‘Radyoda Engel Yok: Sesimizle Biz de Varız!' Projesi

-
Aa
+
a
a
a

Sakat Muhabbet'te Alper Tolga Akkuş, İstanbul İletişim Fakültesi’nin ‘Radyoda Engel Yok: Sesimizle Biz de Varız’ projesi kapsamında hayata geçen Muzaffer İzgü'nün 'Bana Mektup Var mı?' adlı kısa öyküsünü radyo tiyatrosuna çeviren Cansu Düzdaş ile oyunda yer alan görme engelli oyuncular Arzu Akıncı ve Ceyda Nur Özboğa ile bir araya geliyor.

""
‘Radyoda Engel Yok: Sesimizle Biz de Varız!' Projesi
 

‘Radyoda Engel Yok: Sesimizle Biz de Varız!' Projesi

podcast servisi: iTunes / RSS

Alper Tolga Akkuş: Merhaba Apaçık Radyo'ya, Sakat Muhabbet’e, sağlamcı zihniyetin kör topal muhalifine hoşgeldiniz. Bugün 2 Temmuz 2025 Çarşamba, ben Alper Tolga Akkuş. Karşımda çok genç konuklarım var ama onların da müsaadesiyle bugün 2 Temmuz demişken, 32 sene önceye dönerek o günkü kendime götürmek istiyorum sizleri. 

2 Temmuz 1993. Henüz 19 yaşındayım. Birkaç ay sonra da 20. yaşıma basacağım. İki-üç hafta öncesinde girdiğim üniversite sınavının heyecanı var tabii üzerimde çünkü o üçüncü kez girdiğim sınavdı ve artık kazanmam gerekiyordu. Kazanamasaydım bambaşka bir hayatım olacak ikileminde kaldığım bir dönemdi. Tatil için dayımlara, Konya’ya gitmiştik ve Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı'nda müdür olan dayım Konya'nın bir uzak dağ köyündeki alabalık çiftliğini teftiş ederken beni  de yanına götürmüştü. Radyoda Sivas olaylarını dinleyerek yol alıyorduk. Uzun bir yoldu ve ben dediğim gibi, yaşım 19'du o zaman. Benim ailem muhafazakar, sağcı bir aile ve hatırladığım kadarıyla arabadaki diğer kişiler de, dayım da hep Aziz Nesin’e ‘Bunu o yaptı, onun yüzünden oluyor’ gibisinden veryansın ediyorlardı. Tabi o günün sonundaki olaylarda da herkesin bildiği gibi benim şairim dediğim Metin Altıok dahil 35 aydın insan ile iki saldırgan hayatını kaybetmişti. 

Başka bir konumuz var tabi ama 2 Temmuz olunca bugün böyle girmek istedim. Konuklarımın da iznini aldım tabi öncesinde. 

Şimdi şöyle bir ilginçlik oldu bu arada yani 32 sene önceki kendimle bugünün konuklarını da bağlayan bir şey var aslında; o sene, Sivas Katliamı’ndan iki ay sonrasında üniversite sonuçları açıklanmıştı ve ben de Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni kazanmıştım. Bu hafta da konuklarım İstanbul'daki bizim komşu fakültemiz, İstanbul Üniversitesi İletişim'den.

Cansu Düzdaş, Arzu Akıncı ve Ceyda Nur Özboğa; Apaçık Radyo’ya, Sakat Muhabbet'e hoşgeldiniz. Nasılsınız, iyi misiniz?

Cansu Düzdaş: Çok teşekkür ederiz, iyiyiz.

Arzu Akıncı: Çok teşekkür ediyorum, hoşbulduk, ben de çok iyiyim.

A.T.A.: Ceyda Hanım, biraz önce düştü yayından. Bu kaydı zoom üzerinden yapıyoruz ve dört kişiyiz, dört ayrı yerden bağlandık ve bunun da zorlukları var - dinleyicilerimizle de paylaşıyorum ben bunları. Ceyda Hanım dahil olunca onu da ekleyeceğiz tabii ki programa ama şu an Ceyda Hanım düştü, gelince onu da ekleyeceğiz. 

Benim ilk sorum var programda, onu soracağım ben yine size. İsim isim, Cansu Düzdaş, Arzu Akıncı ve Ceyda Nur Özboğa kimdir, bugüne kadar neler yaptınız ve bir sakatlığınız bulunuyor ise bunu da paylaşır mısınız? İsim sırasıyla, Cansu Hanım sizden alalım isterseniz önce.

