Dünya Mirası Adalar'da Derya Tolgay, bilim, sanat ve çevre alanında dünyanın önde gelen isimlerinin buluştuğu National Geographic Festivali’ne Türkiye’den davet edilen National Geographic kâşifi, şehir plancısı ve hidrolog Sera Tolgay ile festivalde sivil inisiyatifler ve uzmanların katkıları ile hazırlanan 'Marmara Denizi: Restorasyon Yol Haritası' ve 'Asi Çevre Vizyon Planı' raporlarını dünyanın dört bir yanından gelen bilim insanları, çevre aktivistleri ve sanatçılar ile paylaşmasını dinliyoruz.
Derya Tolgay: Herkese merhaba. Ben Dünya Mirası Adalar programcılarından Derya Tolgay. Bugün yayını ABD’den yapıyoruz.
Gezegenimizin geleceği bir yandan belirsiz görünse ve bize karamsarlık verse de bir yandan da kararlılıkla sürdürülen koruma çabaları bizlere umut veriyor. Ormanların yok olduğu, denizlerin kirlendiği bir dünyada bir ağaç diken, bir kıyı temizleyen, bir canlıyı koruyan her birey aslında ortak geleceğimizin mimarı oluyor. Yaşam birbirine bağlı milyonlarca canlının ördüğü hassas bir ağ esasında ve bu ağın her ipliğini özenle korumak da bizim elimizde. Bu gelecek kuşaklara duyduğumuz saygının sanırım en güzel ifadesi.

9-12 Haziran tarihlerinde Washington D.C.'de gerçekleşen, dünyayı dönüştüren fikirlerin buluştuğu National Geographic Festivali'ne Türkiye'den iki çevre planı raporunu sunmak üzere National Geographic kâşifi, şehir plancısı ve hidrolog Sera Tolgay davet edilmişti. Sera, aynı zamanda biliyorsunuz Dünya Mirası Adalar üyelerinden ve ilk günden beri bizimle, birçok kez radyo programı yaptık kendisiyle. Ben de bu toplantıya Sera ile birlikte katıldım.
Bugün program ortağım, arkadaşım Nevin bizimle olamadı ama Sera kırmadı, bu programı onunla birlikte yapıyoruz . Sera hoşgeldin.
Sera Tolgay: Çok teşekkürler. Ben de toplantıyı sizinle paylaşacağım için çok heyecanlıyım.
D.T.: Evet, biliyorum yoğun toplantılar sonrasında hayli yorgunsun, biraz da rahatsızsın ama tekrardan çok teşekkürler, hoşgeldin. Bilim, sanat ve çevre alanında dünyanın önde gelen isimlerinin buluştuğu bu ilham verici etkinlikte yer almak, sesimizi uluslararası bir toplantıda duyurmak bizim için gerçekten büyük bir onurdu. Birçok sivil inisiyatifin, uzmanların ve kişilerin katkıları ile hazırlanan Marmara Denizi Restorasyon Yol Haritası ve Asi Çevre Vizyon Planı raporlarının yönetici özetini sen hazırladın. Dünyanın dört bir yanından gelen bilim insanları, çevre aktivistleri ve sanatçılarla raporu paylaştın. Orada raporları paylaşırken gezegenin iyiliği için çalışanların ilham verici hikayelerini de dinledin. Bir kısmını ben de biliyorum ve muazzam etkileyiciydi. Bu hikayeleri dinleyicilerimizle de paylaşırsan çok seviniriz. Sana bırakayım sözü.
S.T.: Orada bulunmak benim için de çok büyük bir şerefti çünkü söylediğin gibi, gerçekten Amazon’lardan Antarktika'ya, dünyanın dört bir yanında çalışan bilim insanları, araştırmacılar, eğitimciler, belgesel kameramanları, bitki üzerine çalışan uzmanlardan tutun, deniz biyologlarına kadar yani çok geniş bir yelpazede insanlar vardı. Üniversitede doktora yapan, profesör ya da yüz binlerce takipçisi olan fotoğrafçıya kadar insan çeşitliliği de çok güzeldi. Bu topluluğun ortak notası da doğayı ve dünyayı, insanları anlamak; yaşamın ne kadar kırılgan ve büyüleyici olduğunu yeniden fark etmenizi sağlamak. Bu da çok güzeldi.
