Açık Yeşil'de Ömer Madra, orman yangınlarının giderek daha yıkıcı bir boyuta ulaştığını, yükselen denizler sebebiyle sahil kısmında yaşayan nüfusun iç kesimlere doğru ilerleyeceğini ve bunun da büyük bir göç dalgasına sebebiyet vereceğini belirterek iklim krizine yeniden ve yeniden dikkat çekiyor.
Ömer Madra: Apaçık Radyo'da Açık Yeşil programı başlıyor. Ümit Şahin bugün yok, bendeniz Ömer Madra varım. Destekçimiz Anıl Efe'ye de çok teşekkür ederek başlıyoruz programa ve hepinize günaydın diyelim. Sabah Açık Gazete’de zaman zaman değindiğimiz haberlerden bazılarını da alalım. Özellikle bir tanesi Deutsche Welle Türkçe'den Katharina Schantz'ın kaleme aldığı Avrupa'daki orman yangınları riskinde büyük, devasa bir artış olduğu haberiyle başlayalım.
Avrupa'daki orman yangınları giderek daha yıkıcı bir hale geliyor ve iklim değişikliği kuraklıkları artırırken, yaz yağışlarını da artırıyor. Uzmanlara göre, 2100’e kadar yangın riskleri iki katına çıkabilir ve bu son derece büyük bir yıkım demek yani 75 yıl sonra yaşam alanı kalmayacak anlamına geliyor ama arada da neler olabileceği tabi apaçık ortada - Apaçık Radyo'da bunlara da değinelim.
2024 sonbaharında, yalnızca bir hafta içinde Portekiz'de 100 bin hektardan fazla alanın küle döndüğü ve bunun da yaklaşık Hong Kong büyüklüğünde bir bölge anlamına geldiği söyleniyor yani yangınların dumanı uzaydan bile görülüyor. Bu yangınlarda en az yedi kişi hayatını kaybetti ve Avrupa'da yılın en büyük orman yangınlarından biri olarak kayıtlara geçti. Bilim insanlarının uyarıları çeşitli yazılarda ve yayınlarda görülüyor. Bu ölçekteki yangınlar, gelecekte daha sık ve yoğun yaşanabilir.
Avrupa Bilim Akademileri Danışma Konseyi'nin çevre direktörü Prof. Thomas Elmqvist, “Avrupa'nın pek çok bölgesi uzun süren kuraklıklarla karşı karşıya geliyor ve bu da aşırı yangınları meydana getiriyor, ciddi biçimde ihtimali de artırıyor. Bazı bölgelerde artık her iki yılda bir büyük felaket yaşanabilir, bu da muhtemel," diyor. Avrupa Bilim Akademileri Danışma Konseyi’nin (EASAC) uzmanlarının hazırladığı ve sonuçlarını da dün yayınladığı rapora göre, her yıl Avrupa Birliği sınırları içinde yaklaşık 60 bin orman yangını çıkıyor. Yılda ortalama Lüksemburg gibi bir ülkenin neredeyse iki katı büyüklüğünde yani iki tane Lüksemburg büyüklüğünde alanı yok ediyor ve yaklaşık da zarar olarak 2 milyar euro yani 2,2 milyar dolar ekonomik kayba yol açıyor.
İklim krizi ve kentleşme de yangınları körüklüyor. Avrupa, dünyanın en hızlı ısınan kıtası ve son 30 yılda Avrupa'daki sıcaklık artışı küresel ortalamanın iki katı oldu. Bugün Extreme Temperatures Around The World'e de baktığımız zaman, sıcaklığın İran'da 50 derecenin üzerine çıktığını görmemiz mümkün ve bu da gayet ciddi telaş yaratacak bir durum. Bu Mayıs ayı için tam bir rekor ve Avrupa'da da, Orta Doğu'da da büyük yüksekliklerden bahsetmek mümkün oluyor.