C.D.: Merhabalar diyorum önce. Ben Cansu Düzdaş, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema yüksek lisans öğrencisiyim ve aynı zamanda da drama öğretmeniyim. Hem öğretmenlik, hem de öğrencilik devam ettirdiğim bir süreç var benim için ama aslında kelime anlamını çok sevdiğim, ‘ben talebeyim’ diyorum çünkü her zaman yeni şeyler öğrenmeye ve naçizane öğretmeye çalışıyorum. 

Radyo tiyatrosuyla ilgileniyoruz. Tiyatro yapıyorum aynı zamanda ama radyo ve tiyatroyu buluşturan radyo tiyatrosunun büyüsüne ben de kapıldım ve fakültemizde de başladık. Aslında çok sevgili Aysel Kırılmaz bize el verdi diyorum ben her seferinde yani bizim asıl radyodaki radyo tiyatrosunun o tatlı esintisi Aysel'den bana geçti. Onlar zaten yapıyorlardı ve sonra ben de dahil oldum ekiplerine. Öyle başladık ve başladıktan sonra ufak ufak oyunlar uyarladık. Kendi yazdığım bir oyun da oldu, böyle yayınladık. 
Radyo İletişim Fakültemizin radyosunun başında çok sevgili Fırat hocamız, Fırat Tufan var. Her seferinde ‘Hocam şöyle bir şey var, yapalım mı?’ deriz ve ‘Tabii ki de yapabiliriz’ der. Her seferinde bize o kapıyı açtığı için ben radyo eserimde biraz daha iştahlı oldum aslında. Ondan sonra üretmeye başladık, devam ettik. Sonra Arzu Hocam ile tanıştık ve ‘Hocam bizim böyle fikirlerimiz var, radyo tiyatrosu yapıyoruz, sizi de dahil etmek isterim’ dedim. İşte böyle başlayan ve temelleri atılan bir projemiz oldu. Aslında onun sonucunda buradayız. Bunun için çok mutluyum, çok güzel.

A.T.A.: Peki sizin bir sakatlığınız var mı Cansu Hanım?

C.D.: Hayır, benim yok. 

A.T.A.: Arzu Hanım sizden de alalım. Bu arada Ceyda Hanım da geldi. Ceyda Hanım ben şunu sormuştum, size de söyleyeyim aynı soruyu. Ceyda Nur Özboğa kimdir, neler yaptınız bugüne kadar ve sakatlığınız var ise bizimle paylaşır mısınız? Cansu Hanım iletti ve şimdi Arzu Hanım'dan dinliyoruz, buyurun Arzu Hanım.

A.A.: Evet, Arzu Akıncı ben ve ben 21 yıllık bir öğretmenim. Türkçe öğretmenliğiyle başlayıp özel eğitim öğretmenliğiyle devam eden bir sürecin içindeyim. Ceyda Nur da benim öğrencim yani aslında öğrencimdi diyeyim önceden. Ben görme engelliyim. Bunun dışında radyo tiyatrolarıyla büyüyen bir neslin çocuğuyum şükürler olsun ki hala da devam ediyorum radyo tiyatrosu dinlemeye. Artık içine de dahil olmaya başladık Cansu Hanım sayesinde. Çok mutluyum, çok küçücük de olsa yani en azından böyle bir başlangıç yapmış bulunuyoruz. Ben çok keyif aldım gerçekten bu radyo tiyatrosu sürecinden ve inşallah devamı da gelir, keyifle yaparız diye düşünüyorum.

A.T.A.: Ben de dinledim, çok güzel bir oyundu ve zaten detayına da gireceğiz. Ceyda Hanım, sizden alalım cevabı şimdi de.

Ceyda Nur Özboğa: Ben Ceyda. 12 yaşındayım, öğrenciyim ve ben de görme engelliyim.

A.T.A.: Sen peki bu oyunda hangi rolü oynamıştın?

C.N.Ö.: İnci.