Bu hafta dış dünyada ve özellikle Türkiye'ye yakın çevrede olan gelişmeler nedeniyle çok karanlık haberler gördük. Washington D.C.'de sokaklarda hafta sonu bir ordu gösterisi gibi bir şey düzenlendi mesela. Dünya çok değişiyor ve onun siyasi gidişatı içimizi karartsa da kendilerini dünyayı, doğayı, kendimizi anlamaya adamış böyle azimle çalışan insanların olduğunu görmek bana çok umut verdi açıkçası. Tabii umut kelimesini kullanmak çok kolay değil bir yandan da.

Şimdi ben belki örnek olacağını düşündüğüm bir kaç sunumdan bahsetmek istiyorum. Daha önceden tanıştığım ve aynı zamanda arkadaşım olan Iva Nunjic’den(1) bahsedeyim önce. Kendisi speleolojist. Balkanlarda Karstik nehir sisteminde yeraltı mağaralarını çalışan bir biyolog. Mağaraları araştırıyor. Orada da büyük hidroelektrik projeleri var ve aslında çok kırılgan bir ekosistem. Bu yeraltı mağaraları bir ağ gibi ve bu mağaralarda gerçekten endemik olan, gözleri olmayan, pigmenti çok az, sürüngen ve balıklar milyonlarca senedir yaşıyor. Biz mağaraları karanlık yerler olarak düşünüyoruz ama içinde bir biyoçeşlik var. Iva Nunjic sunumunda bunu anlattı ve çok etkileyiciydi. Çok düşünmediğimiz, görmediğimiz yerlerin içinde ne çok canlıların olduğunu ve alınan kararların, yapılan büyük altyapı projelerinin oradaki bu canlıları nasıl etkilediğini çok güzel anlattı. Orada da çok büyük hidroelektrik projelerine karşı bir ağ oluşmuş. Yenilenebilir, karbon ayak izi olan enerji türlerine de geçmemiz gerektiğini, aslında orada komplike bir durum olduğunu anlattı Iva Nunjic.

Diğer bir tanıştığım İtalyan bitki bilimcisi Benedetta Gori(2) ve kendisi daha çok yabani Akdeniz bitkileri üzerine çalışıyor. Bu belki Adalarda da çok hoşa gidebilecek bir konu. Gori, yüzyıllardır kuraklık, tuzluluk, aşırı sıcaklar gibi zorlu koşullarda ayakta kalmayı başarmış türler üzerine çalışıyor. Aslında yabani ama yenilebilir bu bitkilerin tarımın geleceği için bir ilham kaynağı olabileceğini düşünüyorum. İngiltere’de Q Gardens ile süren büyük bir araştırma projesinde çalışıyor. Bu bitkilerin hem genetik, hem de ekolojik özelliklerini analiz ediyorlar ve kayıt altına alıyorlar. Doğanın kendisinin zaten çözüm yolları sunduğunu da hatırlatıyor bu proje. Mesela Adalarda da bulduğumuz ve yediğimiz yabani kuş konmaz, rezene gibi bitkilerin gerçekten doğada bulunan yabani hallerinden bahsediyoruz. Akdeniz'de iklimin değişeceğini biliyoruz. Kuraklıklar, aşırı sıcaklar bizi bekliyor. O yüzden bu dayanıklı bitkilerin de rolü çok önemli.

Başka bir sunum da ABD’den, NASA'dan bir bilim insanı Lola Fatoyinbo’nun(3) sunumuydu. Benim araştırma konularım ile de ilgili olduğu için bu sunum ilgimi çekti ve paylaşmak istedim. Dr. Lola Fatoyinbo çok şeker biri, ABD’de yaşıyor ve Nijerya asıllı. Araştırma projesini de Nijerya'da yapmış. NASA'da çalışıyor. Uluslararası Uzay İstasyonu'na yerleştirilen bir enstrüman da çalışıyor. Adı Star Wars’taki gibi Jedi ama Global Ecosystem Dynamics Investigation diye geçiyor. Lidar denilen ışık ile bilgi toplayarak ağaçların yüksekliğini ve yoğunluğunu üç boyutlu olarak haritalayabiliyorlar. Özellikle çalışma alanları mangrov ve longoz ormanları. Bunları aslında haritalamak biraz daha zor çünkü ağaç ile suyun bir araya geçtiği ekosistemleri uzaktan, uzaydan görmek zor. Bu sistemi kullanarak üç boyutlu bir şekilde haritalarını çıkarıp, sulak alanlar ve ormanların gezenimizde ne kadar karbon depoladığını anlamımıza yardımcı oluyor. Bu da benim çok hoşuma gitti. Burada daha çok araştırma kısmını görüyorsunuz ama bu bilimsel araştırmalar gündelik hayatımıza etki ediyor bir yandan da.
