Olası Müzakere Sürecinin Türkiye'ye Katkısı

-
Aa
+
a
a
a

Avrupa Birliği Dönem Başkanı Hollanda'nın 29 Kasım günü , 16-17 Aralık Brüksel zirve sonuçlarının ilk taslak çalışmasında, sanki nasıl yapsak da şu Türkiye 'yi masadan kalkmaya zorlasak anlamına gelen kısıtlamalarını  gören , tam üyeliğin Türkiye için nasıl içinin boşaltılabileceğini ve Türkiye'ye özel şartlar içeren bir statü yaratılmadan üyeliğinin ağzıyla kuş tutsa da mümkün olmaması gerektiğini ifade ettiğini basından öğrenen herkesin ağzının tadı kaçtı.

 

Serbest dolaşımın Türkiye için hiçbir zaman söz konusu olmamasını peşinen karar metnine taşımaya kalmaktan tutun , müzakerelere başlamanın  Türkiye'yi tam üyeliğe kabul etme hususunda AB'yi hiçbir bir yükümlülüğe sokmadığının diplomatik dille ifade edilmesine kadar, beklendiği gibi Kıbrıs Cumhuriyeti'nin tanınmasını talep etmeye ve ayrıca da  artık AB ye mali yük getirecek üyelere ancak (ve belki!) 2014 sonrasında bakma imkânımız olabilir demeye kadar bir sürü menfi unsurun peş peşe sıralandığı bu taslak karar metni , Türk kamuoyunda, neredeyse Türkiye'yi müzakerelere başlayamaz duruma getirmekten başka bir amacı yokmuş gibi algılandı.

 

Zaten zirve taslağı basında yer aldığında beri, her gün Avrupa Birliği üyesi ülkelerin üst düzey temsilcileri de dahil  olmak üzere, her kafadan  farklı bir sesin çıktığı bir ortam içine girdik hep beraber. Bu herhalde Avrupa Birliği tarihinde pek görülen bir şey değil. Zirveye 2 haftadan az süre kalmış ve  hâlâ "Acaba Türkiye Avrupa Birliği'ne tam üye olabilir mi?" kavgası yapılıyor. 40 yıldır, Türkiye ile tam üyelik perspektifinde ilişki tesis etmiş Avrupa Birliği'nin hicap duyması geren bir durum bu.

 

Bu taslak metininde, ne ölçüde değişikliğe gidileceği son ana kadar belli olmayacak ama bu süreç sonunda kesinkes belli olacak ve açığa çıkacak olan  tek hususun ne olacağı ise şimdiden belli oldu. O da Avrupa Birliği'nin zikrinin, fikri ile ne kadar örtüştüğünün açıkça ortaya çıkacak olması.

 

Avrupa Birliği ile ilişiklerinde  özellikle Helsinki'den bu yana son derece açık ve net bir tavır sergilemiş ve hedefi tam üyelik yönünde koyan Türkiye, yolunda son derece kararlı olarak ilerlemiş bir ülke. Müzakerelere başlamak için ön şart olarak var olan kriterlere uyum sağlamış; o da yetmemiş, Kıbrıs'a çözüm bulunması için büyük destek vermiş ve Avrupa Komisyon raporuna da yansıdığı üzere 17 Aralıkta , Avrupa Birliği'nin 2 sene önce verdiği kararı uyarınca , müzakerelere başlamak üzere masada yerini almış.

 

Avrupa Birliği'nin bazı üyelerinin, Türkiye'nin tam üyeliğinin mümkün olduğunu daha önce açıkça kabul etmiş olmalarına rağmen,  şimdilerde  üyeliğe hiç de sıcak bakmadıkları ve daha en baştan özel statülü bir üyelik üzerinden müzakereleri sürdürme ve neticelendirme yönünde önlemler geliştirmeye çalıştıkları aşikâr, ama yine de  her şeye rağmen, 17 Aralık zirvesinde Türkiye ile müzakerelere başlanması için koşullu da olsa bir tarih açıklanacağı artık kuvvetle muhtemel.

 

Sonu nereye varırı bilemeyiz, veya "nüfusunuz büyük size serbest dolaşımda daimi engel getirebiliriz" veya "mali bünyemiz müsait olduğunda belki sizin üyeliğinizi düşünebiliriz ama o da 2014 den önce olmaz" gibi ifadelerle Türkiye'yi adeta masadan kalkmaya zorlayan manevraları hep birlikte görüyoruz. Ama bence, tam üyelik müzakerelerinin en az 10–15 yıl süreceği daha bugünden belli iken, bunlar masadan kalkmamızı gerektiren gerekçeler olarak görülmemeli.