A.T.A.: Muzaffer'in arkadaşı İnci'yi mi oynadın? Ben dinledim bu sabah oyunu ve çok güzel bir oyundu. Konuklarımızı tanıdık ve şimdi de detaya girelim biraz, ben hemen kendi notlarıma bakıyorum. 
İstanbul İletişim Fakültesi’ndeki, ‘Radyoda Engel Yok: Sesimizle Biz de Varız’ projesinden bahsedeceğiz bu hafta. Bir oyun temelinde konuşacağız ama önce bu projeyi bir anlatalım. Özetle bu proje nasıl ortaya çıktı? Sonra müzik arasına gireceğiz zaten. Ardından da Bana Mektup Var mı? oyununu siz radyoya uyarlamıştınız ve onu konuşacağız. Evet, bu proje nasıl hayata geçti Cansu Hanım?

‘Radyoda Engel Yok: Sesimizle Biz de Varız’

C.D.: Ben Beyaz Baston Festivali'nin gönüllü öğrencilerden biriydim ve orada aynı standta Arzu Hoca ile tanıştım. Öyle konuşurken, benim zaten şu an emekli olan çok sevgili Rengin Hocam vardı fakültede ve onunla biz böyle sosyal sorumluluk projeleri yapmaya devam ediyorduk. Bu sene ne yapsak, ne etsek derken de böyle bir fikir geldi. Dedim ki, ‘Hocam benim naçizane en iyi yapabildiğim şeylerden biri radyo tiyatrosu, onunla ilgili bir sosyal sorumluluk projesi yapalım’. Kimleri seçelim, hangi gruplarla çalışalım diye konuşurken - tam net de değildik – festivalde Arzu Hoca ile de tanışınca kendisiyle aramda bir bağ oluştu ve dedim ki ‘Kesinlikle Arzu Hocaların dahil olduğu bir şey yapmak istiyorum, körlerle bir radyo tiyatrosu neden olmasın?’ 

Bu fikrimi hocamla, Fırat Hocamla, Rengin Hocamla ve arkadaşlarımla paylaştım ve hepsi bunun çok güzel bir fikir olduğunu belirttiler. Ben biraz kafamda bir fikir var ama çok mu saçma acaba, çok mu ilginç, olmaz gibi de düşündüm en başta çünkü bazı fikirler vardır ve ‘evet bunu istiyorum’ dersin ama dışarıdan bazen kendini duyamazsın. O yüzden bu fikri çok güvendiğim insanlarla paylaştım ve hepsinin böyle gözlerinin parladığını gördüm. Dedim ki ‘Demek ki güzel bir konu olabilir’ ve böyle başladık aslında. 

Daha sonra Arzu Hocalar da ‘Tabii ki, biz de destek veririz, benim öğrencilerim de var, sana istediğin kadar çocuk da bulabilirim’ dedi - çocuklarla ilgili bir şey yapmak istiyordum aynı zamanda. Daha sonra biz projeye başladık, hangi oyunu yapsak diye düşündük ve biraz aslında tesadüf oldu. Böyle kafamda düşünüyordum hangi oyunu yapsam, kimi yapsam diye ve kitaplarımı karıştırırken Muzaffer İzgü'nün kitabına denk geldim. İçindeki bir öyküye ben ayraç koymuşum, kıvırmışım bir sayfanın kenarını ve o da bu ‘Bana Mektup Var mı?’ adındaki çok kısa bir öyküsüydü.

A.T.A.: Bu hangi sene oldu Cansu Hanım?

C.D.: Yeni  yani şöyle aslında oyuna karar verme süreci Ocak gibiydi. 

A.T.A.: 2025’te şekillendi yani.

A.A.: Evet.

C.D.: Evet yani fikir Ekim sonu, Kasım gibi ortaya çıktı ama ne yapacağız, nasıl ilerleyeceğiz, hangi oyunla ilerleyeceğiz düşüncesi kesinlikle yeni yıldan, Ocak başı gibi, hatta Aralık sonu gibi oldu diyebilirim. O zamana kadar ben hep oyun araştırıyordum yani hangi oyunlar uygundur, hangi oyunları uyarlayabilirim diye düşünüyordum. Bir de kadromuz biraz kısıtlıydı ve çok fazla vaktimiz de yoktu yani çok kalabalık bir kadroyla uzun bir oyun yapamazdık. Bunları da göz önünde bulundurarak daha böyle kısa, tadında, bir tatlı bir şeyle başlayalım dedik. Ve 

