Ufuk Turu’nda Ahmet İnsel, Latin Amerika’dan Orta Doğu ve Afrika’ya uzanan geniş jeopolitik ve hatta enerji politikalarının, millileştirme tartışmalarının, silahlı çatışmaların ve 'barış içinde çatışma' hallerinin nasıl iç içe geçtiğini ele alıyor.
Ömer Madra: Günaydın Ahmet, merhabalar!
Ahmet İnsel: Günaydın!
Özdeş Özbay: Günaydın!
A.İ.: Günaydın hepinize.
Ö.M.:Ufuk Turu gayet bulutlu gene, nereden başlıyoruz?
A.İ.: Venezuela’dan başlayalım. Biliyorsunuz, Donald Trump 2019’da Venezuela’ya petrol ihracatı ambargosu koymuştu, daha sonra Biden döneminde Venezuela ile yapılan görüşmeler sırasında bu ambargo hafifletilmiş ama daha sonra da Trump geri gelince ambargoyu yeniden tesis etmişti. Trump, şimdi bu ambargoyla yetinmeyip bir yıldan beri bunu ağzında dolaştırıyor ama çok daha açık biçimde artık dile getirmeye başladı; Trump, Venezuela’nın Amerikan petrol şirketlerinin petrol mal varlıklarına el koyduğunu, bu mal varlıklarını çaldığını, dolayısıyla geri ödemesi gerektiğini söylüyor.

Peki burada söz konusu olan nedir? Esas itibariyle Venezuela’da 1970’e kadar Amerikan petrol şirketleri bütün Venezuela petrolünü üretip satıyorlardı. Büyük ihtimalle Venezuela devletine de bir pay veriyorlardı ama Amerikan şirketlerinin elindeydi Venezuela petrollerinin işletilmesi. İlk defa 1970’de kısmi olarak bazı Amerikan şirketleri millileştirilmişti, daha sonra Hugo Chávez döneminde ve Nicolás Maduro döneminde hemen hemen bütün yüzlerce Amerikan şirketi devletleştirildi, millileştirildi. Dolayısıyla Amerikan şirketleri bu millileştirmeler için ödenen tazminatın yeterli olmadığını iddia ederek uluslararası tahkim mahkemesine başvurmuşlardı. Bu mahkeme tarafından da 2014 yılında Venezuela’nın Exxon Mobile’e 1,6 milyar dolar tazminat ödemesi gerektiğine hükmedilmişti, Venezuela o tarihten beri o parayı ödemedi. Donald Trump sadece bu parayı istemiyor, bütün el konan şirketlerin geri verilmesini, daha doğrusu o şirketlerin mal varlıklarının geri verilmesini talep ediyor. Bu yüzden de sürekli Amerikan şirketlerinin, Amerikalıların el koyulan mal varlıklarının iade edilmesini, Venezuela’nın hırsız bir yönetim olduğunu ve diğer taraftan da bütün bu petrol gelirlerinin uyuşturucu trafiğini finanse etmek için kullanıldığını da iddia ediyor aynı zamanda. Bunu bahane ederek de iki gün önce Amerikan ordusu deniz kuvvetleri, iki petrol tankerine el koydu. 1,8 milyon varil petrol yüklü bir gemiye ve Çin’e gidecek olan petrol tankerine el koydular ki üstelik bu gemi yaptırım listesinde de değil ABD’nin. Dolayısıyla Venezuela’dan petrol yüklü herhangi bir tankerin uluslararası sularda Amerikan donanması tarafından hiçbir hukuki gerekçe göstermeden el konulması mümkün bundan sonrada.
Ö.Ö.: Zaten bir üçüncü tankerin de şu anda peşinde olduğunu Wall Street Journal dün yazmıştı.