 

Eğer 40 yıldır karar metinlerinde ki sözler vaatler karşılıklı tutulmuş olsa, sürtüşmeler olmasa  zaten bugün Türkiye'nin çoktan üye olmuş olması, hadi bırakalım Türkiye'nin üyeliğini örneğin Kıbrıs Rum Kesimi'nin, tek başına  tüm Kıbrıs'ı temsil eder biçimde AB ye üye olmaması gerekirdi.

 

AB'nin müktesebatının bile ortalama 5 yılda bir büyük değişime uğradığı düşünüldüğünde, 10 yıl , 15 yıl gibi sürelerin sonunda nasıl bir AB ve nasıl bir Türkiye'nin ortada olacağını net bir biçimde şimdiden ön görmek mümkün değildir. İster ucu açık müzakere densin, ister denmesin; ister serbest dolaşım yok densin, ister denmesin; ister mali bünye konusu gündeme getirilsin, ister getirilmesin, 10-15 yıl sonra gelinecek nokta da o kadar da önemli ve belirleyici olmayacaktır.                                                  

 

Burada esas önemli olan bizim AB'ye üye olmamızın, Avrupa Birliği şimdiden peşinen kabul etse de, müzakerelerin sonunda ve ancak 10 –15 yıl sonra ki koşullarda , bizzat Türk halkı tarafından karara bağlanacağının görülmesidir. Bu açıdan bakılınca ister karar metninde "ucu açık süreç" yazsın, ister yazmasın, Türkiye'nin ve Türk halkının da bugünden peşinen verdiği, "15 yıl sonra ki koşullar ne olursa olsun, Avrupa Birliği'ne katılacağım" diye bir bugünden taahhüdü zaten ortada yoktur.

Ama Avrupa Birliği vizyonu, Türkiye tarafından dikkatle izlenmesi gereken bir vizyondur. Tabii bunu yaparken de en başta bu vizyonun, Türkiye'yi  40 yıl bekletip, 21 yüzyılın başında da nihai darbeyi vurup, de-stabilize etmek ve parçalamak için ortaya konmuş ve yedi düvelinde bu amaçla bir araya geldiği bir vizyondan ibaret olduğu vesveselerini bir yana bırakmak ve Avrupa değerler sisteminin ülkemize vereceği katkıları görmek gerekir.

 

Daha şimdiden, daha iyi bir Türkiye'ye hizmet etmiş olan Kopenhag Siyasi Kriterleri'ni bile kabul etmenin ve uygulamaya başlamanın, Türkiye'nin önünü açmaktaki önemini hep beraber görmekteyiz. Örneğin Maastrich Kriterleri, bugün bizzat Avrupa Birliği üyesi ülkelerde dahi, her ne kadar "bu gömlek de çok darmış doğrusu" gibi yakınmalara neden olsa da, birlik içinde ekonomik uyumu ve  bugün AB içinde 300 milyon kişinin ortak parası olan Euro'nun doğmasının zeminini hazırlamıştır. Ayrıca, Avrupa Birliği müktesebatının temelinde de, bireyin, insanın temel alındığını ve bireysel hak ve sorumluluklar üzerinden şeffaflık, hesap verme sorumluluğu, hukuk devleti, etik, demokratik katılımcılık gibi çağdaş değerlerin var edildiğini de görmemiz gerekir.

 

Türkiye için önemli olan bu yolda ilerlemektir. Hedef , Türkiye'nin ekonomisini, demokrasisini, idari ve siyasi sistemini çağdaş uygarlık seviyesinin de üstünde yeniden oluşturmaktır. Ama Türkiye'nin vizyonunda bu hedefin tek amacı da Avrupa Birliği'ne tam üyelik olarak görülmemelidir. Avrupa Birliği üyeliği süreci, esas olarak Türkiye'nin vizyonunu zenginleştirecek ve ülkemizin çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmasına büyük fayda ve katkı sağlayacak bir süreçtir.

 

10-15 yıl süren bir süreç sonunda ne Türkiye bugünkü Türkiye olacaktır, ne de Avrupa Birliği bugünkü Avrupa Birliği.

 

10-15 yıl sonra belki de, bugün ilkokul sıralarından bakarak dünyayı tanımaya çalışan bir çocuğumuz, Türkiye'nin başbakanı, başkanı olarak Avrupa Birliği'ndeki muhatapları ile

bir araya gelip, müzakereler başarıyla tamamlansa da, tam üyeliğin başlaması için kendi  lehimize tam üyeliği erteleme talebinde bulunacaktır. Hedefine doğru yürüyen Türkiye'nin 10-15 yıl sonra ulaşacağı noktada bu, hiç de sürpriz olarak görülmemelidir.

