"İnsanlığı, gezegeni ve geleceği düşünmeyenler karar masalarında"

-
Aa
+
a
a
a

İklim Kuşağı Konuşuyor’da Atlas Sarrafoğlu, COP30’un fosil yakıt çıkışını içermeyen zayıf sonuçlarını, Venedik’teki iklim eylemlerinin yarattığı tepkiyi ve Amazon’daki öldürücü sıcaklıkların iklim krizinin aciliyetini nasıl görünür kıldığını değerlendiriyor.

""
"İnsanlığı, gezegeni ve geleceği düşünmeyenler karar masalarında"
 

"İnsanlığı, gezegeni ve geleceği düşünmeyenler karar masalarında"

podcast servisi: iTunes / RSS

Merhaba sevgili Apaçık Radyo dinleyicileri. İklim Kuşağı Konuşuyor programına hoş geldiniz. Ben Atlas Sarrafoğlu. Bugünkü programımda ilk önce ve bana ayrılan zamanın büyük bölümünde COP30 zirvesinin son gününde ortaya çıkan tabloya ve etkilerine yakından bakalım istiyorum.



Bugün ilk olarak COP30’dan “saha notlarımla” karşınızdayım. Geçtiğimiz Cumartesi günü Belém’deki zirve bitti, geriye hem kazançlar hem de kocaman soru işaretleri bıraktı. Gelin, birlikte bakalım: Neyi başardık, nerede takıldık ve buradan sonra yol nereye gidiyor?

Önce en sert yerden başlayalım: fosil yakıtlar… Yaklaşık 80 ülke – aralarında Brezilya, AB ülkeleri ve Birleşik Krallık da var – iklim krizinin ana sebebi olan kömür, petrol ve gazdan aşamalı çıkışı açıkça yazan bir metin için iki hafta boyunca direndi. Ama final COP30 metninde “fosil yakıt” ifadesi bir kez bile geçmedi. Suudi Arabistan ve müttefikleri, Rusya gibi üretici ülkeler bu ifadeyi bloklamayı başardı. Yani, gezegen ısınmaya devam ederken, resmi metin hâlâ krizin adını ağzına alamıyor.

Bu boşluğu biraz olsun doldurmak için, Brezilya başkanlığı gönüllü bir girişim açıkladı. COP30 Başkanı André Corrêa do Lago, ormansızlaşmayı durdurmak ve tersine çevirmek ve fosil yakıtlardan adil, düzenli ve hakkaniyetli bir çıkış için iki yol haritası hazırlayacağını söyledi:

Bu yol haritaları hukuken bağlayıcı değil, ama hangi ülkelerin gerçekten fosil yakıtlardan vazgeçmeye niyetli olduğunu gösterecek bir “rehber” niteliğinde. Yani sıfır ormansızlaşma ve fosil yakıtları enerji denkleminden tamamen çıkarma konusunda, dünyayı yeniden haritalandıran bir süreç başlayabilir.

Peki zirveden kalan somut adımlar neler?

  • Zengin ülkeler, iklim değişikliğine uyum için ayrılan finansmanı üçe katlama sözü verdi. Yıllık 300 milyar dolarlık iklim finansmanı hedefinin yaklaşık 120 milyar dolarlık kısmı, en kırılgan ülkelerdeki uyum çalışmalarına ayrılacak.
  • Ormansızlaşma cephesinde ise Tropical Forest Forever Facility adlı yeni bir fon kuruldu ve şimdiden 6,6 milyar dolar toplandığı açıklandı. Bu fonun Amazon, Kongo ve diğer tropik ormanlarda nasıl kullanılacağı, önümüzdeki yılların kritik tartışması olacak.
  • Aynı zamanda ülkelerin iklim hedeflerini “güçlendirmesi” gerektiği hatırlatıldı, ama bu da büyük ölçüde gönüllü taahhütler düzeyinde kaldı.

