Fransız Öpücüğü’nde bu hafta; Serge Reggiani, Juliette Gréco, Mireille Mathieu ve Renaud gibi sanatçılardan, Fransa'nın başkenti Paris’i konu alan parçalar dinledik.
Programın açılışını, Paris temalı eserleriyle tanınan Francis Lemarque’ın Yves Montand tarafından da yorumlanan ünlü şarkısı À Paris’yle yaptık. 1946 tarihli parçada; kafeler, Seine nehrindeki tekneler, caddelerde çalınan akordeon, Mont-Souris Parkı, Bastille semti ve müşterilerinden fazla para alabilmek için adeta pusuda bekleyen taksiler gibi Paris’le özdeşleşen birçok unsurdan bahsediyordu sanatçı.
Fransız popüler müziğinde geçmişten günümüze, Paris’i konu alan yüzlerce şarkıya rastlamak mümkün. Bu tip şarkılara ilk örnekler, 1900’lü yılların başında, Fransa’nın Belle Époque olarak adlandırılan refah çağını yaşadığı sırada ortaya çıkmış. Bu dönemde bir eğlence aracı olarak yayılmaya başlayan müzik, aynı zamanda eleştiri, isyan ve o dönemin toplumuna ait bazı unsurları reddetme aracı olarak da kullanılmaya başlanmıştı. Söz konusunu dönemde Paris denince akla ilk gelen isim ise Aristide Bruant’dı hiç kuşkusuz. Yorumculuğun yanı sıra besteci, oyuncu ve gece kulübü sahibi olarak da ünlenen Bruant, bohem yaşam tarzının ve Montparnasse ruhunun sembol ismi olarak görülüyordu. Sanatçı şarkılarında sadece Paris’ten bahsetmiyor aynı zamanda orada yaşayan sıradan insanların, haydutların, hayat kadınlarının ve onların patronlarının hikâyesini anlatıyordu. Örneğin 1911’de kaydettiği ve sahip olduğu gece kulübüyle aynı adı taşıyan Le chat noir (Siyah Kedi) adlı parçada Montmartre’da söz konusu kulübün etrafında dolaşan ve etrafındakiler tarafından burada ne aradığı sorgulanan Oscar isimli bir adamdan bahsediyor bize Bruant. Adam sonunda bir polis tarafından durduruluyor ve karakola götürülüp ne iş yaptığı konusunda sorgulanıyor. Bruant bu sözlerle o dönemde Paris’in bohem tarzıyla öne çıkan mahallerinden Montmartre’da yaşayan sanat çevrelerine gönderme yapıyor ve Oscar’ın ressam ya da oyuncu olmaması halinde, burada yapacak hiçbir işi olmadığına dikkat çekiyor. O dönemi en iyi yansıtan şarkılardan biri olan ve 1900'lü yılların başındaki Paris'ten ve bu şehrin sakinlerinden bahseden Sous les ponts de Paris'yi ise Juliette Gréco, Paris köprülerini konu alan şarkılardan oluşan 2012 tarihli "Ça se traverse et c'est beau" adlı albümünde Melody Gardot ile birlikte yorumlamıştı.
Paris adını Galya halklarından biri olan Parisi’lerden alıyor. Romalıların geçmişteki "Lutetia" yerine kullandıkları "Civitas Parisiorum" (Parisiilerin şehri) adının zamanla değişmesi sonucu oluşmuş Paris ismi. Seine nehri kıyılarında yapılan çalışmaları sırasında bulunan oyma taş el aletleri ise Paris kent alanının yaklaşık 40.000 yıldır insanlar tarafından yerleşim alanı olarak kullanıldığını işaret ediyor. Paris günümüzdeki ismini ise V. yüzyılda almış. Romalılara karşı elde ettiği zaferin ardından Frankların kralı I. Clovis 508 yılında Paris'e yerleşerek burayı başkent yapmış. VI. yüzyılda nehrin sağ kıyısına günümüzde Saint-Gervais kilisesine dönüşen bazilika inşa edilmiş, IX. yüzyılda da Saint-Gervais’nin ve bugün Louvre'un yakınında bulunan Saint-Germain-l'Auxerrois kiliselerinin çevresine koruma amaçlı duvarlar inşa edilmiş. Nehrin sol kıyısı ise 885 yılında Vikingler tarafından tamamen yok edilmiş. Paris’in binlerce yıllık tarihindeki ilginç olaylardan biri de şehrin geçmişte birçok defa kurtların istilasına uğraması. XV. yüzyıldan XVII. yüzyıla kadar devam eden bu saldırılarda birçok Paris sakini hayatını kaybederken XVII. ve XVIII. yüzyılda kraliyet mensupları tarafından düzenlenen av partileri, kurt popülasyonunun yavaş yavaş azalmasını sağlamış. Paris’e kurtların inmesi, Fransız şansonunda altmışlı yıllarda; Serge Reggiani’nin seslendirdiği ünlü Les loups sont entrés dans Paris (Kurtlar Paris’e girdi) adlı şarkıyla kendine yer bulmuştu. 1967 tarihli parça sık sık İkinci Dünya Savaşı sırasındaki Alman işgaliyle ilişkilendirilse de söz yazarı Albert Vidalie şarkıyı, Madrid yakınlarında kurtların görülmesiyle ilgili bir haberden ilham alarak yazmaya karar verdiğini açıklayacak ve bir alt metin olmadığını belirtecek, buna karşın birçok Fransız genci tarafından faşizmin geri dönüşünün kehaneti olarak görülen parça, Mayıs 1968 olayları sırasında Reggiani’nin genç kuşak arasında oldukça popüler hale gelmesini sağlayacaktı.
