Hüsnükabul Kayıt Arşivi

-
Aa
+
a
a
a
Programın kayıtlarını buradan dinleyebileceğiniz gibi, podcast kanalına üye olarak farklı podcast uygulamaları aracılığıyla mobil cihazlarınızdan da dinleyebilir, yeni bölümler yayınlandıkça haberdar olabilirsiniz: iTunes / RSS

Podcast kanalları ve üyeliği hakkında daha detaylı bilgi almak için tıklayın.
Sudan’da 500 Gün: Siyah Bedenler, Savaşın Gölgesi ve Hatırlamanın Yükü

Yayınımıza Sudan kökenli Türkiye’de ikamet eden Denis Sime bize katılıyor. Denis, 1985 yılında Al-Ain, Arap Emirlikleri’nde doğdu; Londra ve Dubai’de büyüdü ve İstanbul ve Bodrum’da yaşıyor ve çalışıyor. Eğitimini Chelsea College of Arts and Design, Londra’da tamamladı. Postkolonializm, siyah emek, siyah queer; feminist hareketler ve direnişle ilgileniyor. Çalışmaları kölelik, isyan, kaçak olma hali, siyah teori kapsar. Siyah bedenlere yer veren eserleri, tarihi olaylardan çokça etkilenir.

İki gün önce, Denis'e şöyle bir mesaj göndermeye cesaret ettim; “Denis, haftalardır Sudan'ı programımızın merkezine nasıl alabiliriz diye düşünüyorum. Orası babanın doğduğu yer, biliyorum. Bu konuyu takip ettiğini de biliyorum. Bunun üzerine konuşmak hiç de kolay değil. Bu nedenle bu soruyu sormak istiyorum: Bu konu hakkında hem tarihsel hem de kişisel olarak ilk düşüncelerini bizimle paylaşmak ister misin?” 

Bildiğiniz üzere, Birleşmiş Milletler, Sudan'da acil ateşkes çağrısını yineliyor. Birleşik Arap Emirlikleri destekli RSF (Hızlı Destek Güçleri), 17 aylık kuşatmanın ardından Darfur'daki El Fasher şehrinin kontrolünü ele geçirdi. Geçen hafta Pazartesi günü, Afrika Birliği başkanı, ihtiyaç sahiplerine hayat kurtaran yardımların ulaşabilmesi için insani yardım koridorlarının açılması çağrısında bulundu. Afrika Birliği ayrıca El Fasher'deki savaş suçları haberlerini kınadı. Sudan ordusuyla ittifak halindeki bir grup, RSF'nin El Fasher'in kontrolünü ele geçirdiğinden bu yana “2 binden fazla silahsız sivili infaz ettiğini” iddia etti.

Şehrin yıkımı Sudan ordusu için büyük bir darbe olarak görülüyor. Pazartesi günü Sudan ordusu komutanı General Abdel Fattah al-Burhan, askerlerinin Darfur'daki son kalesinden çekildiğini duyurdu.

Pazartesi günü, BM'nin Sudan insani yardım koordinatörü Denise Brown, El Fasher ve Sudan genelinde yayılan insani kriz konusunda uyarıda bulundu.

“Şu anda 500 günden fazla bir süredir, sivillere insani yardım ulaştırılması engelleniyor. Bu yüzden, El Fasher'da sivillerin olduğunu tekrarlamak istiyorum. Bu bir gerçek. Ve bir kez daha, onlarca kez söylediğimiz gibi, BM, RSF'ye bu sivillerin güvenli bir şekilde ayrılmaları için geçiş izni vermesini talep ediyor. Özellikle son 24 saatte çatışmaların yoğunlaşmasıyla birlikte, bu sivillerin yaralanma veya öldürülme riski artmıştır.”

Sudan ordusu ve Birleşik Arap Emirlikleri destekli RSF, 2023'ten beri çatışıyor. O zamandan beri, Sudan genelinde 150 bin den fazla kişi öldü.  Denis düzeltiyor ve “400 bine yaklaştı” diyor. Ve yaklaşık 12 milyon kişi evlerini terk etti.