Madalyonun diğer yüzünde ise derin bir bölünme var. Belém’deki müzakereler, küresel iklim politikasının ne kadar parçalandığını da gösterdi. Bazı petrol ve gaz üreticisi ülkeler, sonuçtan memnun. “İklimle mücadele hızımıza biz karar veririz” diyerek fosil yakıtlardan çıkışı ertelemeye devam etmek istiyorlar. Aynı zamanda tek taraflı ticaret önlemleri, finansman açıkları ve dünya liderlerinin bir kısmının – özellikle de Trump gibi isimlerin – iklim mutabakatına saldırması, COP salonlarının dışında da büyük bir baskı yaratıyor.

COP30, bize bir kez daha şunu hatırlattı: İklim krizini yaratan düzenle, olduğu gibi kabul ettiğimiz sürece gerçek çözüm çıkmayacak. Fosil yakıtlardan çıkışı erteleyen her yıl, 1,5 derece hedefini biraz daha tarihe gömüyor. Ama aynı zamanda dünyanın dört bir yanında, özellikle gençlerin öncülüğünde çok güçlü bir iklim adaleti hareketi büyüyor.

Bu yüzden ben Belém’den çıkan asıl mesajı şöyle okuyorum: Metinler zayıf olabilir, ama COP sırasında çatıları sarsan fırtına, yükselen sular ve yanan ormanlar ve hatta ironik bir şekilde alanda çıkan yangın bile bize artık bekleyecek zaman kalmadığını söylüyor. 

COP30’un fosil yakıtlar konusunda cesur bir adım atmadan dağılmasının hemen ardından, iklim hareketinin tepkisi gezegenin başka bir yerinde, Venedik’te ortaya çıktı. Greta Thunberg ve Extinction Rebellion aktivistleri, hafta sonu Venedik’te meşhur Büyük Kanalı yeşile boyayan bir eylem gerçekleştirdi. Kullandıkları boyanın çevreye zararsız olduğu açıklandı; amaç, “iklim çöküşünün devasa etkilerine” dikkat çekmekti.

Eylemin ardından Greta ve 35 aktivist, 48 saat boyunca Venedik şehrine giriş yasağı ve 150 Euro para cezası aldı. Rialto Köprüsünden “Stop Ecocide” yani “Eko-kırımı Durdurun” yazılı bir pankart sallandırdılar, kırmızı kıyafetli, yüzleri duvaklı aktivistlerin yavaşça yürüdüğü bir flash mob ile de turistik kalabalığın içine iklim krizinin gölgesini taşıdılar.

Bu eylem, COP30’un zayıf sonuçlarıyla yan yana düşünülünce bize şunu hatırlatıyor: Fosil yakıt şirketleri onlarca yıldır bilimsel gerçekleri biliyorlardı; buna rağmen yalan söylediler, inkâr ettiler, çözüm üretmeye çalışan her girişimi sabote ettiler. Zirve salonlarında güçlü kararlar çıkmadığında, ses sokakta ve kanallarda yankılanıyor. İklim hareketi de tam bu yüzden, “normal düzeni” rahatsız ederek görünür olmaya çalışıyor.

Ama tam da bu nedenle, sistemi rahatsız eden herkes giderek daha fazla hedef hâline geliyor.

ABD’deki büyük bir enerji çalışanları örgütü olan Power The Future, İç Güvenlik Bakanlığı’na başvurarak Greta Thunberg’in ülkeye girişinin engellenmesini talep etti. Gerekçe olarak da, Thunberg’in küresel etkinliklerde “tekrarlayan biçimde düzeni bozduğu” iddia edilen eylemlerini gösterdiler.

Örgüt, bakanlığa gönderdiği mektupta, Greta Thunberg’in protestolar düzenleme, eylemleri teşvik etme ve enerjiyle ilgili toplantı ve buluşmaları sekteye uğratma yönündeki “süregelen tutumunun”, ABD’de kabul edilmemesi için yeterli sebep olduğunu savunuyor.

Power The Future, özellikle de bu eylemlerin enerji sektöründe çalışan işçileri hedef aldığını ve Amerikan enerji politikasını “zayıflatmaya” yönelik olduğunu öne sürerek, bu tür davranışların ödüllendirilmemesi gerektiğini iddia ediyor. Grup, Thunberg’in yeni iklim protestoları için tekrar ABD’ye gelmeyi planladığını belirterek, ülkeye girişinin şimdiden engellenmesi çağrısında bulunuyor.

