İstanbul Adalar’da aktivizm biçimleri

-
Aa
+
a
a
a

Dünya Mirası Adalar'da Derya Tolgay ve Nevin Sungur, sosyal bilimci Yasemin Bahçekapılı ile 'İstanbul Adalar’da Aktivizm Biçimleri: Bir Kent ve Adalılık Mücadelesi' başlıklı tezi üzerine konuşuyorlar.

""
İstanbul Adalar’da Aktivizm Biçimleri
 

İstanbul Adalar’da Aktivizm Biçimleri

podcast servisi: iTunes / RSS

Derya Tolgay: Apaçık Radyo'da Dünya Mirası Adalar programından herkese merhaba. Ben Derya Tolgay.

Nevin Sungur: Ben Nevin Sungur.

D.T.: Teknik masada Feryal Kabil bizimle ve her zamanki gibi destekçimize teşekkür ediyoruz. Bugün heyecanla beklediğimiz bir çalışmayı yani İstanbul Adalar'da Aktivizm Biçimleri Bir Kent ve Adalılık Mücadelesi adlı tezini sevgili konuğumuz Yasemin Bahçekapılı ile konuşacağız. Hoş geldin Yaseminciğim.

Yasemin Bahçekapılı: Hoş bulduk Derya, davetiniz için teşekkür ederim.

N.S.: Hoş geldiniz.

Y.B.: Teşekkürler.

D.T.: Biz çok teşekkür ediyoruz. 2000’lerden günümüze Adaların geçirdiği dönüşümleri, Adalı topluluklar rehberliğinde ele alan bu çalışmanı hem Adalı olma hali, hem de ana karadan yalıtılmış fakat pek de ıssız olmayan Adalar’daki aktivizm biçimlerini anlatacaksın bize. Ama öncelikle iki tane haberimiz var, onları buradan duyurmak istiyorum.

Gündem hayli yoğun. Önce, Kıyı Hareketleri Dayanışma Ağı'ndan bahsetmek istiyorum. Biliyorsunuz, Kıyı Hareketleri Dayanışma Ağı; Türkiye'nin deniz, göl, nehir, sulak alanları ve tüm kıyılarında mücadele veren sivil inisiyatiflerden kurulu bir ağ ki daha önce de sizlere zaten birçok etkinliğini duyurmuştuk. Dünya Mirası Adalar olarak biz de hem birleşenlerinden biri, hem de kurucularındanız.

Türkiye'nin dört bir yanındaki tüm canlı ve cansızların ortak yaşam alanı olan deniz, göl, akarsu kıyılarının kiralanma adı altında işgal edilmesi ve kıyı ekosistemlerinin tahribatına karşı Kiralayamazsın dediğimiz bir basın açıklaması paylaştık bugün. Yaşam mücadelesinin bir bütün olduğu, sermayeye karşı mücadelenin ancak birleşik mücadele ile kazanılabileceğine dair inancımızla ekoloji örgütleri, demokratik kitle örgütleri, emek örgütleri, barolar, meslek odaları ve siyasi partilerden de yaklaşık 110 kadar imzacıyla destek verildi. Konuyla ilgli haberlere Kıyıda Hareketi sosyal medyasından ve aynı zamanda bizim Dünya Mirası Adalar’ın sosyal medyasından ulaşabilirsiniz.

Bir diğer haberimiz ise, yine Dünya Mirası Adalar’ın bir üyesi olan National Geographic kaşifi, şehir plancısı Sera Tolgay'ın yaklaşık iki senedir üzerinde çalıştığı Marmara Denizi Havzası üzerine gerçekleştireceği ‘İklim Değişikliğine Direnen Şehirler’ başlıklı söyleşisi üzerine. İTÜ Peyzaj Mimarlığı Bölümü Başkanı Prof. Dr. Hayriye Eşbah Tunçay ve Yuvam Dünya Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Gülşen Aytaç'ın katılımıyla gerçekleşecek bu etkinlik. 28 Kasım Perşembe saat 14:00'de İTÜ Mimarlık Fakültesi Taşkışla Kampüsü 109 numaralı salonda yapılacak. Dünya Mirası Adalar olarak biz de bu çalışmanın minik bir parçası olmaktan çok mutluyuz. Evet, şimdi sözü ben Nevin'e bırakayım.

