"Silahlı mücadelenin sona ermesi demokratikleşme yolunun önünü açabilir"

-
Aa
+
a
a
a

Açık Gazete'de Ömer Madra ve Özdeş Özbay, DEM milletvekili Cengiz Çandar ile Süleymaniye’deki PKK'nın silah bırakma törenini ve önümüzdeki süreçte Türkiye’de yaşanması muhtemel gelişmeleri değerlendiriyorlar.

""
Açık Gazete: Cengiz Çandar: "Silahlı mücadelenin sona ermesi demokratikleşme yolunun önünü açabilir"
 

Açık Gazete: Cengiz Çandar: "Silahlı mücadelenin sona ermesi demokratikleşme yolunun önünü açabilir"

podcast servisi: iTunes / RSS

Özdeş Özbay: Merhabalar Cengiz Bey, hoşgeldiniz.

Cengiz Çandar: Merhabalar.

Ö.Ö.: Ömer Bey'in şu anda mikrofonu sessizde, o yüzden.

Ömer Madra: Tamam, şimdi açıldı. Merhaba Cengiz.

C.Ç.: Merhaba.

Ö.M.: Hoşgeldin programa.

C.Ç.: Hoşbulduk.



Ö.M.: Açılışta da bahsettik zaten Süleymaniye'de neler olup bittiğini ve senin de orada olmandan dolayı bize, izleyicilere de izlenimlerini aktarabilmeni istiyoruz, aktaracağını umuyoruz çünkü büyük bir kaotik durum da var her bir tarafta yani yorumlamak çok kolay değil gelişmeleri. Lütfen bize anlatır mısın neler olup bittiğini?

C.Ç.: Olan biten şu - nereden başlaması, miladının ne olduğunu belirlemek zor. Birkaç milad söylenebilir ama en hızlı şöyle ifade edelim; bundan yaklaşık bir yıl önce başlayan benim deyimimle Cumhuriyet tarihimizdeki en büyük, en güçlü, en yaygın son Kürt isyanının sona ermesi için bir girişim başlatılmıştı. Bu en umulmadık şekilde 22 Ekim'de Devlet Bahçeli'nin Abdullah Öcalan'a Meclis çatısı altında gelip hakikaten silah bırakması ve kendini feshetme çağrısı yapması durumunda umut hakkından yararlanabileceği sözünün sarf etmesiyle ivme kazanmıştı. Dört buçuk yıla yakın bir süredir kendisinden hiç haber alınmayan Abdullah Öcalan ile de bir takım temaslar gerçekleşmeye başlamıştı ve sonuç olarak 27 Şubat 2025 tarihinde Abdullah Öcalan örgütüne hem silah bırakması, hem de kendisini feshetmesi yönünde bir çağrıda bulunmuştu. Bu konuda kuşkular vardı fakat netice itibariyle PKK, 4-5 6 Mayıs tarihleri arasında kongresini Abdullah Öcalan daveti üzerine yaptı ve silah bırakacağını da açıkladı, bunları 12 Mayıs 2025 tarihinde çok çarpıcı bir şekilde kongre zabıtlarını yayınlayarak dile getirdi. Ondan sonra gelişmeler hız kazandı. Acaba gerçekten bırakacak mı sorusu vardı. Bu silah bırakmanın daha doğrusu 41 yıldır süren 1984 yılından beri süre gelen silahlı mücadelenin bir başka deyimle PKK'nın başını çektiği Kürt isyanının ki buna Türkiye'deki resmi dil, yaygın dille terör, terör eylemleri, bunu yapanı da terör örgütü ile yine iktidarı temsil eden Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve bu son girişime büyük heyecan ve bir anlamda ilme kazandıran ortağı Milliyetçi Hareket Partisi'nin lideri Devlet Bahçeli, terörsüz Türkiye'ye geçiş ve Türkiye'nin yeni yüzyılının en büyük adımı olarak bunu ifade ettiler.

