Ali Bilge, hükümetin son zamanlarda hakkında açıklamalar yaptığı ekonomi programını ve düzenlemeleri değerlendirdi.
(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhaba.
Ali Bilge: Merhaba.
Ö.M.: İklimle korkunç haberler peş peşe geliyor. Ortalama sıcaklık rekorlarının kırıldığı ve kuraklık, orman yangını haberleri aldığımız neşeli(!) bir güne başladık.
A.B.: Bunlar geçtiğimiz yıllarda yaşanan yüksek sıcaklıklar ve alınmayan önlemler sonucunda bekleniyordu.
Ö.M.: Ve seller tabii…
A.B.: Her alanda olumsuzlukları konuşmaya devam ediyoruz. Türkiye’de de geçtiğimiz hafta içinde ekonomiyle ilgili bazı kararlar gündeme geldi. Geçtiğimiz haftalarda da söyledim; alınan tüm kararlar, yapılan işler, bir bütünlük arz etmiyor. Ekonomik program, krizden çıkış, istikrar programı diyebileceğimiz bütünlüklü bir programı ortalıkta göremiyoruz. Twitter açıklamalarıyla program olmaz, ona program denmez. Türkiye’de 2018’den bu yana hükümet sistemi, rejim değişti. Tepetaklak gidiş ondan sonra başladı, ardından Rahip Bronson krizi, Covid-19 salgını, Ukrayna Savaşı ve deprem ile Türkiye’nin bütün dengeleri alt üst oldu. Ayrıca uygulanan NAS söylemiyle, “enflasyonun sebebi faizdir” anlayışıyla faizler aşağıya indirildi. Bunlara deprem ve seçim harcamaları eklendi, şimdi ortada büyük bir enkaz var.
Bugün ekonomide oluşan enkazı, cürufu sözde toplamaya çalışıyorlar ama bu çalışmalar bütünlüklü program çerçevesi içerisinde olmuyor. Daha çok 7-8 ay sonra yapılacak yerel seçimler gözetiliyor. Erdoğan’ın amacı, 5 yıl garantiye aldığı otoriter rejimini sürdürebilme ve pekiştirme imkanını bulmak. Bunu sağlamak içinde yerel yönetimlerde 2019 yenilgisini tersine döndürmek istiyor. Yerel seçimlerin iktidar tarafından kazanılması kapının kapanması demek.
2019 öncesinde de söylüyordum, yerel yönetimlerin muhalefete geçmesi rejimin kapısının kapanmasını önleyecek bir durumdur. Yerel yönetimlerin muhalefette olması, kapıyla eşik arasına giren bir ayak vazifesi görüyor. Bu aralıktan da, Türkiye kendisine bir çıkış yolu bulmaya çalışabilir. Mayıs ayında gerçekleşen seçimlerde muhalefet kapıyı daha da açabilirdi ama olmadı. Yerel yönetimlerde muhalefet bir anlamada iktidarda, bu çok önemli, muhalefetin yerel seçimleri deki başarısı ya da başarısızlığı demokrasi kapısının tamamen kapanıp kapanmayacağını bize gösterecek. Erdoğan yönetimi, kapının kapanmasını istiyor, yerel yönetimleri özellikle Ankara ve İstanbul’u tekrar kazanmak istiyor.
Yerel seçimlere giderken iktidar, ekonomide mevcut ekonomik krizi kabul etmiyor, dolayısıyla krizi bütünlüklü bir programla da aşmak istemiyor. Sorun olduğunu kabul etmeden, derli toplu bir istikrar paketi ortaya koymadan, yerel seçimlere kadar yürümek istiyor. Sözde önlemlerin, rasyonel tedbirlerden başka ismi yok .Önlemler de bütünlüklü paket olarak değil, parça bölük açıklamalar. Yeni iki atama yapıldı var, ekonomi bakanı atandı, bir de Merkez Bankası başkanı… Onun dışında aynı. Aynı para kurulu üyeleri, gelen talimatla faizleri geçen ay düşürürken bu sefer yükselttiler!
