Atlas Sarrafoğlu İklim Kuşağı Konuşuyor'da Los Angeles'taki yangın başta olmak üzere haftanın iklim olaylarını yorumluyor.
Merhaba Apaçık Radyo dinleyicileri,
İklim Kuşağı Konuşuyor programına hoş geldiniz. Ben Atlas Sarrafoğlu. 17 yaşında bir iklim aktivistiyim. 11 yaşından bu yana iklim krizini öğreniyor ve anlatıyorum. Bu hafta da size iklim haberlerinden derlediğim bir program hazırladım.
Dünya Meteoroloji Örgütü, WMO, 6 uluslararası kuruluşun verilerine dayanarak hazırladığı, geçen yıl kayıtlara geçen sıcaklığa ilişkin raporunu yayımladı.
Raporda, “WMO, yüzey sıcaklığının 1850-1900 dönemini kapsayan sanayi öncesi ortalamanın yaklaşık 1,55 derece üzerinde kaydedildiği 2024’ün en sıcak yıl olduğunu doğruluyor” ifadesi kullanıldı. 2015-2024 döneminin, kayıtlara geçen “en sıcak 10 yıl” olduğu belirtilen raporda, küresel ortalama sıcaklığın 1850-1900 ortalamasının 1,5 derece üzerinde olduğu ilk takvim yılının görüldüğü bildirildi.
Raporda, 2024’te, olağanüstü kara ve deniz yüzey sıcaklıkları ile okyanus ısısının görüldüğüne işaret edilerek, Paris Anlaşması’nın, uzun vadede küresel sıcaklık artışını 1,5 dereceyle sınırlandırma hedefinin devam ettiği ancak ciddi tehlike altında olduğu kaydedildi.
WMO’nun, Mart 2025’te “Küresel İklim Durumu 2024” başlıklı raporunu yayınlayacağı belirtilen raporda, sera gazları, yüzey sıcaklıkları, okyanus ısısı, deniz seviyesinin yükselmesi ve buzul çekilmesi dahil temel iklim değişikliği göstergelerinin tüm ayrıntılarının bu raporda yer alacağı kaydedildi.
Raporda görüşlerine yer verilen BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, WMO’nun raporunun, küresel ısınmanın, somut ve inkar edilemez bir gerçek olduğunu bir kez daha kanıtladığını ifade etti.
Bazı yıllardaki sıcaklıkların, sanayi öncesi ortalamanın 1,5 derece üzerinde kaydedilmesinin uzun vadeli hedeflerden vazgeçileceği anlamına gelmediğini kaydeden Guterres, şunları kaydetti:
“Bu, doğru yola girmemiz için daha da sıkı mücadele etmemiz gerektiği anlamına gelir. 2024’te görülen kavurucu sıcaklıklar, 2025’te çığır açan iklim eylemi gerektiriyor. İklim felaketinin en kötüsünden kaçınmak için hala zaman var. Ancak liderler hemen harekete geçmeli.”
WMO Genel Sekreteri Celeste Saulo ise iklimle ilgili tarihi anlar yaşandığına dikkati çekti.
Saulo, “Sadece bir veya iki rekor kıran yıl değil (rekor sıcaklıklar açısından) tam 10 yıllık bir seri yaşadık. Buna yıkıcı ve aşırı hava olayları, yükselen deniz seviyeleri ve eriyen buzlar eşlik etti. Bunların hepsi, insan faaliyetleri nedeniyle rekor kıran sera gazı seviyeleriyle desteklendi” ifadesini kullandı.
Sıcaklık artışının sanayi öncesi döneme göre 1,5 derece fazla ölçüldüğü bir yılın, Paris Anlaşması’nın uzun vadeli hedeflerine ulaşılmadığı anlamına gelmediğini vurgulayan Saulo, “Isınmanın her bir derecesinin önemli olduğunu kabul etmek önemli. 1,5 derecenin altında veya üstünde bir ısınma seviyesi ile küresel ısınmanın her ilave artışı, hayatlarımız, ekonomilerimiz ve gezegenimiz üzerindeki etkileri artırır” değerlendirmesinde bulundu.
En sıcak yaz haberleri çevrede yayılmaya başladığı anlarda Los Angeles’ta hem de kış ortasında bölgede yaşanan en büyük yangınlara sahne oluyordu.
Peki iklim krizi Los Angeles yangınlarını tetikledi mi?
Güney Kaliforniya'daki orman yangınları on binlerce dönüm araziyi küle çevirdi, binlerce binayı yok etti ve en az 28 kişinin ölümüne neden oldu. Uzmanlar, küresel ısınmanın bu yıkıcı yangınlara zemin hazırlamış olabileceğini söylüyor.
