatifiyle ve yerinden edilmiş insanların dayanışma gerçekleşiyor. 

Bu vesileyle, bize katılan sanatçılar sırasıyla: Shulamit Bruckstein, Reinse Chahine, Tanji Khaled ve Kubilay Özmen.

"Elimde bir bulut" - Gaza Biennale Istanbul
 

"Elimde bir bulut" - Gaza Biennale Istanbul

24 Eylül 2025
2025 Hrant Dink Ödülü'nün sahibi Helena Maleno Garzón ile söyleşi

Bu yıl 17. kez verilen 2025 Hrant Dink Ödülü'nün sahibi İspanyalı göçmen hakları aktivisti ve gazeteci Helena Maleno Garzón ile birlikte olacağız. Ödüller bu sene de her sene olduğu gibi Hrant Dink’in doğum günü olan 15 Eylül’de verildi. İyi ki doğdun ahparig, diyoruz. 

Konuşacak pek çok konu var. Ancak, ben bu fırsatı bulmuşken, dünya tarihini veya son birkaç yılın tarihini hatırlamak ve konuşmak istiyorum. 

Geçen hafta iki önemli olayın yıldönümüydü; ABD'de 11 Eylül saldırıları ve 2 Eylül'de iki yaşındaki Suriyeli çocuk Alan Kurdi'nin ölümü. 

Bu iki olayın şu an dünyaya önemli ölçüde - tarihin diğer olaylar gibi - pek çok şeye ayna tuttuğunu görüyorum. Her ikisi de tarihin en büyük lekesi olarak hatırlanıyor. 2001-2009 yılları arasında devlet başkanlığı yapan George W. Bush, liderliğinde ABD büyük bir operasyon başlattı: ‘Teröre Karşı Savaş’ (War on Terror). O dönemde, İslamofobinin nasıl kök saldığını, esmer veya siyahi toplulukların nerdeyse her gün baskı ve aşağılanmaya nasıl katlandığını, hatta insanların evlerine girip eşyalarını gasp edildiğini ve evin içine girerek veya sokağın ortasında öldürdüğünü tanık olduk. Bu, tarihin en büyük lekesiydi ve böyle olmaya devam ediyor. Bu tarihi size hatırlatmak istedim çünkü bu tarih, ya da geçmiş, sömürgeciliğin yeni yüzlerle devam ettiğini, en çarpıcı örnek olarak 1996 yılında, Bernard Lewis’in (Clash of Civilization) “medeniyetler çatışması” gibi absürt bir ifadeye rağmen, beyaz adamın maskesinin hiç değişmediğini gösteriyor. Hatta bu beyaz adam, riyakarca “Biz medeniyetiz” diye iddia etmeye kadar varıyor. 

1948'den bu yana İsrail'in Filistin'de uyguladığı faşist soykırımı ele almak istiyorum. Son rapora göre, İsrail askeri rejimi tarafından 62 bin 300 kişi öldürüldü. Bu rapor, neredeyse sadece bir tarafını gösteriyor. 

Diğer bir yandan, tarihin doğru tarafında durmanın bedeli dünyanın her yerinde ödenmeye devam ediyor. Rashed Khaledi, Columbia Üniversitesi'nde “Orta Doğu Çalışmaları” profesörü, en son Columbia’dan istifa ederken önemli bir şey söyleyerek çekildi: Dünyanın durumunu anlamak ve empati duygumuzu canlandırmak istiyorsak, Filistin'e kulak vermemiz gerekiyor, hatta dokunmamız gerekiyor çünkü Filistin her anlamda dünyanın merkezi olduğunu söylüyor. Şu anda Gazze'de yaşayan insanların günlük yaşamları çiğneniyor. Tanınmış şair ve yazar, Pulitzer Ödülü sahibi Mosab Abu Toha, New York dergisinin 12 Şubat 2025 sayısında şöyle yazıyor, “Ailem açlık çekiyor. Komşularım ölüyor. Bu adaletsizliklerin sona ermesi gerektiği için bunu paylaşmak zorundayım” diyerek Gazze'nin şu anda ihtiyaç duyduğu şeyleri sıralıyor. En yakın arkadaşı Refat Alareer, ölümü beklerken bir şiir yazdı: If I Must Die. ‘Eğer ölmeliysem ben, Sen yaşamalısın benim hikâyemi anlatmak için’ sözleri zihninizde kazınır. Refat Alareer’in bedeni hala Gazze'de ve bilinmeyen molozların altında, Tüm bu kayıplar ve tarihin doğru bir yerde durma, eylemi sizin için ne ifade ediyor? 