D.T.: Bu bahsettiğin üç kişinin hepsi bilim insanı değil mi?
S.T.: Evet, bilim insanı ama hepsi sahada da çalışmalar yapıyor. Araştırmalar ise bilgisayar başında, laboratuvarda yapılıyor. Ancak sahada da, mesela uluslararası uzay istasyonundan alınan verilerin toplanması söz konusu. Ekstrem ortamlarda yaşayan bitkileri bulmak için İtalya’nın Sardinya Adası’na giderek, dağlara tırmanıp kayalarda yetişen bitkileri de topluyorlar. Benim bu bahsettiğim kişiler daha çok bilim insanı. National Geographic deyince insanlar daha çok kameramanları, fotoğrafçıları düşünüyor.

Sempozyumda belgeselciler ve çok meşhur fotoğrafçılara da yer verildi. Onlardan bir tanesi de Bertie Gregory(4) idi. Kendisi vahşi yaşam üzerine uzmanlaşan bir kameraman. National Geographic'ten ‘Yılın Kâşifi’ ödülünü aldı. Bu sene Arjantinli bir penguen uzmanı Pablo Borboglu ile beraber Antarktika'daki imparator penguenlerle ve başka penguen türleriyle ilgili bir belgesel serisi yayınladılar. Onu da izlemeye başladım ve ilgisini çeken herkese de öneririm, çok enteresan gerçekten. Zorlu hava koşullarında, eksi derecelerde hayatta kalma mücadelesi veren bu hayvanlar aslında bir arada yaşamak zorundalar.
D.T.: Hayatta kalmak için mi?
S.T.: Evet, mesela bir anda çok büyük bir fırtına çıkınca onların çadırları ve her şeyleri uçmuş. Eskiden kalmış bir konteyner bulup onun içine girmek zorunda kalmışlar ama bu penguenler bütün kışı dışarıda geçiriyorlar. Kreş denen yerde genç olanlar bir araya geliyorlar ve vücut ısılarıyla yeni doğanları koruyorlar. Anne babalar da gidip avlanıyor, denize giriyor ve kışı ancak böyle geçirebiliyor. Gregory çok etkileyici bir konuşma yaptı. Bu ergen penguenler yüzmeyi öğrenmek için okyanusa gidiyorlar. Neredeyse 20 metre gibi çok yüksek bir yerden atlamak zorundalar. En ucuna gelip bekliyorlar, bakıyorlar, ‘Acaba atlasak mı?’ diyorlar Onu tabii görmeniz daha etkili olur. Aralarından birinin atlaması gerekiyor ve o atladığı zaman hepsi atlamaya başlıyor. Bu şekilde avlanmayı öğreniyorlar. Çok hoş, izlemenizi öneririm. Gregory bayağı esprili biri. Sunumunu şu benzetmeyi yaparak bitirdi. “İklim değişikliği konusunda kimse bir adım atmak istemiyor. Bir ülke atlasa, olacak. Onlar yapmıyor, bari bizler yapalım.”

Çok etkilendiğim bir diğer konuşmacı da Anand Varma(5). Kendisinin WonderLab diye bir kamera bilim stüdyosu var. Berkeley, Kaliforniya'da çalışıyor. Projesi de, bir canlının yumurtadan çıkışını an be an görüntülemesi. Bunu bu kadar detaylı gösteren bir belgesel daha önce görmemiştim, çok başarılıydı. Marketten yumurta alıp yapıyor. O da çok enteresan. Laboratuvarında kendi ürettiği sistemlerle fotoğraflar çekiyor. Görüntüleri çok etkileyici. Burada bir civcivin gelişimini görüyorsunuz. Hiç yoktan, böyle sapsarı bir şey ortaya çıkıyor aynı güneşe bakıyorsunuz gibi. O görüntünün içine girmişti adeta. Sanki yumurtaya mı bakıyorum, güneş sistemine mi bakıyorum - çok büyüleyici bir belgesel. WonderLab'i de herkese öneririm. Yeni bir anne olarak da bu görüntüler beni çok etkiledi açıkçası. Bir anda, bir süreç ile bir canlının gelişmesi, yaşamın doğuşu… En son civcivin doğuşunu görüyorsunuz. Kamera arayıcılığıyla gördüğümüz bu dönüşüm sadece bilim değil, aynı zamanda hayranlık uyandıran bir sanat eseri gibiydi.
