"Özgürleştirmeyen eğitim aptallaştırır"

-
Aa
+
a
a
a

Merkezi sınavlar neden bir kriz haline dönüştü? Sınavlara güven, sınavın niteliği, okulların nitelik farkı ve eğitimin krizinden nasıl çıkarız? Okul Zili'nde Ayşe Alan, eğitimci yazar Müjdat Ataman ile merkezi sınavları konuşuyor .

""
"Özgürleştirmeyen eğitim aptallaştırır"
 

"Özgürleştirmeyen eğitim aptallaştırır"

podcast servisi: iTunes / RSS

Ayşe Alan: Apaçık Radyo'dan, Okul Zili'nden herkese merhaba. Ben Ayşe Alan. Bu hafta Okul Zili'nde Müjdat Ataman konuğum, eğitimci yazar Müjdat Ataman. Hocam hoş geldin.

Müjdat Ataman: Merhabalar.

A. A: Daha önce seninle zorbalık konuşmuştuk, hatta iki bölüm çekmiştik. Bugün seninle özellikle konuşmak istediğim birkaç konu var. Merkezi sınavlarla başlamak istiyorum. Neden merkezi sınavları konuşmak istiyorum? Bence bir anlamda, bir kriz alanına dönüştü artık merkezi sınavlar Türkiye'de. Neden olduğunu birazdan seninle ayrıntılı konuşuruz. Birincisi bu. Peki neden Müjdat Ataman'la konuşmak istiyorum? Bir de onu açayım. Çünkü sen özellikle eğitim politikası alanındaki gelişmeleri çok yakından takip edip, çok hızlı bir şekilde bununla ilgili içerikler de paylaşıyorsun. Bir anlamda yönlendiriyorsun ve bilgilendiriyorsun diyebilirim. Hatta pek çok eğitimci, veli, öğretmen sosyal medya üzerinden seninle de çok paylaşmıştı görüşlerini. Özellikle LGS'nin çok sıcak zamanlarında. Onları da bizlerle paylaştın. Sonuç olarak çok doğru bir kişi olduğunu düşünüyorum bu konuyu konuşmak için. Şöyle başlayalım mı hocam? Sence de öyle mi? Sence de merkezi sınavlar, özellikle LGS, Türkiye'de bir kriz haline mi geldi?

M. A: Hem de çok büyük ve derin bir kriz haline geldi. Bu krizin farklı yönleri var Ayşe. Orada şöyle bakalım istersen; biz iki tane büyük merkezi sınav yapıyoruz. Biri ortaokuldan liseye geçiş, biri de liseden üniversiteye geçiş. Herkes bu sınavın sonrasını konuşuyor. Bu sınavdan sonra ne oluyor konuşuyor. Ben şöyle söylüyorum, bu sınavın sonrasını konuşmayalım. Bu sınavların geldiği noktanın öncesine gidelim. Çünkü bana göre öncesi çok önemli. Çünkü sistemi tıkanan yeri öncesi.

Sizin merkezi sınav dediğiniz dört tane şıktan oluşan bir test. LGS için söylüyorum bunu. Üniversitede beşe çıkıyor. LGS'de dört tane şıktan oluşan bir şey var. Ne bu? Parçalar. Bilgi parçaları. Bu bilgi parçalarından çocuğun birisini seçmesini istiyorsunuz. Sekiz yıl boyunca tek başarı ölçütünüz, okula dair tek başarı ölçütünüz bu olduğunda ve özel okul piyasasının bu kadar güçlendiği bir yerde bir tane yere başarı ölçütü koyarsanız herkes oraya odaklanır ve der ki ya bir dakika, ben burada başarılı olursam öğrenci bulurum.

Doğal olarak insanlar koşmaya başlıyorlar. Nasıl koşmaya başlıyorlar? Erken çocukluğa gidelim. Erken çocuklukta normalde birinci sınıfta okuma yazma öğrendik değil mi hepimiz? Birçok okul, okul öncesinde okuma yazma öğretiyor. Niye okul öncesinde okuma yazma öğretiyorsun? Çünkü birinci sınıfta “aşağıdakilerden hangisi” sorularını sorabilmek için. Yardımcı kitaptan geçilmiyor piyasa. yardımcı kitap dediğin şeyler, test kitabı. Bir şeyler anlatıyor, hemen üstüne soru soruyor. Bir şeyler anlatıyor, hemen üstüne soru soruyor.