Avrupa'daki orman yangınları riskindeki muazzam artış konusuna dönecek olursak, mesela Almanya'da yangın riskinin en yüksek olduğu bölgenin geniş çam ormanlarının bulunduğu Kuzey Doğu olduğu belirtiyor. Çam ve okaliptüs gibi hızla tutuşan monokültür ormanlar, çok çabuk alev alarak yangınları tehlikeye atıyor yani daha şiddetli yangınların da - daha az sayıda da olsa - yolda olduğu ve en çok etkilenen ülkelerin başında da dört ülkenin geldiği belirtiliyor; İspanya, Portekiz, İtalya ve Yunanistan. Fraunhofer Uygulamalı Araştırma Enstitüsü’nden Claudia Berchtold'a göre, Akdeniz ülkeleri diğer Avrupa ülkelerine göre yangınlara karşı göreceli olarak hazırlıklı ama Almanya ve Hollanda bir kıvılcımın yol açacağı tehlikeye o kadar hazırlıklı değil, genel bir strateji eksikliği olduğu söyleniyor. Yerleşim alanlarının pek çoğunun çam ormanlarının içine inşa edilmiş olduğu ve büyük bir yangın çıktığında ne olacağı hiç düşünülmemiş olduğu da belirtiliyor yani çok ayrıntılı çalışmalar yapılması gerektiği konusunda, bilim insanlarının söyledikleri konusunda pek çok şeye rastlamak mümkün oluyor. Ayrıca da mesela Türkiye'de de siyasi yönetimin, iktidarın yeni petrol ya da doğal gaz kaynaklarını bulması ekonomik olarak müjde olarak nitelendirilebilir ama bütün bunların yakılmasının da hem orman yangınlarını, hem de başka doğal felaketleri çok artıracağı için müjde olarak kullanılmasının çok yerinde bir şey olmadığını söylemek ve bununla ilgili de üzerinde ciddi toplantılar yapılmasının gerekli olduğunu söyleyebiliriz.
İkinci bir konuya geçecek olursak, orman yangınlarının inanılmaz artışının yanı sıra yükselen denizlerden de çok büyük bir risk artışı var. Onu da Common Dreams'den Jessica Corbett 'in kaleminden okuyabiliriz. Yeni, daha Salı günü bilim dünyasının itibarlı bilim dergilerinden Nature - Communications Earth & Environment dergisinde yeni başlamış bir araştırma var ve yükselen denizler sebebiyle yakın, çok da uzak olmayan bir gelecekte kıtaların deniz sahillerinden içeriye doğru büyük bir göç dalgası yani modern medeniyet tarihinde hiç görülmemiş devasa bir göç dalgasının çıkacağı söyleniyor. Bu da ikinci önemli haber yani altı ay kadar bir süre var. Birleşmiş Milletler’de Paris İklim Antlaşması'nın tarafları için bir zirve toplantısı yapılacak ve altı aydan az bir süre kalmışken bazı bilim insanlarını da şoke edici olarak nitelendirildiği bir şey. Sıcaklık artışı, 1,5 derecelik Endüstri Çağı’na göre artışı 189 ülkenin imzalayıp onayladığı, meclislerinden de geçirerek onayladığı, taraf olduğu Paris İklim Anlaşması’nın azami hedefinin çok altında. Bu anlaşmanın şimdi çok daha ciddi olarak yetersiz düzenlenmiş olduğu ve hatta şu anda 1,5 derecenin de yüksek olduğu, şu anda içinde bulunduğu dünyanın ortalama 1,2 derecede sürdürülmesi halinde de önümüzdeki yıllarda yani 10 yıllar ve 100 yıllar içinde çok ağır zararlara ve ziyana yol açacağı, özellikle de deniz kenarlarında, sahilde yaşayan nüfusların yaptıkları çalışmaları da boşa çıkaracağı, mahvedebileceği ve aşırı maddi zararlara yol açacağı da söyleniyor. Bunu önlemek için de şu an yaşadığımızdan daha serin bir havaya ulaşmamız gerektiğini yani Endüstri Çağı’na göre 1 dereceye yakın bir artışla yetinmemiz ve hatta mümkünse daha da azına yönelmemiz gerektiğini belirtiyor bilim insanları. Apaçık Radyo’da çeşitli programlarda da söylemeye çalıştığımız hedeflerin daha da altında ya da üstünde diyelim, ön hedef olarak söyleyecek olursak, yükseğe bakacak olursak acilen özellikle buz örtüleri için buzullar için güvenli bir sınır olması gerekiyor. Hem Kuzey Kutbundaki Grönland'ın, hem de Güney Kutbundaki Antarktika’nın fevkalade büyük bi erime durumu içinde olduğu söyleniyor ve hatta bu araştırmanın yazarlarından Jonathan Bamber gazetecilere demiş ki, “Sağlam, güvenli bir sınır için bir adaptasyona ihtiyacımız var, yoksa sahilde oturan bütün topluluklar, nüfuslar ülke içlerine doğru zorla göç etmek zorunda kalacaklar. Güvenli sınır da yaklaşık 1 santimetre deniyor yani bu güvenli sınır aşılır ise o zaman herhangi bir adaptasyon yapılmasını sağlamak son derece zor olacak ve çok büyük, medeniyet tarihinde hiçbir zaman asla rastlanmamış ölçeklerde kitle göçleri olacak.”
