"Otokrasiden demokrasiye geçmek için büyük bir kanat genişliğine ihtiyaç var"

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Politik’te Ali Bilge, CHP Kurultayı’nı, dokunulmazlıkların kaldırılmasından bugüne uzanan otokrasi sürecini ve ana muhalefetin karşı karşıya olduğu kuşatmayı değerlendiriyor; CHP’nin kaçırdığı özeleştiri fırsatına, Kürt meselesindeki yeni söyleme ve otokrasiden çıkış için gereken geniş uzlaşının önemine dikkat çekiyor.

""
Ekonomi Politik: 01 Aralık 2025
 

Ekonomi Politik: 01 Aralık 2025

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!

Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş!

Özdeş Özbay: Günaydın!

A.B.: Günaydın herkese, iyi haftalar, iyi yayınlar!

Ö.M.: Teşekkürler. Öncelikle kongreye değinelim isterseniz, epey zamandan beri takip ediyordunuz. Bu sefer pek fırsatınız olmadı herhalde?

A.B.: Yerinde izleyemedim. CHP kurultaylar partisidir, son iki yılda dört kurultay yaptı. Bugün enine boyuna CHP’nin program değişikliğini inceleme imkanımız pek yok ancak Kurultay üzerine sonunda söyleyeceğimi programın başında söyleyeceğim; kurultaydan beklediğim bir söz, bir cümle vardı, o da CHP’nin bir yanlışı kabullenmesiydi, özür dilemesiydi, dokunulmazlıkların kaldırılmasına destek vermesine ‘hata’ demesiydi, ‘özür’ dilemesiydi. Özgür Özel ve CHP yönetimi, bu kurultayda bunu yapmalıydı. Aklımdan geçen, ‘ben olsaydım bunu yapardım’ dediğim ‘durum’ budur. Bunu yapsaydı bugün çok daha farklı bir siyasal ortam olurdu, siyasette bir alan yaratmış, kazanmış olurdu çünkü bugün yaşadığımız ‘otokrasi musibetinin’ başlangıç noktası dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla ve CHP’nin buna destek vermesiyle başladı. Dokunulmazlıkların kaldırılmasını isteyen ve bunda ısrar eden eski genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu da bugün yok artık.

Ö.M.: Dokunulmazlıkların kaldırılması konusunu bir iki cümleyle hatırlatır mısınız? Dinleyicilerimizden hatırlamayanlar olabilir.

A.B.: 2016’daydı, darbe teşebbüsünden bir ay önceydi. Türkiye olağanüstü hal koşullarına doğru ilerliyordu, otokrasiye adım atılmıştı, başkanlık rejimi için Anayasa değişikliği olmadan önce var olan demokratik hak ve özgürlükler üzerinde büyük bir baskı söz konusuydu, otokrasiye geçilmek üzereydi. Demokratik hak ve özgürlükler geriletilirken, Dolmabahçe mutabakatı Erdoğan tarafından reddedilmişken, demokrasi dışına çıkarılırken, parlamentoda iktidarın milletvekili dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin önergesi CHP tarafından desteklendi. CHP grubu üyelerini serbest bıraktı, başkan Kılıçdaroğlu, “Kaldırılmasını istiyorum, sözünü verdim” dedi. CHP milletvekillerinin desteği ile kürsü dokunulmazlığı dışında milletvekili dokunulmazlığı kaldırıldı. Fezlekeler uygulamaya sokuldu. Sonraki aylarda Kobani olayları bahane edilerek Selahattin Demirtaş ve diğer HDP milletvekilleri sonraki birkaç ay içinde tutuklanmaya, ülke hızla demokrasiden çıkmaya başladı. Osman Kavala dahil pek çok demokrat tutuklandı, ülke cadı kazanına döndü.

Dokunulmazlıkların kaldırılması ile başlayan bu süreç, daha sonra darbe teşebbüsüyle birlikte olağanüstü hal koşullarına geçilmesiyle devam etti, bu koşullarda yapılan Anayasa değişikliği referandumuyla Türkiye ‘sultanlık rejimi’ne geçti. Bugün yaşadığımız otokratik rejimin başlangıcını dokunulmazlıkların kaldırılması olarak işaretliyorum, ben böyle nitelendiriyorum.