Bunun simgesel ifadesi ve herkesin olabileceğine kuşkuyla baktığı gelişme, şu anda konuşmakta olduğumuz Süleymaniye'deki törenle gerçekleşti - bir törendi sonuç olarak ve PKK'nın bütün bağlı kuruluşlarının en yüksek organı olan KCK'nın eş başkanı Bese Hozat'ın en önde yürüdüğü 30 PKK gerillası, Milli İstihbarat Teşkilatı'ndan Hava Savunma Bakanlığına bağlı Türk Silahlı Kuvvetleri unsurları tarafından kontrol edilen, aynı zamanda Kürdistan Bölge Yönetimi ve bölgenin konumu nedeniyle Celal Talaban'ın örgütü olan Kürdistan Yurtseverler Birliği'nin sağladığı güvenlikle ama en önemlisi Türkiye'den çok büyük sayıda katılımla medyanın tam kadro, bilinen en önemli figürlerinin yer aldığı ve çok büyük bir sivil toplum temsilinin sağlandığı, aynı zamanda da DEM Parti'nin eş genel başkanlarının, merkez yönetim kurulu üyelerinin ve benim de aralarında bulunduğum bir dizi milletvekilinin hazır bulunduğu bir dramatik törenle - dramatize neden olduğunu herhalde birazdan konuşuruz - son derece ciddi bir tören görünümüyle geldiler, bir mağaradan çıkarak indiler. açıklamalarını Türkçe ve Kürtçe yaptılar. Sonra silahlarını önceden hazırlanmış bir huniye benzer bir yere yerleştirerek yaktılar ve aynı disiplinle merdivenlerden geldikleri mağaraya doğru doğanın içine doğru gittiler. Bu, herkesin en başta Türkiye medyasının, sivil toplum örgütlerinin, insan hakları kuruluşlarının, belli parlamenterlerin ve aynı zamanda yurt içinden gelmiş olan çeşitli kuruluşların ve basın mensuplarının önünde bir törenle gerçekleşti ve böylece bir anlamda simgesel olarak silahlı mücadeleye 41 yıl sonra son verilmiş oldu.

Bundan sonra artık yeni bir döneme giriş yapıldığı varsayılıyor. Nitekim bu törenden yaklaşık 20-30 saat sonra Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, üç gün önceden tarihi olarak ilan edilen konuşmasını yaptı ve ilk kez bir yıla yakın süredir sürmekte olan süreci şimdiye kadar olmadığı şekilde sahiplendi. Yeni bir döneme ulaştık ve bu tören o bakımdan çok tayin edici ve simgesel anlamı fazlasıyla yoğun bir kilometre taşı oldu.



Ö.M.: Peki, bundan sonra nasıl bir gelişmeler zinciri bekliyoruz? Tahminlerin ve görüşlerin nedir? Mesela Selahattin Demirtaş'ın ve diğer siyasi tutukluların da serbest bırakılmasına gidip gidilmeyeceği de ciddi bir şekilde tartışılıyor liderlik rolü açısından. Bütün bunları, önümüzdeki günlerdeki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsun?

C.Ç.: Daha önce çok sözü edildi. Cumhurbaşkanı'nın da konuşmasında altını çizdiği gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde bundan sonra atılacak adımların yönünü belirlemek için bir komisyon oluşturulması ve çalışmalara başlaması söz konusu. İYİ Parti hariç bütün partiler buna katkıda bulunacağını bildirmişti. Önümüzdeki hafta, daha doğrusu içine girmiş olduğumuz bu hafta, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Numan Kurtulmuş, komisyonun kuruluşuna önayak olacak ve partilerin temsil edileceği şekilde komisyon çalışmalarına herhalde bir hafta ya da 10 gün sonra başlayacak ve senin sorunda da sorduğun adımların atılmasına girişilecek.