Eskiden Türkiye'de, bizim ilkokullarda okutulan göç haritaları vardı ve şimdi iklimle ilgili olarak onu koymak gerekecek herhalde. Zamanlama açısından da bu araştırmayı yapanların baş yazarı Birleşik Krallık'taki Durham Üniversitesi'nden Chris R. Stokes da demiş ki, “Bizim dünyadaki genç nüfusun hayatı içinde yılda 1 santimetrelik yükselme konu dışı değil. Genel hesaba gelecek olursak, bu araştırmanın da gösterdiği gibi yeryüzünde 8 milyardan fazla insan yaşıyor yani net olarak 8 milyar 180 milyon. Bu da Birleşik Krallık Doğal Çevre Araştırma Konseyi’nin hesabı ve deniyor ki buz örtülerinden sürekli kitle kaybı olur ise sahil nüfuslarında yaşayan insanların yaklaşık 1 milyarı, deniz seviyesinden 10 metre altında yaşadıklarını ve 230 milyonun da deniz seviyelerinden neredeyse 1 metre yükseklikte yaşadığı belirtiliyor. Eğer adaptasyon olamaz ise o zaman 20 santimetrelik deniz seviyesinin yükselmesi 2050'ye kadar - yani şunun şurasında 25 yıl var - seller ortalığı götürecek ve dünyanın 136 en büyük sahil şehirlerinden bazıları - tabi ki bunların içinde başta İstanbul olmak üzere Türkiye'den de pek çok önemli şehir var - 1 trilyon dolar ya da daha fazla kayıp verecek. Bunu da kimsenin ödemesi kolay olmayacak hatta imkansız olacak diye söyleyebiliriz.
Bir diğer yandan bu yeni araştırmada pek çok başka araştırmadan da bahsediyorlar. 1990'ların başında dünyada küresel iklim değişikliği devam etmesine rağmen buzul örtüleri, buzdağları çok daha sağlıklı görünüyorlardı. Küresel ısınma o zaman da vardı tabi ama daha kurtarılabilir bir durum olabilirdi ama şimdi artık çok daha hızlı bir adaptasyon sürecine ihtiyaç var. Hatta adeta radikal tedbirler alınması gerektiğini öneriyor gazeteler ve başka araştırmalardan da bahsediliyor. İklim acil durumu çok daha kötüleşti ve özellikle deniz seviyelerindeki su yükselmeleri meselesi var. Mesela Nature dergisinin Şubat sayısındaki bir başka araştırmada da buzulların 2000 yılından bu yana yıllık olarak 273 milyar ton buz kaybettiği söyleniyor ve bu da çok son derece kaygı verici bulunmuş.
Çok sık araştırma çıkıyor ortaya ve İskoç ekolog Alan Watson Featherstone da hem ABD, hem de Birleşik Krallık hükümetlerine bir çağrıda bulunmuş, “Pek çok ülke bulundukları taahhütleri yerine getirmekte aciz kalıyor. Özellikle de ABD'de ikinci defa seçilen başkan Donald Trump’ın bir enerji acil durumu ilan ettiği ve Paris Anlaşması’ndan da çekildiği hesaba katılırsa bu durum son derece vahim. İklim yıkımını önlemek için yapılan eylemler tamamen yetersiz ve bugünkü insanlığın kültür medeniyeti tam bir intihar yolundadır. İnsanlık intihara doğru gidiyor.” Featherstone, ayrıca araştırmanın da yazıcılarından bir tanesi. The Guardian'da da Damian Carrington da aynı şekilde 1.5 derecenin tutturulamaması halinde milyonlarca insanın kıyılardan iç bölgelere göç etmek zorunda kalacaklarını söylüyor.
Dünyada açlığın geçen sene savaşlardan dolayı dört yılda ikiye katlandığı haberini de vermiştik – Democracy Now!’da vardı. Yeni bir Birleşmiş Milletler Anlaşması’nda küresel açlığın yepyeni bir safhaya ulaştığını, evreye geçtiğini söylüyorlar. 295 milyon insanın akut açlık çektiği ve bunun da 2020'ye göre iki katına çıktığını, çok kaygı verici bir artış olduğunu söylüyorlar. Küresel açlığın en büyük sebeplerinden bir tanesi savaşlar ve çatışmalar. Apaçık Radyo'nun çeşitli programlarında sık sık söylemeye çalışıyoruz; Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nde, Haiti'de, Sudan'da, Güney Sudan'da, Birmanya'da, Burma'da ve tabi ki Gazze'de, Filistin'de, işgal altındaki topraklarda hat safhada açlık oldu. Bunu da savaşların yol açtığı göçlerin dışında iklim yıkımının da önemli payı olduğunu da her zaman söylemeye çalışıyoruz. Durumun bir cehennem manzarası olduğunu gösteren bir durum var.
