Pavlus'un mektupları

-
Aa
+
a
a
a

Kadim Anadolu Eserlerinden Seçmeler'de Haluk Mimaroğlu, Hristiyanlık tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul gören Tarsuslu Aziz Pavlus’un Galatyalılara yazdığı mektubu ele alıyor.

""
Pavlus'un mektupları
 

Pavlus'un mektupları

podcast servisi: iTunes / RSS

Ben, Haluk Mimaroğlu. Bu hafta Tarsuslu Aziz Pavlus’un Galatyalılara yazdığı mektubu ele alıp o dönemdeki gelişmelere değineceğiz.

Aziz Pavlus Tarsusludur. Açık kaynaklarda verilen bilgilere göre, Tarsus, Adana ile Mersin arasında, tarihte Clicia, günümüzde Çukurova diye adlandırılan bölgesinin kalbinde yer alır. Toros dağlarının eteğinde, Cydnus yani Berdan Nehri’nin Akdeniz’e kavuştuğu yerdedir. Tarsus, Anadolu’yu ve Akdeniz'i birbirine bağlayan kara ve deniz yollarının kesiştiği bir noktada yer alır ve tarihi Hititlere kadar uzanan çok eski bir yerleşimdir. 

Tarsus'taki Roma yolu

Tarsus isminin, Hititlerin fırtına tanrısı Tarhunza’dan geldiği düşünülmektedir. Bölgedeki verimli topraklar ve konumu nedeniyle Akdeniz’in önemli bir ticaret merkezidir. Hitit ve Asur hakimiyetinin ardından uzun süre Perslerin satraplık merkezi olarak da önemini korumuş ve İskender’in seferinden sonra gelişen Yeni Platonculuk, Gnostiklik ve Gizem geleneklerinin merkezi olmuştur.

Roma’nın genişleme döneminde Clicia korsanları Roma’nın Doğu Akdeniz’de hakimiyetine uzun süre engel oldu ancak M.Ö. 67’de Romalı komutan Pompeius korsanları yendi ve Clicia Roma eyaleti, Tarsus yerleşimi de Clicia’nın başkenti oldu.

Tarsus'taki Kleopatra Kapısı

Mısır kraliçesi Kleopatra ile Roma komutanı Marc Antonius, Tarsus’ta tanıştı, savaş gemileri Tarsus’ta inşa edildi. Tarsus, ilk Roma İmparatoru Augustus himayesinde sarayları, pazar yerleri, yolları, köprüleri, hamamları, çeşmeleri, su tesisleri, spor salonu, stadyumu, liman ve tersanesi ile daha da gelişti. Coğrafyacı Strabon’un aktardığına göre, birçok filozof, dil bilgini ve şair de Tarsus'ta yaşadı.

Tarsus, 200 bin kitaplı kütüphanesi ve akademisi ile bir bilim merkezi oldu. Halkı felsefeye ve diğer bilim dallarına büyük ilgi gösterdi. Starbon’a göre, Tarsus, bu konuda İskenderiye ve Atina'yı geçti. Roma, Tarsus’tan ve İskenderiye’den gelen alimlerle doldu.

Aziz Pavlus heykeli / Gregorio Fernández (1606) 

Bugünkü konumuz, Galatyalılara Mektup’un yazarı Aziz Pavlus da M.S. 5 yıllarında Tarsus’ta doğdu. Yahudi asıllı bir Roma vatandaşıydı.

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayınlanan İslam Ansiklopedisi’nin tarihi kaynaklardan aktardığına göre, Pavlus, Kilikya’da Tarsus’ta doğdu. İbrânîce adı Saul’dü. Kendisi Benjamin kabilesindendi. Çadır imalâtçısı veya dericiydi. Pavlus’un dili o zaman bölgede konuşulan basit İoncaydı ve Ârâmîce’yi de bilirdi.

Pavlus, önceleri Hristiyanlara zulmeden bir görüşteydi. Geleneksel açıklamaya göre, Şam’a giderken gerçekleşen bir hadiseden sonra Hristiyanlığı benimsedi. Pavlus’un yeni dine girişi Hristiyanlık tarihinde bir dönüm noktası oldu. Roma coğrafyasında, Gentile denen paganlara Hıristiyanlığın yayılmasına öncülük etti. Yahudi şeriat yasalarından vazgeçip, evrensel bir yaklaşım ile yeni dini yaymaya çalıştı. Katı yasalar yerine Mesîh’e inancı yeni bir umut olarak sundu.