Bu adımların başında tabii bu sürece ivme kazandıracak şekilde bugüne kadar terörle iltisaklı örgüt üyeliği bağlantılı iddialarla hapiste tutulan, hüküm giymiş olan siyasi tutukluların, birçok insanın İnfaz Kanunu’nda ya da Türk Ceza Kanunu’nda yapılacak değişikliklerle ya da yeniden yorumlanmasıyla serbest kalması, Türkiye'de toplumsal ve siyasal hayata katılımın önünü açacak bir takım düzenlemeler söz konusu olacak. Bu çerçevede artık silahlarını bırakmış olan, kendini feshetmiş olan gerek dağlardaki, gerek onunla iltisaklı olarak PKK mensuplarının ve özellikle diasporada, Avrupa'da bulunan sürgünlerin Türkiye'ye dönüşlerini mümkün kılacak bazı düzenlemelerin önünü açmak gerekecek. Buna paralel olarak da DEM Parti’nin de muhtemelen - zaten öyle olması gerekiyor - Ekim ayı itibariyle yani üç ay sonra kongresini yapması gerekiyor.
Abdullah Öcalan, daha önce DEM Parti'nin yeniden yapılanması konusunda bir takım sinyaller vermişti. Herhalde önümüzdeki üç ay DEM Parti'nin yeni duruma uygun olarak yapılanmasını göreceğimiz ve ne şekilde olacağını izleyeceğimiz günlere tanık olacağız.

Tabii burada önemli olan, Selahattin Demirtaş'ın - ki hakkında yeni bir AİHM kararı var - bir an önce serbest bırakılması ve bu düzenlemelerin yolunun açılması. Özellikle Türkiye'nin Kürt halkı da muazzam bir destek ile bu sürecin olabilirliğine ve gerçekleşebileceğine dair ipucu verecek. Selahattin Demirtaş'ın aslında bu hafta içinde serbest bırakılması gerekiyor ama hiç değilse Türkiye'de işlerin nasıl yokuşa sürüldüğünü ve hukukun ne kadar siyasallaştığını bilerek yani ihtiyatla davranmak gerekiyor. Demirtaş eğer bu hafta serbest kalmaz ise Eylül civarında, iki aylık bir zaman zarfında özgürlüğüne kavuşması ve siyasi hayatta girmesi söz konusu ve bu anlamda Türkiye fotoğrafını çok değiştirecek.

Unutmadan ilave edeyim; Cumhurbaşkanı, bu sürecin iktidar ortakları AKP, MHP, ek olarak DEM Parti ile birlikte her partinin katılımını talep ediyor ama özellikle de DEM Parti ayağını çok önemseyerek, AKP, MHP ve DEM Parti ile birlikte bu sürecin ileriye götürüleceğini altını çizerek söyledi yani bir yıl önceki DEM Parti fotoğrafıyla şu andaki Türkiye'nin siyasi konfigürasyonu ve geleceğine ilişkin DEM Parti görüntüsü birbirine taban tabana zıt.

Tabii bunun dışında malum konular var; Cumhuriyet Halk Partili belediyelere ilişkin girişimler ve genel olarak ana muhalefet partisine yönelik bir takım iktidar hamleleri, anti-demokratik çerçeveleri ceryan ediyor.



Ö.M.: Evet, tam da bunu soracaktım ben de Cengiz; bir yandan bu olumlu gelişmeler cereyan ederken, bir yandan da ana muhalefet partisinin ve Türkiye'nin ve dünyanın da en büyük şehirlerinin belediye başkanı olan kişilerin sürekli tutukluluğu içinde bir şey geçiriyoruz. Son tutuklamalarla beraber 17'ye çıktı ve yani buradaki çelişkiler nasıl çözülecek? Bunlar için ne düşünüyorsun?

C.Ç.: Bu çok alenen bir çelişki yani senin de ifade ettiğin gibi, tarifi pek mümkün olmayan bir çelişki ortada duruyor. Demin adından bahsettiğim, bu tarihi töreni simgeleyen isim Bese Hozat, bundan bir süre önce, kısa bir süre önce daha, iki hafta önceki bir açıklamasında, ‘Diyarbakır'da demokrasi, İstanbul'da faşizm olmaz’ demişti. Çok çarpıcı bir söz. Yani Diyarbakır'da demokrasiyle biz iktifa ederiz ama ne olursa olsun İstanbul’da faşist bir yönetim olursa biz görmezden gelmeyiz gibi bir tutum içinde olamayacağını ifade etti. Dolayısıyla Türkiye'deki demokrasinin genel manzarasıyla bu sürecin selametle yöne alması, yol alması zaruri gibi gözüküyor.