A.İ.: Evet, üçüncü tankerin de peşindeler, tam nereye gideceği konusunda o haberde var mıydı hatırlamıyorum ama petrolün daha hangi ülkeye gideceği belli değil. İkincisi de Çin’e gidecek olan bir petrol tankeri. Şimdi bu Çin’e gidecek olan petrol deyince, Çin bu petrolün parasını ödemiş mi? Dolayısıyla bu petrol Çin’in malı mı sayılır yoksa Venezuela’nın malı mı sayılır yahut Amerika’nın malı mı oldu? Bütün bunlar şu anda ortada. Ömer Madra’nın geçmişte uluslararası hukuk bilgi ve tecrübelerinden hareket edersek, tamamen bütün uluslararası hukuk kurallarının zaten baştan itibaren çiğnendiği ama artık hiçbir gerekçesi kalmadan çiğnendiği bir ortamdayız. Trump’ın bu mesajın hemen arkasından Stephen Miller yani Donald Trump kabinesinin başkan yardımcısı, Trump’ın en radikal danışmanlarından, yardımcılarından birisi, Venezuela’nın petrolü millileştirmesinin bir hırsızlık olduğunu, bunun bir tiranlık olduğunu, millileştirmenin veya kamulaştırmanın o güne kadar yapılmamış en büyük Amerikan mal varlığı ve zenginliğinin hırsızlığı olduğunu ilan etti. Bu yağmalanan varlıkların da daha sonra terörizmi, uyuşturucuyu, katilleri finanse ettiğini iddia etti.
Venezuela’nın petrolünü iyi bilen bazı kaynaklara göre, amaç burada doğrudan Amerikan şirketlerinin Venezuela’yı girip petrolü şimdilik en azından işler hale gelmesinden ziyade Venezuela’nın Amerika dışında başka hiçbir yere petrol yollayamaz hale gelmesi. Dolayısıyla ABD, o petrolleri işler, bir tür tekeline alması olayı bu. Bu petrol Suudi Arabistan petrolü gibi hafif bir petrol değil; ağır bir petrol. Dolayısıyla külfetli bir arınma rafine tesisi süreci gerektiriyor. Şu anda Venezuela’dan çıkan petrol yaptırım nedeniyle gizli olarak çıktığı için de karaborsadan ve normal fiyatının yani uluslararası petrol fiyatlarının çok daha altında satılarak gelir sağlamaya çalışıyor biraz Rusya’nın yaptığı gibi aynı zamanda.
Venezuela’ya açıkça kara saldırısı yapma fikri hep ortada olmakla beraber, görüldüğü kadarıyla ABD’nin şöyle bir endişesi var; Venezuela’ya askeri kara harekâtı yapıldığında muhtemelen birkaç Amerikan askerinin ölmesi mümkün. Dolayısıyla da bunun birdenbire ABD’de kendi aleyhine bir kampanya başlatması endişesi var Donald Trump’ın çünkü biliyorsunuz, Amerikan ordusunun kıta dışında harekâtına son verme vaadini de taşımıştı Trump. Böyle bir harekâta girmekten çekindiği söyleniyor Trump’ın ama sürekli de tehdit halinde bırakıyor. Şu anda aslında resmen Venezuela ile savaş halinde değil mi Ömer?
Ö.M.: Evet, fiili olarak savaş halinde ve üstelik de bu Venezuela’dan sonra Bolivya’yı da aynı şekilde tehdit eden ifadeleri var Donald Trump’ın.
A.İ.: Kolombiya’yı!
Ö.M.: Affedersiniz, Kolombiya’yı.

A.İ.: Şimdi ona geleceğim. Aynen Kolombiya’yı da tehdit etti çünkü Kolombiya’nın 2022’de seçilen solcu Cumhurbaşkanı Gustavo Petro, Şubat 2025’te Kolombiya kamu şirketi Ecopetrol ile bir Amerikan şirketinin ortak petrol üretim anlaşmasını iptal etti. İptal gerekçesi de bu petrol üretim anlaşması hidrolik kırılma yöntemiyle elde edilecek bir petrol olmasıydı. Biliyorsunuz, çevre örgütleri hidrolik kırılma yöntemine şiddetle karşı, bunun çok büyük çevre sorunlarına ve hatta felaketleri yaratma, yerel depremler, çökmeler dahil bu riskleri olduğunu belirtiyorlar. Petro da bu nedenle hidrolik kırılma yöntemiyle petrol üretileceği gerekçesiyle iptal etti anlaşmayı.