Bir başka sorum da, geçen hafta, 2 Eylül'de Alan Kurdi'nin yıldönümüydü. Eylül 2015'te, Muğla'nın Bodrum ilçesinden şişme botla Yunanistan'ın Midilli adasına geçmeye çalışırken annesi ve erkek kardeşi ile birlikte boğulan üç yaşındaki Suriyeli Kürt çocuktu.

Aslında, onun hikayesinde doldurulması gereken birçok boşluk var, ancak bildiğimiz kadarıyla, Türkiye'den ayrılıp başka bir ülkede yaşamak istiyordu. Bu, onun en temel ihtiyacıydı. Taşınma ihtiyacı. Bir yerden başka bir yere gitme ve orada yaşama ihtiyacı. Ancak bu ihtiyaç karşılanamadı ve Muğla'nın Bodrum ilçesi kıyılarında ailesiyle birlikte hayatını kaybetti. İki yaşındaki Alan Kurdi'nin kıyıda sanki uyuyormuş gibi duran fotoğrafı hala zihnimizde ve unutmadık. 

Burada bir istatistik paylaşmak istiyorum: “Avrupa Kalesi”nin kısıtlayıcı politikaları sonucunda ölen 66.519 mülteci ve göçmenin listesini gördüm. Gözlerimizin önünde, birçok kasıtlı uygulama, sınırların sertleşmesi ve bu uluslararası sularda, - Madleen Flotilla gemisi de aklımızda tutalım ve unutmayalım- Avrupa medeniyetinin insan haklarını ve insan onurunu çiğnediğini görüyoruz ve bu sadece Avrupa'da değil, dünyanın birçok yerinde de böyle. Örneğin, daha iki gün önce İngiltere'de aşırı sağcı göçmenlere karşı bir eylem düzenlendi. Tekrar altını çizmek istiyorum: Göçmenlere KARŞI. 

Bu protesto, ülkedeki en büyük aşırı sağcı protesto olarak kabul edilen ve yaklaşık 110.000 kişinin katıldığı bir eylemdi. Bu akıl almaz bir şey. Sizce bu ne anlama geliyor? Hannah Arendt'in dediği gibi, kötülüğün yayıldığı böylesi zamanlarda, en temel şey insan olarak “düşünme yoksunluğu” haline mi gelmiş). Sizce insanlık en temel düşünme yetisini mi kaybetmiş?

2025 Hrant Dink Ödülü'nün sahibi Helena Maleno Garzón ile söyleşi
 

2025 Hrant Dink Ödülü'nün sahibi Helena Maleno Garzón ile söyleşi

17 Eylül 2025
Hannah Arendt: "Biz Mülteciler"

Geçen haftaki yayında bir duyuru yapmıştım. Bu duyuru Hannah Arendt'in Ocak 1943 tarihli “Biz Mülteciler” (We Refugees) başlıklı denemesi hakkındaydı ve bu denemeyi bu hafta hep birlikte dinleyeceğiz.  

Deneme, mülteci sorununa önemli bir ölçüde ışık tutuyor. Çoğu zaman, dünyanın durumuna tanık olduğumuzda kendimizi 'karanlık' bir yerde buluruz ve dışarıdan birinin ışık tutmasına ihtiyacımız vardır. Bu noktada, Hannah Arendt'in biraz ışık tuttuğunu görüyorum.

Bu deneme, “biz” mülteciler ile başlıyor ve size hitap ediyor. Sizden sessiz kalmanızı ve sadece dinlemenizi istiyor. Bu bir konuşma değil. Yine de bu deneme, bir konuşma girişimini içeriyor. Kim bilir, belki de bu denemeyi dinledikten sonra, bu yeryüzündeki  ötekilere (başkalara) karşı daha duyarlı olabiliriz.

Hannah Arendt: "Biz Mülteciler"
 

Hannah Arendt: "Biz Mülteciler"

10 Eylül 2025
“Elimde bir bulut var”: Yeniden birlikteyiz

Gaza Biennale İstanbul’da 'Elimde bir bulut var' başlığı altında başlıyor. Uluslararası sanatçılar dayanışma içinde bu bienali desteklemek için eserler bağışlıyorlar. Birlikte, sanat, şiir ve seslerini yerinde ve çevrimiçi olarak paylaşacaklar. Sergi ile birlikte canlı bir performans açılacak. Serginin yeri ve zaman: Depo İstanbul, 19 Eylül akşam 17:00’de açılıyor ve 8 Kasım’a kadar devam ediyor.