Ortada, çoğunluğu sosyal medya da yapılan bazı açıklamalar dışında bir şey yok, krize karşı bir ekonomi programı göremiyoruz. Ortada heterodoks bir program, ya da sonunda hiçbir ‘doks’ olan /olmayan bir program yok.
1970’lerin ortasından beri Türkiye ekonomisini takip eden, benim kuşağım iktisatçıların ve gazetecilerin çoğu, Türkiye’nin uyguladığı, ilan ettiği istikrar programlarının çatısını, maketini, yapısını biliriz. İstikrar programlarda bir kere bir hedefleme vardır, buna çıpa denir. Para maliye politikaları açık seçik yazılır, birbiriyle çelişen politikalar öngörülmez, bunların bir uyum içerisinde ortaya konulur. Nelerin hedeflendiği, açık üreten alanlara dönük politikaların neler olduğu belirlenir.
Türkiye’nin açık üreten sektörleri, alanları var, sosyal güvenlik, tarımsal ödemeler gibi, bu alanlara ne şekilde düzenlemeler getirileceği belirlenir ve bir takvime bağlanır. Genel olarak istikrar programlarının temel hedefi, ülkedeki genel fiyatlar seviyesini aşağıya çekebilmektir, bunun içinde çeşitli hedeflemeler kullanılır.
İstikrar programlarının maliyetinin nasıl bölüştürüleceğine göre de iktidarın rengini anlarız. Bugüne kadar pek görülmemiş olmakla birlikte, zenginlerin fedakârlık edeceği bir istikrar programları mı? Yoksa fakirlere, yoksullara, dar gelirlilere yüklenerek uygulanacak bu istikrar programları mı? Bunlara bakarak programın maliyetinin adil olup olmadığı anlaşılır.
Bugün alınan önlemlerin de yüzde 80-90’ı özellikle vergilerle ilgili olanlar, dar gelirlilerin, yoksulların ve zenginlerin ortaklaşa kullandığı mal ve hizmet alım işlemlerinde alınan ÖTV’lerin, KDV’lerin arttırılması üzerine toplanan gelirler oluyor. Servete ve gelirlere dönük bir vergilendirme değil. Uzun yıllardır Türkiye’de servet vergilendirilmiyor. Türkiye’de servetin beyanı bile yapılmıyor. Hatırlıyorum, eskiden gelir vergisi beyannamesi verilirken servet beyanı da yapılırdı. Enflasyon aslında en büyük vergilemedir. Milton Freedman’ın tanımladığı gibi “enflasyon yasasız vergilemedir, Hayek de “tarih enflasyonlar tarihi” diyor.
Ö.M.: Evet neoliberal iktisadın en büyük temsilcileri bahsettiklerin. Deutschewelle’de Aram Ekin Duran’ın çeşitli ekonomistlerle görüştüğü bir yazısı vardı. Art arda gelen vergi artışlarının Türkiye’deki tüm mal ve hizmet fiyatlarını arttıracağını söylüyorlar uzmanlar. “Seçim harcamaları nedeniyle büyüyen bütçe açığını kapatmak için yapılan vergi zamları da en çok dar gelirliyi vuracak” deniyor sizin de söylediğiniz gibi. Bu çok önemli bir şey. Vergi artışlarına deprem gerekçesi verilmiş, binlerce ürün grubunun etkileneceğini ve en çok dar gelirlilerin ve emeklilerin etkileneceğini söyleyen karanlık bir tablo çiziyorlar uzmanlar.
A.B.: Bütünlüklü program yok, her telden çalan temenniler dizisinin antienflasyonist karakteri yoktur, bir hedefleme yok, bir çapa yok. Gaye, Mehmet ve Erdoğan varlığı yetmiyor. Bu isimler çıpa olmuyor. Normalde ne yaparsınız? Programınıza, ekonomik duruma göre bir döviz çıpası koyarsınız, enflasyon hedeflemesi yaparsınız, faktör fiyatlarının oluşumuna ilişkin bir hedef belirlersiniz. Buna göre insanlar, şirketler önünü görebilirler. Böyle çıpalar yok. Mehmet’le, Gaye’yle olmaz.