N.S.: Yasemin Hanım, ben de tekrar bir kez daha hoş geldiniz diyorum. Sohbetimize başlamadan önce çok kısaca sizi tanıtmak isterim; İstanbul Üniversitesi Sosyoloji bölümünde lisansınızı, yine İstanbul Üniversitesi Kent Çalışmaları Programı'ndan yüksek lisansınızı tamamladınız ve en son olarak da Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Şehircilik Doktora Programı'ndan doktora derecesini aldınız. Şimdi de Kadir Has Üniversitesi'nde doktora sonrası araştırmacı olarak çalışmalarınıza devam ediyorsunuz. Ayrıca Linkedin profilinizde, kendinizi hevesli okuyucu, yaşam boyu öğrenen kaşif olarak tanımlıyorsunuz.

Derya’nın da dediği gibi, bugün tabir yerindeyse dumanı üstünde bir konuyu, doktora bitirme tezinizi konuşacağız; İstanbul Adalar’da Aktivizm Biçimleri Bir Kent ve Adalılık Mücadelesi. Çok kapsamlı bir konu ve çok fazla başlık var aslında, hepsini detaylı olarak konuşacağız şimdi ama o detaylara girmeden önce şunu sorarak başlayayım; neden Adalar'ı seçtiniz? İstanbul içerisinde Adalar'ın ayrı bir yeri, ayrı bir aktivizm tarzı olduğu için mi ya da Adalar'ı çok sevdiğiniz için mi?

Y.B.: Çok teşekkür ederim. Bu hikayeyi aslında tezimde de giriş bölümünde anlatıyorum çünkü ‘neden Ada’ sorusunun önemli olduğunu düşünüyorum.

Aslında Adalar üzerine ilk çalışmam Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Şehircilik bölümünde, benim de içinde yer aldığım bir araştırma projesiyle oldu. Bu proje, İstanbul'da yeni kentsel toplumsal hareketleri incelediğimiz bir araştırmaydı ve Adalar’dan da bir toplumsal hareketi Adalar Savunması’nı ele almıştık. Adalar ile ilk olarak bu şekilde tanıştım. Ben, Şehir Bölge Planlama bölümünde doktoramı tamamladım ama sizin de söylediğiniz gibi, sosyoloji bölümünden mezun oldum. Dolayısıyla kente bakışım daha çok sosyal bilimci toplumsal ilişkiler üzerinden üzerinden oldu. Adalar Savunması örneği bana, kentsel mücadelenin gündelik hayata dahil edilmesinin önemini ve mekanla kurduğumuz ilişkinin önemini görmemi sağladı. Hem mekanla, hem de birlikte yaşadığımız insanlarla ve doğayla yüksek temaslı bir ilişki içerisinde olmamızın hem aktivizm konusunu, hem mücadele konusunu değiştirdiğini gördüm.

Bunun üzerine doktoramda, kentsel toplumsal hareketler üzerine çalışmak niyetiyle başladığımda danışman hocalarımla birlikte bunun alanı neresi olabilir diye düşünürken benim bakış açım biraz daha toplumsal hareketleri ve mekan mücadelesini mikro ilişkiler üzerinden ele alma isteğim sebebiyle Ada bize çok yakın geldi.

Bu seçim 2020 yılında yapıldı yani tam pandemi dönemine denk geliyordu. O dönemde Adalar’ın gündemi belki hiç olmadığı kadar hareketliydi - hem faytonların kaldırılması tartışmaları vardı, hem de İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin katılımcı planlama çalışması yürütülüyordu.

Bu dönemde ilk olarak doktora araştırmasına başlarken Ada’da rehber kişilerle görüşüp biraz daha burayı anlamaya, nelerle karşılaşacağımı görmeye çalıştım. Gerçekten de tam da benim ele almak istediğim, insanın mekanla kurduğu ilişki ve yaşadığı yer için mücadele etme motivasyonlarını ele alabileceğim bir yer olduğuna karar verdik ve böylece Adalar’ı seçtik.