Kilis’in Ketenciler Mahallesi’nde kaybolan 2 yaşındaki Suriyeli Arıc Aljaroukh’un cansız bedeninin evlerinin yakınındaki su kuyusunda bulunması büyük üzüntüye yol açtı. Kilis Valiliği, olayın Cumhuriyet Başsavcılığı koordinesinde titizlikle soruşturulduğunu açıkladı ve tüm kentin bu acı hadiseden derinden etkilendiğini vurguladı. Küçük kızın ölümü, geçtiğimiz yıl aynı kentte yaşanan Gina Mercimek cinayetini hatırlatarak güvenlik, mülteci çocukların korunması ve yaşam koşulları konularını yeniden gündeme taşıdı. Valilik ayrıca aileye başsağlığı dilerken, kayıp ihbarı sonrası arama çalışmalarına destek veren vatandaşlara teşekkür etti.

Türkiye’de Suriyelilerin demografik durumu da tartışılmaya devam ediyor. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın açıkladığı verilere göre, 2021’de 3,7 milyon ile zirve yapan geçici koruma altındaki Suriyeli sayısı, 2025 Mayıs itibarıyla 2,7 milyona geriledi. Bugüne kadar 1,1 milyondan fazla Suriyeli ülkelerine gönüllü olarak dönerken, İstanbul 437 bin kişiyle en fazla Suriyelinin yaşadığı şehir oldu. Geri dönüşler hükümet tarafından “gönüllü, güvenli ve onurlu” bir süreç olarak tanımlansa da, insan hakları örgütleri kimi durumlarda hak ihlalleri yaşandığını iddia ediyor.

Öte yandan Pakistan’ın doğusundaki Pencap eyaleti, tarihinin en büyük sel felaketiyle karşı karşıya. Muson yağmurlarının yanı sıra Hindistan’dan gelen taşkın suları nedeniyle nehirler rekor seviyelere ulaştı ve 2 milyon kişi selden etkilendi. Binlerce kişi tahliye edilerek okul ve kamu binalarında kurulan geçici kamplara yerleştirilirken, tarım arazilerinin büyük bölümü sular altında kaldı. Yetkililer, bu durumun hem gıda güvenliği hem de barınma koşulları açısından ciddi bir kriz yaratabileceğini belirtiyor. İklim değişikliğinin etkileriyle şiddeti artan muson yağmurlarının, Güney Asya’daki milyonlarca insan için giderek daha yıkıcı sonuçlar doğurduğu uyarısı yapılıyor.

“Elimde bir bulut var”: Yeniden birlikteyiz
 

“Elimde bir bulut var”: Yeniden birlikteyiz

03 Eylül 2025
Bir Daha Dönmemek Üzere Gidenler

Geçtiğimiz hafta Mısır doğumlu Mohamed Alhafiz'ın Türkiye'den Mısır'a sınır dışı (iade) etmesiyle ilgili bahsetmiştim. 

Mohamed Alhafiz, evli ve dört çocuk babası, sekiz yıldır Türkiye’de yaşamaktaydı. Mısır'dan darbe sonrası katliamlardan, işkenceden ve yargısız infazlardan kaçarak Türkiye’ye sığınmıştı. Gülden Sönmez'in 24 Temmuz'daki acil üzücü bir çağrısıyla haberdar olduk: 'Mohamed Alhafiz Türkiye'den gönderildi'. Kendisini Mısır’a teslim edecek ikinci bir ülkeye gönderilmesi halinde işkence altında öldürüleceği ya da idam edileceğine dair şüphe yoktu. Buna rağmen Mohamed Alhafiz geri gönderildi.