Uluslararası finans dünyası tarafından baktığımızda, kredibilitesi olmayan bir program bile denmeyecek sözler, açıklamalar var, hedefleme yok, çıpa yok. Ayrıca en önemlisi, bu tür programların arkasına ciddi bir finansman paketi koyarsın, iç ve dış finansman paketini belirlersin. Bugün dış finansman paketi yok, bu tür programları uyguladığınızda ucuz kaynaklara yönelmeniz gerekir, bunun içinde uluslararası kuruluşlarla görüşürsünüz, onlarla birlikte program hazırlarsınız ya da kendi programınızla bunlara başvurursunuz, kredi talep edersiniz. Dünya Bankası ve IMF gibi kuruluşlarla… Mesela geçen hafta Pakistan, IMF ile anlaştı. Ortak hazırlamasanız bile hazırladığınız program “kredible” bir programdır, uluslararası kuruluşlar destek verir, siz de mevcut piyasa sistemi içerisinde borçlanma imkanlarını sağlarsınız. Bunlar olmayınca ne oluyor? Finansman paketi de olmuyor, program dediğiniz manzumeye, dış finansman bulmak için haldır haldır nereye gidiyorsunuz? Ortadoğu ve körfez ülkelerine gidiyorsunuz ya da gidiyorsunuz Putin’in karşısına, “bizim faturayı bu sene ödemesek nasıl olur, bir süre daha ertelesek Vladimir?” diyorsunuz. Böyle girişimler finansman paketi olmuyor. 1970’li yıllarda MC dönemlerini Ömer Madra ile birlikte hatırlarız.
Ö.M.: Milliyetçi Cephe…
A.B.: AP, MSP, MHP bir parti daha vardı, Feyzioğlu’nun partisiydi. MC dönemlerinin Erbakan’ı da -bugünkülerin mürşidi mi diyelim?- siyasi İslam’ın en önemli isimlerinden olan Erbakan da, IMF’ye ve Dünya Bankası’na hep karşı çıkardı, bu kurumlar için “batıl zihniyet” derdi. 1970’lerde yaşanan iki petrol krizi nedeniyle, petrol fiyatları muazzam artmıştı, petrol üreten ülkeler ciddi birikimler sağladılar, o devirde bu birikimlere “petro dolar” denirdi. Bu nedenle Arap ülkelerinde çok fazla para vardı. Erbakan sık sık birikimleri taşan, İslam-petrol ülkelerine, para bulma, borç isteme turlarına çıkardı, çoğunlukla da eli boş dönerdi.
90’larda da aynı Erbakan başbakan olduğunda, D8 isimli 8 Müslüman ülkeler arasında mali işbirliği geliştirmeye çalıştı ama başarılı olmadı, sonuç çıkaramadı. O yıllarda D8 katılması istenen ancak yer almayan Libya lideri Kaddafi karşısında Erbakan’ın çok zor duruma düşüldüğünü hatırlayalım, Kaddafi Erbakan’ı çadırından kovmuştu.
Şimdi aklıma geldi, 90’lı yıllarda eski Hazine genel sekreteri rahmetli Tunç Bilget siyaseteydi, partisi de muhalefetteydi. Bir gün meclis kulisinde karşılaşmıştım, sohbet esnasında Tunç Bey: “Erbakan, -artık başbakandı- birazdan bütçesi üzerine konuşacak, ben de ona karşı konuşma yapacağım” dedi. “Neler söyleyeceksiniz?” diye sordum. Tunç Bey “Elimde Erbakan, Dünya Bankası ve IMF’ye olumsuz laflar ederken, el altından dönemin Dünya Bankası Başkanı Mc Namara’ya yazdığı mektup var, onu açıklayacağım” dedi, bunu hiç unutmam.