Yıllarca Türkçe müfredatında ismin hâl ekleri dediğimiz, evde, evden, eve gibi konular ilkokul 4, ilkokul 5'te verilir. Ama sen ilkokul 2'de bunları sormaya başlıyorsun. Müfredatta olmayan kazanımları vermeye başlıyorsun ki soru üretebilesin, yoksa çocuğa hangi test sorusunu soracaksın? Bana göre özgürleştirmeyen eğitim aptallaştırır. Burası aptallaştırmanın ana tuzağı. Bilgi parçacıkları havada uçuşuyor ve bilgi parçacıklarından çocuklar bir şey seçmeye çalışıyorlar. “Aşağıdakilerden hangisi hareket edemez? Ağaç, tavşan.” Bunlarla başlıyorsun böyle birinci sınıf seviyesinde, teste alışkanlık.

Hiç unutmuyorum, çalıştığım okulların birinde ilkokul dördüncü sınıfta optik form dağıttık çocuklara. Dedim ki bunun testleri nerede? Testleri yok. Ne yapacağız dedim. “Optik form çözmeyi öğrensin, optik form doldurmayı öğrensinler” dediler. Biz 20 dakika optik form nedir, nasıl kodlama yapılır anlattık. Bir ders. İnanamıyorum ama gerçeklik bu ve herkes buraya koşuyor.

Çünkü sen de biliyorsun ki LGS'den sonra birçok okul sayfa sayfa reklam yaptı. “Biz şu kadar birinci çıkardık, yüzde birliklerimizde bu kadar öğrencimiz var, burada bu kadar öğrencimiz var” diye. Bunu niye söylüyorlar? Çünkü diyor ki, hey sevgili tırnak içerisinde müşteri (özel okuldan bahsediyorum, çünkü artık anlayış buraya döndü), bak diyor, bana getirirsen çocuğunu diyor, ben bu kadar çocuğa bu başarıyı aldırıyorum diyor.

Başarı bu mu? Algı buysa başarı da bu oluyor. Sınava kaç kişi girdi? Bir milyon kişi girdi. Bir milyon kişiden kaç kişi istediği yere yerleşti? Bugün sonuçlar, devletin sonuçları açıklandı. Bu kadar birinci olduğu için o çok gözde üç tane okula ful yapıp neredeyse bütün soruları doğru yapıp giremeyen çocuklar oldu. Bu çok acı. Bütün soruları doğru yapıyorsunuz. Ki bu arada böyle bir sınavda bu süre içerisinde bu kadar doğru yapabilmek zate...

Bu bir yarış, at yarışına benziyor. Bu çocuklara ne yaptınız siz diyesim geliyor, soruları gördün mü bilmiyorum. Sorular eleyici sorular. Eleyici soru ne demek? Eleyici soru şu demek. Sen müfredatta var olan kazanımı almakla mükellef değilsin. Onun üstüne o kazanımın çok daha fazlasını almak, o konuda çıkabilecek çeldiricileri, çok güçlü soruları çözmek zorundasın. Beş bin, on bin, hadi bilemedin elli bin çocuk koşuyor diyelim. Geriye kalan dokuz yüz elli bin çocuğa ne oluyor? Kaybedenler kulübüne giriyor. Çocuk diyor ki ben başarısızım. Sen 950 bin tane çocuğu addediyorsun. Birinci olan çocuğunu bile istediği liseye yerleştiremiyorsun.