Gülden Sönmez, aynı zamanda Türkmenistanlı 'ABDYLLA ORUSOV ve ALISHER SAHATOV NEREDE' diye soru soruyor, 'Nisan ayında Sinop’ta keyfi olarak tutularak Geri Gönderme Merkezi’ne götürülmüşler ve haklarında sınır dışı etme kararı verilmişti. Anayasa Mahkemesi her ikisi hakkında da tedbir kararı vermiş ve Sınır Dışı Edilemeyecek kişiler arasında olduklarına hükmetmişti. Edirne Geri Gönderme Merkezi'nde tutulan Türkmenistanlıların, 24 Temmuz'da 'serbest bırakıldıkları' ve Sinop'a gitmelerine izin verildiği yönünde karar verildiğine dair beyanlarla bırakıldıkları belirtilmektedir. Buna rağmen o tarihten bu yana kendilerinden bir daha haber alınamamıştır. Bu durum, Abdylla Orusov ile Alisher Sahatov'un Türkmenistan'a sınır dışı edilmiş olabileceği yönünde güçlü şüpheler uyandırmaktadır. Türkmenistan, işkence, zorla kaybetmeler ve siyasi mahkumların zorla kaybettirilmesi ve öldürülmesiyle tanınan bir ülkedir. Türkiye’den daha önce sınır dışı edilen Türkmenler hakkında maalesef bir daha hiç kimse haber alamamıştır. 6458 Sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu kapsamında geri gönderilemeyecek yabancılardan olan iki Türkmen aktivist, Türkmenistan’a yahut buraya gönderilecekleri herhangi bir ülkeye sınır dışı edildiler ise hayatları ciddi risk altında olacaktır. İşkence ve hatta ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalacaklardır,' diyor.

Gülden Sönmez'i tüm bu olanları konuşmak için davet ettim ve kendisiyle olan biten her şey hakkında kapsamlı bir konuşma gerçekleştiriyoruz. 

Bir Daha Dönmemek Üzere Gidenler
 

Bir Daha Dönmemek Üzere Gidenler

06 Ağustos 2025
Bir Uçakla Sürgün, Bin Soru: İnsan Hakları Sınır Tanımıyor mu?

Mısır doğumlu ve muhalif Mohamed Abdelhafız’ın Türkiye'den sınır dışı edilmesi, insan hakları açısından düşündürücü bir başka örnek. Gülden Sönmez ve MAZLUMDER’in yaptığı çağrılara rağmen, yıllardır Türkiye’de yaşayan ve ülkesinde idamla karşı karşıya olan bir insanın gönderilmesi, vicdanlara ağır bir yük bıraktı. Sığınmacılar hukuki güvence altındayken, neden bilinmeze – belki de ölüme – gönderiliyorlar? Göç politikaları güçle şekillenirken, insan haklarının sesi kısılmamalı. Aksi halde hukuk, sadece güçlü olanın kalkanı haline gelir.

Almanya’da ise Temmuz ayında gerçekleştirdiği yeni sınır dışı operasyonuyla 81 Afgan erkeği ülkelerine gönderdi. Suç geçmişleri ve mahkeme kararları gerekçe gösterilse de Taliban yönetimi altındaki Afganistan’a zorla geri gönderilen bu insanların nasıl bir kaderle karşılaşacakları belirsiz. Üstelik bu, Almanya'nın bu yöndeki ikinci hamlesi. BM’nin açık uyarısına rağmen sınırdışıların sürmesi, göçmen politikalarında hukuki kaygılardan çok siyasi hedeflerin öne çıktığını gösteriyor. Merz hükümetinin sertleşen söylemleri, sınır kontrollerinin sıkılaştırılması ve aile birleşiminin askıya alınması gibi uygulamalarla göçmenlere yönelik baskının daha da artacağını işaret ediyor. Bununla birlikte, Almanya'nın ev sahipliğinde düzenlenen Göç Zirvesi, Avrupa genelinde iltica süreçlerinin üçüncü ülkelere taşınması ve göç politikalarının sertleştirilmesi yönünde önemli adımlar içeriyor. 

Bir Uçakla Sürgün, Bin Soru: İnsan Hakları Sınır Tanımıyor mu?
 

Bir Uçakla Sürgün, Bin Soru: İnsan Hakları Sınır Tanımıyor mu?

30 Temmuz 2025
Avrupa’nın Dışsallaştırılmış Sınırları: Libya gözaltı merkezlerinde insanlıktan çıkışın anatomisi

Phoebe Walton ile gerçekleştirdiğimiz kapsamlı röportaja yer veriyoruz. Walton, Berlin'de doğdu. Cambridge Üniversitesi'nde mekansal çalışmalardan alanında eğitimini tamamladı ve şu an Forensic Architecture'de çalışıyor.  

Phoebe Walton ile bu röportajda ilk olarak bizim daha önce sizlerle de paylaştığımız “Kale Avrupası”nın kısıtlayıcı politikaları nedeniyle 66 bin 519 mülteci ve göçmenin öldüğünü belgeleyen son liste" raporu üzerine konuşuyoruz.