Adalar’da aktivizm kendine özgü bir şey mi diye sordunuz ki bu soru çok kıymetli, bu, tez çalışmasında da bir başlık olarak ele aldığım bir konu - en kısa bir şekilde cevaplarsam kesinlikle öyle. Aslında baktığınızda Ada’nın dört tarafı denizlerle çevrili yani nasıl kentsel mücadeleyi konu ediyoruz diye bir soru beliriyor ama İstanbul Adaları’nın anakaraya olan yakınlığı ona kentsel özellikler veriyor. Aynı zamanda 2000'ler ve özellikle 2010 sonrası aldığı göç ile birlikte Adalı profili de değişiyor. Dolayısıyla Ada gündemi hem İstanbul anakarasıyla çok iç içe geçiyor, hem de Adalılık halleri, Ada’yı yaşama biçimleri, Ada’yı algılama şekilleri çeşitleniyor. Böylece burada aktivist profiller, aktivist topluluklar da çeşitleniyor.

Aslında Adalar üzerine ilk çalışmam Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Şehircilik bölümünde, benim de içinde yer aldığım bir araştırma projesiyle oldu. Bu proje, İstanbul'da yeni kentsel toplumsal hareketleri incelediğimiz bir araştırmaydı ve Adalar’dan da bir toplumsal hareketi Adalar Savunması’nı ele almıştık. Adalar ile ilk olarak bu şekilde tanıştım. Ben, Şehir Bölge Planlama bölümünde doktoramı tamamladım ama sizin de söylediğiniz gibi, sosyoloji bölümünden mezun oldum. Dolayısıyla kente bakışım daha çok sosyal bilimci toplumsal ilişkiler üzerinden üzerinden oldu. Adalar Savunması örneği bana, kentsel mücadelenin gündelik hayata dahil edilmesinin önemini ve mekanla kurduğumuz ilişkinin önemini görmemi sağladı. Hem mekanla, hem de birlikte yaşadığımız insanlarla ve doğayla yüksek temaslı bir ilişki içerisinde olmamızın hem aktivizm konusunu, hem mücadele konusunu değiştirdiğini gördüm.

Bunun üzerine doktoramda, kentsel toplumsal hareketler üzerine çalışmak niyetiyle başladığımda danışman hocalarımla birlikte bunun alanı neresi olabilir diye düşünürken benim bakış açım biraz daha toplumsal hareketleri ve mekan mücadelesini mikro ilişkiler üzerinden ele alma isteğim sebebiyle Ada bize çok yakın geldi.

Bu seçim 2020 yılında yapıldı yani tam pandemi dönemine denk geliyordu. O dönemde Adalar’ın gündemi belki hiç olmadığı kadar hareketliydi - hem faytonların kaldırılması tartışmaları vardı, hem de İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin katılımcı planlama çalışması yürütülüyordu.

Bu dönemde ilk olarak doktora araştırmasına başlarken Ada’da rehber kişilerle görüşüp biraz daha burayı anlamaya, nelerle karşılaşacağımı görmeye çalıştım. Gerçekten de tam da benim ele almak istediğim, insanın mekanla kurduğu ilişki ve yaşadığı yer için mücadele etme motivasyonlarını ele alabileceğim bir yer olduğuna karar verdik ve böylece Adalar’ı seçtik.

Adalar’da aktivizm kendine özgü bir şey mi diye sordunuz ki bu soru çok kıymetli, bu, tez çalışmasında da bir başlık olarak ele aldığım bir konu - en kısa bir şekilde cevaplarsam kesinlikle öyle. Aslında baktığınızda Ada’nın dört tarafı denizlerle çevrili yani nasıl kentsel mücadeleyi konu ediyoruz diye bir soru beliriyor ama İstanbul Adaları’nın anakaraya olan yakınlığı ona kentsel özellikler veriyor. Aynı zamanda 2000'ler ve özellikle 2010 sonrası aldığı göç ile birlikte Adalı profili de değişiyor. Dolayısıyla Ada gündemi hem İstanbul anakarasıyla çok iç içe geçiyor, hem de Adalılık halleri, Ada’yı yaşama biçimleri, Ada’yı algılama şekilleri çeşitleniyor. Böylece burada aktivist profiller, aktivist topluluklar da çeşitleniyor.