Muzaffer İzgü'nün bu öyküsüne denk geldikten sonra bunu uyarladım ve uyarladıktan sonra çok sevgili Aysel'in kapısının çaldım hemen. Dedim ki, ‘Aysel, böyle bir şey yaptık, destek vermeni istiyorum, bir okur musun, nasıl bir şey oldu?’ O da, ‘Çok güzel Cansu, harika bir fikir, çok güzel bir oyun olmuş, tadında ve gayet güzel bir hikaye anlatıyor’ dedi. Daha sonra Arzu Hocam ile de paylaştım uyarlamayı ve onlar da seve seve destek verdiler, geldiler. Böyle güzel, tatlı bir kısa radyo tiyatrosu kayda aldık ve sonrasındaki süreç de ulaşabildiğimiz kadar insana ulaşmayı hedeflediğimiz bir yola döndü yani güzel başladık.

A.T.A.: Tamam, müzik arasından sonra dinleyeceğiz zaten. Ben müziği konuklarıma soruyorum ama kim seçsin? Mesela Ceydacığım senin var mı böyle istediğin bir şarkı? Onu çalabiliriz.

C.N.Ö.: Yok.

A.T.A.: O zaman kim? Arzu Hanım ya da Cansu Hanım, sizlerden biri seçsin o zaman.

C.D.: Arzu Hocam?

A.A.: Hiç düşünmedim.

A.T.A.: Ben bunu bilerek önceden söylemiyorum ki o an içinizden geçen ne olursa  o olsun istiyorum. 

C.D.: Belki oyundan bir kısım uygun olabilir yani Arzu Hocam senin varsa lütfen sen söyle çünkü benim aklıma şu an bir tane şarkı geldi.

A.A.: Hemen söyle bence, ben şu an düşünemedim.

C.D.: Sanırım Gönül Yazar'ın “Mektubumu Buldun mu?” şarkısı olabilir. Onun böyle çok hoş bir sound'u var, çok severim.

A.T.A.:Sakat Muhabbet devam ediyor. Bu hafta konuklarım İstanbul İletişim Fakültesi bünyesinde hayata geçen ‘Radyoda Engel Yok: Sesimizle Biz de Varız’ projesi ekibinin üç üyesi Cansu Düzdaş, Arzu Akıncı ve Ceyda Nur Özboğa. 

İlk bölümde 2 Temmuz'un yıl dönümüne dair ben kendi gençliğimden bir örnek verdim ve ardından da projenin girişini yaptık. 

Ben bir de bu haftaki konuklarımla nasıl tanıştığıma dair şu detayı vereyim dinleyenlere; Cansu Hanım sağolsun, Apaçık Radyo’ya mail atmış projeyle ilgili ve Didem Gençtürk de - ona da bir teşekkür ediyorum buradan – maili bana iletti. İşte bu şekilde de şu anda sizin karşınızdayız. 

Şimdi Bana Mektup Var mı?, 13 dakikalık bir oyun ve aslında biz dedik ki bu oyunun tamamını Sakat Muhabbet’te yer verebiliriz ama 13 dakika bunu dinlesek biz konuşamayacağız, yer kalmayacaktı. Ama diğer yandan radyo piyesinde emeği geçen herkesin isminin anıldığı bir dakikalık bir kısım var ve ben bu sabah onun ses kaydını aldım, onu dinleyelim şimdi. 

‘Bana Mektup Var mı?’ Oyununda Emeği Geçenler

Radyo tiyatrosu. 

Yazan: Muzaffer İzgü. 
Uyarlayan ve yöneten: Cansu Düzdaş. 
Efektör: Eyüp Karakuzu. 
Kurgu: Salih Işıker. 
Kabak Kemane: Ruşen Can Acet. 

Oynayanlar: Muzaffer - Ömer Miroğlu. / İnci - Ceyda Nur Özboğa. / Öğretmen - Arzu Akıncı. / Münevver Teyze - Aysel Kırılmaz. / Postacı - Salih Işıker. / Anne -  Cansu Düzdaş. / Baba - Metin Çingiliç. 

Oyunumuz, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo İletişim Stüdyoları'nda kaydedilmiştir.

A.T.A.: Evet, isimleri de andığımıza göre artık bu oyuna, Muzaffer İzgü'nün öyküsünden Cansu Hanımın uyarladığı oyuna geçelim. 

