Profesör Doktor Haluk Sucuoğlu'yla deprem bölgelerindeki yapıların durumu İstanbul'un riski üzerine konuştuk.
(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)
Gürhan Ertürk: 95.0 Açık Radyo’dayız, Altın Saatler Programı Deprem Özel Yayını’ndayız Bugün saat 13.00’te 1200. programımızı gerçekleştirdik. Bu bile depremde ve deprem tehlikesinin önlenmesinde nerede olduğumuzun önemli belirtilerinden birisi. Bugün bu programı değerli programcımız Erhan Gökpınar ricamız üzerine Notalarla Sohbet programının saatini Altın Saatler ekibine devretti. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Şu anda Mehmet Nuray Aydınoğlu, Argun Yum, Elvan Cantekin, Muzaffer Tunca ve ben Gürhan Ertürk bu programı birlikte sunacağız. Teknik masada ise Andrei Gritcu arkadaşımız var. Telefon numaramız; 0212 343 40 40 elektronik posta adresimiz [email protected] Altın Saatler programlarının ses kayıtlarını Açık Radyo’nun internet adresinde podcast bölümünde dinleyebilirsiniz. Programın destekçileri Ayhan Düben ve İpek Düben’e teşekkürlerimizi iletiyoruz.
Bugün konuğumuz Prof. Dr. Haluk Sucuoğlu. Hocam programımıza hoş geldiniz.
Haluk Sucuoğlu: Hoş bulduk. Merhaba herkese selamlar.
G.E.: Kısaca Haluk Hoca'yı tanıtmak istiyorum. Orta Doğu Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi ve yine Yine Orta Doğu Teknik Üniversitesi Yapı ve Deprem Mühendisliği Laboratuvarı yöneticisi. Ben sözü hemen Nuray hocama devrediyorum.
Nuray Aydınoğlu: Programa katılmayı kabul ettiğiniz için çok teşekkür ediyoruz. Gündemimiz belli, Güneydoğu Anadolu'da meydana gelen çok büyük iki depremin şokunu hala yaşıyoruz. Erzincan 39’daki depremin can kaybı sınırı da aşıldıktan sonra bildiğimiz zamanların en büyük depremi, en büyük kayıp yaratan depremi olduğu artık açık ve can kayıplarının çok daha yüksek düzeylere çıkmasından endişe ediyoruz. Bunlar özellikle yapı mühendisliği bakımından, deprem mühendisliği bakımından hem çok şeyler öğreten, çok şeyleri de düşündüren ve bundan sonraki çalışmaları belki de hem dünya ölçeğinde ama özellikle ülkemiz ölçeğinde çok etkileyecek depremler diye düşünüyorum. Bu konuda senin genel değerlendirmelerini almak istiyorum. Daha sonra spesifik bir çok konu var.
H.S.: Teşekkür ederim Nuray. Biz inşaat mühendisiyiz ve ihtisasımız da deprem mühendisliği üzerine. Deprem mühendisliğinin temel amacı depreme dayanıklı yapıları belirli kurallar çerçevesinde yapmaktır. Biz depremleri daha hesaba, kitaba gelir şekilde değerlendirmeye çalışırız. Yer bilimleriyle birlikte çalışırız, onların ürettiği verileri kullanırız. Çünkü tehlikeyi yer bilimleri belirler. Aslında hesabını da biz yaparız ama fakat deprem mühendisliği popülerlik peşinde olan meslek değildir. Çünkü bizim işimiz hesaba dayalıdır. Ve depremle ilgili çok belirsizlikler vardır. Bunlar da istatistiksel olarak değerlendirilir, hesaba alınır. Ve bu şekilde bir yapıyı oluştururuz. Çok kolay değildir. Deprem mühendisliğinin ürettiği bir yapının deprem dayanımını, sınırlarını biliriz. Nasıl bir davranış göstereceğini tahmin ederiz. Bütün bunları hesaba dayalı