D.T.: Bu Son İstanbul ve Adalar Hepimizin, bizim senelerdir bu açılış, kapanış anonslarımız oldu gerçekten ve bir de Yürünebilir Adalar. Bu üç başlığımız bizim için çok kıymetli, programlarda da hep bundan bahsediyoruz.

Bütün bu mülakatları 39 kişiyle yaptın değil mi? Ama çok farklı kesimlerden yani Kent Konseyi’nden bütün sivili inisiyatiflere, vakıf ve STK'lara epey kapsamlı. Altı sene çok uzun bir süre ama o kadar önemli bir altı sene ki gerçekten senin tezinden film de olur, belgesel de çıkar - her şey var içinde. Bu kısa dönemde, aynı zamanda küçücük bir alanda sosyolojik ve ekonomik tarihi bu kadar çok olayın yaşanması çok muhteşem ve ellerine sağlık, harika bir çalışma. Sanırım bir programa sığmayacak mecbur ikinci bir program da yapacağız.

Biraz önce göçlerden bahsettin. Gerçekten de bizim çok az bildiğimiz ama senin çok iyi zemine oturttuğun bir son göç var. Erzincan depremi, sonra Van depremi ve bu depremler sonrası Adalar’a bir geliş, göç var. Ayrıca Erzurum, Sivas, Kastamonu şehirlerinden gelen göçten de bahsediyorsun. Bütün bu göçler sonucu tarihi ve kültürel peyzaja 850 adet gece kondu yapıldığını söylüyorsun.

Son olarak da pandemiyle beraber öğrenci, akademisyen, entelektüellerin buraya bir göçü var. Buradan sonrasını sana bırakalım.

Y.B.: Adalar’a göç deyince daha çok Adaların gayrimüslim nüfusu, çok kültürlü yapısı ve ardından Anadolu'dan gelen işçi göçü tartışılıyor; fakat son döneme baktığımız zaman - özellikle 2010 sonrası - anakaradan Ada’ya farklı profilde bir göç yaşanıyor. Son olarak senin az önce vurguladığın gibi, 2020 pandemisinde Ada’da yaşayan insanlar daha da değişiyor. Aslında, Adalar’ın temel profili yazlıkçı ve kışlıkçı Adalı iken pandemiyle birlikte bir değişiklik oluyor. Yazlıkçı Adalıların bir kısmı tam dönem Ada’da yaşamaya başlıyor. Anakaradan gelebilenler Ada’ya geliyorlar ve uzaktan çalışmanın getirdiği imkanlarla birlikte burada yaşamaya başlıyorlar. Tez çalışmamda da belirttiğim gibi, 2000'lerden 2024'e kadar bir akış var. 2010 ile birlikte Türkiye'nin duyduğu bir döviz ihtiyacı sonucu özellikle Orta Doğu'dan gelen turist akınlarıyla birlikte son İstanbul Adaları, o otantik yapısıyla birlikte çok dikkat çekici hale geliyor yani Adalar’da bir turistikleşme sürecinden bahsediyoruz.

Öte yandan tabii 2000'lerin başından itibaren, daha neoliberal kent politikalarıyla İstanbul'a yoğun bir şekilde hücum ediyor ve çok çeşitli kentsel dönüşüm çalışmaları yaşanıyor. Bunun sonucu insanların, bir yandan kentte nefes alacak alanlarının kalmaması, öte yandan da yaşanan sert politik çatışmalar nedeniyle hem bir kaçış, hem de umut alanı olarak Adalar’a yöneldiğini görüyoruz.