Bu arada merkezi sınavı savunanların bir tane gerekçesi var. O da şu: “Ya bu kadar kalabalığın olduğu bir yerde ancak ve ancak demokratik seçim, hak geçmemesi için bu yapılsın.” Ülkede liyakat diye hiçbir şey kalmamış. Liyakati bulmak istediğimiz yer 14 yaş öyle mi? Öyle mi sevgili alay komutanım? Bu mudur? 14 yaşındaki çocuklara mı yüklüyoruz biz bu yükü? Bu bir. İki, aynı yaş grubundan bahsediyoruz, 14 yaş. Hatırlar mısın bilmiyorum 14 yaşı. Kendini beğenmediğin, ailene isyan ettiğin, ergenliğin en depreştiği dönemdeki bir yaş grubu. Kız öğrencilerin reglinin başladığı bir dönem. Ve sen bir güne sıkıştırıyorsun. İki gün önce ağrıları başladıysa, o gün o sınava girecekse, sen bir kere orada bile sıkıştırıyorsun bu sistemi.

Hadi bakalım, sen diyelim ki yüz kişinin girdiği bir sınavda onuncu oldun. Bu iyi bir şey mi sence Ayşe? Yüz kişinin girdiği bir sınavda onuncu olmak.

A. A: İyi.

M. A: Sence iyi. Güle güle. Hiçbir okul yok sana. Arzu ettiğin okulları bulabilirsin.

A. A: 719 tane birinci var.

M. A: 719 tane birinci var değil mi? 719 tane o birinci... Hiç oraya girmiyorum. Bir de oraya da girelim, hadi birazdan oraya girelim. Öncelikle bu; sen yüz kişi içerisinde dörde girmişsin, beşe girmişsin, kendine okul bulamıyorsun. Sistem mahvolmuş durumda. Ben bunu merkezi yapıya bağlıyorum. Sen merkezi sistemle bir milyon yüz elli bin tane öğretmeni en üstten yönetmeye çalışırsan darmadağın olursun.

Çözüm ne? Çözüm çok basit. Tabii ki bu arada “sınav olmasın mı hocam?” diye geliyorlar. Sınav tabii ki olsun. Ama sınav akademik yetkinlik sınavı olsun. Sen ne öğrettin? Çarpma, toplama, çıkarma, bölme mi öğrettin? Çarpma, toplama, çıkarma, bölme sor. Ötesini sorma. Çocuğu orada elemeye çalışma. Eğer çocuk akademik bir temeli varsa zaten orada kendini gösterecektir. Yetmiş beş mi aldı çocuk? Tamam, bunu başarılı addet. Ondan sonra da o harika okullar desinler ki, o herkesin girmek için beklediği okullar: “Ben bu temel yeterlik sınavında...” -Ha, bu arada bunu da üç kere yap bir zahmet. Nisan'da yap, Mayıs'ta yap, Haziran'da yap; de ki istediğin birine girebilir. İstersen ikisine girebilir. En yüksek notunu alacağım de.- Desin ki okul sen burada bu notu aldın mı? Ondan sonra ben okul olarak senin rehber öğretmeninden referans mektubu istiyorum. Benim okulum neden istediğini mektubunu istiyorum. Bunların sayısı artırılabilir. Kendi sınavımı yapıyorum. “Matematikte şu başarıyı arıyorum” gibi... Ekler, ekler. Bunu okula bırak. Okul deyince herkes şöyle söylüyor: “Ya işte müdür istediğini alır.” Okul genel kurulunun ne olduğunun farkında olmayan bir veli grubu var. Okul genel kurulu müdür değildir. Öğretmenler kuruludur. Orada öğretmenler kurulunun alacağı karar. Bir de sen bugün öğretmenine güvenmiyorsan kime güveneceksin?

A. A: Kendine. Araya girebilir miyim burada?

M. A: Lütfen.

A. A: Şöyle bir şey düşünüyorum: Sorun burada merkezi sınavın olup olmaması mı? Sorun okulların bu kadar niteliksiz hale gelmesi mi? Çünkü hâlâ bir merkezi sınav yapıyor olabilirsiniz. Belli okula sınavda öğrenci alıyor olabilirsiniz. Ama yine de halihazırda her öğrencinin evinin en yakınındaki devlet okulu ona nitelikli bir eğitim veriyor olabilir. Bu da bu kadar da merkezi sınavlarda yığılmayı engeller mi? Merkezi sınavı kaldırmadan da bu iş çözülemez mi?