2014’te partili başkanlık uygulamasına geçilmişti ama henüz demokrasiyi rafa kaldıran bugünkü yaşadığımız süreç başlamamıştı. Antidemokratik uygulamaların gemi azıya aldığı, Gezi’nin yaşandığı, çözüm-barış sürecinin Dolmabahçe mutabakatının yırtıldığı bir ortamda, dokunulmazlıkların kaldırılmasına destek verilmesi CHP’nin kara tarihine yazıldı. Bugün otokrasi tünelinden çıkılması isteniyor ise kurultayda Özgür Özel ve CHP yönetimi bunu yapmalıydı. Elbette dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı olanlar da vardı ama Özel dahil eski yönetimin bu tavrını bugün onaylayan aklı başında CHP’li kaldığını sanmıyorum. Bu özrün kurultayca dilenmesi gerekiyordu. CHP’nin desteğiyle dokunulmazlıklar kalkmasını onu otokrasiye geçişin miladı olarak sayabiliriz.

Ö.M.: ‘Bununla ilgili bir özeleştiri gelmesi gerekirdi’ diyorsunuz?

A.B.: Evet, ben olsaydım bunu yapardım. Kürt siyasi hareketinden, Kürtlerden özür dilemek, aynı zamanda kendi tabanından da özür dilemek demektir çünkü bu mağduriyetten CHP de etkilendi, HDP çok fazla etkilendi. Beklentim gerçekleşmedi, bunun yerine çok ama çok gereksiz, ‘Stockholm sendromu’ demeci geldi. Evet, anlıyorum, yaşadığımız süreç CHP için çok yıpratıcı, geçen 13 ayda otokratik iktidar DEM ve Kürt siyasetiyle bir hoşgörü zeminini sürdürüyor, hoşgörü içinde. Diğer yandan ana muhalefet CHP ile de ‘horgörü’ içinde. Bunun yarattığı bir tahribat var tabanda ancak ‘Stockholm sendromu’ gereksiz bir açıklama oldu. Siyasi tecrübesizlikle açıklayabileceğim bir durum.

Olması gereken özrün dilenmesiydi, dilenseydi bugün siyasette ülke çok farklı olurdu. Neden dilenmeliydi? Çünkü olağanüstü koşullar içinde yaşıyoruz. Türkiye’nin otokrasiden çıkması ana muhalefetle birlikte üçüncü parti DEM ile olması mümkün. Kürtlerle geliştirilecek diyalogla çıkılacak. Sonunda bir aydınlığa kavuşacak isek bu ittifaklarla gerçekleşecektir, onun için gereksiz gerilimlere yol açmamak lazım. Bunu belirterek başlamış olayım.

CHP kurultayı gerçekten zor koşullarda, CHP için varlık sorunu varken yapıldı, varlık statüsünden yokluk statüsüne geçilmeye çalışılan bir ortamda yapıldı. Türkiye’nin son iki yılına biraz bakalım; 14 Mayıs 2023’te CHP beklenilmeyen ölçüde bir seçim yenilgisi alıyor, Kasım 2023’te 13 yıllık genel başkan Kılıçdaroğlu başkanlığı kaybediyor, ciddi bir değişim oluyor. Daha sonra yeni genel başkan liderliğinde Mart 2024’te yapılan yerel seçimlerde ciddi bir başarı elde ediliyor - bunu haneye yazalım - birinci parti oluyor CHP.

Ö.Ö.: Tabi kent uzlaşısıyla da birlikte.

A.B.: Evet, birlikte. İyi ki söyledin. Kent uzlaşısıyla birlikte elde edildi bu başarı DEM ile birlikte oldu, bunun altını çizelim.

Ö.Ö.: Hatta bu ittifak kurulduğunda buna karşı olanlar da çok benzer şekilde yani CHP kurucu ideolojik Kürt sorunun kökeni de ‘celladına aşık olan’ o zaman da böyle itham edenler olmuştu.