D.T.: Bu arada National Geographic kaşiflerinden David Attenborough tarafından hazırlanan yeni belgesel Ocean’ı biz de görme şansına sahip olduk. Ünlü İngiliz kaşif Attenbourgh, 99 yaşında. Kendi yaş gününde bu belgesel de gösterime giriyor. Çok etkileyiciydi bir belgesel. Ben de bu belgeseli herkese öneriyorum. Tam da Apaçık Radyo dinleyicileri ve programcıları için müthiş bir görsel şölen. Belgesel, deniz biyomundaki canların birbirine nasıl bağlı olduğunu, nasıl bir karşılıklı uyum ve devamlılık içinde yaşadıklarını çok etkileyici ortaya koyuyor. Örneğin köpek balıklarının zihnimizdeki imgesi bellidir; yırtıcıdır, saldırgandır - malum Jaws filmi. Aslında ekosistemin dengesi ve besin zincirinin devamlılığı açısından ne kadar önemli ve değerli olduğunu görüyoruz belgeselde. Trollemelerin deniz ekosistemini nasıl çölleştirdiğini, vahşi balina avcılığının, endüstriyel balıkçılığın doğa üzerinde yarattığı tahribatı, küçük ülke balıkçılığının nasıl sömürüldüğünü ve orada yaşayan insanların besin zincirinin nasıl kırıldığını, aslında cenneti nasıl cehenneme çevirdiğimizin çok çarpıcı görüntüleri var. Okyanusların birinci oksijen ve yaşam kaynağımız olduğunu görseller ötesinde bilimsel tüm verilerle anlatıyor. İkinci bir gezegen adeta. Bunun yanı sıra koruma önlemleri alındığında doğanın kendini nasıl hızla onarabildiğini de bize anlatıyor. Film, dünya okyanuslarının %30'unun korunması için bir kampanya da aynı zamanda.
Senin hem Marmara Havzası Restorasyon Raporu, hem de Asi Çevre Vizyon Planı’nda bu %30'un korunmasıyla ilgili yaptığın yönetici özeti raporu yeni yayınlandı. Sera ile daha önce iki kez program yaptık, ilgilenenler arşivlerimizden ulaşabilir. Bütün bu raporlar, bizim Dünya Mirası Adalar internet sitemizde, Asi Çevre Vizyon Planı da Antakya Çevre Koruma Derneği'nin internet sitesinde var. Şimdi sana bu %30 korumayı sormak istiyorum.

S.T.: Ben bu planı anlatırken fuar gibi bir şey oldu. Oraya gelenlerle bayağı konuştuk. İçlerinden biride Ocean belgeselinde çalışan bir sualtı kameramanıydı. Kendisi Hawaiili. Ocean da zaten onun çektiği görüntüler ile bitiyor. İsmini okumaya çalışacağım. Papahānaumokuākea(6) Burası deniz anıtı ilan edildi ABD tarafından ve yalnızca ABD'nin değil, dünyadaki en geniş deniz koruma alanlarından biri, çok geniş bir alan. Hatta ABD’deki tüm milli parkların toplamından daha büyük bir alanı kapsıyor ve bu bölge korunarak aslında binlerce endemik türe, su ve deniz kuşlarından farklı yosun türlerine, deniz memelerine kadar her şeyi katıyoruz. Balıklar, ton balıkları, balinalar… Tüm bu türlere ev sahipliği yapıyor. Aslında okyanusların kendini yenileyebilmesi için bir umut ışığı gibi. Belgeselde de anlatılıyor. “Aslında %50 diye konuşmuştuk niye %30?” deniyor ve E.O. Wilson diye bir ekologun,“Okyanusların en az yarısını korumamız gerekiyor” şeklinde bir teorisi var. Hot Spot dediğimiz noktalarda biyoçeşitlilik iyice artabiliyor. Koruma alanlarının gücü de bu ve Papahānaumokuākea’nın yüzölçümü olarak ufak olsa da bize gerçekten umut ışığı sunuyor diye düşünüyorum ben.