 

Sudan’da 500 Gün: Siyah Bedenler, Savaşın Gölgesi ve Hatırlamanın Yükü
 

Sudan’da 500 Gün: Siyah Bedenler, Savaşın Gölgesi ve Hatırlamanın Yükü

03 Aralık 2025
Küresel Açlık Krizi ve Sertleşen Hareketlilik Politikaları

FAO ve WFP’nin son raporu, çatışmaların derinleştirdiği akut gıda güvensizliği nedeniyle Suriye dahil 16 ülkede ciddi kıtlık riski bulunduğunu ortaya koyuyor. Haiti, Mali, Filistin, Yemen, Güney Sudan ve Sudan en yüksek risk altındaki bölgeler olarak öne çıkarken, finansman açıkları insani yardımların azalmasına ve kitlesel göç riskinin artmasına yol açıyor.

Aynı dönemde İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün raporu, Türkiye’de yaşayan Uygurların artan baskılar, keyfi tahdit kodları, iptal edilen ikamet izinleri ve sınır dışı uygulamaları nedeniyle kendilerini güvende hissetmediğini belirtiyor. Bu durum geri göndermeme ilkesinin ihlali ve işkence/kötü muamele riski açısından ciddi endişeler yaratıyor.

Avrupa ülkelerinde de göç politikalarının sertleştiği görülürken; Almanya nitelikli göçe ihtiyaç duyduğunu, İngiltere ise sığınma rejimini daha da kısıtlamaya hazırlandığını açıklıyor. Tüm bu gelişmeler, küresel ölçekte hem korunmaya muhtaç kişilerin hem de göç rejimlerinin giderek daha baskıcı bir yöne evrildiğini gösteriyor.

Küresel Açlık Krizi ve Sertleşen Hareketlilik Politikaları
 

Küresel Açlık Krizi ve Sertleşen Hareketlilik Politikaları

26 Kasım 2025
Madde 450-B: Gözlerini kaçırmak cezalandırılır

In What Kind of Country Do I Live? adlı kitabında 450-B maddesi üzerinde duran Anil Ramdas'den yola çıkarak haftanın diğer önemli haberlerini özetliyoruz.  


 

Madde 450-B: Gözlerini kaçırmak cezalandırılır
 

Madde 450-B: Gözlerini kaçırmak cezalandırılır

19 Kasım 2025
Uzaktan iki kişi gördüm: Wadie Said ve Avi Shlaim

Hüsnükabul'de bu hafta, New York'taki yerel seçim zaferiyle gündeme gelen Zohran Mamdani'nin başarısını ve bunun küresel direniş hareketlerine etkisini tartışıyoruz. Mamdani'nin işçi sınıfı ve dışlanmış gruplar (subaltern) lehine dengeyi değiştirebilecek siyasi duruşunu, özellikle de İsrail Başbakanı Netanyahu hakkındaki sözlerini vurguluyoruz. Öte yandan, İstanbul'da gerçekleşen Gazze Mahkemesi'ni konuşuyor, İsrailli tarihçi Avi Shlaim ile yapılan bir röportajı dinliyoruz. Shlaim, İsrail'in şiddetinin haksız olduğunu, Hamas'ın sivil hedeflere saldırısını kınarken, işgal altındaki halkın direniş hakkının bulunduğunu ve uluslararası kurumların eylemsizliğini eleştiriyor. Son olarak, Edward Said'in oğlu Wadie Said, babasının günümüzdeki acılara karşı mücadele edeceğini belirterek, Filistin davasının önemini vurguluyor.

Uzaktan iki kişi gördüm: Wadie Said ve Avi Shlaim
 

Uzaktan iki kişi gördüm: Wadie Said ve Avi Shlaim

05 Kasım 2025
Afganistan ve Pakistan neden sınırda çatışıyor?

Konuğumuz Farid Bin Masood, Pakistan'ın Karachi şehrinden bağlanıyor. Farid, Karachi Üniversitesi'nde sosyoloji alanında yüksek öğrenimi görmüş. Şu anda ise Karachi'deki çeşitli kurumlarda felsefe ve sosyoloji dersleri veriyor. Ayrıca daha önce Center for Social and Political Research adlı bir kurumda siyasi analist olarak çalışmaktadır.

Bildiğiniz üzere, geçtiğimiz haftalarda Pakistan, Afganistan topraklarda saldırıda bulundu. Afgan yetkililer, en az 10 kişinin öldürüldüğünü ve yoğun bir kan dökülme döneminin ardından sınıra iki gün süren nispi sükuneti getiren ateşkesi bozduğunu söylüyor.