Gezegen ısındıkça, dünya genelinde yağışlar daha düzensiz hale geliyor ve bu durum ıslak ve kuru koşullar arasında keskin geçişlere yol açıyor. UCLA'de iklim bilimci olan Daniel Swain, bu tür “hava durumu kırbaçlamasının” Kaliforniya'daki yangın riskini artırdığını belirtti.
Geçen yıl Los Angeles rekor seviyede yağış aldı ve bu durum otların ve çalıların büyümesini tetikledi. Ancak bu kış, şehir alışılmış yağış miktarının sadece küçük bir kısmını aldı ve yoğun bitki örtüsünün kurumasına neden oldu. Bu kurak koşullar ışığında, federal yetkililer bölgede “önemli yangın potansiyeli” konusunda uyarıda bulundu.
Durumu daha da kötüleştiren bir diğer faktör, bölgede kış aylarında dağlardan denize doğru sıcak ve kuru hava getiren Santa Ana rüzgarlarının alışılmadık derecede güçlü olması. Swain, bu rüzgarların güçlenmesiyle ilgili çok az kanıt bulunduğunu belirtse de, iklim değişikliğiyle birlikte Kaliforniya'nın kuru sezonunun erken kışa kadar uzandığını ve Santa Ana rüzgarlarının genellikle bu dönemde oluştuğunu söyledi. Ona göre, “Güney Kaliforniya’daki orman yangınlarıyla iklim değişikliği arasındaki temel bağlantı bu.”
Daha da endişe verici olan, önümüzdeki aylarda kurak koşulların devam etme olasılığı. ABD meteoroloji yetkilileri Perşembe günü Pasifik Okyanusu'nun resmen La Niña aşamasına girdiğini açıkladı. Bu durum genellikle Kaliforniya’ya daha kurak hava koşulları getiriyor.
Avrupa hava durumu yetkilileri ise Cuma günü, 2024’ün rekor seviyede en sıcak yıl olduğunu ve sanayi öncesi döneme göre 1,5 derece C’den daha sıcak olarak ölçülen ilk yıl olduğunu duyurdu. Dünyanın, Paris Anlaşmasında belirtilen 1,5 derece hedefini resmen aşıp aşmadığını söylemek için henüz erken; çünkü bu, birkaç yılın ortalama sıcaklığına göre değerlendirilecek. Ancak rekor sıcaklıklar alarm yaratıyor.
“Son on yılın her yılı, kaydedilen en sıcak 10 yıldan biri,” diyor Avrupa hava durumu servisi yetkililerinden Samantha Burgess. “Şu anda, Paris Anlaşmasında tanımlanan 1,5 derece seviyesini geçmenin eşiğinde bulunuyoruz.”
Evet, Paris Anlaşmasının üzerinden tam 10 yıl geçmesine rağmen bugün sanayi devrimi sonrası ısıya kıyasla 1.5 dereceyi aşmış bir durumdayız. Los Angeles yangınları da 2025'in nasıl bir yolda olduğunu gösteriyor zaten.
Bu sadece buzdağının görünen kısmı. Gezegen hala ısınmaya devam ediyor ve bu ısınma da devam edecek. Fosil yakıtları yakmayı sürdürdüğümüz sürece bu tür felaketler çok daha kötü hale gelecek. Bu yüzden, evet, şu anda önlemler almamız gerekiyor, ancak bir noktada bu önerilerin hepsi gezegenin durumu karşısında tamamen etkisiz kalacak. Şu an yalnızca bir buçuk derece ısındık, peki ya sıcaklık, sanayi öncesi seviyelerin iki derece ya da iki buçuk derece üzerine çıktığında nasıl olacak? Bu, şu an hayal bile edemeyeceğimiz bir kâbus olacak.
Dolayısıyla, bu tür küçük adaptasyonları yapmamız gerekiyor, ancak bu, devasa bir orman yangınını bir bahçe hortumuyla söndürmeye çalışmak gibi olacak. Bir noktada bu tamamen işe yaramayacak. Bu nedenle, kök sebebe, yani fosil yakıt kullanımına, mümkün olan en hızlı şekilde odaklanmamız gerekiyor, çünkü bu bizim hayatta kalmamızla ilgili. Şu an bile tam olarak öngöremediğimiz etkilerle karşılaşacağız. Aynı anda birden fazla etki ortaya çıkacak, gıda sistemimize darbe vuracak, milyonlarca insanın birkaç gün içinde hayatını kaybetmesine neden olacak sıcak hava dalgaları yaşanacak.