M. A: Çözülemez. Neden çözülemez onu da söyleyeyim. Çünkü hatırlıyorsan LGS sonrası ilçeler, İstanbul'un ilçeleri ya da şehirler kaç birinci çıkarttığını söylediler. Ve kendi fotoğrafını da koydu ilçe millî eğitim müdürleri. “İlçemizden 7 birinci çıktı, ya ben yaptım. İlçeler anında telefon açıyorlar: “Kaç birinciniz var? Kaç tane tam yapan var?” Sen devlet okulusun ya, bu koşuya niye katılıyorsun ki? Müşteri aramıyorsun. Herkes aynı koşunun içerisinde. Koşuyu buraya çevirirsen, sen otomatik bir tane yer gösteriyorsun. Diyorsun ki burada başarılı ol. Burada başarılı olmak için test kitapları, şunlar, bunlar...

Sen bugün fen liselerinde laboratuvarların kullanılmadığını biliyorsun. Senin fen lisesi dediğin şey dershaneden hallice yerler. Dershaneden hallice yerlerde de sen üniversite sınavına koşuyorsun. Dokuzuncu sınıfta çocuklar zaten LGS'nin stresinden çıkmış çocuklar, biraz işte eğleniyorlar, liseyi tanıyorlar. Onuncu sınıftan itibaren koşmaya başlıyorlar. Tekrar test çözmeye başlıyorlar. “AYT'ye hazırlanacağım, öbürüne hazırlanacağım, şuna hazırlanacağım.” E doğal olarak, sen hiçbir beceriyi temellendiremiyorsun, derinleştiremiyorsun.

Bu sefer de üniversitede yüzde kaçlık çocuğa, ilk binde kaç öğrencim var, ilk beş binde kaç öğrencim var diye başarıyı buraya koyuyorsun. E sen o zaman ilkokulu niye okudun, ortaokulu niye okudun, liseyi niye okudun? Hangi konuda derinleştin? Hangi konuda analiz yaptın? Hangi konuda değerlendirme yaptın? Nasıl sentezler yaptın? Araştırma becerin gelişti mi? Yok. Merkezi sınavları kaldıralım dememin gerekçesi şu: Şu okulların sırtındaki bu kamburun ilk kamburu, LGS kamburu, bir atalım. Bu kamburu attığında ilkokul 1-2-3 bir rahat edecek. Bu koşma birazcık yavaşlayacak. Çünkü diyecek ki “ya benim hiç koşmama gerek yok. Zaten orada, tuttu okulda hafif hafif akademik çalışmalarla ben bu çocuğu temel yeterlilikle, akademik temel yeterlilikle hazırlarım.”

Burada hani hep diyorlar ya, “herkes üniversite mi okursun kardeşim?” Mesleki liseye de gidebilir, şu da gidebilir, bu da gidebilir. Ya sen yüzde bire  “sen iyisin”, yüzde doksan dokuza “başarısız” diyorsan burada bir sorun var. Ha şunu söyleyebilirsin, akademik yeterlilik... Yüz çocuğun yirmi beş çocuğun akademik yeterliliği iyidir. Ha yetmiş beş çocuk da başka bir alana yönelse iyi olur. Bak tırnak içerisinde “iyi olur.” Kesin ve kesin değil. Sen de biliyorsun. Eğitimin içerisindesin. Bazı çocuklar lisede açılıyorlar. Çocuk duruyor duruyor, lisede açılıyor ya da ergenlikte açılıyor. Bazen bir çocuk kalkıyor, daha sonradan ciddi bir çalışma temposu içine giriyor. Çocukları böyle yaftalamak ya da “akademik temel yeterliliğin yok” demek...