A.B.: Evet. AKP’liler itham etti. Bu başarıdan sonra CHP, yumuşama-uzlaşma siyaseti adı altında - bu programda çokça eleştirdiğimiz - anlamsız bir uzlaşma-yumuşama siyaseti izledi, karşılıklı gitmeler gelmeler oldu ama durum öyle değildi, iktidar yumuşamadan yana değildi. Aksine CHP’ye yüklenilmeye başlandı. Tüzük değişimi kongresi oldu Eylül 2024’te. Yerel seçimlerden sonra CHP’de benim fetret devri gibi adlandırdığım partide üçlü, dörtlü görüntülerle karşılaştık ancak iktidarın tam gaz CHP’ye baskılarının artırdığı bir sürece girdik. Mart 2025 yargı darbesi olarak nitelendirilen, başta İBB olmak üzere belediyelere karşı muazzam bir operasyon başladığına tanık olduk.

Ancak baskı ve mağduriyet CHP’nin içini konsolide etti. CHP Cumhurbaşkanı adayını belirledi bu süreçte. Özgür Özel, Ekrem İmamoğlu, Mansur Yavaş ayrı ayrı değil birlikte hareket ettiler. Özel ile İmamoğlu birlikte ayrıştılar ve CHP içi konsolide oldu. İktidarın baskısı karşısında seçmen tepkisini iyi değerlendirdi CHP. İktidarın baskısı CHP’yi seçmen nezdinde daha da yükseltti. Yargı eliyle sürdürdüğü kuşatmada iktidar henüz bir sonuç elde etmiş değil.

Bu gelişmeler yaşanırken devreye giren önemli bir atak oldu; Ekim 2024’te Bahçeli’nin Öcalan’a uzattığı zeytin dalı. Bir taraftan İmralı süreci devam ederken, diğer taraftan CHP’yi yok etme, izole etme programı yürütüldü. Ana muhalefet kuşatması devam ederken, Kürt meselesinde sicili çok karışık, bulanık ve yanlışlarla dolu olan iktidar - kaç kez gelmiş gitmiş, ‘açılım’ demiş, ‘çözüm süreci’ demiş, kanlı bir sürece sevk etmiş - silahlı ve silahsız Kürt hareketiyle yumuşama yaşamaya başladı. Son İmralı görüşme heyetine kadar bu sürpriz yakınlaşma CHP tarafından da desteklendi, TBMM’de kurulan komisyondan çıkmışlığı yok. CHP bu gelişmelere kurucu refleksle yaklaşmadı; yapıcı ve doğru bir şekilde değerlendirdi, yanında yer aldı.

Üstelik bu dönemde eski genel başkan Kılıçdaroğlu’nun tazyikleri, partiyi yıpratan girişimleri olmasına rağmen olabildiğince iktidar baskılarına karşı durdu. Mitinglerle sokağı ve meydanı keşfetti, çok iyi oldu, büyük bir enerjiyle iktidarın hamlelerine karşı koymayı önemli ölçüde başardı.

Üstelik Türkiye’de ana muhalefet izole edilmeye çalışılırken, Batının desteğini de CHP görmedi. Ne AB, ne de ABD’den ana muhalefete yapılan iktidar baskılarına karşı yükselen ciddi bir ses olmadı. Zaten ABD’den, Trump’tan beklemek mümkün değildi, CHP dış dinamiklerin kayıtsız kaldığı bir ortamda mücadeleyi sürdürdü.

Değişen parti programını tek programda değerlendirmemiz pek mümkün değil ancak yapılan değişikler topyekûn bir yenilenme değil, sosyal demokrasiden kayan çizginin yerine oturması değil. Deniz Baykal’ın 1990’lardan itibaren partiyi daha liberal bir çizgiye çekmiş olması ‘Blairleşme’ olarak nitelendirdiğimiz eski çizgiden uzaklaşan partiyi sosyal demokrat konumuna oturtan bir yenilenme olduğunu söylemek mümkün değil ancak bu konjonktürde yeterli olmamasına rağmen olumlu değişiklikler de olduğunu söylemek mümkün.

Önümüzdeki dönemde otokrasi zincirlerini kırmak için, otokrasiden çıkış için bir yolda olmak gerekiyor. Türkiye’de tüm demokrasi güçleri olarak ‘böyle bir rejim istemiyoruz, ileri bir demokrasi istiyoruz’ diyor ve siz de bir kitle partisisiniz, ana muhalefetsiniz, dolayısıyla her tarafı kollamak, hiçbir kesimi ihmal etmemek durumundasınız. Ürkütmemeye çalışıyorsunuz, eski tabanınız dahil. CHP sonuçta kurucu parti, bütün partiler buradan çıkmış; Demokrat Parti, Adalet Partisi, tüm partilerin kökü CHP’ye ve İttihat Terakki’ye kadar uzanıyor.