Şunu da belirtmek istiyorum: Fosil yakıt endüstrisi 1970’lerde bu krizi olağanüstü bir netlikle öngördü. Dünya liderlerini uyarmak ve bilim insanları ile birlikte bir geçiş süreci başlatmak yerine, dezenformasyon yaymayı ve harekete geçilmesini engellemeyi seçtiler. Bunun insanlık tarihindeki en büyük ahlaki başarısızlık olduğunu düşünüyorum. Ve bence bu sadece başlangıç... Gezegen hala ısınıyor.
Her yıl Carbon Footprint Tracker ülkelerin Limit Aşım Gününü açıklar. 2025 yılı için Türkiye’nin limit aşım günü 18 Haziran olarak belirlendi.Yani eğer Dünya üzerindeki herkes Türkiye gibi aynı tüketim seviyesinde yaşasaydı, gezegenin yıllık biyokapasite bütçesinin tükeneceği tarihi işaret ediyor. Geçtiğimiz sene Türkiye 22 Haziran’da Limit Aşımı Gününe ulaşmıştı. Bu sene 2024 yılına kıyasla 4 gün önce bir yıllık doğal kaynaklarımızın tamamını tüketiyoruz.. Ekolojik limit aşımı giderek büyüyor. Bunun sonucunda, insanlık hızla artan bir ekolojik borçla karşı karşıya. Mesela Katar bu yıl 6 Şubat’ta limit aşımı gününe ulaşacak. Bir ülkenin 37 gün içinde bir yıllık kaynaklarını bitirmiş olması normal sayılamaz.
Bir taraftan da Guardian’ın yayınladığı bir makaleye göre, dünyanın en zengin %1’i, 2025 için küresel karbon bütçesinin adil paylarını yılın sadece 10 günü içinde tüketmiş durumda. Bu, özellikle dünya çapında zaten yıkıcı iklim felaketlerinin yaşandığı göz önüne alındığında, korkunç bir durum. Sosyal ve ekolojik olarak yıkıcı olan servetlerinden vergi alınması, hiç düşünmeden kabul edilmesi gereken bir konu olmalıdır.
Gezegenimiz sonsuza kadar tükenemez, bu nedenle aşım er ya da geç sona erecek. Soru şu: Bu, planlı bir şekilde mi yoksa bir felaketle mi gerçekleşecek? Şu anki gidişata bakarsak, geleceğe umutla bakmak giderek zorlaşıyor.
Çarşamba günü ise Dünya Ekonomik Forumu “2025 Küresel Riskler Raporu”’nu yayınladı.
WEF’in amiral gemisi olan “Küresel Riskler Raporu”nda, katılımcıların neredeyse dörtte biri, devlet temelli silahlı çatışmaları 2025 için en acil endişe kaynağı olarak sıraladı.
Yanıltıcı ve yanlış bilgi, üst üste ikinci yıl boyunca iki yıllık zaman diliminde en büyük riskler arasında gösterilirken, aşırı hava olayları, biyolojik çeşitlilik kaybı ve ekosistem çöküşü gibi çevresel endişeler 10 yıllık risk sıralamalarında baskın yer tuttu.
Sıcak hava dalgaları, kasırgalar ve seller gibi aşırı hava olayları, hem kısa vadeli hem de uzun vadeli riskler arasında öne çıktı.
İklim krizi, aşırı hava olaylarını daha sık ve daha şiddetli hale getiriyor.
Rapor, 130'dan fazla ülkeden yaklaşık 3.000 liderin WEF’in yıllık toplantısına katılmaya hazırlandığı bir dönemde yayımlandı. Dört gün sürecek etkinlik, Pazartesi günü İsviçre’nin Davos köyünde başlıyor.
Raporda aşırı hava olayları, 2 yıllık öngörüde en yüksek ikinci risk, 10 yıllık öngörüde ise birinci risk olarak sıralanıyor. Gençler ve sivil toplum temsilcileri bunu en kritik mevcut risk olarak değerlendirme eğilimindeyken, bu risk tüm paydaş grupları için de önümüzdeki on yılın en büyük riski olarak öne çıkıyor.
İklim Eylemi stratejileri, mevcut ve gelecekteki riskleri etkili bir şekilde ele almak için adaptasyon ve azaltımı önceliklendirmeli. Bu nedenle, Herkes İçin Erken Uyarı sistemleri gibi girişimler, dayanıklılık oluşturmak ve en savunmasız olanlar da dahil olmak üzere hayatları korumak için hayati önem taşımakta.