48 saatlik ateşkes, her iki tarafta da düzinelerce asker ve sivilin hayatını kaybettiği, neredeyse bir hafta süren kanlı sınır çatışmalarına ara verdi. Taliban'ın üst düzey bir yetkilisi, AFP haber ajansına verdiği demeçte, “Pakistan ateşkes anlaşmasını ihlal etti ve Cuma günü geç saatlerde Paktika eyaletindeki üç bölgeyi bombaladı” dedi. Yetkili, kimliğinin gizli kalması koşuluyla yaptığı açıklamada, “Afganistan misilleme yapacak” dedi.

Bu duruma odaklanarak, üç sorudan oluşan kapsamlı bir program gerçekleştireceğiz. Amacımız, Pakistan'ın bugün içinde bulunduğu, iç politikada istikrar arayışı ile dış politikada denge kurma çabaları arasında sıkışmış durumunu anlatmaktır. Sorular şu şekilde: 

Önemli bir konu, Pakistan'ın büyük şehirlerinin dışında sıcak nokta bölgeleri bulunan güvenlik durumudur. Belki de yönetici elitlerin verdiği bir yanıt, Afgan mültecilerin sınır dışı edilmesidir. Ayrıca belirli etnik topluluklara karşı misilleme yapılmıştır. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Hükümet bu duruma nasıl yanıt verdi?

Pakistan'ın bölge genelindeki rolünü nasıl görüyorsunuz? Değişen küresel senaryoda Pakistan'ın konumu nedir? Örneğin Filistin ve İsrail. Mısır Barış Zirvesi'nde Shahbaz Sharif'in Donald Trump'a olan takdirini duymuş olabilirsin. Trump'ı Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterme şeklini. Shahbaz Sharif'in mevcut hükümetiyle Pakistan'ı şu anda nasıl konumlandırırsınız?

Pakistan'da şu anda siyasi bir kargaşa var. Baskı var. PTI'yi [Pakistan Tehreek-e-Insaf, Pakistan parlamentosundaki en büyük parti] zayıflatma girişimleri var, Imran Khan [eski başbakan ve PTI lideri] hapiste. Yeni bir hükümet var. Pakistan'daki mevcut durum hakkında genel değerlendirmeniz nedir?

Afganistan ve Pakistan neden sınırda çatışıyor?
 

Afganistan ve Pakistan neden sınırda çatışıyor?

22 Ekim 2025
Filistin - İsrail ateşkesin ardında: Tedirginlikli sevinç

İkinci exodus sürecindeyiz. İlk exodus hatırlarsınız, 19 Ocak 2025 tarihinde görmüştük. Filistin ve İsrail ateşkesin ardından, jeopolitik bağlamda birçok tartışma devam ediyor ancak, bu olağan üstü ve sıra dışı zamanda, sizlerle sahadan bazı anıları paylaşmak istiyorum. 

Filistinliler evlerine ve ailelerine dönerken, ağır bir duygusal yükle geri dönüyorlar. Buna odaklanmamız gerekiyor. Az önce Mosab Abu Toha, Instagram hesabında bir aile üyesinin İsrail'in esaretinden kurtulduğunu paylaştı. Dün bu kişi eve dönüyordu. Ailesinin diğer tüm üyelerinin öldürüldüğü haberini almıştı. Çaresizdi. Özgürlüğün sevincini kiminle paylaşacağını bilmiyordu. Ama sonra güzel bir şey oldu. Karısı ve çocuğu hayatta olduğunu ve aniden bir odadan çıktığını gördü. Birbirine koşarak geldiler ve öyle birbirini sarıldılar ki anlatamam. Hayata döndüren en sevinç dolu bir kavuşma olsa. Şahsen, bu kavuşmayı izlerken gözlerim doldu. 

Bunun tersinde olan örneği de var; Yine Mosab abu Toha yazyor, 'Başka bir Filistinli tutuklu serbest bırakıldı'. İsrail askerlerinin saldırısına uğramıştı. Bacaklarından birini kaybetmişti. Bu adam, bu exodus'un ortasında, hüngür hüngür ağlayarak yürüyordu ve “Kimse kalmadı. Bütün ailem öldürüldü. Kimse kalmadı” diyordu. Bu da başka bir anı. Bir insanın her şeyin kayıp etmesi anlamına geliyor. Tarif edilmesi zor. Bu kişinin söylediği sözlerin yankısı hala kulaklarımda çınlıyor.
 
Bu tür birçok kavuşma yaşanıyor. Çocukları omuzlarında, valizleri sırtlarında ve el arabalarıyla yürüyen insanlar var. 

Filistin vatandaşı arkadaşımız Yahya El-hadi, bize bu süreç ile ilgili kapsamlı bir anlatı sunuyor. 