olarak, veriye dayalı olarak yapmaya çalışırız. Sonuçta böyle bir deprem olduğunda biz kendi ürünlerimize bakarız. Bizim kullandığımız yöntemler ne kadar geçerliymiş? Çünkü en önemli test, en önemli verifikasyon, doğrulama depremde ortaya çıkar. Yaptığınız hatalar vs. ortaya çıkar. Pek çok belirsizliklerin olduğu bir alanda biz hesap yapıyoruz. Bu belirsizliklerin de sınırları depremde meydana çıkar ve bunları anlamak isteriz. Bu depremde biz deprem mühendisleri olarak ne gördük? Tehlike doğru dikkate alınmış mı? Deprem yönetmeliğine ve ilgili haritalara baktığınızda pek de fena değil. Tehlike bir şekilde doğru olarak dikkate alınmış. Deprem Yönetmeliği bize belirli şiddetler önerir. Bu şiddetlere göre hesabını yap der. Bu şiddetler deprem yer hareketine, lokasyona, bulunduğu bölgeye bağlıdır. Faydan uzaklıklara bağlıdır birçok şeye bağlıdır ama neticede size bir değer verir ve bu değer deprem 6 oldu, 7 oldu, 8 oldu, cinsinden değil. Daha ziyade kuvvet olarak bu yapıyı, hangi kuvvetler etki eder? Sonuçta buna çevirir. Geri planda depremin büyüklüğü, faydan uzaklığı vardır. Zemin koşulları vardır. Bütün bunlara baktığımızda çok da hatalı bir tehlike tanımı yapılmadığını görüyoruz. Bazı yerlerde aşılmış. Yani Antakya'da olabilir. Bunlar daha da değerlendirilecek. Deprem sırasında ivme ölçer denen istasyonlarda ivmeler ölçülür. Bizi bunlar ilgilendirir. Newton Kanunu’na göre kütle çarpı ivme kuvvettir. Biz bu kuvveti netice olarak dikkate alır, tasarımda bunları kullanırız. Kuvvetin ötesinde bu depremler şiddetli olaylardır. Ve bizim konvansiyonel malzemelerle yani beton, çelik vs. yani konvansiyonel yapım teknikleri ile bu kuvvetlere hasarsız olarak dayanacak bina yapmamız mümkün değil. O yüzden taviz veririz. Deprem mühendisliğinde depremle bir biraz kumar oynanır, yapının hasar görmesine izin veririz. Yapının hasar görmesi bir miktar elastik olmayan; yani betonun çatlaması, çeliğin bir miktar akması şeklinde kendini gösterir. Bunları biz kabul ederiz. Ve dolayısıyla yapının deforme olmasına müsaade ederiz. Bu şekilde kuvvetlere daha baş edilebilir şekilde karşı koyuyoruz. Ama bazı tavizler vermemiz gerekiyor; bunun faturası var ve bunu da öderiz. Bunun da faturası bizim tasarımımızda beş yüz yılda bir olabilecek deprem olarak tarif edilir. Bunun aslında farklı anlamları vardır. Her beş yüz yılda biri olacak anlamına gelmez. Esas olan yapının çökmemesidir, can kaybının önlenmesidir. Bu sağlandıktan sonra, eğer bu kuvvetler bu mertebelerde gerçekleşiyorsa, yapının hasar görmesi, hatta gözden çıkarılması bile verilen tavizin, pazarlığın sonucudur. Depremle pazarlık ederiz. Neticede binalarımızı arabalar gibi ya da elektronik aletler gibi laboratuvara sokup test etmemiz kadar kolay değil. Çok büyük yapılar bunlar. Esas test her zaman depremde olur ve depremde de ne olduğuna bakarız. Yönetmenliklerimiz bizi doğru yönlendirmiş mi? Ortaya çıkan durum bizim öngörümüz ile uyumlu mu, bakarız. Bunlar deprem mühendisliğinin esasları. Peki çoğu arkadaşımız bunları zaten biliyor ama bunları tekrarlamakta fayda var.