Bugün CHP ‘yi destekleyen, destekleme arzusunda olan çok değişik muhalif kesimlerden gelen insanlar var. Bunları ana akıma bağlamak için bir geniş söyleme ihtiyaç duyulduğunu bu kongreye ve program değişikliğinde bakarak söyleyebiliriz. CHP, bugün hak ve özgürlük bayrağını sallıyor, sallanan bu bayrağın programatiğini doldurması gerekiyor, bu Kurultay buna işaret ediyor mu? Cevaplanması gereken soru bu, demokrasinin genişlemesi perspektifinde bu program neye işaret ediyor?

Kürt sorununa ilişkin bu program ne söylüyor? Bir çözüm sürecinde olduğunu söylüyoruz. Peki elde neler var? Başlangıcında Öcalan’ın terk ettiği talepler ve belirlediği talepler var. Elimizde bir bu var ancak buna karşın 13 aydır AKP ve MHP ne sundu? Ne önerdi bilmiyoruz, tepside neler var? Bilmiyoruz, henüz bunlar ortaya konmadı. Öcalan’ı biliyoruz., şimdi CHP’de deklare etti. Peki, CHP’nin deklare ettikleri, Kürtlere ilişkin söyledikleri, Kürtlerin varlığına ilişkin söyledikleri doyurucu mu? Buna bakmamız gerekiyor. Şu anda elde iki paket var ancak iktidarın sunduğu bir paket yok, hep konuşuluyor ama yok.

Ö.M.: Evet, iktidardan herhangi bir cümle bile yok, özellikle AKP başkanı ve cumhurbaşkanından hiçbir açıklama gelmedi.

A.B.: Evet, hiçbir açıklama yok, elimizde Kürt siyaseti ile ana muhalefetin söyledikleri var. Bunlar ne kadar örtüşüyor? Buna bakmamız lazım. İki paragrafta tanımlamışlar ve gördüğüm kadarıyla geçmişe göre CHP’nin söyledikleri Öcalan’ın ya da Kürt siyasetinin söyledikleriyle önemli ölçüde örtüşüyor. Yeni program; “Demokratikleşme, toplumsal sorunların eşit yurttaşlık temelinde çözümü için elzemdir. Kürt sorununda kalıcı çözüm; terörün sona ermesiyle birlikte eşitlikçi, katılımcı, demokratik bir siyasi ve toplumsal düzenin kurulmasıyla sağlanacaktır. Herkesin kendini ülkenin eşit yurttaşı olarak hissedebilmesi esastır. Bu yaklaşımla tüm yurttaşların ana dilini öğrenme, kullanma ve geliştirme hakkına saygı gösterilecek; kimsenin kimliğinden dolayı ayrımcılığa uğramasına ve toplumsal olarak dışlanmasına izin verilmeyecektir. Farklı kimliklerin, inançların ve kültürlerin özgürce var olabildiği bir toplumsal yapı güçlendirilecektir. Kürt yurttaşlarımızın yoğun olarak yaşadığı bölgelerde derinleşmiş eşitsizliklerin giderilmesi, toplumsal barışın ve refahın kalıcı hale gelmesinde kritik bir öneme sahiptir” diyor. Yerel yönetimlerin özerkliğinin artması gerektiğini söylüyor, kimsenin kimliğinden dolayı ayrımcılığa uğramayacağını söylüyor. Kürt sorununa bakış bu şekilde tanımlanıyor. Eski CHP yaklaşımına göre daha ileri bir pozisyon olduğunu ve Öcalan’ın talepleriyle de örtüştüğünü, parçalı da olsa örtüştüğünü, uyumlu olduğunu söylemek mümkün.

Biraz önce söylediğim gibi, sürecin yönetilmesi hususunda, diyalog konusunda tecrübesizlikler var ancak sonuçta parti programı, politikanın genel hatlarını çizer, hükümet programı ayrıdır, daha sonra öncesinde ve sonrasında, hükümet etme sürecinde , programın üzerine yeni koyulacak belgelerle Kürt sorunu çözüm sürecine ilişkin politikaların zenginleştirilmesi pekala mümkün. Yeter ki aks değişsin.