Filistin - İsrail ateşkesin ardında: Tedirginlikli sevinç
 

Filistin - İsrail ateşkesin ardında: Tedirginlikli sevinç

15 Ekim 2025
ABD destekli Filistin savaşı Esther Projesi'nden sınırdaki şiddete kadar otoriterliği ülke içinde nasıl yaygınlaştırıyor?

Zaman zaman geri dönmek, yanlış anladıklarımızı veya anlamakta zorlandıklarımızı tekrar yakında görmek için yardımcı oluyor. 

Bu yayında önemli bir konuya odaklanmak istiyoruz: Esther Projesi. 

Hatırlarsanız, Noura Erakat, Filistinli aktivist, Rutgers Üniversitesi'nde hukuk profesörü ve aylar önce, Aralık 2024 tarihinde, Boston Review’de bir yazı kaleme almış ve “Bumerang Geri Dönüyor: ABD destekli Filistin savaşı, Esther Projesi'nden sınırdaki şiddete kadar otoriterliği ülke içinde nasıl yaygınlaştırıyor?” sorusunu sormuştu. Bugün bu yazıya tekrar dönmek istiyoruz. 

Bunun nedeni ise Noura Erakat’ın "bumerang etkisi" diye tanımladığı şey, 'Esther Projesi'nden sınırdaki şiddete kadar otoriterliği ülke içinde nasıl yaygınlaştırıyor?' sorusunda vuku buluyor. 

Bu bumerang etkisinin hatırlatmak adına, Martinikli şair, oyun yazarı ve politikacıydı, Aimé Césaire’in sözlerine aktarmak istiyorum. Aime Cesaire, emperyalizm ve bumerang ilişkiyle ilgili şöyle diyor, “Bir erkek ev bekçisine sadistçe şiddet uygulayıp eşine karşı nazik olamaz. Bir kadın kocasına karşı zalim olup çocuğuna karşı nazik olamaz.”

Bu sadist erk iktidar, hem ulus içinde hem de ulus dışında şiddeti sürdürmeye devam ediyor. Ancak, önce ülke içinde şiddet üreterek başlıyor ve bunun pek farkında değil. Ulus içinde bir barış veya bir huzur arzuluyor. Fakat tam tersi olan şey oluyor; bumerang etkisi oluyor ve şiddete dönüşüyor.  

Şu an ABD’de gündeme gelen Project Esther, Filistin dayanışma hareketlerini bastırmayı hedefleyen politikalarıyla büyük tartışma yarattı. Heritage Foundation tarafından hazırlanan bu belge, Filistin yanlısı grupları “Hamas destek ağı” olarak yaftalayarak, akademik ve sivil alanlarda ifade özgürlüğünü daraltma tehlikesi taşıyor. Eleştirmenlere göre, bu girişim sadece ABD içindeki özgürlükleri değil, küresel düzeyde hak savunuculuğunu da tehdit ediyor. Bu tablo, devletlerin güvenlik ve siyaset adına attığı adımların çoğu zaman insan hayatı, onuru ve özgürlüğü pahasına atıldığını bir kez daha hatırlatıyor.

ABD destekli Filistin savaşı Esther Projesi'nden sınırdaki şiddete kadar otoriterliği ülke içinde nasıl yaygınlaştırıyor?
 

ABD destekli Filistin savaşı Esther Projesi'nden sınırdaki şiddete kadar otoriterliği ülke içinde nasıl yaygınlaştırıyor?

08 Ekim 2025
Trump’ın BM Konuşması: Göç, Emperyalizm ve Adalet Arayışı

Trump, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na altı yıl aradan sonra döndüğü konuşmasında göçmenleri hedef aldı; sınırların kapatılmasını, “açık sınır” politikalarının terk edilmesini ve Birleşmiş Milletler’in “yozlaşmış bir yapı” olarak görülmesini savundu. Bu söylemler, kan ve toprak milliyetçiliğinin yeniden üretilmesine zemin hazırlarken göçmenlerin yaşam hakkını da doğrudan tehdit ediyor.

The Guardian’ın araştırmaları, göçmen emeğinin nasıl sistematik biçimde sömürüldüğünü gözler önüne seriyor. Birleşik Krallık’tan Türkiye’ye gönderilen atıkların geri dönüşüm tesislerinde mültecilerin kölelik koşullarında çalıştırıldığı; iş cinayetlerinde düzenli olarak hayatlarını kaybettikleri ortaya konuyor. Bu tablo, atık sömürgeciliğinin görünmez ama ölümcül yüzünü açığa çıkarıyor.