Aziz Pavlus'un misyonerlik yolculuklarının haritası

Pavlus, yeni öğretiyi vazetmek üzere en az üç yolculuk yaptı. Yaklaşık M.S. 47 – 48 yıllarındaki ilk seferine Kıbrıs’tan başladı, Anadolu’nun çeşitli yerlerini dolaşarak Kudüs’e geldi. İkinci seferi, 49 - 52 yılları arasında Suriye’den başlayarak Anadolu, Makedonya ve Yunanistan’da devam etti ve Antakya’da sona erdi. Üçüncü seferini 52 - 57 yıllarında Efes’e ve Balkan ülkelerine gerçekleştirdi.

Pavlus, bu faaliyetleri nedeniyle Yahudilerce suçlandı. Roma vatandaşı olduğu için Roma mahkemelerinde yargılanmak üzere Roma’ya götürüldü. Muhtemelen de Roma’da öldü.

Pavlus görüşlerini Roma ülkesindeki çeşitli topluluklara yazdığı mektuplarla aktardı. Bunlardan birisi de Galatyalılara yazdığı mektup idi. Aziz Pavlus, Galatyalılardan başka Romalılara, Korintoslulara, Filipililere, Koloselilere, Selâniklilere ve Filemon’a da mektuplar yazdı.

Pavlus, mektuplarında Yahudi toplumuna yönelik katı şeriat kuralları yerine inanca dayalı evrensel din anlayışını vaaz etti. Tarsuslu Aziz Pavlus’un mektupları ve çabaları evrensel din anlayışının Filistin dışına taşınmasını sağladı. Zaman içinde Pavlus’un mektupları da derlenerek yeni dinin doktrinleri arasında yerini aldı.

'Aziz Pavlus Mektuplarını Yazıyor' tasviri / Valentin de Boulogne, 16. yüzyıl

Tarsuslu Pavlus’un Galatyalılara mektubunun M.S. 40 ile 50 yılları arasında yazıldığı düşünülmektedir.

Aziz Pavlus mektubuna, ‘Baba Tanrı tarafından haberci atanan ben Pavlus’ diyerek başlar. Bu sözlerle Pavlus, kendi kendini Galatya'daki taraftarlarına ilahi haberci olarak tanıtmaktadır.

Pavlus, mektubunun devamında ‘Bambaşka habere kayıvermenize şaşıyorum. Gerçekte başka haber yoktur’ diyerek farklı mezheplere kayan Galialılara serzenişte bulunur. Taklitlerden sakınmalarını öğütler, kendi haberi ile çelişen haberleri bildirenleri melekte olsa, kendi de olsa lanetler.

Pavlus, getirdiği haberlerin insandan kaynaklanmadığını, herhangi bir insandan alınmadığını, insandan öğrenilmediğini, mesihin açıklamalarıyla verildiğini belirtir. Bir vakitler kendisinin bile yeni inançları savunanlara baskı uygulamasına değinir. Artık değişip uluslara yeni haberi müjdelemek için görevlendirildiğini belirtir. Arabistan’a, Şam’a, Jerüzalem’e, Suriye’ye ve Kilikya’ya gittiğinden bahseder. ‘Bir zamanlar size saldıran kişi daha önce kırıp geçirdiği imanı şimdi müjdeliyor’ diyerek kendi kendini adeta affettirmeye çalışır. Bazı habercilerin sünnetli olanlara yani Yahudi olanlara kendisinin de sünnetli olmayanlara haberi müjdelemekte olduğunu söyler. Katı şeriat yasalarına sıkı sıkıya uymak yerine iman ederek inançla doğruluğa ulaşabileceklerini dile getirir. İman eden Yahudi ile Yunanlının, köle ile özgürün, erkek ile kadının hiç bir ayrımı yoktur, sünnetli olmak ile olmamanın da farkı yoktur diyerek geniş kitleleri etkilemeye çalışır.