Tabloya uzaktan baktığımızda, ortaya ironik bir çerçeve çıkıyor: İklim krizine dikkat çekmeye çalışanlar, nefreti değil bilimi ve yaşamı savunanlar kapıdan içeri alınmasın diye uğraşılırken; fosil yakıt şirketlerinin lobicileri, krizi derinleştiren politikaların baş aktörleri, iklim zirvelerinde elini kolunu sallayarak dolaşabiliyor. Yani iyiler dışarıda bırakılırken, insanlığı, gezegeni ve geleceği düşünmeyenler karar masalarında cirit atıyor.

COP30’un Amazon’un kalbinde, Belém’de yapılmasının bir sebebi vardı: Çünkü iklim krizi artık sadece geleceğin senaryosu değil; Amazon’un göllerinde, nehirlerinde, ormanlarında bugün yaşanıyor.

Bilim insanlarının yeni yayımladığı bir çalışma, 2023 kuraklığında Brezilya’daki Amazon göllerinde neler yaşandığını ortaya koyuyor. Normalde 30 dereceler civarında olan göl suyu, bazı yerlerde 41 derecenin üzerine çıktı; yani bildiğimiz jakuziden bile sıcak. University of Greenwich’ten ekolojist Adrian Barnett, “Suda 10 derecelik bir artışın eşi benzeri yok, bu kadar büyük su kütlesini bu derece ısıtmak için gereken enerji akıl almaz boyutta,” diyor.

Sonuç tam anlamıyla bir felaketti. Bu aşırı ısınma, başta nesli tehlike altındaki pembe nehir yunusları ve tucuxiler olmak üzere yüzlerce yunusun ölümüne yol açtı. Yalnızca Tefé Gölü’nde, bir hafta içinde yerel yunus popülasyonunun %10’u yok oldu. Balıklarda ve diğer sucul türlerdeki kayıplar ise tam olarak sayılabilecek gibi değil.

Bilim insanlarına göre bu toplu ölümler, iklimin tetiklediği bir “mükemmel fırtına”nın sonucu. Haftalarca süren bulutsuz gökyüzü, rekor düzeyde düşük su seviyeleri, esmeyen rüzgârlar ve ısıyı daha çok emen bulanık su, okyanuslardaki ısınma ve güçlü bir El Niño ile birleşince göller canlılar için adeta kaynayan bir kazana dönüştü.

Asıl ürkütücü olan, bunun tek seferlik bir uç örnek olmaması. Science dergisinde yayımlanan çalışma, 1990’dan bu yana Amazon taşkın ovası göllerinin her on yılda ortalama 0,6 derece ısındığını gösteriyor. Bu da bu tür öldürücü sıcaklık olaylarının daha sık yaşanmasından endişe duyulmasına neden oluyor. Bu sadece biyolojik çeşitliliği değil; göllere, nehirlere bağımlı yerel toplulukların yaşamını ve bütün yağmur ormanı ekosisteminin dengesini tehdit ediyor.

1990’dan bu yana Amazon göllerinin her on yılda ortalama 0,6 derece ısındığı düşünülürse, bu “öldürücü sıcaklık” olaylarının daha sık yaşanmasından endişe ediliyor. Amazon, dünyanın tatlı suyunun beşte birini barındırıyor; dolayısıyla buradaki kriz sadece yerel bir trajedi değil, küresel bir alarm. Tam da bu yüzden COP30’da fosil yakıtlardan çıkış konusunda güçlü ve bağlayıcı bir karar alınamaması büyük bir hayal kırıklığı. Kömür, petrol ve gazı yakmaya devam ettiğimiz her yıl, bu göllerin sıcaklığını biraz daha artırıyor; ormanları, suyu ve en sonunda kendi geleceğimizi riske atıyoruz.

Ben Atlas Sarrafoğlu. Apaçık Radyo’nun İklim Kuşağı Konuşuyor programında, kuşağımın geleceğinin tehlikede olduğunu ama hep bir umut olduğunu hiç durmadan anlatıyorum. Gelecek hafta buluşana dek, kendinize, sevdiklerinize ve tabii ki gezegenimize lütfen iyi bakın….