Bugün de iktidar, “yerel seçimlere kadar durumu idare edelim, seçimlerden sonra Allah kerim” vaziyetinde . IMF’yle görüşmelere karşı çıkan bir iktidar ama malum her şeyin tersini kısa bir süre sonra yapan bir iktidar bulunuyor. Faiz, NAS’a aykırıydı, faizler yükseltilmeyecekti, bugün tersi yapılıyor.
Yerel seçimlerden sonra ekonomi yönetimini, IMF'ye yönlendirebilirler, yerel seçimlerden sonra önlerinde 4-5 senelik, seçimsiz boş bir rahat bir dönem var. Otokratik bir ülkesiniz, muhalefeti her an susturabiliyorsunuz. Çok rahat ters uygulamalara, U dönüşlere geçebiliyorsunuz.
Bugün ülkenin yaşadığı ekonomik krize karşı alınan bütünlüklü olmayan, gerçek teşhisi koymayan, Erbakan’ın deyimiyle “pansuman tedbirler”, işin köküne dönük olmayan, geliştirilen uygulamalar olmaktadır. Vücuttaki ateşin sebebi, aslında çok derinliklerde yatan bir hastalık nedeniyle, reel ekonomiden kaynaklanıyor ama onlara bakmıyoruz. Türkiye’nin eğitim dahil tüm sektörleri son derece vahim durumda ve gelecek yok. İktidar ne yapıyor? Derine inmeyen önlemler açıklamalar yapılıyor. Bir programlarda da söylemiştim, “imdadiye” diye Osmanlı’da uygulanan bir vergi tahsilatı vardı. Osmanlı en büyük vergiyi içki ve tütünden sağlardı, eğer yasak değilse kahvehane, meyhane ve bozahanelerden gelir sağlardı.
Ö.M.: Şimdi de içki ve sigaraya yeni zamlar bindirilmekte. Deutschewelle’ye konuşan bir vergi hukuku uzmanı Prof. Dr. Funda Başaran Yavaşlar da bu maaş ve ücretlere yapılan zamların enflasyonun yarattığı satın alma gücündeki erimeyi karşılamaya yönelik olduğunu söylüyor. Fakat TÜİK’in açıkladığı enflasyon verilerine ilişkin tartışmalar öngörüldüğünde son 3 yıllık erimenin zamlarla ne ölçüde karşılandığını belirlemenin mümkün olmadığını kaydetmiş. “Benim kanaatim son maaş ve ücret zamlara rağmen alım gücünün 3 yıl öncesinden daha düşük olduğu şeklinde. Yeni vergi zamlarının da ağırlıklı olarak dolaylı vergilerle yapıldığını görüyoruz. KDV ile petrol ürünleri üzerindeki özel tüketim vergisinin arttırılmasının her türlü tüketimi doğrudan etkileyeceği dikkate alınırsa maaş ve ücretleri yapılan zammın bir kısmının geri alındığını belirtmek yanlış olmaz” demiş. “Kısacası yeni vergi ve zamların alım gücünü tabii ki olumsuz etkileyecek” diyor.
A.B.: İnsanların yükselen enflasyon nedeniyle maaşlarını arttırıyorsunuz ama enflasyon rakamınız doğru değil. Türkiye’de büyüme rakamı, enflasyon rakamı doğru değil. Merkez Bankası bilançosu güvenilir olmaktan çıkmış durumda. Kur korumalı mevduatın Hazine yükünü de Merkez Bankası’na yıktı hükümet yeni bir kararnameyle. Bu ne demek? Para basmak demek. Bu ne demek? Para arzını arttıracak demek, parasal tabanını genişletmek demek. Bunun sonucu nedir? Sonucu enflasyondur.