Burada yine şuna geleyim: Sınavı zorlaştırmak, sınavı daha da eleyici bir hale getirmek, bu okullar arasındaki fırsat eşitliği açısından iyice makası açıyor. Varsılın çocuğuna iyi okullar, çünkü dershanesi, koçu, özel öğretmeni, diyetisyeni... Adamlar bir yarışa hazırlanır gibi hazırlanıyorlar. Diğeri de, yavrum, ne kursu var, ne test kitapçığı görmüş, şu görmüş, buymuş, aynı yere katılıyor. Robert'te bir çobanın çocuğu okuyacak diye... Tam da bu dava. Artık o çocuğun orada okuması mümkün değil. Çünkü okullar arasındaki başarı farkı inanılmaz artmış durumda. Burayı kaldırmanın yolu, rahatlatmanın yolu merkezi sınavlara gerçekten bir dönüşüme sokmaktan geçiyor.

A. A: Ya sistem zaten, bu mevcut sistem, aslında eşitsizlikleri yeniden yeniden üretiyor. Bu hep böyleydi bir taraftan. Merkezi sınavlar zaten yıllardır var bizim ülkemizde. Ama iki şey çok kritik değil mi burada? Bir tanesi 4 artı 4 artı 4 sistemi daha böyle içini boşalttığı ve öğrencilerin de üzerinde bence daha büyük bir yük. Birincisi bu. İkincisi de özel okulların sayısının bu kadar artmış olması.

M. A: İkisinin de temel gerekçesi.

A. A: Bir de merkezi sınavları düşündüğümüz zaman okulun kendisi çocuğu bizzat kendi sınıfında bırakan, eleyen, yoksulluğu da tekrar üreten bir yer haline geliyor. Her sene biz sınav döneminde aşağı yukarı aynı şeyleri konuşuyoruz. Ama bu sene daha başka ve daha fazla şeyler konuşmaya başladık. Mesela bence politik iklimin de etkisiyle bir taraftan tırnak içinde “güven” meselesi; sınavlara güven eskisine göre çok daha az.

M. A: Ben o konuda da bir içerik çekerek şeyi söyledim. Bu bir anda olmadı ki. Arkadaşım, KPSS soruları... karı koca 100 puan aldınız. Sorular çalındı. ÖSYM Başkanı görevden alındı. Bu ülke buralardan geçti. Bir dershaneye giden çocuklara...

A. A: Bu arada sahte diplomaları konuşuyoruz şu anda.

M. A: Tabii canım. Zaten okumanın değersizleştirilmesi gerçekten işini yapan akademisyenler şu an ne hissediyordur ya? İki gün sonra birisi kahveden geçerken “Diplomayı bakkaldan mı satın aldın?” lafı gerçek. Çalışanla çalışmayanın emek hırsızlığının gayet doğal olduğu bir döneme geldik. Bu dönemde, her şey liyakatsiz olacak ama bir taraftan da diyeceksin ki “yok ya, ben işimi iyi yapmaya çalışıyorum.” Mesela şu soruların cevabı yok: Herkes olayı İmam Hatip'e çekti ama ana soru buydu. Bir gün sonra açıklanması gereken sorular, sözel soruları, sayısal başlamadan önce internete düştü ve PDF halinde düştü. Çok basit bir soru soruldu: Bunlar kimin eline ne zaman ulaştı?

Bu ülkenin ciddi şekilde internet ortamında bütün ayak izlerini takip edebiliyorsunuz. Kim nerede ne yazmış, hangi VPN'de nereye girmiş takip edebiliyorsunuz. Hemen anda şu açıklamayı yapın: “Bak şu dört kişiye sızmış, şu tuvalete sızmış, onlar da şunu yapmışlar, bunu yapmışlar.” Güven böyle bir şey. Hesap verilebilirlik yok. Cevap veren yok. Gerçekten de politikayla uğraşanların anlamsız çıkışları. Mesela “Diyarbakır'dan 300 birinci çıktı.” Hükümet yetkilileri “Diyarbakır'dan 300 birinci çıkmadı tabii ki.” Kardeşim öyle bir şey mi var? Ya da bütün üniversitelerin birincisini açıkladı diye takıldık, bu iki haber üzerine konuşuldu. Diğer veri yok ortada. Erken sızma... 69 kişi hakkında mı? 32 kişi hakkında mı? Belli kişiler hakkında soruşturma açıldı denildi. Ne oldu, soruşturmanın akıbeti belli mi? Bitti mi soruşturma? Haberin var mı? Bilmiyoruz, öğrenemeyeceğiz zaten merak etme. Öğrenemeyeceğiz de. Yok. Mesela bu ne oluyor? Ne bitiyor? Bilmiyoruz. E, doğal olarak güven sarsıldı.