Bu tabii ABD ve Donald Trump tarafından şiddetle çok büyük tepkiyle karşılandı. Bunu Amerikan çıkarlarına doğrudan müdahale olarak değerlendirdi ve Kolombiya’da Amerikan petrol zenginliklerine el konduğunu söyledi. Anladığım kadarıyla Trump’ın gözünde Amerikan şirketleri dünyanın herhangi bir yerinde petrol aramaya başladığı zaman orasının artık Amerika’nın mali haline geliyor otomatik olarak. Diğer taraftan Petro ile Trump arasındaki ağız dalaşı da giderek yükseliyor çünkü Trump, Kolombiya’nın da kısmen ama esas olarak Venezuela’nın Amerikan zenginliklerine el konduğunu, bunun hırsızlık olduğunu söyleyince Petro da şöyle bir cevap verdi geçtiğimiz günlerde, “Donald Trump önce ABD’nin güney eyaletlerini yani Texas, Kaliforniya, Arizona gibi güney eyaletlerini asıl sahiplerine iade etsin çünkü askeri güçle işgal edildi bu topraklar. ABD’nin ne satın aldığı, ne de yasal yolla sahip olduğu topraklar bunlar, yasa dışı elde edilmiş hırsızlık mallarıdır,” dedi. “Baştan önce ABD geçmişte yaptığı hırsızlıklarla başlasın," deyip yeni bir polemik başlattı.
Ö.M.: Evet, ganimet savaşlarını da gayet iyi hatırlıyoruz; Meksika’yı nasıl çaldığını, Meksika’dan alınan toprakları... İnanılmaz ve unutulmuş durumda.
A.İ.: Venezuela’daki millileştirilmelere nazaran biraz eski tarih tabii bu. Kolombiya da tabii Gustavo Petro’nun başka bir sorunu var ve o da silah bırakmayı barış anlaşmasını reddeden ulusal kurtuluş ordusu ile olan ilişkiler. Hatırlayacaksınız; 2016 yılında Kolombiya devrimci silahlı güçleri ile Kolombiya devleti, Küba’nın aracılığıyla Küba’da, Havana’da bir barış anlaşması imzalamıştı. Aslında Kolombiya’daki bu barış anlaşması birçok açıdan örnek teşkil eden anlaşmalardan bir tanesi. Anlaşma sonrası yapılan geçiş dönemi adaleti örneği olarak da ele alınıyor - biraz sonra ona da değineceğim ama bütün silahlı güçler yani Kolombiya devrimci silahlı güçlerinin dışındaki başka silahlı hareketler bu barış anlaşmasına yanaşmamışlardı.

Bunların arasında en önemlisi 1964’te kurulan Havulusal kurtuluş ordusu ELN. Kimi verilere göre 3 bin, kimi verilere göre 5 bin 500 civarında silahlı güce sahip olan bu gerilla teşkilatı, Kolombiya’nın Venezuela sınırındaki dünyanın en zengin koka yaprağı yani kokain üretilen koka yaprağı sahasını kontrol ediyor. Bu da Kolombiya’nın aşağı yukarı %20 alanına tekabül ediyor. Kokain ticaretini eskiden FARC da (Kolombiya Devrimci Güçleri) yapıyordu. Kokain ticaretini uyuşturucu şebekeleriyle birlikte yönetiyorlar. Sınırın öbür tarafındaki Venezuela’da da koka yaprağı üretiminde çok önemli bir bölge. Venezuela tarafında da Venezuela ordusuyla işbirliği yaparak kokain ticaretini yürütülüyor. Gustavo Petro, 2002 yılında seçildikten sonra ELN ile barış anlaşması görüşmeleri başlatmıştı ve bunun adı Tam Barış Görüşmeleri idi. İki yılın sonunda Petro, ELN’nin talepleri nedeniyle veya anlaşamadıkları için bu barış görüşmelerine son verdi. ELN ile çatışmalar düzenli olarak devam ediyordu ve geçtiğimiz sonbahar aylarında ve özellikle Kasım sonu - Aralık başında ELN çok ciddi bir şekikde askeri faaliyetlere geçti. Bunun nedenlerinden biri de Kolombiya’yı tehdit eden ve aynı zamanda Donald Trump’ın Venezuela’ya herhangi bir müdahale etmesi durumunda ELN’nin Venezuela’yı destekleme kararı almış olması.