Alınan kararların bu tür etkileri bulunuyor, yerel seçimlere gittiğiniz için ekonominin daralmasını, kredi hacminin daralmasını istemiyorsunuz, vatandaşa kaşığın ucuyla vererek, alım gücünün devam etmesini istiyorsunuz ki oyunuz artsın. Bir taraftan da imdadiye gibi vergiler salıyorsunuz! Osmanlı’da o imdadiye zenginden alınırdı biliyor musunuz? Yeniçeri elinde bir defterle dolaşıyordu, onun adı da Pençeli Divan Defteri’ydi, zenginlerin evlerine gidiyor bıçak kemiğe dayandığı zaman zenginlerden zorla para topluyor, halkta şey yok zaten. Bu nedenle adı imdadiye… Yeniçeri de tahsilattan payını alır ama kayıt var defterler tutulurdu. İmdadiye servet vergisi demek, bugün biz servetten vergi almıyoruz.
Ö.Ö.: Bütün ürünlerde, en temel tüketim ürünlerinden arttırılmış, zaten KDV oranları yüzde 8 olanlar 10’a, 18 olanlar 20’ye çıkarılmıştı. Bir de bazı ürünler mesela KDV oranı yüzde 8 iken yüzde 20’ye çıkarılmış. Onlar da temel temizlik malzemeleri, sabun vs.
A.B.: Tuvalet kağıdı ya!
Ö.Ö.: Evet, zaten çok pahalıydı. Bunlardaki vergi de yüzde 8’den 20’ye çıkarılmış. Bir de şans oyunlarından alınan vergiler arttırılmış, at yarışından yüzde 7 alınıyormuş meğer… Ekmekten vs. alınandan daha az!
Ö.M.: Cumhuriyet’te “200 TL'lik banknotların basımında enflasyonist ortam ve hayat pahalılığının kağıt parada yani banknot basımındaki etkisi hızlanıyor” diye bir haber vardı. Artan fiyatlar nedeniyle TL’deki erime hızlanırken özellikle tedavüle verilen en büyük banknot olan 200 TL basımında bayağı patlama yaşanıyormuş. Bu da ilginç.
A.B.: Neden? 200 lira psikolojik sınır, 500’lük basmaları lazım. 500 basarsa daha az basacak, daha az kağıt harcanacak. Kupürü yükseltmeleri gerek ama kupürün yükselmesi enflasyonun azgın olduğunu kabul etmesi demek.
Ö.M.: Evet yani kupürün şeyini ben de sizin demin söylediğinizden etkilenerek bu arttırma geldi.
A.B.: Bazen paranın metal değeri, gerçek değerinden daha yüksektir. 1 liralık metal paranın metal değeri, 1 TL nin alım gücünden daha yüksektir. Yani metal olarak satmak daha değerlidir. Şimdi bu hale geldi...
Ö.M.: Bu arada hemen baktım Cumhuriyetçi Güven Partisi’siyle Turhan Feyzioğlu idi, milliyetçi cephede.
A.B.: 3 kez Milliyetçi Cephe hükümeti kuruldu, sanıyorum. Dışardan destekli azınlık hükümetiydi, bu hükümet 24 Ocak kararlarıyla ve 12 Eylül ile buluştu. Türkiye’nin son 50 yılda yaşadığı krizler ve o krizlere ilişkin geliştirilen pek çok IMF’li veya IMF’siz programlar oldu. Bu programların neredeyse tamamı da IMF’lidir. IMF ne demek? “Ben şu ya da bu nedenle yapamıyorum, gel sen benim yerime yap” diyorsun, bir disiplin altına giriyorsunuz filan. Ha şunu da ekleyelim, bu programlar emekten yana, yoksuldan yana programlarda değildir.