Şimdi ne gördük bu depremde? Bu depremde iyi bir tablo görmedik. Deprem Yönetmeliği’nin bilgisi ışığında yapılmış olan binalarda ne oldu? Biz bunu merak ediyoruz. Araziye giden genç arkadaşlar var. Biz artık biraz yaşlandık. Nuray benim abim yaşında. O yüzden biz pek bölgelere gidemiyoruz. Eskiden çok gittik. Arkadaşlara ben şunu tavsiye ediyorum: Yıkılmayan binalara bakın. Az hasar gören binalara bakın. Yıkılan binalar zaten belli, onlar işlerini yapamamışlar. Yıkılmayan binalar acaba bizim önerdiğimiz, yani deprem biliminin önerdiği kurallara göre mi yapılmış? En azından içimizi rahatlatan bir iki şey var. Mesela Kahramanmaraş'taki İnşaat Mühendisleri Odası'nın binası var. Adıyaman’daki kültür merkezi’nin camları bile kırılmamış. Hiç hasar olmamasına da biraz tabii şaşırdık. Bu bizim beklentimizin ötesinde bir durum. Bunlara bakılması lazım. Genel olarak depreme uygun olarak yapılmış olduğu sanılan binalarda istenilen durum elde edilmiş. Problem bunların sayısının çok az olması. Tabii saha gözlemleriyle bunlar daha sonra değerlendirilecek. Ve gerçekten biz amaçlarımıza ulaşmış mıyız? Yoksa bazı şeyleri revize etmemiz gerekiyor mu? Bütün dünya buna bakıyor. Çünkü burada çok sayıda ve faya yakın istasyonda kaydedilen yer hareketleri, bu kadar büyük depremlerde kaydedilen yer hareketleri pek yok. Bu yer hareketleri veri tabanında ciddi bir zenginleşme de sağlayacak. Biz bunlara, yer hareketlerine bakarız. Sonuçta ortaya çıkan tabii çok büyük bir yıkım var. Ben bildiğimiz bilgiler ışığında bu yıkımın kabul edilemez olduğunu savunuyorum. Benim gibi düşünen insanlar da böyle savunuyor. Bunun meydana gelmesinin nedeni esasında bilime, tekniğe uygun olarak yapılmamış olması, özellikle konut sektöründeki bu kalitesizlik, bu kontrolsüzlüğün buna yol açtığını düşünüyoruz. Gözlemlerimiz bize bunu söyletiyor. Ama bunlar ileride daha kesin verilerle teyit edilmesi gerekiyor. Ne oldu bu depremde? Bu yayın özellikle İstanbul civarına yapılıyor. İstanbullular ne gördüler? Biraz tedirgin oldular. Şu meşhur İstanbul depremi olursa buna benzer bir şey olur. Evet, bu depremde bunu gördük. O yüzden tedirginliklerimiz arttı. Ne yapabiliriz? Binalarımızın durumu belli. Bu depremin acılarını biraz yüreğimize gömdük. Ama dönüp de İstanbul'a bakıyoruz. Çünkü İstanbul'da tehlikeye maruz olan insan sayısı ve yapı sayısı, yatırım çok daha fazla. Buraya tekrar bakacağız. Bu programda biraz herhalde bunları tartışacağız.
N.A.: Haluk şöyle bir iddia var. Sanıyorum bu konuda sen başka bir televizyon istasyonunda kısa bir süre önce yaptığın mülakatta görüşlerini ifade etmişsin. Özellikle deniyor ki, bu depremler gerçekten büyüktü. Bu depremde bütün binalar kurtarılamazdı. Bu kaderin bir sonucu. Hatta devlet başkanı bir beyanatında demiş ki burada yeni binalar da yıkıldı. 2000 yılından sonra yapılan binalar fevkalade iyi davrandı, %2’si yıkıldı. Bunun sebebi de herhalde büyük ölçüde teknik dokümanlar geliştirdik, yapı kalitesi gelişti vs. Halbuki sahadan aldığımız tabii henüz kesin olmayan sonuçlar yeni binaların da yıkıldığını, buna mukabil iyi yapılmış eski binaların da hiç değilse hasar görmekle birlikte, sayıları da az olmakla birlikte bir kısmının da ayakta kaldığını gösteriyor. Yani bu o kadar hemen kabul edilebilecek bir gözlem gibi görünmüyor. Bu görüş maalesef bazı konuya yakın olan veya olmayan bilim adamlarının, özellikle yönetmeliğimizde tanımlanan spektrum eğrileri dediğimiz yani yönetmeliğimizin deprem etkilerini tanımlayan eğrilerle ve depremde ölçülen sonuçlardan el edilen eğriler arasında çok büyük farklar olduğunu göstermelerinden de kaynaklanıyor. Hakikaten dışarıdan bakarsanız, bu depremde bütün binaların yıkılması çok doğal bir şeymiş gibi geliyor. Oysa ki durum böyle değil. Sen de ifade ettin. Bu konuda bir sürü son günlerde araştırmacılar devamlı şeyler yayınlıyorlar. Bizim yönetmeliğimizdeki spektrum eğrisi ama hangi spektrum eğrisi, binaların yıkılma durumunu, göçme durumun tayin eden spektrum eğrisi ile depremden elde edilen spektrum eğrilerinin arasında çok büyük fark yok. Kısaca söylemek gerekirse, bizim yönetmeliğimize göre yapılan, ki eski yönetmeliklerimiz de 2000’den itibaren 97’den itibaren yapılan yönetmeliklerimiz de bunu zaten konfirme ediyor. Hemen hemen deprem etkileri bütün yönetmeliklerde aynı 97’den sonra. Bizim yönetmeliklerimize göre yapılan binaların bu denli yıkıma uğramaması gerektiği sonucunu çıkartıyoruz. Bir miktar tabii olacaktı. Belki de birkaç yüz, hatta bir iki bin belki benim kişisel tahminim bu çünkü çok kötü yapılarımız var. Sen de ifade ettin. Ama bu denli büyük olmaması gerekirdi. Bu konuda ne düşünüyorsun?
