OECD Reformları, yeşil projelere daha güçlü ihracat finansmanı sağlayacak.
13 ülkeden oluşan bir grup ve Avrupa Birliği (AB), yenilenebilir enerji, elektrik altyapısı ve düşük emisyonlu ulaşım gibi projeler geliştirenlere kredilerini geri ödemeleri için daha uzun süre verme ve sigorta için daha az ücret alma konusunda anlaştılar. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Başkanı Matthias Cormann, anlaşmayı ‘iklim hedeflerimizi güvence altına almada, ticaret ve finans akışlarının etkisini artırmaya yardımcı olacak büyük bir kilometre taşı’ olarak selamladı. Ancak kampanyacılar, yeşil projelerin net bir tanımı olmadığını iddia ederek hidrojen ve karbon yakalama ve depolama (CCS) gibi teknolojilerin dahil edilmesini eleştirdiler. Pek çok hidrojen ve CCS projesi, fosil yakıt şirketleri tarafından yürütüldüğünden, potansiyel olarak çevreyi kirleten projeler için bu sektörün reformdan yararlananlar arasında olacağını iddia ediyorlar. Anlaşma, üye devletlerin ihracat kredi kuruluşları (ECA) için kurallar belirlemekten sorumlu bir OECD grubu için de güvence altına alınan bir reform paketinin parçası.
Tarihin en sıcak ikinci Mart ayı
Geride bıraktığımız Mart ayı, tarihteki en sıcak ikinci mart ayı olarak kayda geçti. AB’nin Copernicus İklim Değişikliği Servisi’nin açıklanan raporuna göre Dünya, kayıt tutulmaya başlandığından beri en sıcak ikinci Mart ayını geride bıraktı. Kaydedilen en sıcak Mart ayı ise 2016’da yaşandı. Geçen ay sıcaklıklar, Güney ve Orta Avrupa’da ortalamanın üzerinde seyretti. Ayrıca Kuzey Afrika’nın büyük kısmı, güneybatı Rusya, Asya, Kuzey Amerika’nın kuzeydoğusu, Arjantin, Avustralya ve Antarktika kıyıları da Mart ayı boyunca ortalamadan çok daha sıcaktı. İstisnai olarak batı ve orta Kuzey Amerika, geçen ayı normalden daha soğuk geçirdi. Rapor, dünyanın dört bir yanındaki uydulardan, gemilerden, uçaklardan ve meteoroloji istasyonlarından alınan milyarlarca ölçüme dayanan analizlerle oluşturuldu. Ne yazık ki, yüksek sıcaklıklar deniz buzullarının küçülmesine neden oldu. Copernicus, Antarktika deniz buzu genişliğinin kayıt tutulan 45 yıldaki en düşük ikinci seviyeye gerilediğini bildirdi. Bu, ortalama buzul genişliğinin, %28 altında bir oran. Değişim, on yıllık buzul azalmasının sürdüğü anlamına geliyor. Deniz buzulundaki azalma, su seviyelerinin yükselmesini tetikleyerek kıyı yerleşimlerini ve adaları tehdit ediyor. Kuzey Kutbu’nda da benzer eğilim gözlendi ve deniz buzuluyla kaplı alan ortalamanın %4 altına gerileyerek tarihteki en düşük dördüncü seviyesini gördü.
Küresel ısınma etkisi okyanuslarda daha net hissediliyor
ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer Araştırmaları Merkezi (NOAA)’nın Nisan ayı verilerine göre, güçlenen küresel ısınma etkisi okyanuslarda daha net hissedilmeye başladı. NOAA’nın Nisan ayı verilerine göre, okyanus yüzeyindeki sıcaklık 21,1 dereceye ulaşarak kaydedilen en yüksek değerlere ulaştı. Raporda, daha önceki sıcaklık rekorunun 2016’da kaydedilen 21 derece olduğu belirtildi. NOAA, okyanus ısı artışının etkisinin %90’ının 2022’de yaptığı sanayi devri öncesi ve sonrası atmosfer değerlerini ve küresel etkilerini ele aldığı ‘iklim kaosu’ raporunda paylaşılan atmosferdeki sera gaz oranının %50 artışına, fosil yakıt kullanımı ve yeşil alanların yok edilmesinin okyanusa olan etkisi olduğunu öne sürdü. NOAA, geçen sene yayınladığı raporda okyanus ısısının artarak daha derine nüfus ettiğini, bu durumun ekstrem hava koşullarına neden olduğunu belirtmişti. NOAA verilerine göre ikinci en büyük okyanus ısı artışı 2014 ve 2016 yılları arasında gerçekleşti. NOAA’da kıdemli araştırmacı olan Dr. Mike McPhaden, “Bu veriler ile de beraber artık iklim değişikliği sinyalinin yüksek sesle ve net bir şekilde geldiğini görüyoruz,’’ açıklamasında bulundu.
Ozon tabakasını incelten beş kimyasal rekor seviyeye ulaştı
Yeşil Gazete’de yer alan habere göre, küresel çapta 2010’dan bu yana yürürlükte olan yasağa rağmen ozon tabakasını incelten beş kimyasalın, atmosferdeki konsantrasyonlarının rekor seviyelere ulaştığı gözlemlendi. Buzdolapları, klimalar veya kimyasal çözücüler gibi çeşitli uygulamalarda kullanılan ve tamamen insan yapımı gazlar olan kloroflorokarbonlar (CFC’ler), 1980’lerden bu yana yürürlükte olan uluslararası anlaşmalarla kontrol altında tutuluyor. 1987 Montreal Protokolü, stratosferin üst katmanlarında bulunan ve zararlı mor ötesi (UV) radyasyonu emerek dünyadaki yaşamın devamlılığını sağlayan ozon tabakasının tükenmesine yol açan CFC’lerin atmosfere salınmasına yönelik sınırlamalar getirdi. Montreal Protokolü’nün amacı, bu kimyasalların üretimini kontrol ederek ve kısıtlamaları zaman içerisinde arttırarak, atmosferik CFC konsantrasyonunda bir düşüş elde etmekti. Bu, ozon tabakasını incelten pek çok madde için işe yaradı ve böylelikle ozon tabakasında yavaş bir iyileşme kaydedildi. Bu nedenle, beş CFC’nin atmosferik konsantrasyonlarında gözlemlenen son artışlar, bilim insanlarını şaşırttı. The Conversation‘ın aktardığına göre, bilim insanları söz konusu beş CFC’nin ozon tabakasının iyileşmesi üzerindeki etkisinin oldukça küçük olduğunu belirtiyorlar ama bu gazların nereden geldiklerini tam olarak anlayamadıkları için bu durumun gelecekte değişebileceğine işaret ediyorlar. Uzmanlar, bulguların endişe verici olsa da bir erken uyarı olarak değerlendirilmesi ve bu emisyonların insan sağlığı ve çevre üzerindeki kümülatif etkisinin göz ardı edilmemesi gerektiğini kaydediyorlar.