Türkiye’de değişim filan deniyor ya, bu ülkede en büyük değişim Türkiye’de gelir ve servet vergilerinin, KDV ve ÖTV gibi işlemlerden alınan vergilerin toplamından daha fazla olduğunda yaşanacaktır. Mal ve hizmet alımlarından alınan vergi gelirler, toplam vergi gelirlerinin büyük çoğunluğunu oluşturur. Bu vergilerde yaşanacak değişim, Türkiye kapitalizmindeki yaşanacak büyük bir değişim demektir. Gelir ve servetten bugün gerçek anlamda vergilendirilmiyor. Türkiye kıyıları tekneden geçilmiyor, bakın bayraklarına Malta, İngiltere, Fransa vs. vergi vermiyorlar, gözümüzün önündeler.
Ö.M.: Offshore cennetleri… Yani vergi cennetleri diye adlandırılan vergi dışı kuruluşların bayrakları.
A.B.: Eskiden Maliye Tetkik Kurulu vardı, araştırma raporları yayınlanırdı. Orada bu işlere bakılırdı, vergilendirilmeyen tekneler vergilendirildiğinde Türkiye ne gelir elde eder gibi... Bırakın bunları, bugün Türkiye’de 5’li çete, onun altında 10’lu çete, 20’li çetelerden sürekli vergi siliniyor! Sizden, benden vergi siliniyor mu? Hayır, bize bindiriliyor. Onlardan kurumlar vergisi, gelir vergisi siliniyor. Ayrıca onlara teşvik veriliyor, teşvik demek vergi, resim ve harç istisnaları, gümrük vergisi istisnaları demek . Bizim ödediğimiz vergilere karşın, onların vergi ödememesi demek. Onlara ayrıca, kamu arazisi tahsis ediliyor, orman tahsis ediliyor. Yeni gördüm Hatay’da yine büyük şirketlerden birine orman arazisi tahsis edilmiş. Yani ipin ucu iyice kaçmış durumda.
Osmanlı imdadiye uygulamasında daha adil, çünkü zengine gidiyor. Bir şekilde kamu devreye giriyor, yeniçeri aracılığıyla bunalımı çözmeye çalışıyor. Bugün Türkiye’de servet dağılımı zaten vahim, her geçen gün daha da artıyor. Son hatırladığım, 400 bin kişi toplam servetin yüzde 80’ini alıyordu. Son 2 yılda KKM ile yapılan servet transferlerini düşünebiliyor musunuz? KKM’den ne kadar yoksul yararlandı? Ayrıcalıklı faiz uygulamasından kaç kişi yararlandı? Yoksul mu yararlandı.
KKM’nin enflasyon ve vergi olarak bedelini biz ödüyoruz Hazine’nin ödeyeceği kısmı da Merkez Bankası’na devredildi. Neden Hazine’nin yükü Merkez Bankası’na devredildi? Bütçede açık daha fazla gözükmesin diye. Nereye baksan yanlış, doğru veriler üzerinde değiliz, yıllardır söylüyorum veri ve bilgi güvenliğinin olmadığı bir ülke de demokrasi, hukuk devleti yoktur. Temel atmaya veri ve bilgi güvenliğinden başlarsınız, yanlış üzerine politika üretirseniz olmaz. Körfez krizi sırasında Irak, İran gibi ülkelerin verilerine, iktisadi durumlarına, Uluslararası kuruluşlar nezdindeki raporlarına bakmıştım, bilgiler yanlıştı ve gerilerde kalmıştı, biz neredeyse onlara yaklaştık.
Ö.M.: Bu ek vergilerin depremin finanse edilmesi için olduğu söyleniyor ama gene Deutschewelle Türkçe’nin haberinde, Galatasaray üniversitesinden vergi uzmanı Dr. Nedim Türkmen de “hükümet yalnızca kurumlar vergisi ve motorlu taşıtlar vergisi artışından yaklaşık 350 milyar TL ek gelir elde edecek ama Haziran ayındaki kur artışları da düşünüldüğünde son vergi zamları enflasyondaki yükselişi hızlandıracak” diye tam ters bir etki yaratacağından söz ediyor.