Göçmen ve Mülteci Dayanışma Ağı’nın son açıklaması ise Nicolai Palamarcıuc cinayetinin “münferit” değil, cezasızlık ve sömürü düzeninin bir sonucu olduğunu vurguluyor. Irkçılık, patriyarka, kapitalizm ve iklim krizinin kesişiminde en savunmasız bırakılan göçmenlerin mücadelesi, küresel adalet arayışının tam merkezinde duruyor. Programda, bu çok katmanlı tabloyu birlikte ele alıyoruz.

Trump’ın BM Konuşması: Göç, Emperyalizm ve Adalet Arayışı
 

Trump’ın BM Konuşması: Göç, Emperyalizm ve Adalet Arayışı

01 Ekim 2025
"Elimde bir bulut" - Gaza Biennale Istanbul

Geçtiğimiz hafta Tütün Depo'da 'Elimde Bir Bulut' ('A Cloud In My Hand') başlıklı Gaza Biennale Istanbul sergisi açıldı. Sanatçıların kendi inisiyatifiyle bir araya getirdikleri ve eserlerini bağışladıkları bu sergide Gazze'den yaklaşık 50 sanatçı yer alıyor.

2024 yılında, nefes kesici bir sanatsal direniş eylemiyle ve Ramallah yakınlarındaki Al Risan dağındaki Yasak Müze ile işbirliği içinde, Gazze'deki sanatçılar kuşatma altındaki bir plajdan Gazze Bienali'ni başlattılar. O zamandan beri, dünya çapındaki sanat kurumları Gazze Bienali Pavyonları'na ev sahipliği yapmaya başladı. Bu, ulusal temsilleri, sanatsal yakınlık ve ittifakın ulus ötesi bir inisiyatifiyle ve yerinden edilmiş insanların dayanışma gerçekleşiyor. 

Bu vesileyle, bize katılan sanatçılar sırasıyla: Shulamit Bruckstein, Reinse Chahine, Tanji Khaled ve Kubilay Özmen.

"Elimde bir bulut" - Gaza Biennale Istanbul
 

"Elimde bir bulut" - Gaza Biennale Istanbul

24 Eylül 2025
2025 Hrant Dink Ödülü'nün sahibi Helena Maleno Garzón ile söyleşi

Bu yıl 17. kez verilen 2025 Hrant Dink Ödülü'nün sahibi İspanyalı göçmen hakları aktivisti ve gazeteci Helena Maleno Garzón ile birlikte olacağız. Ödüller bu sene de her sene olduğu gibi Hrant Dink’in doğum günü olan 15 Eylül’de verildi. İyi ki doğdun ahparig, diyoruz. 

Konuşacak pek çok konu var. Ancak, ben bu fırsatı bulmuşken, dünya tarihini veya son birkaç yılın tarihini hatırlamak ve konuşmak istiyorum. 

Geçen hafta iki önemli olayın yıldönümüydü; ABD'de 11 Eylül saldırıları ve 2 Eylül'de iki yaşındaki Suriyeli çocuk Alan Kurdi'nin ölümü. 

Bu iki olayın şu an dünyaya önemli ölçüde - tarihin diğer olaylar gibi - pek çok şeye ayna tuttuğunu görüyorum. Her ikisi de tarihin en büyük lekesi olarak hatırlanıyor. 2001-2009 yılları arasında devlet başkanlığı yapan George W. Bush, liderliğinde ABD büyük bir operasyon başlattı: ‘Teröre Karşı Savaş’ (War on Terror). O dönemde, İslamofobinin nasıl kök saldığını, esmer veya siyahi toplulukların nerdeyse her gün baskı ve aşağılanmaya nasıl katlandığını, hatta insanların evlerine girip eşyalarını gasp edildiğini ve evin içine girerek veya sokağın ortasında öldürdüğünü tanık olduk. Bu, tarihin en büyük lekesiydi ve böyle olmaya devam ediyor. Bu tarihi size hatırlatmak istedim çünkü bu tarih, ya da geçmiş, sömürgeciliğin yeni yüzlerle devam ettiğini, en çarpıcı örnek olarak 1996 yılında, Bernard Lewis’in (Clash of Civilization) “medeniyetler çatışması” gibi absürt bir ifadeye rağmen, beyaz adamın maskesinin hiç değişmediğini gösteriyor. Hatta bu beyaz adam, riyakarca “Biz medeniyetiz” diye iddia etmeye kadar varıyor. 