H.S.: Mümkün olduğu kadar veriye dayalı olarak konuşmaya gayret edersek, bina istatistiklerine göre afete uğrayan on bir il oldu. Adana haricindekiler de 2000 sonrası yapılan bina oranı % 50’nin üzerinde. Bu bölgedeki binaların yarısından çoğu % 60 civarı 2000’den sonra yapılmış. Cumhurbaşkanı'nın ifadesinin doğru olduğunu alırsak demek ki bütün yıkılan yapılar diğer % 50’lide, yani 2000 öncesi yapılanlarda. Senin de ifade ettiğin gibi çok böyle spekülaküler yıkımlar var, Rönesans vs. Bunlar bir iki yıllık binalar. Hatta bazılarının içine şans eseri insanlar bile henüz taşınmamışlar. Bütün yıkılan binalar adres bazında belli, bunların hangi yıl yapıldığı tapu bilgilerinde bellidir. Biz bunları bilmiyoruz, bunların çıkması lazım. İnşallah güvenilir bir şekilde bunlar çıkartılır, bu veriye ihtiyacımız var. Değil mi? Bu konuda güvenilir verilere ihtiyaç var. Ancak o zaman diyebilirsiniz % 2’si 2000 yılı öncesiydi. Ama bu bilgi nasıl bu kadar çabuk çıktı,bilmiyorum. Bana çok inandırıcı gelmedi. İnsan günümüzde bunları söylemeye de cesaret edemiyor. Aykırı bir insan oluyorsunuz ama bana inandırıcı gelmedi. Sadece bin tane mi bina? Elli bin bina da yıkılmış olabilir. Ben öyle tahmin ediyorum, rakamlar öyle veriliyor. Elli bin binanın sadece bin tanesi mi 2000’den sonra yapılan? Bunun ötesine de geçerseniz ağır hasar da görmemesi gerekiyordu. Ağır hasarlı sayısına baktığınızda rakamlar çok daha büyüyor. Dolayısıyla ben bunlara çok güvenemiyorum. Bu veriler hakikaten teyit edilebilir bir biçimde bize gelmeli. Bu bizim için önemli. Arada gördüğümüz büyük hatalar var. Biz burada bunların sonucunu da görüyoruz. İki rakama bakarak değerlendirme şey yapacak durumda değiliz. İstanbul'dan önemli farkı, benim iyimser tahminim bir afet farkındalığı, deprem farkındalığı oluşmamış. Özellikle Kahramanmaraş bölgesinde. Yani Elazığ depremi dışında, bu insanlar hani yıkıcı deprem görmemişler. Bu yüzden bir farkındalık da yok. Marmara civarında bunun hala olduğunu düşünüyorum. 99 sonrası farkındalığın. O yüzden bazı farklar var. Bunları tartışabiliriz. Orada çok da kimse bu bina depreme dayanıklı mıdır, değil midir diye pek de düşünmemiş, sorgulamamış, ne verilirse almış. Zaten çok başıboş bir konut üretim sektörü var. Biz burada bunun sonuçlarını görüyoruz. Deniyorki çok yüksek ivmeler çıktı, onun için bu kabul edilebilirdir. Mazur göstermeye çalışıyorlar. Hatta bazıları bu beş yüz atom bombasına eş değerdi, diyor. Çok yanıltıcı bir ifade. Yani beş yüz tane atom bombasını yerin on kilometre altından mı patlattınız? Ne demek bu? Bunun üzerine binası yıkılan müteahhit, bakın beş yüz tane atom bombası patlamış, ben ne yapayım, dedi. Böyle dezenformasyonlar da var. Bu binada gördüğünüz yıkım bizim deprem mühendisliği penceresinden baktığımızda kabul edilebilir bir şey değil. Bunun çok daha az olması gerekirdi. Bunun değerlendirmesini herhalde daha uzun dönemde, daha kesin verilerle yapmamız gerekiyor.
Müteahhit her şeyden sorumludur
G.E.: O konuda ben bir şey sorabilir miyim? Bunun hukuksal yansımaları da olacaktır. Şu anda Haluk Hoca'nın söyledikleri esasında ileride mahkemeler başladığında da karşımıza çıkacak bir argüman olarak gözüküyor. Bu argümanın baştan reddedilmesini sağlayacak bir şeyler yapmak mümkün mü hocam?