Paris, yüz yıllar boyunca Fransa’da yaşanan birçok çalkantılı döneme yakından tanıklık etmesi açısından da önemli bir şehir. 1789 Fransız Devrimi, 1871 Paris Komünü, İkinci Dünya Savaşı sırasındaki direniş hareketi ve Mayıs 1968 Öğrenci olayları ve yakın geçmişteki Sarı Yelekliler protestoları sırasında başrolü isyancılarla paylaşan şehir, bu özelliği nedeniyle de sık sık şarkılara konu oldu. Bu parçalardan biri de sözleri Maurice Vidaline, müziği ise Jean-Michel Jarre’ın babası Maurice Jarre imzasını taşıyan Paris en colère. Mireille Mathieu tarafından seslendirilen 1966 tarihli parça, İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman işgali altındaki Paris’in direniş ve özgürlük mücadelesini konu alıyor. Öte yandan: “Özgürlüğe dokunulduğunda, Paris öfkelenir ve homurdanmaya başlar Paris, ve ertesi gün savaş çıkar” sözleriyle Paris sakinlerinin her türlü sosyal problem ya da adaletsizlik karşısında sokaklara dökülmesine ve hakkını gerekirse şiddete dahi başvurarak aramasına vurgu yapılıyor. Şarkının piyasaya çıktığında büyük bir ilgiyle karşılandığını ve dört yüz bin gibi bir satış rakamına ulaşarak 1966 Kasımında Fransa listesinin zirvesine oturduğunu da hatırlatalım. Paris'te yaşanan daha yakın tarihli bir gelişmeden esinlenilerek kaleme alınmış bir diğer şarkı da Gauvain Sers'in 2017 tarihli albümünde yer alan Entre République et Nation. Hatırlanacağı gibi 7 Ocak 2015 günü, Charlie Hebdo dergisine El-Kaide terör örgütü tarafından bir saldırı düzenlenmiş ve derginin on iki çalışanı hayatını kaybetmişti. Bunun sonrasında ölenleri anmak ve saldırıları protesto etmek amacıyla birçok gösteri düzenlemişti hem Paris’te hem de Fransa genelinde. İşte Gauvain Sers de, bu parçasında, 11 Ocak’ta Paris’te düzenlenen destek yürüyüşünden bahsediyor ve: “Hiç böyle delicesine olmamıştı, tüm bir halkın ayağa kalktığını görmek, hiç bu kadar uzun sürmemişti, République ve Nation Meydanları arasında yürümek” sözleriyle tarif ediyordu o günkü kalabalığı.
Yukarıda Paris’e Romalılar tarafından Lutetia isminin verildiğini belirtmiştik, tarih boyunca birçok lakapla da anıldı bu kent. Bunlardan ilk akla gelenler arasında şair François Villon’un XV. yüzyılda kullandığı Parouart, Victor Hugo’nun XIX. yüzyılda kullandığı Pantin, Aristide Bruant şarkılarında geçen Pantruche ve Birinci Dünya Savaşı sonrasında kullanılmaya başlayan Paname’ı sayabiliriz. Özellikle Paname kelimesine birçok şarkıda da rastlamak mümkün. Panama Kanalı'nın inşası döneminde popülerleşmişti bu lakap. İnşaat sırasında işçilerin kullandığı hafif ve şık "Panama şapkaları" Avrupa'da moda olmuş, Paris'te, özellikle bohem ve sanatçı çevrelerinde, çok popüler hale gelmişti. Parisliler, bu şapkaları giyenlerin şehirle özdeşleşmesiyle, Paris'e esprili bir şekilde "Paname" demeye başladılar. Böylece söz konusu terim, Paris'in canlı, renkli ve biraz da asi ruhunu yansıtan argo bir kelime olarak yerleşti ve XX. yüzyılın başında, özellikle şarkılarda, edebiyatta ve günlük konuşmalarda Paris'i ifade etmek için kullanılmaya başlanarak şehrin dinamik ve kozmopolit doğasına vurgu yapan bir takma ad oldu. Örneğin Renaud, 1975 tarihli ilk albümüyle aynı adı taşıyan Amoureux de Paname’da, “Ben aşığım Paname’a, betona ve taştan yollara. Evet, plajlar var Arnavut kaldırımlarının altında, benim manzaram asfalt ama” diyordu. Slimane ise, 2016’da piyasaya çıkan Paname adlı şarkısında, Paris’e büyük umutlarla geliş öyküsünü anlatıyordu bize.