1948'den bu yana İsrail'in Filistin'de uyguladığı faşist soykırımı ele almak istiyorum. Son rapora göre, İsrail askeri rejimi tarafından 62 bin 300 kişi öldürüldü. Bu rapor, neredeyse sadece bir tarafını gösteriyor. 

Diğer bir yandan, tarihin doğru tarafında durmanın bedeli dünyanın her yerinde ödenmeye devam ediyor. Rashed Khaledi, Columbia Üniversitesi'nde “Orta Doğu Çalışmaları” profesörü, en son Columbia’dan istifa ederken önemli bir şey söyleyerek çekildi: Dünyanın durumunu anlamak ve empati duygumuzu canlandırmak istiyorsak, Filistin'e kulak vermemiz gerekiyor, hatta dokunmamız gerekiyor çünkü Filistin her anlamda dünyanın merkezi olduğunu söylüyor. Şu anda Gazze'de yaşayan insanların günlük yaşamları çiğneniyor. Tanınmış şair ve yazar, Pulitzer Ödülü sahibi Mosab Abu Toha, New York dergisinin 12 Şubat 2025 sayısında şöyle yazıyor, “Ailem açlık çekiyor. Komşularım ölüyor. Bu adaletsizliklerin sona ermesi gerektiği için bunu paylaşmak zorundayım” diyerek Gazze'nin şu anda ihtiyaç duyduğu şeyleri sıralıyor. En yakın arkadaşı Refat Alareer, ölümü beklerken bir şiir yazdı: If I Must Die. ‘Eğer ölmeliysem ben, Sen yaşamalısın benim hikâyemi anlatmak için’ sözleri zihninizde kazınır. Refat Alareer’in bedeni hala Gazze'de ve bilinmeyen molozların altında, Tüm bu kayıplar ve tarihin doğru bir yerde durma, eylemi sizin için ne ifade ediyor? 

Bir başka sorum da, geçen hafta, 2 Eylül'de Alan Kurdi'nin yıldönümüydü. Eylül 2015'te, Muğla'nın Bodrum ilçesinden şişme botla Yunanistan'ın Midilli adasına geçmeye çalışırken annesi ve erkek kardeşi ile birlikte boğulan üç yaşındaki Suriyeli Kürt çocuktu.

Aslında, onun hikayesinde doldurulması gereken birçok boşluk var, ancak bildiğimiz kadarıyla, Türkiye'den ayrılıp başka bir ülkede yaşamak istiyordu. Bu, onun en temel ihtiyacıydı. Taşınma ihtiyacı. Bir yerden başka bir yere gitme ve orada yaşama ihtiyacı. Ancak bu ihtiyaç karşılanamadı ve Muğla'nın Bodrum ilçesi kıyılarında ailesiyle birlikte hayatını kaybetti. İki yaşındaki Alan Kurdi'nin kıyıda sanki uyuyormuş gibi duran fotoğrafı hala zihnimizde ve unutmadık. 

Burada bir istatistik paylaşmak istiyorum: “Avrupa Kalesi”nin kısıtlayıcı politikaları sonucunda ölen 66.519 mülteci ve göçmenin listesini gördüm. Gözlerimizin önünde, birçok kasıtlı uygulama, sınırların sertleşmesi ve bu uluslararası sularda, - Madleen Flotilla gemisi de aklımızda tutalım ve unutmayalım- Avrupa medeniyetinin insan haklarını ve insan onurunu çiğnediğini görüyoruz ve bu sadece Avrupa'da değil, dünyanın birçok yerinde de böyle. Örneğin, daha iki gün önce İngiltere'de aşırı sağcı göçmenlere karşı bir eylem düzenlendi. Tekrar altını çizmek istiyorum: Göçmenlere KARŞI. 

Bu protesto, ülkedeki en büyük aşırı sağcı protesto olarak kabul edilen ve yaklaşık 110.000 kişinin katıldığı bir eylemdi. Bu akıl almaz bir şey. Sizce bu ne anlama geliyor? Hannah Arendt'in dediği gibi, kötülüğün yayıldığı böylesi zamanlarda, en temel şey insan olarak “düşünme yoksunluğu” haline mi gelmiş). Sizce insanlık en temel düşünme yetisini mi kaybetmiş?

2025 Hrant Dink Ödülü'nün sahibi Helena Maleno Garzón ile söyleşi
 

2025 Hrant Dink Ödülü'nün sahibi Helena Maleno Garzón ile söyleşi

17 Eylül 2025