H.S.: Çok zor Gürhan Bey. Çünkü 99’a da baktığımızda mahkemeler açıldı vs. ama sonunda bir şey olmadı. Sonunda ortaya çıkan manzaraya baktığınızda bir sonuca ulaşmadı. Çünkü bu yapı üretim ve denetim sisteminde bir halka var ama bunun ucu açık ve bir yere gitmiyor, kayboluyor. Sorumluluk yapı denetim firmalarına yükleniyor. Onların kendilerine göre savunma argümanları var. Bir yere varmayacağını zannediyorum. Hukuk sistemimiz bunun üzerine kurulu değil.
Muzaffer Tunca.: İzmir'de yıkılan binalarla ilgili cezalar verildi.
H.S.: Bayraklı'yı diyorsun, değil mi Muzaffer?
M.T.: Yedi binanın mimarlarına bile hapis cezası verildi. Şimdi Yargıtay'da. Dolayısıyla sistemdeki sorgulama devam ediyor. İnşaat Mühendisleri Odası’nın da bu konuda katkısı olması iyi olur. Bu proje verilerine, ki artık biliyorsunuz onay için gittiğinde proje dijital olarak, sayısal olarak da veriliyor. Mimari ve depolamalı proje. Dolayısıyla onların kayıtlarının Ankara merkezde olması lazım. Aynı zamanda yapı denetim şirketlerinin kim olduğu, kaç tanesinin denetlediği hepsi tutuluyor. Kayıtları var ve takip etmek lazım.
H.S.: Haklısın, bunları da biz merak ediyoruz. Bayraklı depremi ile ilgili belki bir şeyler başlamış olabilir. Bayraklı depremi olduğunda yapılan binalar, büyük ihtimalle yapı denetimi yasasına tabii olmuştur. 2011’den sonra tüm Türkiye'ye genelleştirildi ama bu yasa 2001’de galiba çıktı. 19 İlde pilot uygulaması yapıldı. İzmir bunlardan biriydi. Yani 2001’den sonra yapılmış olan binalarda yapı denetiminin hükümleri geçerli ve o binalar yıkıldığına göre hukuki olarak bunlar mahkum edilebilir. Bizim İmar Kanunu diyor ki, sen tecrübeli mühendissin yanlış ifade ediyorsam lütfen düzelt; eğer yapıda bir hasar, kayıp olursa müteahhit mesudur der. İmar Kanunu 85’te revize edildi ama değişmedi. Müteahhit her şeyden sorumludur. Yani can kaybından da sorumludur. Antakya’da yıkılan Rönesans Rezidans müteahhidi diyorki ben her şeyi usulüne göre yaptım, bunları siz denetlediniz ve raporladınız, diyor. Niye ben suçlu oluyorum, diyor. Bu enteresan aslında, mevzuata bakarsanız haklı olabilir. Neyi yanlış yaptı? Yapı denetim firması denetlemiş. Her şey usulüne göre yaptı, proje yönetmeliğe uygun, demiş. Orada yapılan sondajlar vs. tarif edildiği gibi yapılmış, demiş. Bizim sistemimizde müteahhit finansördür, yani yatırımcıdır. Teknik kişi değildir. Bu kişi mimar gerçi ama yine de nasıl suçlayacaksınız? Kabak yapı denetim firmasına patlayabilir. Yapı denetim firmasının da sigortası bile yok. Yani bu zararları karşılayacak bir yapısı, bir gücü zaten yok. En fazla sorumlu imza sahibi, birkaç kişiyi oradan tutarsınız, hapse atarsınız. Bu serbest ekonomi sisteminde bu işlerin aslında ıslahı, terbiyesi sigortayla oluyor. Yani para gücüyle oluyor. Bunların sigortası yok. Ödeyecek hiçbir şeyleri yok. Her şeylerini satsan ne olur? Hatta Amerikan sisteminde bu işler daha acımasız uygulanır. Can kaybının fiyatı vardır. İşin içine sigorta sistemi girdiği için, çok terbiye edicidir. Parayla terbiye eder. Eğer yeterli bir denetim yapısı yoksa, çok yüksek sigorta harçları öderler, premiumları öderler. Kendi içinde bir ıslah edici bir sistem. Yoksa Amerika'daki denetim sistemi de inanın bizimki kadar kötü, iyi değil. Yani inspector sistemi var orada ama işte parayla bunu ıslah ediyor. Bizde bu da yok. O yüzden ölen öldü zaten ama kalan maddi gideni de karşılayacak durumda değil. DASK yaptırdıysa, DASK galiba binalarda 100-150 bin 200 bin gibi para veriyor, o kadar. Sistem kendi içinde sonuca varan bir sistem değil. Ve sorumluları net tarif eden bir sistem de değil.