Eser: Muzaffer İzgü, Uyarlayan: Cansu Düzdaş / ‘Bana Mektup Var mı?’

A.T.A.: Ben önce Ceyda'ya söz vermek istiyorum izniniz olursa. Ceyda, sen nasıl bu oyunu öğrendin, nasıl dahil oldun? Çekim süreci ve bittiği süreci bir özetlesene bize, neler oldu o süreçte?

C.N.Ö.: Bana aslında Arzu öğretmenim söyledi ve ben de katılmak istedim. Sonra gittim ve ondan da sonra katıldım.

A.T.A.: Peki nasıl? Rolü ezberlemek zor muydu? Rolü oynamak, seslendirmek nasıl hissettirdi sana?

C.N.Ö.: Bence zor değildi çünkü kısa kısa cümleler vardı, kolaydı.

A.T.A.: Stüdyoya girdin, bir stüdyoydu orası ve orada oyun oynuyordunuz. Cansu Hanım neler söyledi sana? Konuşurken ‘Böyle yap, şöyle yap’ dedi mi? Anlatsana biraz, ben bilmiyorum çünkü o detayları, öğrenmek istiyorum senden.

C.N.Ö.: Mesela ben uzaktan gelirken mikrofonu biraz ağzımdan uzak tutuyordum.

A.T.A.: Yakın mı tut dediler sana o yüzden de?

C.N.Ö.: Yok, ben uzaktan geliyorum, onlara yakınlaşamıyorum.

A.T.A.: Öyle olması gerekiyordu yani, tamam, şimdi anladım. Çok pardon, yanlış anlamışım ben. Uzaktan geldiğin için ona göre bir ses vermeni istediler senden, doğru mu anlıyorum şimdi?

C.N.Ö.: Evet.

A.T.A.: O zaman şimdi Arzu Hanım'a söz verelim ki siz zaten bahsettiniz Arzu Hocam ilk başta kendinizi tanıtırken ama siz nasıl dahil oldunuz yani nasıl proje hayata geçti? Sizden de alalım. 

A.A.: Evet, biz Cansu Hanım ile festivalde tanıştık ve herhalde gerçekten güzel bir enerji oldu aramızda. Cansu Hanım da böyle bir teklifle gelince ben de atladım diyebilirim aslında çünkü çok keyifli bir teklifti bence benim adıma. Yapabileceğimizi düşündüm çünkü seslendirmek bir görme engelli için daha cazip bir şey. 

Biz sese duyarlı olduğumuz için genel itibariyle seslendirebileceğimizi düşündüm aslında. Öğrencileri de dahil edebileceğimizi düşündük ve süreç ilerledi. Daha çok metni Brail ile yazdık. Aslında önceden bir ezber olmamıştı ama birebir çalıştık ve stüdyoya girdiğimizde tek tek kayıt yaptık. Karşımızdaki o kişiyle birebir sohbet havası oluşmadı aslında, kayıtlar tek başımıza gerçekleşti ve sonra da onu inanılmaz şekilde birleştirmişler, çok başarılılar gerçekten bu konuda, tebrik ediyorum kendilerini de. Yani tek tek o kayıtlar birleşti ve bu güzel oyun ortaya çıkmış oldu. 

Orada Cansu Hanım'ın yönlendirmeleriyle oldu bunlar çünkü biz ilk kez yapıyoruz böyle bir şeyi, deneyimsiziz yani Ceyda da öyle, ben de öyle. Aynı anda beraberdik aslında ama tabii deneyim çok önemli bu tarz durumlarda. Cansu Hanım yönlendirdi bizi çok güzel şekilde yani ‘Heyecanlanmamız gerekiyorsa heyecanlanalım’ ya da ‘Yorgun olmamız gerekiyorsa o an nefes nefes olmamız gerekiyorsa onu yapalım’ gibi bizi çok güzel yönlendirdi ve kayıt bu şekilde çıktı. Bir gün içinde aldık biz bu kaydı.

A.T.A.:Beyaz Baston dediniz ya, Ilgın Aydınoğlu da onu düzenleyenlerden birisidir. Ilgın da benim yakın arkadaşım bu arada.

A.A.: Evet, onların festivalinde tanıştık zaten.

A.T.A.:Sakat Muhabbet’in eski bölümlerinde Beyaz Baston'u konuştuk biz onunla bu arada Arzu Hocam. 