Adalar tabii ki, dışarıdan bakıldığında çok güzel, rahat, gösterişli yerleşimler olarak gözüküyor- tez çalışmasında da vurgulamaya çalıştığım en önemli noktalardan biri bu. Devam eden, akan bir gündelik hayat var ama Adalıların yaşadığı çeşitli problemler de var. Anakaradan uzak olmaya bağlı ihmaller var ve turist yoğunluklu bir yer olması sebebiyle, kamusal hizmetler açısından geri planda kaldığı bir yönü de var. Bu açıdan baktığımız zaman İstanbul’da politik olarak daha aktif olan kimi insanların da bu dönemde Adalar’a geldiğini görüyoruz. Aslında insanlara bir dinlenme alanı sunuyor ama aynı zamanda küçük bir alan olmasının, kolay örgütlenmek, bir topluluk oluşturmak ya da çalışılmak istenen konulara daha çok imkan sağlamak gibi umut verici bir özelliği de var. Dolayısıyla 2010'larla birlikte ama daha çok 2020'lerden itibaren çok farklı toplulukların, daha yoğun bir şekilde Adalar’da oluştuğunu görüyoruz.

Adalar tarihine bakarsak, 2000'ler öncesinde daha çok dernek, vakıf tarzı örgütlenme modelleri karşımıza çıkıyor. Onlar da zaten o dönemin ihtiyaçlarına karşılık geliyorlar. Çünkü o zamanlar Adalar gerçekten çok daha ıssız, daha çok ada. Anadolu'dan gelen göçleri ele aldığımızda hemşeri derneklerinin ya da kültür sanat derneklerinin ağırlıklı olarak yoğunlaştığını görüyoruz. Çünkü onlar hem sosyalleşme, hem de iş bulma gibi işlevlere karşılık geliyor. Fakat özellikle 2013 Gezi sonrasında daha demokratik bir yaşam, insanların yaşadığı yerde söz hakkının da olması vb. pratiklerinin daha baskın bir şekilde tartışılmasıyla birlikte Adalar’da farklı profilde topluluklar oluşuyor.

Burada tabii ki sonradan Adalara gelen insanların vurgulanması gereken en temel özelliklerinden biri de anakaradaki politik deneyimleri oluyor. Derya, bu konuda belki sen kişisel hikayeni anlatabilirsin.

D.T.: Son göç edenlerin yaralı olduğunu söyleyebiliriz belki - yaralarımız var ve onlara dokununca çok canımız yanıyor. 2013 öncesinde, daha çok da yerelde, bugünkü gibi dinamikler, o yeri korumaya yönelik bir sivil ağ, aktivizm vb. çok fazla yok dediğin gibi. 2013 senesinde kentsel dönüşüm var İstanbul'da ve sermaye harıl harıl orayla meşgul yani henüz Adalar ile meşgul olmasını gerektirecek bir durum da yok diye bir saptama yapabilir miyiz bilmiyorum - sen de dursun bu soru olarak.

Ne zaman ki İstanbul'da bitiyor, o zaman Adalar’a bir dönüş var. Yapılan imar planlarından, faytonların, atların bir günde kaldırılmasından, antidemokratik uygulamaları, senin bahsettiğin gibi azmanbüslerin bir anda gelmesinden, bütün toplanan imzaların, dilekçelerin yok sayılmasından falan hepsini arka arkaya ekleyebiliriz ama ben kişisel deneyimden şunu söyleyebilirim. Benim gibi insanlar, zaten İstanbul'da mücadeleyi vermiş ve kaybetmiş insanlar; babalarından, annelerinden kalan evleri, korudukları alanları, miraslarını koruyamamış, hafızayı kaybetmiş, yıkıma uğramış kişiler… Ve o son İstanbul dediğimiz Adalar’a benim gibi gelen birçok kişi var - gerçi daha önceden de bağım vardı Ada’yla. Ama kişisel hikayemden dolayı hassasiyetim çok çok fazla. Kehanetin gerçekleşmesi gibi, geldiğimiz günlerde benim ve diğer arkadaşlarımın söylediği şeyler bugün gerçekleşmiş oluyor - azmanbüsler ve Kıyıda Hareketi’yle de esasında çok birleşiyor çünkü görüyoruz ki buradaki azmanbüsler dakikada dört tane kalkıyor ve Ada’nın yüz senedir değişmeyen küçücük sokaklarından geçiyor ve bütün sorun insanları kıyılara ulaştırıp, denize sokabilmek ama denize girebilmek için en az 500 TL ödemeniz gerekiyor. Kısacası Adalar, sermayenin şu anda gözünü diktiği bir alan açıkçası. Bir çekirge sürüsünü bekliyoruz buraya amiyane tabirle çünkü İstanbul'un son hali yüzünden, nerede yeşil alan var ise insanlar oraya ulaşmaya çalışıyor. Kişisel hikayemden bunları aktarmak istiyorum.