G.E.: Arada bir şey söylemek istiyorum. İmar aflarının konuşulduğu bir yerde hukukun nerede, ne yaptığını tartışmak hakikaten abesle iştigal etmek oluyor. Siyaseti düzene sokamadıktan, siyasileri bu konuda engelleyecek yepyeni bir düzeni oluşturmadıktan sonra geçelim gidelim. Zaten siyaset sorumluluğu hemen birkaç tane insanın sırtına yıkıp, bu işten tertemiz çıkmaya çalışıyor. Şöyle bir baktığımız zaman ‘99 sonrası inşa edilmiş olan yapıların sadece % 2’sinde problem var, suçlular, müteahhitler’ dediğimiz zaman başka bir noktaya gidiyoruz. Belki bu bazı vicdanları rahatlatabilir ama problemi ortadan kaldıramaz diye düşünüyorum.
N.A.: Evet şimdi tabii bu gerçekten gibi bu çok belirsizliklerle dolu bir şey. Bunun hukuki tarafı da böyle. Nasıl ispat edeceksiniz? Bir kere ihmal edilen, Türkiye'de hiç önem verilmeyen bir şey var. Bu yıkılan binaların projelerini kim yaptı? Projeleri nasıldır? Proje derken taşıyıcı sistem projelerini yahut betonarme proje dediğimiz projelerinden bahsediyorum. Yıkılan bina veya ağır hasarlı binalardan arkadaşların gönderdiği resimlerden her gün daha daha iyi anlıyoruz. İleride de daha da iyi anlayacağız. Bu şehirlerde, Antakya’da, Kahramanmaraş’da , Adıyaman'da vs. mühendislik hizmetleri bakımından çok kötü bir durum var. Bu bizim bildiğimiz bir durum. Çünkü Türkiye'de mühendislik hizmetlerinin iyi olmadığı çok açık, çünkü ehil olmayan insanlar tarafından yapılmasına izin veriliyor. Bunlar kontrol edilmiyor. Nitekim şu anda az sayıda binanın taşıyıcı sistemine ait projeler, dökümanlar görebildik. Görebildiklerimiz çok kötü, yine de genellemek istemiyorum. İstanbul'da bir grup yapı deprem mühendisi şu anda halen de oradalar ve her gün çok sayıda film, resim çekiyorlar. Son üç akşamdır sabah 9:00’dan gece yarısı 01:00-02:00’lere kadar o resimleri bir grup ortamında değerlendiriyorlar. Uykusuz kalıyoruz ama çok çok faydalı oluyor. Taşıyıcı sistemi tanımaya çalışıyorlar. Bu videoları çeken arkadaşlar çok deneyimli, çok iyi mühendisler. Can alıcı yerleri; çatlamaları ve ayakta kalan binaları. Yıkılan binalarda bakılacak bir şey yok. Enkaz yığınından başka bir şey göremezsiniz. Ayakta kalan binaların bazıları çok az hasar görmüş. Bazıları çok hasar görmüş, yıkıldı yıkılacak ama insanlar çıkmış sonuç olarak. Hakikaten taşıyıcı sistemde müthiş hatalar var. Mühendislik bakımından bu gerçek laboratuvar. Yıkılan Rönesans binasında da kötü. Yani onu da belirtmek istiyorum. Ama resimler sadece bir kaynaktan geldiği için yine de ihtiyatla konuşuyorum. Bir süre sonra ortaya nasıl olsa çıkacaktır. Mühendislik hizmeti kötü. Denetim yok. Proje denetimi yok. Proje denetiminde Türkiye'de hani prensip? Kesinlikle yok. Bundan yapı denetim sistemleri kanunen sorumlu fakat hiçbir yapı denetim sistemi o işi üstüne almıyor. Belediyeler biraz bakmaya çalışıyorlar. Belediyelerin de çok sınırlı kadroları var ya da hiç kadroları yok. Dolayısıyla bu iş tamamen sahipsiz. Deniyor ki birtakım akil insanların hazırladığı programlar var. Yeni yönetmeliğimiz de çok iyi, eskileri de iyiydi. Sanki deprem yönetmeliğine uygun bina tanımı var. Neymiş; deprem yönetmeliğine uygun deyince deprem yönetmeliği sihirli biçimde bütün binaları sağlam yapıyormuş gibi. Böyle kandırmacalarla gidiyoruz ve sonuç ortada. Yapı inşaat kalitesinde tabii çok kötü şeyler var. İyi çalışan denetim şirketleri var ama Türkiye ölçeğinde denetim sisteminin iyi olmadığı, hatta büyük yolsuzluklarla mağdur olduğu biliniyor. Ama iyileri var ve istisna görülüyor. Çok kötü beton kaliteleri var. Uzatmak istemiyorum. Bu konunun tabii çok tarafı var. Sonuç olarak bu deprem bu konudaki 99’da gördüğümüz eksiklikleri maalesef ve maalesef yirmi dört sene sonra aynen tekrar etmek üzere yüzümüze vurdu. Hiç değilse artık bundan akıllı bir biçimde sonuçlar çıkararak yol almalıyız. 