ELN, doğrudan Venezuela’daki kokain kaçakçılığına dahil olan Venezuela ordu birlikleri ve Venezuela’daki uyuşturucu trafiğini yöneten şebekelerle doğrudan çalışıyor. Geçen hafta ise ELN, bütün bölgede eve kapanma emri verdi, kimsenin sokağa çıkmaması emrini verdi, bu bayağı büyük bir güç gösterisi. O sürede de 90 civarında saldırı gerçekleştirmişti. Bu saldırı 13 ilde 12 ölüme sebep oldu. Giderek insansız hava araçları kullanarak yapılan saldırılara karşı Kolombiya’da da şu anda yönetim hızla bu İHA’lara karşı oluşturulacak, onları etkisiz bırakacak yöntemlerin üretilmesi, satın alınması, dünyadan temin edilmesi peşinde. Aynı zamanda kendisi de İHA’ları karşı güç olarak kullanıyor. Biliyorsunuz, bu İHA'lar hemen hemen bütün çatışmaların asli silahı haline gelmiş durumda. Dolayısıyla bu çatışmalar sürerken dün ELN birdenbire Noel ve yılbaşı kutlamalarını herkesin rahatlıkla gerçekleştirmesi gerekçesiyle 3 Ocak’a kadar tam ateşkes ilan etti.
Bu çatışmalar devam ederken barış anlaşması sonrası 2018’de kurulan özel mahkeme de çok önemli bir karar açıkladı bundan iki gün önce, 20 Aralık’ta. Kolombiya ordusundan emekli olmuş bir albay Hermann Mejia’yı - şu ana kadar geçmişte iki defa Kolombiya’nın ilk askeri seçilmiş bir albay bu - 20 yıl hapis cezasına çarptırdı, kendisini 72 sivilin öldürülmesinden sorumlu tuttu. 2002-2003 yılında Kolombiya’da çok kirli bir savaş yürütülüyordu biliyorsunuz. İnsanlığa karşı suç ve savaş suçları işlediği gerekçesiyle albayı 20 yıl hapis cezasına çarptırdı. Bu albay aslında daha önce de paramiliter güçlerle askeri güçleri işbirliği içinde tuttuğu için 10 yıl hapis cezası almıştı 2010’ların başında. Bu barış anlaşması başlayınca o da serbest bırakılmış fakat bu sefer bu sivillerin öldürülmesiyle ilgili kendisi hakkında yeniden dava açılmıştı. Bu barış mahkemesinin şöyle bir özelliği var; mağdurlardan özür dileyerek suçunu kabul eden kişilere hapis cezası yerine ikame edilen cezalar veriliyor ve genellikle belli bir süre kamu yararı haiz işlerde çalışmak gibi cezalar bunlar - biraz sonra bir örnek vereceğim. Fakat albay bütün bu suçlamaları reddettiği için ona 20 yıl hapis cezası verdiler. Diğer taraftan bu hapis cezasının gerekçesiyle beraber mahkeme diğer bir barış mahkemesine eski genelkurmay başkanının da içinde olduğu bir suçlu listesi vermiş ve bu konuda da yeni davalar açılması bekleniyor.
Unutmamak lazım ki 2023 yılında Kolombiya ordusu, ordu mensuplarının işledikleri cinayetler nedeniyle mağdurların ailelerinden özür dilemiş, bu işlenen cinayetlerin sorumluluğunu taşıdığını kabul etmişti. Sadece ordu mensupları değil, tabii diğer taraftan gerilla tarafından da yöneticilerin sorumluların mahkemede yargılanması devam ediyor. Yedi eski Kolombiya devrimci silahlı güçleri yöneticisi de geçtiğimiz günlerde sekiz yıl genel yarara haiz işlerde çalışmak cezasına çarptırıldılar çünkü bunlar suçlarını, işledikleri eylemlerin suç olduğunu kabul etmişlerdi ve 22 bin kişinin rehin alınması suçuyla yargılandılar. Bir taraftan bu barış anlaşmalarının getirdiği yaptırımlar, düzenler devam ederken, diğer taraftan da bunu reddeden silahlı güçlerle olan mücadele devam ediyor. Barış ve aynı zamanda barışsız bir barış Kolombiya’da devam ediyor. Birçok ülke için - Türkiye dahil olmak üzere - örnek teşkil edecek anlamlı bir vaka diye düşünüyorum.
Ö.M.: Üzerinde çok az durulan şeyler bunlar. Biz her hafta ya da neredeyse her gün bunlara değinmeye çalışıyoruz ama medyada çok yer almadığını da kaygıyla görüyoruz.
A.İ.: Maalesef ama medyada yer alması gereken o kadar çok şey var ki Ömer... Mesela dün Louisiana eyalet valisi Donald Trump tarafından Grönland’a ABD’ye ilhak etmek amacıyla görevlendirildiğini bildirdi.
Ö.M.: Evet, onu da birazcık konuştuk.