DEM Parti’nin içinde yer alacağı ve Kürt sorununun yol açtığı bir takım sorunların üstesinden gelinmesi için atılacak adımlar aynı zamanda Türkiye'de demokratikleşmenin de önünü açacak adımlar. Bunu şöyle de ifade etmek mümkün; ben çeşitli vesilelerde bu sürecin başladığı Ekim ayından beri çeşitli medya kuruluşlarıyla her görüşmemde ve aynı zamanda başta Diyarbakır olmak üzere, İstanbul'da, Ankara'da çeşitli açık/kapalı bir takım siyasi toplantılarda şunu söyledim; bu süreçle varacağımız nokta Kürt sorununun çözümü değildir, sakın böyle bir yanılgıya düşmeyin. İktidar, ‘Çevredeki terörün sona erdirilmesi’ dedi. Beni ise Kürt halkının duyarlılıklarını dikkate alarak ve aynı zamanda da tarihi bir saptama olarak daha doğru olduğuna kesinlikle inandığım Kürt isyanının sona ermesi.

Silahlı mücadelenin, Kürt isyanının sona ermesi Kürt sorununun çözümü demek değil, ikisi ayrı şeylerdir. Kürt sorunun çözümü bundan sonra başlayabilir, başlaması gereken, zorlanması gereken gelişmelerdir ve bu süreç onun önünü açabilir. Silahlı mücadelenin, isyanın sona ermesi Kürt sorununun çözümü değildir; bundan sonranın işidir çünkü çok klasik bir motto var; ‘Demokratikleşme olmadan, demokrasi olmadan Kürt sorunu çözülmez. Kürt sorunu da çözülmeden Türkiye'de demokrasi olmaz’. Doğru, bu doğruluğunu muhafaza ediyor ama geldiğimiz nokta zaten Kürt sorununun çözümü değil, isyanın sona ermesi, silahlı mücadelelerin bitirilmesi ve ondan sonra da Kürt sorunun çözülmesine doğru yol alınması. O da zaten demokrasi yolunda yol alma anlamına geliyor.

Fakat soruda da işaret edildiği gibi, şu anda tuhaf bir durum var; Türkiye'nin en büyük şehrinin belediye başkanı ve Türkiye'nin iktidar adayı ana muhalefet partisine yönelik olarak yargının siyasallaştığı ve araçsallaştırıldığı bir hamle var. Bu demokratikleşme girizgileriyle ikisi nasıl tehlip edilecek? Bu zor. Türkiye'de her şey sui generis, kendine özgü bir şekilde oluyor. Bu yolda biz mesafe alırsak, en sonunda komşudan düşer, bize düşer hesabı, Cumhuriyet Halk Partisi'ne yönelik operasyonlara ve bunların durdurulmasına da, Türkiye'nin tekrar demokratik zemine, geri çekilişine de vesile olabilir. Bu arada, birdenbire aksi de olabilir.

Şu anda eskiden olduğu gibi, bundan bir-iki sene önceki DEM Parti, Cumhuriyet Halk Partisi'nin; Cumhuriyet Halk Partisi’nin ise DEM Parti'nin yerini almış gibi gözüküyor. Ben öyle olacağını tahmin etmiyorum ama tekrar bir hedef haline de gelebilir. Dolayısıyla DEM Parti'nin rol alacağı gelişmelerin, sürükleyeceği demokratikleşme hamlelerinin sonuç itibariyle Cumhuriyet Halk Partisi de yararlanabilecek. Cumhuriyet Halk Partisi'nde çok kuvvetli bir ulusalcı cereyan var ama Cumhuriyet Halk Partisi, şimdiye kadar bu sürece tavır almadı yine de. İYİ Parti, daha azgın bir şekilde bu sürece, içinde olan her şeye son derece hasmane, düşmanca davranıyor. O yüzden önümüzdeki günler bir hayli heyecanlı, büyük bir puzzle olarak önümüzde duruyor ve göreceğiz nasıl gelişeceğini. DEM Parti’de de son derece hassas bir zemin üzerinde, belli dengelerin üzerinde başarılı, kıvrak bir siyasetle yol alma hedefi gözüküyor. Şimdiye kadar iyi gitti ve umarım bundan sonra da iyi gider.