99’dan hemen sonra, Haluk, ben, başka bir sürü insan, bir sürü toplantı, bir sürü konsey, vs. katılmadığımız şey kalmadı. Aradan 24 sene geçti. O zaman da biz aynı şeyi söylüyorduk. O zaman söylediklerimizi gerçekleştirilme teşebbüsü oldu. 595 ve 601 sayılı kararnameler. Fakat onlar da iptal edildi. Eğer onlar iptal edilmeseydi bugün biraz ilerleme kaydetmiş olurduk. Hele hele Haluk’un da belirttiği gibi mesela bu bölgede 2000’den sonra yapılan yapıların toplam stoka oranı % 50 ise hiç değilse o yapılar bugüne göre çok daha iyi yapılacak, değil mi? Çünkü sayıyı bilmiyoruz ama 2000 sonrası yapılan epey bina var bu şehirlerde. Antakya'da da, Maraş'ta da var.
Ya güçlendireceksiniz ya yıkıp, yeniden yapacaksınız
N.A.: Haluk istersen başta belirttiğin gibi İstanbul halkı da bu depremden çok etkilendi. Çünkü 99 depreminden beri İstanbul ve çevresindeki deprem tehlikesi basın ve yayın organlarında çok işlendi. Halkta bir endişe altında yaşıyor. Bu büyük depremlerin İstanbul'da meydana gelecek büyük İstanbul depremi ile aynı mertebede olabileceği de gözlerden kaçmıyor. Bilim insanları zaten bunu söylüyorlar. Ve şu son günlerde halk arasında endişe düzeyi çok yükseldi. Özellikle İnşaat Mühendisleri Odası’nın birtakım müracaatlarla telefonları kilitlenmiş. Herkes mevcut binalarının dayanımlarının yeterli olup olmadığını nasıl tayin ederiz, bunun için bize yol gösterin, bize mühendis tavsiye edin, kabilinden müracaatlarda bulunuyorlar. Bu rakamlar o kadar yüksek ki bunlara cevap vermek bile mümkün değil. Bize de soruyorlar. Bana bir sürü tanımadığın insandan e-mail ve mesaj geliyor. Biraz bunlara değinebilir miyiz?
G.E.: Bir küçük ilave yapabilir miyim? Nuray Hoca'ya. Aynı zamanda İstanbul Büyükşehir Belediyesi bir deprem bilim kurulu topladığını ilan etti. Bunu da sayın İmamoğlu açıklado ve 25 Şubat'a kadar bu kurulun çalışmalarını tamamlayarak, rapor sunacağını ve bunun da kamuoyuyla paylaşılacağını belirtti. Aynı zamanda Kadıköy Belediye Başkanı'nın da bazı açıklamalarıyla karşı karşıyayız. Detaylarına şimdi girmeyebiliriz ama konu Nuray Hoca'nın da belirttiği gibi son derece yaygın bir şekilde tartışılmaya ve merak edilmeye başlandı. Buyurun Haluk Hocam.
H.S.: Hep olumsuz şeyler söylüyoruz ve bu da bizi yoruyor. Ben İstanbul açısından bir iki olumlu şeyle başlamak istiyorum. İstanbul ve Kahramanmaraş ya da o bölge karşılaşmasını yaparsak; yani 99 depremiyle 2006 depremi. İstanbul'un bazı avantajları var. Yani kırılacak fay 500 yıldır değil de bunun yarısı kadar zamandır gerilme birikimi üretiyor. Dolayısıyla Marmara'nın içinde meydana gelecek deprem 7.8 değil de biraz daha düşük olacaktır. Eğer içini rahatlatırsa insanların böyle bir şey var. İkincisi fayın üzerinde yapı yok, Marmara Denizi var. Yani İstanbul'un faya en yakın ilçeleri bile 15 kilometreden başlayarak faydan uzak. 15 kilometre gene de bir koruyucu tampondur ve muhakkak azalım etkisi yapar. Üçüncüsünü İstanbul'un zemini yumuşak bir zemin değil. Dere yatakları dışındaki zemin İstanbul'da genellikle sıvılaşma olmayan, çok da fazla zemin büyütmesi yapmayan bir zemin. Zemin bakımından İstanbul avantajlı. Ve İstanbul'da, özellikle Avrupa yakasındaki zemininde geçmişte 99 depremi sonrasında bir Japon grup tarafından çok ayrıntılı zemin ölçümleri yapıldı. Bu veriler de elde var. Dolayısıyla İstanbul'daki belirsizlik bu anlamda daha az.