Ardından Phoebe Walton, Avrupa sınır politikalarının göçmen ve mültecilere yönelik yapısal şiddeti nasıl sistematikleştirdiğini ve bu sürecin Libya gibi ülkelerde nasıl derin insani krizlere yol açtığını anlatıyor. Özellikle "geri itme" ve "geri çekme" uygulamalarının, Avrupa’nın hukuki ve ahlaki sorumluluğunu başka ülkelere devretme stratejisiyle hayata geçirildiğini vurgulayan Walton, bu pratiklerin bir yandan Avrupa kamuoyundan gizlendiğini, öte yandan mülteciler üzerinden yaratılan korku söylemleriyle meşrulaştırıldığını belirtiyor. Libya’daki gözaltı merkezlerinde yaşanan insanlık dışı koşulların, AB tarafından desteklenen bir sınır altyapısının parçası olarak görülmesi gerektiğini ve bu merkezlerde mültecilerin hem yerel milisler hem de Avrupa destekli yapılar tarafından çok yönlü istismara uğradığını ortaya koyuyor.

Phoebe Walton ayrıca, Forensis'te yürüttükleri saha araştırmaları aracılığıyla, mültecilerin tanıklıklarını dijital araçlarla belgelediklerini ve bu anlatıları somut, hukuki delillere dönüştürdüklerini ifade ediyor. Libya’daki gözaltı merkezlerinden sağ kurtulan Martin ve Stefan gibi kişilerin tanıklıkları üzerinden sistemin nasıl işlediği gözler önüne seriliyor. Tüm bu süreçlerin, Avrupa'nın kendi sınırlarını dışsallaştırarak görünmezleştirmeye çalıştığı sistematik bir baskı biçimi olduğunu belirtiyor ve kamuoyunun, bu gizli kalan alanlara dair farkındalığını artırmanın aciliyetine dikkat çekiyor.

Avrupa’nın Dışsallaştırılmış Sınırları: Libya gözaltı merkezlerinde insanlıktan çıkışın anatomisi
 

Avrupa’nın Dışsallaştırılmış Sınırları: Libya gözaltı merkezlerinde insanlıktan çıkışın anatomisi

23 Temmuz 2025
İltica hakkı askıya alınıyor: ABD ve AB’de Sertleşen Politikalar, Hak İhlalleri ve İnsanlık Dışı Koşullar

Zebo Kadirova’nın hiçbir somut gerekçe olmaksızın geri gönderme merkezinde tutulması, Türkiye’deki göç politikalarının geldiği noktayı gözler önüne seriyor. Aylarca imza yükümlülüğüne tabi tutulan ve ardından ani bir şekilde alıkonulan Kadirova’nın dört çocuğu annelerinin geri dönmesini beklerken, ailesi ise yetkililere çağrıda bulunuyor. Göç İdaresi’nin İslam coğrafyasından gelen göçmenlere yönelik ayrımcı ve baskıcı uygulamaları, insan hakları savunucuları tarafından kaygıyla izleniyor.

Birleşmiş Milletler diğer yandan insani yardım fonlarındaki kesintilerin dünya genelinde göçü tetiklediği uyarısında bulunuyor. Bu krizin yapısal sebeplerine dikkat çekiliyor. Tarımın şirketleşmesi, doğal kaynakların sömürülmesi gibi nedenlerle insanlar yurtlarını terk etmek zorunda kalıyor. Göçmenler ise sıklıkla medyada tehdit olarak sunuluyor; oysa yaşanan göçler çoğunlukla hayatta kalma mücadelesinin sonucu. Göçün bireysel tercihlere indirgenmesi, adaletsizliğin üzerini örtüyor.

ABD'de ICE'in Latin kökenli insanlara yönelik ayrımcı ve sert müdahaleleri, yargı tarafından anayasaya aykırı bulunurken, Kaliforniya’da yapılan baskınlarda bir göçmenin ölmesi durumun vahametini artırıyor. Öte yandan Yunanistan’da artan göçmen akını karşısında iltica başvuruları askıya alınırken, Libya ile iş birliği girişimleri de başarısızlıkla sonuçlanıyor. ABD’de ise Trump yönetiminin “Alligator Alcatraz” gibi gözaltı merkezlerinde göçmenleri insanlık dışı koşullarda tutması, uluslararası kamuoyunun tepkisini çekiyor. Göçmen krizine yönelik baskıcı uygulamalar, küresel adaletin sorgulanmasına neden oluyor.

İltica hakkı askıya alınıyor: ABD ve AB’de Sertleşen Politikalar, Hak İhlalleri ve İnsanlık Dışı Koşullar
 

İltica hakkı askıya alınıyor: ABD ve AB’de Sertleşen Politikalar, Hak İhlalleri ve İnsanlık Dışı Koşullar

16 Temmuz 2025