Kapanış için ben bir parça seçmek istedim; Hawaii adasından beğendiğim bir ses olan Jack Johnson'dan(7) “Seasick Daydream” diye bir parça. Kendisi parçayı yazmadan önce, genç yaşta çok ciddi bir surf kazası geçiriyor. Kayalara çarpıyor ve ölümden geri dönüyor. Böyle travmatik bir şey yaşadıktan sonra insanın okyanusla, denizle, dalgayla olan ilişkisi kopar diye düşünüyor insan. Johnson ise boğulma tehlikesi geçirmesine rağmen bu onu soğutmuyor. Tam tersi doğanın gücüne olan hayranlığı artıyor ve bağı daha da derinleşiyor. Doğaya ve doğanın gücüne olan saygıdan bahsediyoruz.
D.T.: Belki sınırlarımızı bilmek gerekiyor.
S.T.: İnsanlar olarak sınırlarımızı bilmek ve doğanın gücünü de anlamak galiba. İşte o ince çizgide yaşadığımız yaşamın kırılganlığını görüyoruz ama bir yandan da başka bir uyanış. Johnson için bu kaza bir yaşam gücü oluyor ve sonra da şarkıcı olmaya karar veriyor. Çok da güzel bir parça umarım beğenirsiniz.
D.T.: Biz de böyle bitirelim. Adalar hepimizin, gezegen hepimizin! Bugün konuğumuz National Geographic kâşiflerinden, şehir plancı ve hidrolog Sera Tolgay idi ve Dünya Mirası Adalar programını onunla beraber yaptık.
S.T.: Ben bir şey daha eklemek istiyorum; Türkiye'den de aslında kâşiflerin, araştırmacıların, bilim insanı ve fotoğrafçıların katılmasını çok isterim. İsterseniz benimle iletişime geçebilirsiniz. Fon başvuruları oluyor ve bunu halka açıyorlar. İlgilenenleri araştırmaya davet ediyorum, çok sevinirim çünkü Türkiye'de de çok değerli insanlar var.
D.T.: Evet. Çünkü Sera da bir İstanbullu olarak önce İstanbul'da çalışmaya başladı ve sonra da Marmara'yı, başka yerleri ve dünyanın her yerini... Böylece kâşiflik yolu açılıyor sanırım.
S.T.: Bu hafta dünyanın dört bir yanından gelen bilim insanları, araştırmacılar ve kaşiflerle tanıştım. Onların çalışmaları sadece doğayı anlamamı değil, aynı zamanda yaşamın ne kadar kırılgan ve büyüleyici olduğunu yeniden fark etmemi sağladı. Dış dünya ne kadar karanlık olursa olsun, bilim ve keşif hâlâ umut veriyor.
D.T.: Hoşçakalın.
S.T.: Hoşçakalın.
(1) Iva Nunjic – Karst Nehirleri ve Yer Altı Canlıları
Iva Nunjic, Balkanlar’da yer alan karstik nehir sistemlerini ve yer altı mağaralarında yaşayan canlıları araştıran bir speleolog. Karst sistemleri, kireçtaşı gibi çözünebilen kayaların oluşturduğu karmaşık bir yeraltı su ağıdır. Bu sistemlerde, gözü olmayan, pigmenti az sürüngenler ve balıklar gibi oldukça nadir türler yaşar. Gözleri olmayan bu canlılar, karanlıkta yön bulmak için başka duyularını geliştirmiştir. Iva'nın araştırmaları, görünmeyen dünyalara dair bize eşsiz bir pencere sunuyor. Yeraltı mağaralarının kırılganlığı ve buralarda yaşayan canlıların yok olma tehlikesi, yer altının da korunması gereken bir ekosistem olduğunu hatırlatıyor.
(2) Benedetta Gori – Akdeniz Bitkileri ve İklime Uyumlu Tarım
Benedetta Gori, yabani Akdeniz bitkileri üzerine çalışan biraraştırmacı. Bu bitkiler, yüzyıllardır zorlu koşullarda ayakta kalmayı başarmış türler. Kuraklık, tuzluluk, aşırı sıcaklıklar... Akdeniz'in bu zorluklarına adapte olmuş bitkiler, geleceğin tarımı için bir ilham kaynağı olabilir. Benedetta, bu bitkilerin genetik ve ekolojik özelliklerini analiz ederek, iklim değişikliği karşısında daha dayanıklı tarım sistemlerinin nasıl kurulabileceğini araştırıyor. Bize, doğanın kendisinin zaten çözüm yolları sunduğunu hatırlatıyor.