A.B.: Bu vergi uygulamaları enflasyonist sonuçları olan vergi uygulamaları. Zaten eski bütçede, yeni ek bütçe de enflasyonist bir karakterde hazırlanmış durumda. Dolayısıyla bir bütünlüklü bir anlatım, açıklama adına ne derseniz deyin ortada yok. Genellikle bu tür programlar geniş halk kitlelerini acıtır, zora sokar ama bütünlüklü olur bir karakteri olur, finansman paketi belirlenmiştir. “Şu kadar şuradan alacağım, şunu sağlayacağım, faizler şu aşamada şuraya düşecek, büyüme oranı şu olacak vs…” böyle bir bütünlük yok. Böyle bir şey görebiliyor musunuz, makro iktisadi hedefler filan? Şimşek kapı aralığında bir tweet atıyor, buna program diyemeyiz. Mehmet’e, “Mehmet yerel seçimlere kadar beni idare et!” denmiş. Bugünkü program öyle bir program…
Ö.Ö.: Mehmet Şimşek zaten ilk başladığı günlerde yaptığı açıklama “keşke yerel seçimler hemen haftaya olsa” diyordu. Bu onun göstergesi.
Ö.M.: Galatasaray Üniversitesi’nden öğretim görevlisi Dr. Nedim Türkmen de “bütün vergi artışlarına rağmen yıl sonunda bütçe açığının 2 trilyon TL’ye kadar çıkacağını öngörüyorum” demiş. Bu müthiş bir rakam ve “en düşük memur maaşının 22 bin liraya çıkarılmasının yıl sonuna kadar maliyeti 455 milyar TL’yi bulacak. Bu nedenle Mehmet Şimşek’in bahsettiği milli gelirin 3,5%’u kadar olacak bir bütçe açığının önümüzdeki 3 yıl tutturulması mümkün değil” demiş.
A.B.: Ek bütçe yapmak zaten başlı başına ekonomide programsızlığın, başarısızlığın bir göstergesidir. Depremi bahane ederek yapıyorlar. Olmasaydı da böyle yapılacaktı. Seçimlerde çok açıldılar. Bir diğer husus şu: Motorlu taşıtlar vergisini ikinci kez alacaklar. Anayasa Mahkemesi geçmişte aynı reddetmişti, yani emsal karar da var elimizde.
Ancak hiçbir partiden de bu vergi hususunda bir itaatsizlik önerisi gelmiyor. Anayasa ya aykırı bir uygulamaya karşı “ ödemeyelim” önerisi gelmiyor. Muhalefet pasif tarafta yine. Dünyada pek çok yerde, yer gök inler. İsrail 26 haftadır direniyor, yüzbinler sokakta. Kaşık kadar İsrail ama bizdeki muhalefettin çok çok üstünde direniş sergiliyorlar. Motorlu taşıtlar vergisinin 2. kez alınması zaten anayasaya aykırı, “bunu ödeme yükümlülüğünüz yok” demek durumundalar. Aykırı vergi düzenlemelerine karşı ödememe itaatsizliği demokratik bir haktır.
Ö.M.: Bahsettiğiniz motorlu taşıtlar vergisi var, kabul ediliyor ama biraz önce bahsettiğiniz gibi yat sahiplerine vergi yok. Bu da çok tuhaf bir durum değil mi?
A.B.: Çok tuhaf… Türkiye’de emlak dahil varlıklardan vergi alınmaması en büyük sorun. En büyük reform bu dönüşümdür, değişim ise dönüşüm bunu sağladığınız zaman olur. Gelir, servet ve varlıktan alınan vergi miktarını arttırırsanız, vergileme rejiminizde gelir ve servet lehine olan oranlar tersine dönerse işte değişim odur.
Ö.Ö.: Sosyal medyada dalga geçiyorlardı, “oh be, motorlu taşıtlar vergilerine aracı olmayanlardan almayacaklar!” diye. Böyle olumlu bir yerden bakabiliriz yani.
Ö.M.: Trajikomik bir durum var. Konuşmaya devam edeceğiz.