Radikal Gazetesi / The Guardian
Recep Tayyip Erdoğan gençliğinde yetenekli bir futbolcuydu; fakat profesyonelliğe adım atacak kadar iyi değildi. Bu yüzden futbol yerine siyasete vakfetti kendini. Erdoğan bugün Türkiye'nin başbakanı.
Bu hafta Brüksel'deki zirvede Türkiye'nin üyelik başvurusu konusunda nihayet bir karar vermek zorunda olan AB liderleri, belki kabiliyetli, kararlı Erdoğan'ın hep futbolcu kalmış olmasını dilerlerdi.
40 yılı aşkın süredir devam eden üyelik çabasında daha önceki liderlerin hiçbiri, başarıya Erdoğan kadar yaklaşamadı. Ankara'nın başvurusunu teoride kabul eden birçok Avrupa hükümeti, blöflerinin en sonunda görülmüş olmasından son derece rahatsız. Can havliyle faaliyete geçen müzakere karşıtları son dakika koşulları ve dışlayıcı hükümler dayatma çabasında. Türkiye'ye tam üyelik yerine 'imtiyazlı ortaklık' önerildiğini iddia ediyorlar. Türkiye'nin son dönemde insan hakları alanında kaydettiği ilerleme tersine dönerse müzakerelerin askıya alınması gerektiğinden dem vuruyorlar.
Bazı kuşkucular da, emek göçüne karşı daha önce eşi benzeri görülmemiş kalıcı sınırlamalar getirilmesini istiyor. Çetrefilli Kıbrıs sorununun çözümünü, neredeyse ölümcül bir şart olarak öne sürenler de eksik değil. Bunların hepsi üyelik müzakerelerini 10, hatta 15 yıla uzatacak.
Erdoğan, Türkiye'nin çoğunluğu AB üyeliğinden yana olan 70 milyonluk halkının ikinci sınıf statüyü kabul etmeyeceği konusunda gayet net bir tutum içinde. Önceki yıl seçildiğinden bu yana, şu meşhur Kopenhag üyelik kriterlerini karşılamak için yapılan sayısız reforma dikkat çekmekte.
Ve kendi kalesini nasıl savunacağını da biliyor. Erdoğan, "Bizden talep edilen her şeyi yaptık ve Avrupalılar hâlâ tereddüt ediyor" diyor ve ekliyor: "Buna açıkça ayrımcılık denir." Brüksel'deki son vuruştan önce dizliklere ihtiyaç duyulabilir. Bu pek de güzel olmayan oyunda hiçbir şey göründüğü gibi değil. Türklerin büyük çoğunluğu gibi Erdoğan da, Avrupalıların tarım sübvansiyonları ve Kürt radyo istasyonları konusundaki kaygılarının ardında daha derin önyargılar bulunduğundan kuşkulanıyor.
Aslında mesele, ne kadar değişmiş de olsa, Türkiye'nin yine de çoğunluğu Müslüman, tarihsel olarak düşman ve coğrafi olarak Asyalı bir ülke olması. Irk, din, kimlik ve iş konularındaki endişeler en fazla, Türkiye'ye kamuoyu muhalefetinin en güçlü olduğu Fransa, Almanya ve Avusturya'da su yüzüne çıkıyor.
2.5 milyon Türk'e ev sahipliği yapan Almanya'da, Angela Merkel'in muhalefetteki Hıristiyan Demokratları ile ittifak yapan Edmund Stoiber liderliğindeki Bavyera Hıristiyan Sosyalistleri, 2006'da iktidara gelmeleri halinde Türkiye'nin aleyhinde oy kullanacaklarını ilan ettiler. Türkiye'nin üyeliğini kaba bir biçimde, artan suç, terörizm ve İslamcı aşırılıkçılıkla ilişkilendiriyorlar.
Fransa'da Valery Giscard d'Estaing gibi etkin şahsiyetlerin, Türkiye'nin asla Avrupalı olarak görülemeyeceği biçimindeki küçümseyici iddiaları, daha karanlık önyargılara güvenilirlik cilası çekmiş durumda.
Fransa cumhurbaşkanlığına oynayan Nicolas Sarkozy de, Avrupa'nın başka ülkelerinde olduğu gibi, Türkiye'yi siyasi bir futbol topu gibi, çok kültürlülüğe karşı daha büyük bir kampanyanın parçası olarak kullanmaya niyetli görünüyor. Türkiye konusunda net bir tutum alamayan Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ise referandum sözü verdi.
AB Komisyonu'nun eski üyelerinden, Hollandalı Frits Bolkenstein ise, bu yılın başında Avrupa'nın 'İslamlaşması' meselesinden söz ederek dilinin altındaki baklayı çıkardı. Vatikan Kardinali Joseph Ratzinger de, 'Türkiye daima bir başka kıtayı temsil etti... Avrupa ile daimi bir karşıtlık teşkil etti' iddiasında bulunarak işi yabancı düşmanlığı noktasına vardırdı.
Merkezdeki siyasetçilerden gelen bu tür açıklamalar, Avusturya ve başka ülkelerdeki aşırı sağcı faşist partileri cesaretlendirdi. Geçen hafta, meseleden rant elde etmek amacıyla bir pan-Avrupa cephesi kurmayı tartıştılar. Ancak birçok yorumcuya göre de gerçek şu: Hem inançlı bir Müslüman hem de dünyaya vâkıf bir lider olan Erdoğan, mükemmel olmasa da, birçoklarının kesinlikle imkânsız addettiği bir iş başardı: Türkiye'nin dinsel ve laik (ve askeri) geleneklerini, ortak bir demokratik modernleşme rotasında birleştirdi. Türkiye yanlısı kampta yer alan Britanya ve diğerleri (oy hakkı olmayan, fakat sıkı lobi faaliyeti yürüten ABD de dahil) bu analizi paylaşıyor. Yanı sıra NATO üyesi olan Türkiye'yi, İslam ve Ortadoğu'ya uzanan hayati bir köprü olarak görüyor. Bu kadar uzun süre üyelik beklentisi yarattıktan sonra geri dönülemeyeceğini vurguluyorlar. Yani Avrupa için oyun bitti. Bu yüzden AB, neredeyse kendisine rağmen ve muhtemelen kendisi bile şaşırarak, bu hafta Türkiye'ye, Ankara'nın kabul edemeyeceği şartlar dayatmaksızın yeşil ışık yakacak.
Erdoğan, Zinedine Zidane olmayabilir. Fakat siyasi star kalitesine sahip. Zira AB'nin bekleri, topa vurduğu zaman genellikle gol attığını öğreniyorlar. (14 Aralık 2004)