Yukarıda saydığımız lakapların yanı sıra, “Işıklar Şehri”, “Dünyanın en güzel şehri”, “Aşk şehri” gibi isimlerle de anılıyor Paris. Jacques Brel ise 1961 tarihli şarkısı Les prénoms de Paris’de, Paris’in isminin insanın farklı ruh halleriyle değiştiğini belirtiyordu. “Île-Saint-Louis’de ilk randevu, bu başlangıçların Paris’i. Ve Tuileries Bahçelerinde verilen gizli bir ilk öpücük, bu şans Paris’i. Ve bir kapının altında alınan bir ilk öpücük, bu romantik Paris. Ve Versailles'a doğru dönen iki kafa, bu Fransa’nın Paris’i” sözleriyle gün boyunca yaşanan farklı duygular için farklı isimler veriyordu sanatçı şehre. Brel’in şehirdeki zorlu başlangıç yılları nedeniyle Paris’e karşı mesafeli tutumuna karşı, şehre bir övgü niteliği taşıyan eserde; Seine nehrinden Saint-Louis adasına, Tuileries Bahçesinden, Versailles Sarayına, Paris’le özdeşleşen birçok imgeye de atıfta bulunuluyordu.
Kafeleri, müzeleri, kiliseleri ve parkları kadar gece hayatıyla da ünlü bir şehir Paris. Hatta şehrin gece hayatını tanımlayan Paris by night diye bir terim bile mevcut. Bu terim aynı zamanda turistik anlamda Paris'te gece düzenlenen şehir turları için de kullanılıyor. Söz konusu turlar, şehrin Eiffel Kulesi, Notre-Dame Kilisesi ve Champs-Elysées gibi ikonik yerlerini gece ışıklandırmalarıyla gezmeyi içeriyor. Bunun yanı sıra Paris'teki gece kulüpleri ve Moulin Rouge veya Lido gibi kabare şovları ya da restoran ve barlar gibi gece hayatına ait unsurları da kapsayabiliyor. İsmini bu terimden alan 2011 tarihli Paris by adlı şarkısında Michel Jonasz da: “Terk ediyorum evini, onun yüreğinde başka biri aldı yerimi, gece gündüz sevişirdik ama, ne düğün var ne de nişan elveda” sözleriyle sevdiği kadından ayrılan ve teselliyi Paris gecelerinde arayan bir adamın hikâyesini anlatıyordu bize. Sanatçı: “Ve dolaşıyorum Paris gecelerinde, sola dönüyorum sağa dönüyorum, tramvayların raydan çıktığı saatlerde, taş bir duvar boyunca yürüyorum” sözleriyle şehrin büyüsüne ve kalabalıklar içindeki yalnızlık ve melankoli duygularına vurgu yapıyordu aynı zamanda.
Montmartre tepesinin eteklerinde yer alan Pigalle semti, gece hayatı, eğlence mekânları ve bohem atmosferiyle ünlü ve Paris’in bir anlamda “günaha dönük” yüzünü temsil ediyor. Adını XVIII. yüzyıl heykeltıraşı Jean-Baptiste Pigalle'den alan mahalle, meşhur Moulin Rouge kabaresinin yanı sıra striptiz kulüpleri ve erotik malzemeler satılan dükkânlarıyla da tanınıyor. İşte Serge Lama’nın da aklına, 1973’te dördüncü stüdyo albümünün hazırlıklarını yaptığı sırada, bir konser sonrası evine dönerken gelmiş, sevdiği kadının kendisini aldatması sonrasında aşkı Pigalle’deki hayat kadınlarının kollarında arayan bir adamın hikâyesini anlattığı Les p’tites femmes de Pigalle’i yazmak. Parçanın Moulin Rouge şovlarını anımsatan akılda kalıcı melodisi için ise Jacques Datin’den yardım almış sanatçı ve o yıl piyasaya çıkan şarkı kısa sürede Lama klasiklerinden birine dönüşmüş.
Şarkıcı / Yorumcu | Parça Adı | Albüm Adı | Süre |
---|---|---|---|
Francis Lemarque | À Paris | Enregistrement Public 94 | 2:35 |
Suzanne Robert | Le chat noir | Songs of Montmartre | 3:07 |
Juliette Gréco & Melody Gardot | Sous les ponts de Paris | Ça se traverse et c'est beau | 4:17 |
Serge Reggiani | Les loups sont entrés dans Paris | 12 succès originaux | 5:24 |
Serge Reggiani | Paris ma rose | 12 succès originaux | 2:45 |
Mireille Mathieu | Paris en colère | Une vie d'amour (Best of) | 2:37 |
Gauvain Sers | Entre République et Nation | Pourvu | 3:50 |
Renaud | Amoureux de Paname | Amoureux de Paname | 2:32 |
Slimane | Paname | À bout de rêves | 2:39 |
Jacques Brel | Les prénoms de Paris | Marieke (Vol.5) | 2:38 |
Catherine Sauvage | Paris Canaille | Héritage - Paris Canaille | 3:23 |
Michel Jonasz | Paris by | Les hommes sont toujours des enfants | 4:14 |
Serge Lama | Les p'tites femmes de Pigalle | Olympia 1974 (Live) | 1:48 |