YB: Demin söylediğin bir şey çok önemli aslında; gerçekleşen kehanet dedin. Demin de belirttiğim gibi, 2020 sonu, 2021 başında aktif bir şekilde saha araştırmamı ve mülakatlarımı yaptım. 2024 yılında tezimi teslim ettiğim zaman adabüsler, Kıyıdayız Hareketi yaşandı ve bu o kadar anlamlı oldu ki... Çünkü çalışmaya baktığımız, yaptığım mülakatlarda 2021 yılında geleceğe yönelik tahminler yapılmasını istiyordum. Örneğin, ‘Faytonlarla ilgili mücadele veriyoruz, daha demokratik bir yaşam için mücadele veriyoruz. Bu daha da yayılırsa, daha da turistikleşmeye yönelik faaliyetler olursa, hayatımıza daha da müdahale edilirse o zaman da biz yine bu mücadeleyi devam ettireceğiz’ deniyor ve 2021'deki bu alıntı 2024'te gerçek oluyor. Gerçekten de o insanlar, 2024'te o mücadeleyi devam ettiriyorlar yani aslında öngörülen bir süreç oluyor. Tez çalışmasını teslim etmeden yaşanması da Adalıların söylediklerinin gerçek olduğunu gösteriyor. O açıdan bu süreklilikleri takip etmek çok önemli; tartışma konularının içinde bulunduğu, gerçekleştiği, sosyal politik gerçekliklere bakmak çok önemli.

Tabii Ada gibi küçük bir alanda çok farklı topluluklar var ve hepsi konuları farklı bir açıdan ele alıyorlar. Ada’daki aktivizm mücadeleleri yürüten insanların aslında bir avuç insan olması ve bunun getirdiği zorluklar da var. Ada’nın kendine özgü özelliklerinden biri de burada. Tanışıklıklar, sosyal ağlar belki hızlı örgütlenmeyi, refleksif bir şekilde hareket almayı sağlıyor ama bu insan sadece bir konuda mücadele, birlikte mücadele yürüttüğünüz ya da karşı karşıya geldiğiniz kişi olmuyor; aynı zamanda komşunuz da oluyor. Yani burada farklı kimliklerin bir araya gelmesi, bir konuda uzlaşan insanların farklı bir konuda ayrılması ve bu da toplulukların dağılmasına neden olması gibi problemleri beraberinde getiriyor. Dolayısıyla aktivizm konusunda Adalar’a odaklanmak çok ilginçti - Adalar çok farklı dinamikleri içerisinde barındırıyor.

Bu çalışmada daha çok odaklanmak ve vurgulamak istediğim şey, iyi yaptığımız ve başardığımız pratiklerden yola çıkarak bu mücadelelerin sürekliliğini sağlamak için neler yapılabilir ve bize neler ilham olabilirdi? Bu noktada Kıyda Hareketi çok önemli çünkü mücadelelerin yerelde yürütülmesinin önemi zaten Ada örneğinde kendini gösteriyor; kendi dinamikleri var, kendi problemleri var. Dolayısıyla yerelliğin ağır basması, yerelin sesini çok iyi duyurabilmesi çok önemli ama aynı zamanda Kıyıda Hareketi bize şunu gösterdi; Türkiye'nin farklı kıyılarındaki insanlar da aynı problemlerle karşı karşıya ve bu problemle kendine özgü dinamiklerle baş ediyor. Aynı şekilde Yunanistan'da da benzer şeyler oluyor çünkü bu Akdeniz'e yayılmış bir problem. Yerelin haklarının, yerelin yaşamının turistin isteklerine göre daha geri plana atıldığı bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Dolayısıyla bu farklı yerelliklerin kendi özgürlüklerini kaybetmeden fakat birbirinin deneyimlerinden yararlanabildiği bir ağ geliştirmesi çok kıymetli oluyor.