 

 

İşte bizim esas görevimiz,  bugün ilkokul sıralarında oturttuğumuz veya hâlâ oturtamadığımız çocuklarımıza bu fırsatı verecek ortamı sağlamak için çalışmaktır. Bu genç kuşakları siyasi ve ekonomik açıdan istikrarlı bir ülkede, her geçen gün ileriye daha umutla bakan, çağdaş dünya değerleri ve yurttaş olmanın getirdiği hak ve sorumluklarını benimsemiş ve ülkemizin vizyonuna daha yetişme çağından itibaren katkıda bulunma olgunluğuna erişmiş, liderlik vasıflarına sahip bireyler olarak yetiştirmektir

 

Ekonomimize istikrar kazandırmak, dünya yolsuzluk liginde en üst sıralardan kurtulmak, hukuk devletini örnek olacak bir biçimde tesis etmek, siyasi yapımızı geçmişin verimsiz hantallığından kurtarmak, insanlarımıza demokratik katılım olmadan kendi geleceklerini belirleme imkânından mahrum olacakları idrakini aşılamak gibi amaçlarımız olmalıdır.

 

"Bu hedeflerimize ulaşmamızda Avrupa Birliği vizyonu ve değerler sistemi yardımcı mı olmuştur ve olacaktır, yoksa köstek mi olmuştur ve olacaktır?" Avrupa Birliği sürecinde sormamız gereken en önemli soru bu olmalıdır. 

 

Eğer, Avrupa Birliği sisteminin geçerli ve çalışan  bir sistem olduğuna inanıyorsak, Avrupa Birliği üyelik uyum sürecinde bu sistemi, hedeflerimizi gerçekleştirmek amacıyla kullanmamızda hiç bir sakınca yoktur. Avrupa müktesebatının Türkiye'ye uyumlu hale getirilmesi süreci olarak da adlandırılması gereken tam üyelik müzakere sürecinin başlamasında ve mümkün olduğunca da  Avrupa Birliği ile bir uyumun sağlanmasında hiçbir sakınca yoktur. Bu süreç devam ederken müktesebatın uygulanmasında bazı çekincelerimiz mi oluştu , ek süreye mi ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz , o zaman Türkiye olarak, öncelikle ne kadar süre  bizim lehimize olur onu belirler ve onun pazarlığını yaparız.

 

Bence 17 Aralık öncesi kendimize öz güvenimizi tazelememiz ve ülkemiz için esas amacımızın ne olduğunu hatırlamamızda yarar var.

 

Bizim öncelikli hedefimiz ülkemizi çağdaş uygarlık seviyesine, her şeyiyle, ekonomisiyle, demokrasisiyle, hukuk devletiyle, sosyal yapısıyla, bir an önce çıkarmak olmalıdır. Zamanımız da öyle fazlaca yok. Ama o nedenle, ama bu nedenle, gerideyiz. Daha fazla oyalanamayız, oyalanacak lüksümüz de hiç yok.

 

İşte bu nedenle bence 17 Aralık'ta Avrupa Birliği bize 10-15 yıl sonrası için , "Ama bakın ha sizi almayabiliriz''i  bile açık,açık söylese de fark etmez. Biz de, " Belki biz de tam üye olmaktan vazgeçebiliriz , 15 yıl öncesinden size , bu sözleri biz de veremeyiz" deyip, geçebiliriz. "Serbest dolaşım mı, 15-20 yıl sonra siz Avrupa Birliği'nde dolaşabilecek ve çalışabilecek yeterli iş gücü bulacağınızı düşünüyorsanız, biz de bu konuyu o zaman karara bağlamaya hazırız''  bile deyip kesebiliriz.

 

Bu teamüllere uygun bir davranış mı, ortada haksızlık yok mu? Avrupa Birliği'nin bazı üyelerinin hak hukuk, ayrımcılık yapmama prensipleri nerede? 

 

Peki şimdi acaba böyle bir durumla karşılaştığımızda ilkeli davranıp masadan kalkmalı mıyız? "Alın sizin olsun Avrupa Birliğiniz" diye.  Şimdilerde bu soruyu hepimiz samimi olarak, kendimize soralım derim. Ben, bir süredir bu soruyu soruyorum. Sonunda geldiğim nokta şu: Avrupa Birliği'ni, müktesebatını ve sistemini sonuna kadar kullanmak taraftarıyım. Önümüzde örnek alabileceğimiz, çalışan, demokratik, insan haklarına saygılı, hukuk devleti prensiplerine bağlı, şeffaf bir sistem üzerine onca bilgi varken, bu konuda dev bir müktesebat oluşmuşken,  Türkiye'de kendi sistemimizi çağdaş bir seviyeye ulaştırmak için Avrupa Birliği'ni tereddütsüz kullanmalıyız.

 

İşte fırsat. Avrupa Birliği tüm müktesebatı ve sistemi ile orada. Kullanalım. 15 yıl sonra geldiğimiz noktada  dönüp bir kez daha Avrupa Birliği'ni değerlendirir, ve  belki de o gün artık Avrupa Birliği'nin bize vereceği bir şey kalmadı, bilakis benim menfaatim tam üye olmama yönündedir diye, başka bir reel politika açılımı ortaya koyarız.