Benedetta Gori, Akdeniz’in zorlu koşullarına uyum sağlamış, genellikle yabani olarak yetişen bitkileri araştırıyor. Özellikle wild asparagus (yabani kuşkonmaz), capers (kapari), wildfennel (rezene) ve salsify gibi türler, iklim değişikliğine karşı dayanıklılıklarıyla dikkat çekiyor. Bu bitkilerin kuraklığa, tuzluluğa ve düşük besinli topraklara gösterdiği adaptasyon, gelecekteki tarım sistemleri için yol gösterici olabilir. Benedetta’nın Lola Fatoyinbo ile olan çalışmaları, iklim krizine karşı çözümün, zaten doğada var olan bilgeliği anlamaktan geçtiğini ortaya koyuyor.
(3) Uzaydan Ormanları İzlemek: GEDI ile Karbon Haritalama
NASA’dan Dr. Lola Fatoyinbo, uzaydan ağaçları izleyerek gezegenimizin karbon döngüsünü anlamaya çalışan öncü bir bilim insanı. Uluslararası Uzay İstasyonu'na yerleştirilen GEDI (Global Ecosystem Dynamics Investigation) adlı lidar sistemi sayesinde, ağaçların yüksekliğini ve yoğunluğunu üç boyutlu olarak haritalayabiliyorlar. Bu teknoloji, özellikle mangrov ormanları ve longozlar gibi karbon açısından zengin ekosistemlerin ne kadar karbon depoladığını anlamamıza yardımcı oluyor. Bilimle doğa arasında kurulan bu bağ, iklim krizine çözüm bulmak için elimizde ne kadar güçlü araçlar olduğunu gösteriyor.
(4) Bertie Gregory – Vahşi Doğanın Kameramanı
Vahşi yaşam kameramanı Bertie Gregory, bu yıl National Geographic’in ‘Yılın Kaşifi’ ödülünü aldı. En etkileyici çalışmalarından biri, Antarktika’daki imparator penguenlerle ilgiliydi. Zorlu hava koşullarında, eksi derecelerde hayattakalma mücadelesi veren bu hayvanlar, dayanıklılığın ve kolektif yaşamın sembolü gibi. Bertie’nin çektiği görüntüler, yalnızca doğanın güzelliğini değil, aynı zamanda gezegenimizin savunmasızlığını da belgeliyor. Belki de en çok ihtiyaç duyduğumuz şey, yeniden merak etmek ve korumak için daha fazla neden bulmak.
(5) Anand Varma ve WonderLab – Yaşamın Başlangıcını Görmek
Anand Varma, WonderLab projesiyle bir canlının yumurtadan çıkışını an be an görüntülemeyi başardı. Bir civcivin gelişimini mikroskobik seviyede gösteren bu kayıtlar, adeta yaşamın gizemini gözler önüne seriyor. Yeni bir anne olarak, bu görüntüler beni çok etkiledi. Yaşamın bu kadar hassas ve detaylı bir şekilde belgelenebilmesi, bilimin ne kadar büyüleyici olduğunu bir kez daha hatırlattı. Kamera aracılığıyla gördüğümüz bu dönüşüm, sadece bilim değil, aynı zamanda hayranlık uyandıran bir sanat eseri gibi.
(6) Papahānaumokuākea ve Okyanusların Korunması Üzerine Bir Başarı Hikayesi
Yeni çıkan Ocean belgeselinde Sir David Attenborough, bu kez Hawaii açıklarında, Papahānaumokuākea Deniz Anıtı’nı bizlere tanıtıyor. Burası yalnızca ABD'nin en büyük korum alanı değil, dünyadaki en geniş deniz koruma alanlarından biri. ABD’deki tüm milli parkların toplamından daha büyük bir alanı kapsıyor.
Bu bölge, binlerce endemik türe ev sahipliği yapıyor ve okyanusların kendini yenileyebilmesi için bir umut ışığı sunuyor. Belgeselin etkileyici çekimlerini yapan doğa kameramanı da etkinlikteydi ve bu muazzam habitatı koruma çalışmalarının ne kadar hassas ve kritik olduğunu birinci ağızdan anlattı.