A.İ.: Diğer taraftan Nijerya’da hatırlarsınız 302 Hristiyan kız okulunun öğrencisi kaçırılmıştı, bunlar peyderpey serbest bırakıldılar. Dün 130 kız öğrenci serbest bırakıldı fakat aynı gün içinde çocuk ve kadınların da olduğu 28 Müslüman dini bayrama giderken kaçırıldılar. Artık insanların kaçırılması bir sanayi haline gelmiş durumda.
Ö.M.: Evet sanayi, rutin oldu. Sudan demiştin değil mi?

A.İ.: Ben de ona gelmek istiyorum; Sudan’da savaş, bütün bölgeyi çatışmalara dahil eden bir hızla devam ediyor, Sudan ordusu ile hızlı destek gücü arasında devam eden çatışmalarda Araplarla Afrikalılar arasında bir ‘etnik temizlik’ yani Arapların oradaki Afrikalıları ‘temizleme harekatı’ gibi devam ediyor Darfur’da. Daha önce 2002-2004 arasında orada soykırım işlendiğine dair bir karar da çıkmıştı Uluslararası Ceza Mahkemesi’nden. Sudan, 50 milyon nüfuslu bir ülke, 150 bin kişinin öldüğü tahmin ediliyor 2023’ten beri başlayan bu iç savaşta. 10 milyon kişi ülke içinde yer değiştirmek zorunda kalmış, 4 milyon kişi ülkeyi terk etmiş durumda.
Başkent Hartum tamamen yıkılmış durumda ve sekiz ülke ile sınırı olan Sudan’da Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Türkiye ve Mısır’ın müdahalesi söz konusu, sürekli etki alanları oluşturmak için birbirleriyle yarış halindeler. Sudan’ın altın madenleri var, zengin ve verimli tarım alanları var. Burada en aktif olan yabancı güç ise BAE. 2002-2004 arasında Darfur’da soykırım yapmış olan Cancavid milislerinin şefi olan Hemiti’nin güçlerinin hem askeri, hem de mali olarak desteklemeye devam eden güç BAE. Geçtiğimiz aylarda bir çatışma sırasında ortaya çıktı ki bu Hemiti güçleri arasında Kolombiyalı - o yüzden Kolombiya ile bağlantıyı da kurabiliriz - eski askerler paralı asker olarak çalışıyorlar ve bu eski askerlerin Abu Dabi hesabına çalıştıklarını tespit etmişler, Bingazi’den yani Libya’da Hafter güçlerinin denetiminde olan bölgeden, Çad üzerinden Sudan’a geçiyorlarmış. Yüzlerce güney Amerikalı’nın olduğu belirtiliyor bu hızlı destek güçlerinin arasında paralı asker olarak çalışan.
BAE’nin bu müdahalesi aslında Uluslararıs Mahkeme tarafından bir soykırım destekçisi güç olarak değerlendirilmesi ihtimali var. Niçin BAE bu kadar dahil derseniz, o da doğrudan Sudan’ın kendisine Kızıldeniz’in öbür tarafını tuttuğu için yani Sudan’ın deniz kıyısı bölgesinde bir deniz üssü oluşturmaya çalışıyor aynı zamanda BAE. Biliyorsunuz, Sudan, Birleşmiş Milletler tarafından da son dönemin dünyadaki en büyük insani vahşeti dedi.
Ö.M.: Felaket yani 21 milyondan fazla insan, nüfusun %45’i en yüksek akut yiyecek güvensizliği taşıyormuş.
A.İ.: Büyük açlık var, başkent yıkılmış durumda ve bütün bu yabancı güçlerin desteği söz konusu. Buna Mısır ve Türkiye de dahil oldu.
Ö.M.: Bunu da konuşan yok tabii! Süreyi bitirdik maalesef ama bunu kesinlikle konuşmaya devam etmeliyiz.
A.İ.: 2025 yılının son programını yapıyoruz. Dolayısıyla 2026 yılında bu kadar vahim şeyler konuşmak yerine belki daha güzel şeyler konuşabileceğimizi ümit edelim ama çok ümitvar değilim maalesef. Gene de herkese iyi bir yıl sonu diliyorum.
Ö.M.: Sağol, çok teşekkürler Ahmet.
Ö.Ö.: Çok teşekkürler, görüşmek üzere.
A.İ.: İyi günler herkese.