Gerçekten kendimizi kandırıyoruz. Filler tepişiyor, olan çocuklara oluyor. Yazık bu ülkenin çocuklarına. Gerçekten de yazık. En güzel yaşlarını, en keyifli yaşlarını, öğrenmekten keyif alacakları yaşları eziyet olarak geçiyorlar. Bir de ben K'dan 12'ye kadar sürece çok hâkimim. Dönüp bakıyorum K'dan 12'ye kadar. 8. sınıfta lütfen bir gün al ve şu sosyal bilgileri incele. Ben çok gülüyorum. 1915'te başlıyoruz ya da 1918'de başlıyoruz. 1919, Samsun'a çıkıyoruz. Ta çok partili döneme geçişe kadar bir ülke tarihi anlatıyoruz. Bundan da sınav yapıyoruz. Haftada üç saatte, dört saatte bir ülkenin Kurtuluş Savaşı'nın üzerine çok partili hayata geçişe kadar olan dönemini veremezsin. Çocuk her şeyi ezberliyor. “Bu gelirse bunun cevabı bu, bu gelirse bunun cevabı bu.”

A. A: Haftada iki saat zaten. Sekizinci sınıf var, İnkılap tarihinde haftada iki saat görüyorlar.

M. A: Yok yok, üç saat veren de var, dört saat veren de var. Çünkü sınav zamanını sen de biliyorsun, beden eğitimi dersi.

A. A: Evet evet, tarihte zaten çocukların gördüğü, ortaokulda gördüğü, özellikle sekizinci sınıf tarih konularıyla hemen hemen on birinci sınıf, on ikinci sınıf aynı. O ağırlıkta bir tarih müfredatı.

M. A: Matematikten keyif almayan, işleme boğulmuş, fenden keyif almayan.

A. A: Özellikle sana gelen mesajlardan ben de haberdar oldum. Okullarda çocuklara kurs yapmayın, test sorusu sormayın konusu da vardı.

M. A: Evet, devlet okullarında kurs açmayın. Bu nasıl bir şey? Devlet burada bir şeyi korumaya çalışıyor. Bu konuda sahtekârlık olmasını. Bu konuda dışarıdan ailelere yayın aldırılarak ailelerin maddi anlamda zorluk yaşamamasını. Bu mezuniyet törenleriyle de ilgili Millî Eğitim'in bir yasak getirdi. Biz anca böyle bir hata olduğunda yasak getiriyoruz. O yasağın amacı şuydu. Orada bir kötü niyetli bir hamle yok. Diyor ki kardeşim, adamın gücü yok. Sen otellerde, şurada burada kutlama yapıyorsun. Adam oraya gelemiyor diyor. Ama aklıevveller alıp o yasağı öyle bir hale getiriyorlar ki bildiğin eziyete çeviriyorlar. Devlet okullarında “kurs açmayın, şunu yapmayın, bunu yapmayın” demelerinin altındaki ana gerekçe bu. Ana motivasyon bu. Ama bu ana motivasyon, bir diğer tarafta kurslar, özel öğretmenler, şunlar bunlar coşarken sen, diğer çocuk deneme sınavı görmüyormuş hayatında.

A. A: O zaman ben de şunu talep ederim. Ben hangi okula gidersem gideyim, nitelikli eğitim alacağım. Öğrencim böyle bir eğitim alacak. Ve senin yaptığın tırnak içerisinde “merkezi sınav” bununla çok uyumlu bir sınav olacak.