Cansu Hanım, peki siz nasıl tek tek sesleri birleştirdiniz, nasıl hayata geçirdiniz? Sizden de o detayı alalım o zaman.

C.D.: Aslında işin tatlı ve zor tarafı bu kısım çünkü biz aslında tüm gün boyunca iki gün kayıt aldık yani Ceyda'yı, Arzu Hoca'yı ve beni ve diğer karakterleri bir günde bitirdik. Muzaffer'i ise başka bir gün aldık. Muzaffer ile İnci'nin bir araya gelmesi aslında onlara da sürpriz oldu çünkü birbirlerini tanımıyorlardı ve hiçbir araya gelmediler yani kayıt anında da gelmediler. Sadece benim vasıtamla birbirlerini biliyorlardı. Biz onları birleştirdik. Aslında yaptığımız şey bir kurgu işi; bir bilgisayar yardımıyla yapıyoruz ama biraz aslında onların oyun özelinde gönüllerini birleştirmeyi denedik, biraz o duygusal bağı kurmaya çalıştım. Çok başarılılardı, onu söyleyebilirim. Daha önce de ben çalıştım çocuklarla ama Ceyda da, Ömer de inanılmazlardı yani bir kere söyledim ve bu beni çok mutlu ve memnun etti. Gerçekten çok iyiler. Arzu Hocam da keza öyle. Arzu Hocam ile ilk başta konuştum, ‘Hocam, sana gerçekten bir öğretmen rolü vereceğim. Sesin o kadar bana öğretmen gibi geliyor ki o kadar güzel, tonun çok iyi’ dedim. Hatta bir gülüşmüştük öncesinde yani Arzu Hocam'ın gerçekten o ses tonu, öğretmenliğin verdiği tecrübeden gelen o tatlı tınısı var ve bunu da kullanmak istedim oyunda. Yani aslında oyunu biraz bize göre uyarladım. 

Postacıyı seslendiren kurumdaki arkadaşımız Salih Işker, Münevver'i seslendiren Aysel Kırılmaz, naçizane Anne'yi ben seslendiriyorum ve babayı da çok sevdiğim dramadan arkadaşım Metin Çingiliç seslendiriyor. Güzel, tatlı, küçük, bir arada, sıcak bir ekip olduk ve ben bunun aslında dinleyicilere geçmesini çok önemsedim ve umuyorum ki geçmiştir. Dinledikten sonra çok tatlı, güzel bir tını bıraktı deniyor ve aslında amacımız da buydu. Bu yüzden de çok mutluyuz, çok güzel dönüşler alıyoruz.

A.T.A.: İki başrolden birisi, Ceyda yanımızda ama Ömer Miroğlu yok. Ömer'i de siz anlatın Cansu Hanım, Ömer Miroğlu kim? Dinleyecektir programı, kendi adı da geçsin, üzülmesin, Ömer'e de bir yer verelim burada.

C.D.: Ömer de yine çok tatlı, Ceyda'nın yaşlarında bir öğrenci.

A.A.: Görme engelli bir öğrenci.

C.D.: O da görme engelli bir öğrenci. Evet hocam, doğru söylediniz. Ömer başta çok sıkılgan bir çocuktu yani gelirken tekrarlarda biraz sıkılır gibi oldu ama sonra açıldı. Ben de biraz tedirgin oldum yani acaba çok mu zorluyorum, çok mu sıktım dedim. Muzaffer'in rolü uzun ve tek tek aldık biz kaydını. Karşısında anneyi, Münevver teyzeyi biz oynadık Ömer ile prova yaparken. Süre uzadığı için ve tek başına olmasından dolayı sıkılmasından çok tedirgin oldum ben ama Ömer de o Muzaffer'in durağanlığını çok iyi karşıladı yani Muzaffer karakteri aslında kafasında başka bir şey düşünüyor ama başka bir cevap veriyor ve Muzaffer'in sesindeki o farklı tonu çok güzel yakaladı Ömer. Çok mutluyum Ömer'le çalıştığım için. Hatta bittikten sonra şey ‘Bir daha yapalım mı, ister misin?’ dedim yani başta biraz çok sıkılmış gibiydi ama ‘Evet, isterim’ dedi böyle çok tatlı, çekingen çekingen. Ceyda da keza öyleydi, ona da ‘Bir sonrakine gelir misin?’ dediğimde, ‘Tabii ki de’ demişti. Çok güzeldi onlarla çalışmak ve umarım benimle çalışmak da onları mutlu etmiştir. Ben kendi adıma çok memnunum onlarla bir arada olduğum için.