Ö.Ö.: Evet, ben de bir şey sormak istiyorum Cengiz Bey; Türkiye'nin hem batısında, hem de Kürt halkında bu sürece dair tabi ciddi soru işaretleri var. Herkes bir önceki çözüm süreciyle de kıyaslıyor bir yandan. Çok daha açık biraz daha fazla coşku vardı, orada silahların susmasının da biraz etkisiyle bir gezi isyanı yaşanmıştı. Ardından HDP kuruldu ve ilk kez %13 aldı. AKP, parlamento çoğunluğunu kaybetmiş ve günün sonunda bir de Suriye'deki gelişmelerle birlikte ‘bu süreç pek benim işime yaramıyor’ dedikten sonra tekrar çatışmalara dönülmüştü. Şimdi yine silahların sustuğu bir dönemde bu sefer İmamoğlu'nun diplomasının iptal edilmesiyle bir kez daha milyonlarca kişi batıda sokağa çıkmış oldu ama bu koşullar altında batıda şöyle bir soru işareti var; ‘Erdoğan kendi işine yaramadığı müddetçe bunu yapar mı?’ Bu tabii Türkiye merkezli bir bakış açısı ama bir yandan 17 tane belediye başkanı şu anda tutuklu durumda. Halbuki bu sürecin adını Öcalan bile ‘demokratik toplum’ diye duyurdu ama buna yönelik bir gelişme yok. Öte yandan Kürt halkında da yani Suriye'deki gelişmeler, bölgedeki özellikle 7 Ekim'den sonraki gelişmelerle günün sonunda Suriye'deki bütün kazanımlar. bölge yangın yerine döndü. Bugün Gökçer Tahincioğlu da biraz yazmış, ‘Herhalde ana sebep yani sürecin önünü açan şey Orta Doğu'daki gelişmeler’ dendi. Biz Ömer Bey ile de az evvel Suriye'deki gelişmelerde pek olumlu bir gidişat yok, en azından şimdilik SDG ile merkezi yönetim arasında bütün bu karmaşa içerisinde bu süreç bayağı zor da ilerleyecek gibi görünüyor diye konuştuk. Siz nasıl görüyorsunuz; hem Kürt halkındaki soru işaretleri, hem de Türkiye'nin batısındaki soru işaretleri giderilebilecek mi? Biraz zor olduğunun farkında olmakla birlikte bu soruyu sormuş olayım.

C.Ç.: Evet, bu çok ciddi saha çalışmaları yapan özellikle Kürt araştırma merkezlerinin bulgularında Türkiye'nin Kürt kesiminden - bu sürecin adına süreç diyoruz, genel olarak geçim süreci demeden süreç diyoruz - çok önemli bir destek var yani %80’lere varmıştı destek ve Süleymaniye civarında üç gün önce gerçekleşen silah bırakma sonrasında ise %80’lerin de üzerine çıktı. AKP - MHP kesimlerinde ise bu durumu %30-40’larda seyrediyorduk ve şu anda %60’ların üstüne çıktı.