Papirüs 46, M.S. 150 – 250, Efeslilerin sonu ve Galatyalıların başlangıcı - ΠΡΟϹ ΓⲀλⲀΤⲀϹ, PROS GALATAS metni ortada görülmektedir

Diğer tanrılara iman etmenin, özel gün, ay, mevsim, yıllara önem vermenin kölelik olduğunu söyler. ‘Köle olmayın, sevgi yolu ile birbirinizin uşağı olun’ der. Bedenin gereksiz isteklerine karşı koyulmasının gerektiğini dile getirir. Pavlus; rastgele cinsel ilişkiye, iğrençlik, soysuzluk, yalancı tanrılara tapıcılık, büyücülük, düşmanlık, kavgacılık, kıskançlık, öfke, sürtüşme, bölücülük, ikilik, çekememezlik, sarhoşluk, içkili-gürültülü eğlence alemleri ve buna benzer yapılmaması gerekenleri sıralarken; zamanın Dionysos şenliklerini, Kibele Attis dansçılarını yasaklarken adeta günümüzdeki muhafazakar görüşlerin temelini atmaktadır.

Dönemin siyasi ve dini gelişmelerine geçmeden şimdi bir müzik arası verelim ve 2007 yıllarında kurulan Antakya Medeniyetler Korosu’nun Yılmaz Özfırat'ın şefliğinde üç semavi dine mensup, altı farklı mezhebe sahip koro üyelerinin seslendirdiği “Kapat Şu Pencereyi” adlı esere kulak verelim.

Kadim Anadolu Eserlerinden Seçmeler programındayız. Tarsuslu Aziz Pavlus’un mektupları ve dönemi hakkında İslami kaynaklardan derlediğimiz bilgilerle programımıza devam ediyoruz.

İslam Ansiklopedisi’nin Hristiyanlık tarihi ile ilgili makalesine göre, Hristiyanlığın ortaya çıktığı Filistin, 100 yıldan beri hızlı bir şekilde Hellenleşmeye başlamıştı. Batılı tarihçilerin Hellenleşme diye adlandırdığı bu akım, aslında Anadolu’dan Hindistan’a kadar uzanan geniş coğrafyanın bir sentezidir. Münzevi bir hayat sürerek Ortodoks Yahudi inancına bağlı kalmayı hedefleyen mezhepler bile bu gücün etkisinden kurtulamamıştır. Bundan dolayı Hristiyanlık öncesi Kumran cemaati gibi münzevi Yahudi grupları da bu kültürel sentezin etkisini yansıtır.

Bu dönemde Yahudilik, gerek ibadet şekli, gerekse inanç çeşitliliği açısından bu kadim kültürlerin etkisinde kaldı. Bu kültürler, Yahudiliğin Ferisilik, Sadûkīlik, Essenîlik diye adlandırılan dini mezhepler ile Zealotlar, Herodlar gibi siyasi guruplara da yansıdı. Bunlardan Ferisilik mezhebi, Tevrat ve ritüellere önem veren, şifahi geleneğini ön plana çıkaran bir mezhepti.

Ferisilik mezhebi, bazı kaynaklara göre, kökleri taa Babil’den azat edilip gelen Yahudilere, inançları ve gelenekleri ise Mecuzilere dayanan bir mezhepti. Meleklere, ölümden sonra dirilmeye, ruhun ölümsüzlüğüne inanırlardı. Yahudi kökenli ilk Hristiyanlardan büyük bir kısmının Ferisiler’den geldiği düşünülmektedir.

Kudüs’teki Sadûkīlik mezhebi ise genellikle zengin ve aristokratlardan oluşmaktaydı. Tapınak görevlerinde ve İhtiyar Heyeti’nde hâkim durumdaydılar. Tevrat’a sıkı sıkıya bağlı olup, bedenen dirilmeye, meleklere, ruhun ölümsüzlüğüne ve Tevrat dışındaki geleneklere inanmıyorlardı.

Essenîlik mezhebi, tefekküre dayanan gnostik ve münzevi bir mezhepti. Çöllerde çilekeş bir hayat sürerlerdi. Essenî mezhebinin Hristiyanlığa ciddi bir etkisinin olduğu, ilk kiliselerin örgütlenmesinde de etkili oldukları düşünülmektedir. Mesihin geleceğini müjdeleyen Vaftizci Yahyâ’nın Essenîler ile ilişkisinin bulunduğu düşünülmektedir. Bazı kaynaklara göre, Mesih’in doğumunu müjdeleyen üç bilgenin de aslında Mecuzi Magileri olduğu söylenmektedir.

Farklı inançları benimseyen mezheplere ilaveten, Roma’nın Filistin ve civarını fethetmesi ile siyasi oluşumlar da ortaya çıkmıştır. Bir yandan Romalılara karşı Yahudilerin bağımsızlığını isteyen fanatik ve savaşçı Zealotlar, diğer yandan Roma idaresini destekleyen ve Roma kültürü ile kaynaşmayı hedefleyen Kral Herod taraftarı Herotçular da vardı.