A.T.A.: Tam bu noktada Ceyda'ya söz vereyim o zaman. İkinci bir oyun olacak o zaman doğru anlıyorsam, öyle bir niyetiniz de var. Ceyda’nın bilmiyorum bilgisi var mı? Ceydacığım bu işi sevdin mi, yeniden olsa yapmak ister misin? Ne düşünüyorsun radyo tiyatroculuğu hakkında?

C.N.Ö.: Çok güzeldi. Ben bir daha yapmak isterim radyo tiyatrosunu.

A.T.A.: Peki, var mı plan, sana bir şey geldi mi? ‘Şöyle yeni bir oyun var, oku’ gibi bir şey oldu mu? Nedir oradaki süreç?

C.N.Ö.: Öyle bir şey gelmedi.

A.T.A.: Bu proje devam edecek mi Cansu Hanım? Tam bu noktada Ceyda'dan size aktarayım. Yeni oyunlar, planlar var mı?

C.D.: Planlar var, evet. Yeni oyunlar da olacaktır ama şu an biraz proje aşamasında. Format aynı kalarak biraz daha çeşitlendirme niyetim var. Umarım onu da kısa sürede hayata geçiririz diyorum.

A.T.A.: Ben size biraz baktım Google'dan ve siz sadece engellilerle değil, normalde de radyo tiyatrosu yapıyorsunuz zaten, o çalışmalarınız var. Bir de hep bahsediyoruz, ben şu anda yayınlanıyor dedim. Nereden dinleyebilir bizi dinleyenler bu piyesi? Detayını verelim de merak edenler dinlesin hemen oradan. Siz verin detayını isterseniz.

C.D.: Tabii ki şöyle, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo İletişim'in Spotify sayfasından oyunumuzu dinleyebilirler ve diğer oyunlarımıza da oradan ulaşabilirler.

A.T.A.: Arzu Hocam, sizin bildiğiniz bu tür sanatsal faaliyetler var mı başka? Körlerin ya da diğer sakatlarının tiyatrolarını görüyorum ama onlar amatörce gibi oluyor genelde benim izlediğim ama bu bayağı profesyonel bir çalışma gibi geldi bana. O konuda siz ne diyeceksiniz? Dünyada var mı? Arzu Hocam biliyorsanız cevap verebilirsiniz ama eğer bilmiyorsanız da Cansu Hanım devam edebilir.

A.A.: Özellikle görme engelli arkadaşlar dediğim gibi tiyatroyu çok sever. Radyo tiyatrosu bizim hayatımızın bir parçası. Birçok kişi kendi çapında amatörce yapıyor ama gerçekten kurgularını profesyonelce hazırlayan, teknolojiyle arası çok iyi olan arkadaşlar var. Onlar da aynen bu şekilde düzenlemeke isiyorlar ama böyle büyük çapta değil yani kendi aralarından yapıp paylaşıyorlar YouTube'da, Facebook'da, Instagram'da. Küçük çapta böyle şeyler var ama bu profesyonellikte sanıyorum Cansu Hocam tekmiş gibi geldi bana.

C.D.: Körlerle ben ilk defa çalıştım radyo tiyatrosu alanında. Bir de tezim dolayısıyla biraz çok derin araştırmalar yaptım ama ben de rastlamadım böyle görenlerle kör bireylerin bir arada yaptığı ve çocukların aslında temelde olduğu, çocuklara yeni bir sanat deneyimi yaratmayı yani benim de bildiğim kadarıyla yok.

A.T.A.: Dünyada vardır muhtemelen, baktınız mı?

C.D.: Ben rastlamadım. Sadece yeni güncelde podcast dizisiyle ilgili bir sağır karakterin olduğu bir dizi olduğuna ulaşmıştım ve bu bilgi beni çok şaşırtmıştı. Karakterlerden birisi sağır bir karakterdi ve onun gösterisiyle ilerliyordu. 

A.T.A.: İngilizce mi?

C.D.: Evet, İngilizce. Şu an adını hatırlayamıyorum ama Kanada yapımıydı.