Bir diğer yandan da tam da öyle olmadığını söyleyenler de var. ABD'nin İçişleri Bakanı Doug Burgum, Salı günü ABD Meclis Komitesi'ne verdiği bir demeçte ‘iklim krizinin hızlandığı konusunda hiç telaşa mahal yok’ demiş yani benim söylediklerimin de yanlış olduğunu dolaylı olarak söylemiş oluyor. Ayrıca Donald Trump'ın bu yeni bütçesini de savunmuş Doug Burgum ve demiş ki, “Mükemmel güzellikteki bir kanun bütün vergi indirimlerini uzatacak ve 5 milyar da İçişleri Bakanlığı'nın fonlamasından kesilecek,” demiş. “Peki, iklim krizi ne olacak?” diye soruyorlar. Joe Biden'ın Inflation Reduction Act yani enflasyonu azaltma, indirme kanunu diye adlandırılan kanunu ne olacak diye sorulduğu zaman da Temsilciler Meclisi’nden Chellie Marie Pingree demiş ki, “Bu, kritik sektörde resmen bütün destekleri kesmek anlamına gelecek ve iklim konusundaki bütün kaygılarımızı da hiçe sayan bir anlayış.” Burgum da cevap vermiş, “Böyle bir tehlike yok, çok zamanımız var iklim krizini çözmek için siz hiç merak etmeyin.”
Bilim dünyasında da tam bir mutabakat, fikir birliği var. İklim krizi ekosistemleri etkilemez demeye getiriyorlar, ABD’nin en yetkili bakanı ‘potansiyel’ lafını kullanmış, “Bir potansiyel ısınma var ve bunu da önleyeceğiz,” demiş. Yani çok ciddi eleştiriler almasına rağmen kendi yolunda gidiyor Trump yönetimi. Bu konuda gayet kaygı verici gelişmeler var ama Avrupa'daki ülkeler de o şekilde davranmaya devam ediyorlar.
Son birkaç dakikamız kalmışken şundan da bahsedelim; yarın 22 Mayıs Dünya Biyoçeşitlik Günü. Greenpeace Akdeniz'den gelen bir medya ile dünyanın da sessiz bir kriz yaşadığını gördük. Türlerin birer birer yok olduğunu ve her dakikada bir türün yok olduğunu açıklayan Uluslararası Doğa Koruma Birliği'nin 2024 kırmızı liste verilerine göre değerlendirilmesi yapılmış ve 166 bin canlı türünden 46 binden fazlası yok olma tehlikesiyle karşı karşıya; amfibilerin yani denizde ve karada yaşayanların %41'i - neredeyse yarısına yakını, memelilerin %27'si, kuşların %13'ü ve resif oluşturan mercanların ise %33’ü büyük tehdit altında. Doğadaki bu sessiz çöküşün yalnızca kutuplardaki ayılar ve Amazon'daki jaguarlar için geçerli olmadığını, Türkiye'yi de etkilediğini açıklıyorlar. Greenpeace Türkiye'de ve denizlerde müsilaj ile istilacı türlerin çoğaldığı; deniz kaplumbağaları, turnalar, yaban araları tehlike altında ve tüm bu yok oluşun ortak sebebi ise iklim krizi. ‘Havalar ısınıyor, sular çekiliyor, yangınlar çoğalıyor, kuraklık artıyor. Doğal yaşam alanları da tehlikede’ diye açıklama var. Greenpeace Türkiye Dijital Etkinleşim Yöneticisi Begüm Çapan da bunları bize iletmiş durumda. Bu durumda ise Dünya Biyolojik Çeşitlilik Günü'nü bir gün önceden kutlamak için yani biyoteşitliliğin, hayatın çeşitliliğini yani hem genler, hem türler, hem de ekosistemler arasındaki biyoteşitliliğin korunmasının şart olduğunu, hepsinin birbirine bağımlı olduğunu kim bilir kaç defa söyledik.
Şimdi size veda ederken bir biyoçeşitlik şarkısıyla veda ediyoruz. Interactive Biology diye bir kuruluştan gelen son derece hoş bir şarkı var. Learning Unlimited Preparatory School for the Nature Foundation of St. Martin diye de bir kuruluşun özel öğrencilerinden de, 9. sınıf öğrencilerinin de katıldığı harika bir şarkı var. Şöyle diyor sözlerinde “Biyoçeşitlilik, biz sensiz yaşayamayız. Bütün türler birbirine bağlıdır. Dolayısıyla var gücümüzle bağırmalıyız. En küçük mikroptan büyük mavi balinaya kadar her şey birbirine bağlı. Hayatın ağı içindeki her bağı hayati bir ayrıntıdır. Onsuz yaşayamayız. Onun için de bağırmalıyız” diyorlar. Şimdi o şarkıyı çalarak bitiriyor ve hepinize hoşçakalın diyoruz.