Bu kapsamda 2025 yılına bakacak olursak, uluslararası iklim ve çevre politikaları açısından jeopolitik engeller açıkça önümüzde duruyor. Ancak, bilim insanları 2024’ün muhtemelen kaydedilen en sıcak yıl olduğunu bildirirken, hiç olmadığı kadar güçlü ve acil eylemler, gezegenin üçlü krizini durdurabilmemiz için daha da şart hale geliyor. Bu yüzden, 2025 yılı, Brezilya’nın Belem şehrinde gerçekleşecek COP30 zirvesi ile doruk noktasına ulaşacak ve çevre üzerine çok taraflı süreçler için dönüm noktası olabilir. Bu nedenle, bu yılki başarı veya başarısızlık olasılıklarını belirleyecek kilit meseleler ve temalara bakacak olursak; bir kaç ana başlık önümüze çıkıyor. Ulusal katkı beyanları yani kısaca NDClerin kritik rolü, fosil yakıtlardan aşamalı çıkış, çevre tabanlı çözümler ve fosil yakıt ve çevre sübvansiyonların bizi daha güvenli bir yarına taşıyabileceğini görüyoruz.
Paris Anlaşması’nın “atardamarı” olarak tanımlanan, her beş yılda bir, daha iddialı ulusal iklim planlarının sunulması gerektiğini belirten tırmanma mekanizması, her ülkenin bu ilkbaharda ve kesinlikle Belem’deki zirve öncesinde, emisyonları azaltma ve iklim değişikliğine uyum sağlama planını sunması gerektiği anlamına geliyor. Bilim daha acil hale geldikçe, bu NDC turunun yalnızca geniş taahhütlerden öteye gitmesi gerektiği kesinlik kazanıyor. Karar alıcılar, iş dünyası ve finans dünyası, iklim bilimciler, geçişin gerçekleşebilmesi hırs ve ayrıntıya önem vermek durumunda.
Azerbaycan’ın Bakü şehrinde yapılan COP29, petrol, gaz ve kömürden enerji kaynağı olarak çıkış sürecinde, ne yazık ki, geriye doğru bir momentum sinyali verdi. Bu nedenle, NDC’ler, fosil yakıtların aşamalı olarak çıkışı için kapsamlı bir yaklaşımın parçası olarak üretim ve tüketimi açıkça ele almalıdır. Ancak, hızlandırılmış bir çıkış olmadan, net sıfır hedeflerine ulaşmak hala ulaşılmaz kalacaktır.
Ülkeler, doğayı iklim stratejilerine daha fazla dahil edecek mi? Ormanlar, sulak alanlar ve diğer ekosistemler, temel karbon yutaklarıdır ve maliyet etkin azaltım yolları sunar. Ancak, doğa tabanlı çözümler, geçmiş NDC’lerde yeterince temsil edilmemiştir. Bu yıl bir dönüm noktası olmalıdır.
Zarar veren sübvansiyonları reforme etme çağrılarına ve vaatlerine rağmen, hükümetler—özellikle Küresel Kuzey ülkeleri—fosil yakıtlara ve doğayı tahrip eden faaliyetlere milyarlarca dolar aktarmaya devam ediyor. Bu fonların düşük karbonlu geçişe yönlendirilmesi, dönüştürücü iklim finansmanını açığa çıkarabilir.
Yeni NDC turunun önemi o kadar büyük ki, 2025 yılı, 2024’teki gibi iklim finansmanı üzerine aynı odaklanmayı görmeyecek. Ancak, COP29’daki finansman konusunda hayal kırıklığı yaratan ilerlemelere rağmen, Bakü’den Belem’e giden yol haritası orada, iklim finansmanını artırmak için stratejik bir araç olarak kabul edilmiştir. Bu yol haritası, yenilikçi finansman mekanizmalarını, kamu-özel sektör ortaklıklarını ve Küresel Güney için kaynak mobilizasyonunun acil ihtiyacını vurguluyor. Gelişmekte olan ülkelerin, gelişmiş dünyanın onlara yardımcı olma konusunda ciddi olduğunu bir dereceye kadar güvence altına alabilmesi için, 2025 NDC’lerinin bu çerçeveyle uyumlu olduklarını göstermeleri gerekecek.
Bu hafta size iklim krizinin yarattığı felaketler üzerinden yapılması gerekenleri masaya yatırmaya çalıştım. Umarım gereken acil iklim adaleti, adil dönüşüm ve fosillerden çıkış bir an önce gerçek olur.