M. A: Uyumlu olmadığını gördük işte.

A. A: Yapıyorsan.

M. A: Uyumlu olmadığını gördük. Olay şuna döndü. Senin çocuğun eğer maddi durumun iyi değilse, görece zorlanan bir aileysen, senin çocuğuna zaten iyi bir okul yok şekerim. Çok net. Ha sen eğer çocuğunu koşturabiliyorsan, bir özel okula verirsin, maddi durumun iyiyse özel okula verirsin. Diğerine de gitsin öyle bir liseye. Öyle bir lise çok tehlikeli. İnsanlar neden bu özel okulda? Demin şeyi sordun ya, özel okul sayısı niye bu kadar arttı diye. Niye arttı? Sen tuvalet kâğıdı olan, kapısında güvenlik olan, içeride suyun aktığı, çocuğun başına bir şey gelirse birilerinin koruduğu, kapısında madde satılmayan... İnsanlar okula para vermeye meraklı değiller. İnsanlar özel okullara birikimlerini yığmaya meraklı değiller.

A. A: Bu arada velilerin o kadar da artık büyük beklentisi yok. Biraz önce senin de söylediğin gibi güvenli, yemek yiyebildiği, çoktan en azından gidebildiği bir okul olsun. Aslında devlet okulunun çok temel vermesi gerekenleri devlet okulundan alamadığı için zaten özel okula yönleniyor.

M. A: E tabii ki. Bir de sen orada kocaman bir sektör oluşmuş durumda. Ve o sektörle dair başka bir zaman konuşuruz, inanılmaz hikâyeler dönüyor orada. Ve senin amacın şu değil miydi? Özel okullar bir şey yaparken senin de niteliği artırman lazım değil mi? Sen özel okulluğu niye bu kadar teşvik ettin? Çünkü üstündeki bütçe yükü kalksın da ben kendi okullarımı,  kamu okullarını güçlendireyim diye. Sen oradan gelen geliri de kamu okulları için kullanmadın. Özel okuldan gelen geliri de oraya aktarmadın. E, adam görüyor devlet okulu yıkılıyor. Adam çocuğunu doğal olarak göndermek istemiyor.

A. A: Evet çünkü beklentiler, en azından hak talepleri, karşılanmıyor diyebiliriz. Tabii konuşulacak çok şey var bu konuda ama dönüp dolaşıp yine aynı şeye geliyoruz. Peki biz ne yapacağız? Biz ne yapacağız derken tabii ki çok şeyden bahsediyorum. Biz eğitimciler olarak ne yapacağız? Birincisi veliler bu işle nasıl başa çıkacak? Çocuklar zaten çok sıkışmış durumda. Bence hep söylüyorum, altını çizerek söylüyorum. LGS başlı başına bence bir çocuk hakkı ihlali.

M. A: Çok güzel bir tanımlama. Çok güzel bir tanımlama. Gerçekten.

A. A: Buradan çıkamıyoruz. Bu taleplerimizde çok fazla karşılık bulmuyor.

M. A: Ailelere çok büyük bir yük yüklemeyelim. Her aile.çünkü çocuğu o döneme geldiğinde veryansın ediyor. Hatırlarsın bir dönem TEOG anneleri vardı. Sonra LGS anneleri çıktı. Hatırlıyorsun o dönemi. O süreç bitince doğal olarak o gündeminden çıkıyor. Onunla ilgili diyor ki “biz de o dönem girmiştik” falan diye bir anı olarak kalıyor. Burada da iş bize, eğitimcilere düşüyor.

4 artı 4 artı 4 bir gecede geldi bu memlekete. Ben yıllardır susmadan şunu söylüyorum: Beşinci sınıf çocuk ilkokul çocuğudur. Bütün araştırmalar, beşinci sınıf çocuğunun bütün branşlar, beşinci sınıflarının ilkokulda olması gerektiğini söylüyor. Ama bıkmadan usanmadan söyleyen kişi benim. Bin kişi bıkmadan usanmadan, nasıl ki sosyal medyada “kamuoyu oluşturmak” deniyor, sosyal medyada bir kamuoyu oluşunca politika üreticiler oraya bakıyorlar. Diyorlar ki “burada bir şey var.” Biz eğitimciler kamuoyu oluşturamıyoruz.