Yeni programda CHP’nin sol sosyal demokrat yanının çok güçlendirildiği kanısında değilim, orada konuşacağımız daha çok şey var. Genel çizgiler itibariyle yapılan program değişikliğinin eleştirilecek çok husus da var ama otokrasinin koşullarındayız, otokrasiden demokrasiye geçmek için büyük bir kanat genişliğine ihtiyaç var, çeşitliliğe ihtiyaç var. Bir kitle partisiyseniz ve ana muhalefetseniz, kanatları geniş tutmak durumundasınız. Otokrasi sürecini aşmak için geniş bir birlikteliğe ihtiyaç bulunuyor. Adına ne derseniz deyin, bir halk cephesi kafanızda şekilleniyor ise ciddi bir kanat genişliğine ihtiyaç duyuluyor. Otokrasiden demokrasiye geçmek için bu gerekiyor.

Şimdi iktidar zamanı’ sloganı da eksik, ‘şimdi otokrasiden demokrasiye geçmek için bir mücadele zamanı’, kuşatılmış bir CHP var, kuşatılmış bir DEM var, Kürt siyasi hareketi henüz kayyumlardan kurtulmuş değil, özgürlükler tanınmış değil. Aslında birbirlerine muhtaç olan, ittifak içinde olması gereken CHP ve Kürt siyasi hareketidir. Dolayısıyla bu konuda, bu galeride daha çok çalışmaya ihtiyaç var, bu galeriyi zenginleştirmeye ihtiyaç var ama bir kitle partisi içinde her kesimden insan bulunuyor; Kemalistlerin Atatürkçülüğün her rengi burada, sosyal demokrasi algısı farklı olanlar da burada, neoliberallik tavasında erimiş olmalarına rağmen kendine solcu diyenler de burada, farklı farklı muhalif olan her kesim var.

CHP’de bugün olması gereken mağduriyetteki ortaklıktır ve dikkatli bir siyaset izlemek gerekir. Stockholm sendromu tanımını anlıyorum ama olmadı, parti olarak çok ciddi sorunlar ve baskılar ile kuşatılmışlık yaşarken, diğer tarafta da pek görülmeyen bir muhabbetin olması tabanda rahatsız edici bir durum yaratıyor olabilir ama siz genel başkan olarak, parti yönetimi olarak çok dikkatli olmalısınız. Siyasi bir tecrübesizliktir bu sözler. 13 yıl başkanlık yapan eski genel başkanın baskısıyla dokunulmazlıkların kaldırılması politikasının yanlış olduğunu belirtmek ve özür dilemek gerekirken, Stockholm sendromundan söz etmek yanlış olmuştur. Bunu bir an önce telafi etmek durumundadırlar, edilebilir de.

Programlara başladığımız 2002-2003 yıllarından itibaren CHP’yi konuşuyoruz Ömer Bey sizinle. Aslında bu programlardan CHP üzerine iki cilt kitap çıkar. Önceki yıllarda CHP için söylediğim bir şey vardı; ‘CHP içindeki askeri kışla’dan söz ederdim.

Ö.M.: Evet.

A.B.: CHP sürekli velayetçi ve vesayetçi olageldi, genç subayların rahatsızlığından söz eden bir statüko hep vardı CHP’nin içerisinde. Son dönemde buna pek rastlamıyoruz, vesayetçilik ve kışlacılık önemli ölçüde kayboldu, bu olumlu bir gelişme. Bugün CHP yönetiminde çoğunluğu 70’li yıllarda doğmuş genç bir ekip bulunuyor.

Ö.M.: Evet. Kılıçdaroğlu’nun Sabah gazetesine verdiği demece ne diyorsunuz? “Bu devlet yolsuzluğa bulaşan kim varsa sağ kolu olsa kesip atmak, sol gözü olsa oyup çıkarmak zorundadır” diyor.

Ö.Ö.: Freudyen açıklamalar yapmak mümkün herhalde! Kızgınlığın dışa vurumu mu bu acaba?

A.B.: Bu artık bir ruh hali, Kılıçdaroğlu’nun başka mecralarda kendini ıslah etmesi ve iyileştirmesi gerekiyor. Bir insan, bir siyasetçi , eski bir genel başkan kendini bu hallere düşürmemeli, sürdürülmesi hiç iyi olmayan bir tavır, sonlandı bu iş ama garabet durumu iktidar kullanıyor, İstanbul il başkanlığında garabet hal sürüyor hâlâ.