A.T.A.: Onu da gönderin bana bulursanız, çok merak ettim. Körlerle tiyatro oluyor da sağırlarla olur mu diye soracaktım ve herhalde olmaz diye düşünürken bunu dediniz. Çok denk geldi aslında çünkü genelde sağırların engeli yokmuş gibi bir algı var toplumda. Yürüyor, ediyor, görüyor sağır olduğu için ama sağırların ki çok daha ağır bir engel benim gözlemlerimde çünkü iletişim kuramıyorlar, bu daha büyük bir engel.

A.A.: Konuşma da yok.

A.T.A.: Arzu Hanım bu konuda siz ne demek istersiniz?

A.A.: Evet, zaten işitme engelli ve görme engelliler bir araya gelince biz birbirimize üzülüyoruz hep. Biz ilkokuldaydık, onu küçücük anlatmak isterim; Ben, İzmir Aşık Veysel Görme Engelliler Okulu mezunuyum. Öğretmenimiz bizi yanımızda açılan bir İşitme Engelliler Okulu’na ziyarete götürdü. Biz öğretmenimize diyoruz ki, ‘Ay ne kadar zordalar bunlar, konuşamıyorlar da’. Tabii çocukluk aklıyla biz düşünüyoruz, ‘Hem konuşamıyorlar, hem duyamıyorlar, çok zor bir şey’ diyoruz. Onlar da aynı şeyi öğretmenlerine söylüyormuş, ‘Ay bunlar göremiyorlar’ diyorlarmış. İşaret diliyle öğretmenlerine anlatıyormuş. 

Ben hep bir engel var ise görme engellilik bir şansmış gibi geliyor bana. Belki içinde bulunduğumuz durumdan kaynaklı böyle düşünüyorum. Biz her şeyimize gerçekten engel olmadığı sürece, erişebildiğimiz sürece gören bireylerden farklı yapmıyoruz diye düşünüyorum. Birçok şeye kolaylıkla erişilebilir ise erişip kendi başımıza halledebiliyoruz - en azından iletişim kurabiliyoruz. Bu anlamda görme engelliliği engel grupları arasında artı düzeyde olduğunu düşünüyorum.

A.T.A.: Çok çok sağolun. Bu hafta konuklarım Cansu Düzdaş, Arzu Akıncı ve Ceyda Nur Özboğa idi. Son sözlerinizi küçükten büyüğe alayım. Önce Ceyda, sonra Cansu, sonra Arzu olarak bitirelim isterseniz. Ceyda, son sözlerin nelerdir senin?

C.N.Ö.: Radyo tiyatrolarını çok beğendim ve bence devam etmeli. 

A.T.A.: Cansu Hanım?

C.D.: Ben  bizi davet ettiğiniz için, destek verdiğiniz için, bizi duyurmaya çalıştığınız için teşekkür ediyorum size.

Bir de 2 Temmuz ile ilgili bir açılış yaptınız. Aslında insan insana sağır olmamalı her anlamda. Bu yüzden küçük olsun fark etmez, birbirimizi dinlemek ya da duymak veya işitmek aslında en güzeli dinlemek. Bu yüzden çok mutluyum buraya katıldığım için, teşekkür ederim. Umarım yeni projelerimiz ile tekrar sizin programlarınıza katılırız, konuk oluruz.

A.T.A.: Mutlaka haber edin ki Sakat Muhabbet bunun için var zaten. Siz dediniz ya, ‘İlk başlarında olur mu olmaz mı diyordum’  diye, işte ben de Sakat Muhabbet için  aynısını diyordum. Bu işler hep böyle, ilerleye ilerleye oluyor. Arzu Hocam, sizden de son sözlerinizi alalım.

A.A.: Ben de çok teşekkür ediyorum konuk ettiğiniz için, bizi duyurduğunuz için. Başarılarınızın devamını diliyorum.

A.T.A.: Çok çok sağolun. Muzaffer İzgü deyince - Muzaffer Emmim diyeyim Adana ağzıyla çünkü Adanalı o da - Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Yılmaz Güney'e de bir selam göndereyim. Onların da adını anmak isterim Adanalı olarak. 

Son olarak, ‘Dünyanın bütün sakatları eğleşin’ diyorum ve haftaya görüşmek üzere diyorum. Hoşçakalın.