N.S.: Bütün bu örnekler üzerinden baktığınızda, azmanbüslere karşı verilen mücadeleyi nereye koyuyorsunuz? Size göre bu mücadele başarılı mı, başarısız mı? Bütün bu dinamiklere baktığınızda nasıl tarif edebilirsiniz azmanbüs mücadelesini?

Y.B.: Azmanbüs mücadelesini şu bağlama oturtmanın ben kıymetli olduğunu düşünüyorum; bu hikaye yeni başlamadı. Ben tezimle ilgili görüşmelere faytonların kaldırılması sürecinde başladığımı söylemiştim. Bu konu o zamanlar belki abartıyorsunuz, komplo teorisi kuruyorsunuz denilen bir konuydu. ‘Adalara otobüs getirecekler’ denmiyordu ama ‘Adalar’ı tüketime açacaklar’ gibi ifadeler yer alıyordu 2021'de. Dolayısıyla bu bağlam içerisinde değerlendirmek çok kıymetli çünkü faytonların kaldırılmasının hemen üzerine İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin katılımcı planlama çalışması yapıldı. Bu faytonların kaldırılmasının üzerine geldiği için güven eksikliklerini, önceden yaşanmış çatışmaları beraberinde getirdi. Ona rağmen kimi toplulukların yine bu çalışmada yer aldığını, ‘Evet, yine bir fırsat var, biz olması gerekeni söyleyelim. Kendi tarafımızdan sesimizi duyuralım’ refleksiyle yine bu çalışmalara dahil olunduğunu görüyoruz fakat sonrasında Adalar Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan ediliyor, o çalışma da bir şekilde sekteye uğruyor ve sonrasında da bütün bu çabalara, bütün bu itirazlara rağmen adabüsler geliyor.

Adalar’ın özeline baktığımızda sorunların 2000'lerden beri aynı olduğunu, temel karşı çıkma noktalarının aynı olduğunu fakat Adalar’a yaklaşım şeklinin değişmediğini görüyoruz. Dolayısıyla adabüs, azmanbüs protestolarını bu şekilde değerlendirdiğimiz zaman karşı çıkılan şeyin Ada’daki ve Adalıların yaşantısını değiştirmek, tamamen bir tüketim unsuru haline getirmek olduğu noktasında uzlaşı sağlanırsa konuya daha net bakılabileceğini düşünüyorum.

D.T.: Biz süremizi doldurmuşuz, yetmedi. Daha kent konseyleri, diğer sivil inisiyatifleri konuşacağız yani daha çok şey var aslında. Haftaya belki ya da ondan sonraki haftaya söz alalım Yasemin'den ve devam ettirelim değil mi Nevin?

N.S.: Evet, bu konuya devam edelim çünkü aslında bütün bunları konuşmak Adalar’a dair bir sürü ipucunu da içinde barındırıyor; hem buradaki yaşama, hem buraya olan saldırılara ve Adalıların ne için mücadele ettiğine dair içinde çok başlık barındırıyor. Dolayısıyla bence de bu konuyu konuşmaya devam edelim. Ne dersiniz Yasemin Hanım?

Y.B.: Kesinlikle.

D.T.: Bizler için bu tez çalışmaları çok kıymetli, ellerine sağlık. Dünya Mirası Adalar olarak burada sizleri ağırlamak bizim için de harika bir olanak.

O halde bu haberi de paylaşalım. Biz bundan sonra her Salı saat 14:00'de buradayız efendim, bekleriz. ‘Son İstanbul Adalar hepimizin’ deyip kapatalım isterseniz.

N.S.: ‘Adalar hepimizin’. Çok teşekkürler.

D.T.: Çok teşekkürler bizi dinlediğiniz için.