Dün Barış bir haber paylaştı: “Üç yüze kadar sayın” dedi. Sahte diplomayla öğretmenlik yapan kişiler var dedi; atanamayan üç yüz öğretmen intihar etmiş. Bir haber. Bitti. Geçti gitti. Geçip gitmemeli. Bak çok önemli bir konu bu. Bunu gündemde tutmalısın. Sürekli konuşmalısın.

A. A: "Eğitim piyasası" diyorum tırnak içerisinde. Dönüp bence kendine şu anlamda bakmalı. Reklam satın almamalı. Vasata ikna olmamalı. Bazı taleplerden de kamusal eğitim, nitelikli eğitim ve gerçekten liyakata dayalı bir eğitim sisteminden... bu taleplerden bizim vazgeçmememiz lazım. Çok iyi anladım ne demek istediğini. Eğitim politikaları üzerinde özellikle daha çok düşünüp, daha çok bir araya gelip, daha çok taleplerimizi elbette dile getirmemiz lazım.

M. A: Çok özür dilerim. Mesela bakan hangi konularda daha çok açıklama yapıyor? Mesela en son 10 Kasım'la ilgili bir açıklama yaptı, değil mi? 10 Kasım ne ara tatile geliyor? Çünkü neden? 10 Kasım'ın ara tatile gelmesi gündeme getirildi ve gündemde kaldı. Yoğun bir eleştiri geldiğinde açıklama gereği duyuyorsun. Dönüp baktığımda, bir şeyi yoğun olarak dile getirmek, kamuoyu oluşturmak... kamuoyu oluşturduğun yerde anlamlı. Bu arada şöyle bir şey ya: Bizim yaptığımız muhalefeti insanlar şunu görmeliler; çocuğun iyi olma hâline yatırım yapıyoruz. Bana ne AK Parti'den, bana ne CHP'den, bana ne diğer partilerden. Biz eğitimciyiz. Bizim ana rotamız çocuğun iyi olma hâli. Bugün iktidar değişmiş olsa, bir diğeri gelse, aynı hatalar yapsa, aynı yandan aynı şeyi söyleyeceğiz. Çocuğun iyi olma hâline yatırım yapmamız lazım. Ama bu yatırımı eğitimcilerin yapması lazım. Anne baba ne olacak? Anne baba o dönemi geliyor, geçiyor.

Döneyim çocuklara, bir çocukla konuşmuştum. Bir önceki yıl fen bilgisinde bir soru iptal olmuştu, hatırlıyor musun? Çocuk döndü ve bana dedi ki: “Ya Müjdat Bey, ben o fen sorusunda ne yaşadım biliyor musunuz?” dedi. Bana on dakika o anı anlattı: Terlemesini, kendini kötü hissetmesini, başarısız hissetmesini. İçimden sadece şu geçti: Yazdığınız bir soru, bir çocuğun hayatının en önemli sınavında ona yaşattığınız büyük bir kabus olmuş. Yazıklar olsun yaptığınız işe. Yazıklar olsun sizin o merkezi sınavda “ben eleme sisteminde en üstteki çocuğu seçmeye çalışıyorum” hâlinize. Seçme abi. Bizim zamanımızda da merkezi sınavlar vardı. Onlar niye bu kadar tırnak içerisinde gündemde değildi ve önemli değildi? Bu arada zaten okulların hepsi aynı olduğu için, ha o okuldasın ha bu okuldasın, çok da önemli değildi. Şimdi “bu okula gidersem hayatım mahvolacak ama bu okula gidersem hayatım kurtulacak” noktasına geldiği için bu ciddi bir savaşa dönüşmüş durumda.

A. A: Çok güzel. Daha bu konuda herhalde konuşulacak çok şey var ama süremizin sonuna geldik Müjdat Ataman. Çok teşekkür ediyorum. Bir sonraki programda seni bırakmayacağım. Tekrar konuşacak konularımız olacak. Evet, Okul Zili'ndeydiniz. Önümüzdeki hafta tekrar birlikte olacağız. İyi akşamlar.