Hristiyanlığın doğduğu coğrafyada Yahudilik dışında birbiriyle ilişkili başka kültürler de mevcuttu. Bir taraftan Yeni Eflâtuncu felsefenin çatısı altında birleşmiş olan Aristocu, stoacı, Epikurosçu ve septik düşünceler hayatı etkisi altında tutuyordu. Diğer taraftan ise Batılıların Hellenistik diye adlandırdığı aslında Anadolu’nun Kibelesi ile Doğu’nun Mithras’ından etkilenen kültür de bölgede etkisini gösterdi. Bu kültür sentezinin en belirgin izleri sanatta ve dinî alanda görülüyordu. Bu dinlerin temel inançlarından, ölen ve yeniden dirilen tanrılar doktrini Hristiyanlık’ta da yer aldı.

Roma İmparatorluğu’nun bölgeye hakim olması ile bir taraftan İmperyal Roma Kültü tüm ülkede kurulmaya çalışılırken, diğer taraftan da fethedilen ulusların tanrıları da dahil edilerek panteon gittikçe genişledi.

İmparator Hadrianus zamanında Bergama’da Mısır Tanrısı Serapis adına bir tapınak bile yapıldı ancak bölgeyi hâkimiyeti altında bulunduran Roma İmparatorluğu’nun dinî ve felsefî bakımdan bu coğrafya üzerinde etkin bir rolü olmadı. Geleneksel Roma dini umuma ait bir kült mahiyetindeydi ve şahsî niteliği yoktu. Romalı idareciler, İmparatoru tanrılaştıran evrensel bir din kurmak istemişlerse de hiçbir zaman başarılı olamadılar ve ayrıca diğer dinlerin taraftar bulmasına ve Roma ülkesinde yayılmasına da engel olamadılar. İmparator Augustus adına Galatya'da kurulan İmparatorluk Tapınaklarına, Augustus anısına kazınan yazıtlara rağmen Galatya başta olmak üzere yeni dinler ülkede yayılmaya devam etti.

Helenistik eğilimli Pavlusçu inanç, Roma topraklarında hızla yayılmaya devam etti. Bu inancın asıl gelişmesi Avrupa coğrafyasında oldu. Pavlus’un liderliğini yaptığı inanç, 1. yüzyıldan itibaren Avrupa’da ezilen sınıfların dikkatini çekti, köylü ve köleler arasında hızla yayılmaya başladı. Avrupa’daki halklar arasında kullanılan Doğu’nun sır dinlerinin yerini aldı. Roma İmparatorluğu’nun sosyal yapısını altüst etmeye başladı. İmparator Neron başta olmak üzere Roma’nın önlemleri yeni dinin yayılmasına engel olamadı ancak bütün bu gelişmelere rağmen Hristiyanlık, IV. yüzyıla kadar bir yer altı hareketi olma özelliğini sürdürdü.

Pavlus’un mektupları ve çabaları üç yüzyıllık bir süreçten sonra İmparator Constantinius’tan itibaren Roma’nın resmi dini olarak kabul edilerek bambaşka boyutlara taşındı. İnanç adına günümüzde de devam eden bitmez tükenmez savaşlara yol açtı. Umarız, ortak kültür ve kaynaklara dayanan farklı inançların sebep olduğu bu savaşlar artık sona erer, herkes kendi inançları doğrultusunda barış içinde yaşama imkanına kavuşur.

Bu vesile ile tarihte hiç bir zaman Helenistik dönem diye adlandırılan bir dönem olmadığını, Helenistik dönem adının 1800’lerde Büyük İskender hakkında bir kitap ile meşhur olan ve hatta Nobel ödülü alan Alman tarihçi Droysen’in hiçbir tarihi kaynağa dayanmadan, Hellenlerden esinlenerek İskender’in seferinden, Roma’nın Mısırı ele geçirmesine kadar geçen dönemi tarif etmek üzere bu döneme yakıştırdığı bir addan öteye değeri olmadığını belirtelim. Umarız; tarihçi, yazar, çevirmen, arkeolog ve mimarlarımız da bu döneme ait eserlere Hellenistik demeyi bırakır ve eserlerinde tarihi gerçeklere uygun başka tabirler kullanırlar.

Önümüzdeki hafta Anadolu’nun bir başka coğrafyacısı, Lydialı Pausanias’ın kitaplarında buluşmak üzere hoşça kalın dileklerimizi iletiriz.