Sürece destek ile moral unsur aynı şey değil ve bu çalışmalar şunu gösteriyor; Özellikle Kürt halkı ile ben de doğrudan sahada temas ettiğim zaman, temsil ettiğim vekil olarak Diyarbakır ve çevresinde gördüğüm sokaktaki insandan, Kürt insanından destek tamam. Niye destek tamam? Çünkü Abdullah Öcalan devrede ve Kürt halkının ismini ifade eden siyasi temsili unsurlar da sürecin içinde yani ‘Bu işi bizimkiler götürüyor o zaman tamamdır, biz de destekliyoruz, onlardan bize bir kötülük gelmez, bu bizim işimiz’ diye bakıp destek veriyorlar. Fakat moral unsur yani kuşku anlamında, coşkusuzluk anlamında moral unsur, destekle aynı orantıda değil. Muazzam bir kaygı ve kuşku var, ‘Bu devlet bizi acaba yine eli boş gönderir mi?’ kaygısı. Kimse şey kaygısına değil yani yalnız bir takım Tırnak içinde söyleyeyim, kimse gerek beyaz Türk çevrelerinden partiye gelebilecek, gerek genel olarak Kürt hareketine yönelik tuzağa düşmek. aldatılmak, iktidar partisine ve iktidar bloklarına stepne olmak gibi şeyler söz konusu değil. Hem Kürt halkı siyasi olarak son derece tecrübeli ve bilinçli, hem de DEM Parti gayet tecrübeli bir siyasi arka plandan geliyor. Tuzağa düşmek, aldatılmak, yanıltılmak diye bir şey söz konusu değil. Kaygı ve moral düşüklüğü var yani devlet hiçbir şey vermeden bu işi tamamlayabilir, somut bir şey yapmadan laf kalabalığına getirebilir. Kürt haklarına, demokratik haklara ilişkin bir adım atılmadan bu iş böyle sonuçlanabilir. Kaygı, kuşku ve devlete yönelik güvensizlik var ama sürece başka nedenlerle az önce ifade etmeye çalıştığım gibi çok yüksek bir destek var.

Türkiye’de bir kısmı böyle ama tabii Suriye gerek bundan önceki süreç, gerek şimdiki süreç bakımından Türkiye ile çok iç içe yani burada olan bitenle çok iç içe bir durum var ve sizin de işaret ettiğiniz gibi, tıkanık duruyor ve son tıkanıklığın sebebi de ABD’nin Türkiye'deki yeni büyükelçisi ve aynı zamanda Suriye özel temsilcisi Tom Barrack’ın bir takım münasebetsiz açıklamalar yapması, ‘Tek vatan, tek bayrak...’ tek bilmem ne demesi. Sanki AK Parti grubunda konuştuğu gibi, Ahmed eş-Şera'nın hamisi bir Trump ABD’si görüyoruz. Yalnız oradan fazla yol alamazlarve bu alamama hali Türkiye'deki bu süreci etkiler mi? Evet, etkiler fakat ABD’nin tutumu hiçbir zaman sabit bir yerde de durmuyor yani yarın-öbür gün değişebilir. O bakımdan önümüzdeki dönem Türkiye'de bir sürü puzzle parçasını bir araya getirme çabalarıyla geçeceği kadar, Suriye'deki gelişmelerle de birebir etkilenerek yani Suriye'yi de son derece yakından izlememiz gerektiğine dair bir durum çünkü Suriye'de şu anda mevcut durum açılmaz ise Türkiye'de bir balayı yaşanır. AKP- MHP ve DEM Parti, hep beraber el ele, mutlu günlere - öyle olmaz bu işler, bu mümkün değil ama tekrar şunu söyleyeyim, 2013-2015 süreciyle şu andaki sürecin hiçbir benzerliği yok ve ama bir sürü eksikliklere rağmen Kürt sorunuyla bağlantılı bir süreçti. Bu, şimdiye kadar geldiğimiz nokta ise Kürt isyanının sona erdirilmesi girişimiydi ve bunun sona erdirilmiş olduğu, erdirilmekte olduğu, biraz daha da ihtiyatlı olarak koyalım, bitti gitti değil, daha gidilecek yol var. Süleymaniye'deki o dramatik tören ile simgelendi ama Kürt sorununun çözümü ve Türkiye'nin demokratikleşmesi gibi devasa görevler önümüzde duruyor. Bunların çözümü öyle cepte değil, hiç kolay değil ve Suriye ile de çok iç içe geçmiş nedenlerden dolayı Suriye'den etkilenecek, Suriye'yi etkileyecek özellikler de taşıyor. O yüzden bir zamanlar bizi izlemeye devam edin televizyon reklamları gibi bizi izlemeye devam edin diyeceğiz adeta.

Ö.M.: Cengiz, çok çok teşekkür ederiz.

Ö.Ö.: Çok teşekkür ederiz.

Ö.M.: Sona geldik ve gayet aydınlatıcı oldu. İleride de tekrar konuşma fırsatı buluruz, çok teşekkürler.

Ö.Ö.: Görüşmek üzere.

C.Ç.: Görüşmek üzere.