Ö.Ö.: Gürsel Tekin’i kastediyorsunuz?

A.B.: Evet. Gürsel Tekin’e kendisini teslim ederek siyasetini sürdürmüş bir kişidir Kılıçdaroğlu, bunu yakın arkadaşları bilirler. Böyle olunca sonuç da böyle oluyor. Kemal Bey’in daha fazla üstelemeden geriye çekilmesi kendi sağlığı açısından da iyi olur çünkü bu iyi bir ruh hali değil.

Ö.M.: Evet, CHP’nin bu 70 küsur mitinginde kitlelerle o pozitif ilişki kurması hakkında da tek kelime söylemiş değil Kılıçdaroğlu. Buna karşılık oldukça önemli kitleleri sürekli bir şekilde ayakta tutmayı başardığını söylemeliyiz, bunu da itiraf etmek gerekir.

A.B.: İktidar baskısı CHP’ye yaradı ve karşı koyuş biçimi partiye enerji kazandırdı, yükseltti ama şunu da belirtelim; yerel seçimlerde genelde seçmen sürekli oy verdiği partiyi uyarır ve diğer partilere oy vererek ikaz eder ve cezalandırır. Genel seçimlerde geri dönüşler olduğuna tanık olmuşluğumuz vardır. Bu nedenle, eğer Türkiye’de seçime gidecek olur ise bu seçim çok farklı olacaktır. Her şeyden evvel bu seçim, ittifaklara ihtiyaç duyan ve en geniş kesimlerle irtibat kuran bir kanat genişliği gerektiriyor. CHP’nin doğal müttefiki, - kent uzlaşısında da bunu gördük - DEM’dir , dolayısıyla derinleşilmesi gereken galeri, kazacağınız, çalışacağınız galeri Kürt galerisidir, bu galeriye çok itinayla yaklaşmak, sürdürmek lazım.

Tabii ki yoksulluktan, işsizlikten bizar olmuş bir toplum var. İşsizlik had safhada, 15-20 bin lira ile geçinemeyen bir emekli toplumu haline gelmiş durumundayız. Pek değinme fırsatım olmadı; Türkiye’de emekliler sekiz ilde fiilen çalışanları geçti, bu çok tehlikeli bir durumdur. Üstelik emekliler yoksul, emekliler açlık sınırının altında maaş alıyorlar. Türkiye zaten bir asgari ücretin altında çalışanların olduğu bir ülke haline geldi.

İşte böyle bir ortamda iktidar değişikliği ve rejim değişikliği projesinin birlikte yürümesi gerekiyor. CHP’de genç bir yönetim bulunuyor. CHP’nin, siyasal tarihini iyi incelemelerinde fayda var, tecrübe eksikliklerini kapatmaları gerekiyor, CHP’nin geçirdiği evreleri, CHP’nin vesayetçilikle olan bağlarını, 1970’li yılları, sosyal demokrasiye geçiş süreçlerini iyi incelmelerinde fayda var.

Yeni yönetimdeki arkadaşlar, 70’lerde çoğunlukla doğmuşlar, ülkenin neoliberal döneminde büyüdüler, yetiştiler, okudular, siyasete atıldılar, sosyal demokrat bagajları yeterince içselleştirmeden buralara geldiler. Zaten programa da yansıyor; yeni programın ekonomiye bakışını daha sonra konuşuruz ama sosyal devleti ve kaynakların nasıl kullanılacağına ilişkin toplumu ikna etmeleri gerekiyor, programın bu yönünü popülize etmesi gerekiyor. İttifaklar mevzusu çok önemli, nimetlerin ve külfetlerin nasıl bölüştürüleceği çok önemli.

Ö.M.: Evet, bunu takip etmeye devam edeceğiz. Süreyi bitirdik maalesef.

A.B.: Tamam, bugünlük bu kadar olsun.

Ö.M.: Nasıl olsa etraflı olarak bugünden itibaren konuşmaya devam edeceğiz. Çok teşekkürler.

A.B.: Hoşçakalın.

Ö.Ö.: Görüşmek üzere.

A.B.: Hoşçakal Özdeş.