N.A.: Asya tarafı için de yapıldı Haluk.
H.S.: Çok güzel. İyi niyetli olarak, Marmara Bölgesi'nde deprem farkındalığı Güneydoğu’ya göre çok daha fazla olduğunu da umuyorum. 99 Depremi’nin yarattığı farkındalık daha fazla. Insanlar yapılanlara dikkat ediyorlar. Kentsel dönüşüm sırasında yapılan inşaatlara da dikkat ediyorlar. Böyle bir komşu farkındalığı da var. Bunlar avantajlar. Ama dezavantajlar da dediğimiz gibi çok daha yüksek bir nüfus ve daha değerli bir yapı, sanayi yapılarının farklı olması, çok sayıda yapı olması, ekonominin orada çok odaklanmış olması da tabii riskleri çok arttırıyor. Nedir durum? Mesela ben kendimden bir örnek vereyim. Benim oğlumun modada bir evi var. Beş katlı bir apartman ve 70’lerde yapılmış. Zemin durumunu değerli dostlarımızdan bir parça öğrendik. Benim çocuklarım orada güvenli mi, değil mi? Ben bunu nereden bileceğim. Bizim İstanbul'da yaptığımız çalışmalar yapı stokuna yönelikti. Tek tek binalara yönelik değildi ama gene de bina stoku hakkında altı ilçede yapılan çalışmada epeyce fikrimiz de oldu. Bu bilgiler belediyede de var. Ama başvuranlara da söylemiyorlar, senin binanın raporlamadaki durumu şuydu demiyorlar. Çünkü amaç bina bazında değil, yapı stoku bazındaydı. Zeytinburnu'nda ben ne bekliyorum? Küçükçekmece'de ne bekliyorum? Bakırköy'de ya da Fatih'te ne bekliyorum, şeklindeydi. Biz burada biraz basite girmek zorundayız. Mesela ben bir bina sahibiyim. Uzman bir kişi değilim. Binamda önce neye bakmalıyım? Öncelikle benim önerim biraz veri oluşturmak. Her binanın eski de olsa belediyede bir mimari planı olabiliyor. Sorduklarımız gittiler uğraşarak bunu buldular. Statik proje dokümanlarına rastlamak daha zor ama mimari planı bize çok fazla da bilgi verir. Binanın taşıyıcı sistemi hakkında size en azından geometrik bilgileri verir. Yani kolonlarınız, kirişlerinizde bir yapı çerçeve sistemi var mı? Bir mühendis bunu çok güzel değerlendirir. Ben yapı sahiplerinin öncelikle buna ulaşmalarını tavsiye ediyorum. Mimari planlarını ilgili belediyeden bir bulsunlar temin etsinler. İkincisi yapılarına şöyle bir baksınlar. Bizim yıkılan binalarda çok belirgin, dıştan görünen ya da görsel olarak sizin değerlendirebileceğinizi tespit edebileceğiniz zayıflıklar var. Bunlardan en önde geleni yumuşak kat. Yani siz diyelim ki çok katlı bir binanın içinde oturuyorsunuz ve bu binanın altında ticari bir alan var. Market var, kafe var vs. vs.; yumuşak kat. Bunu zaten görürsünüz. O katta çok daha az duvar vardır. Bu duvarlar taşıyıcı sistemin parçası olmayabilir ama sisteme yardım ediyor. Orada en azından bizim büyük rijitlik değişmesi dediğimiz olayı engelliyor. Dolayısıyla bu altı ticari olarak kullanılan binalar, hele hele 2000’lerden önce yapılmışsa ve de altı- yedi katın üstünde ise bu ciddi bir risk oluşturuyor. Bir tek parametre yok, birkaç parametre var. Bu bina ağır bir binaysa, iri iri balkonları olan vs. ise bu da bir risk oluşturuyor. Bu hususlar kolaylıkla görülebilir. İstanbul'da korozyon problemi var. İstanbul rutubetli bir bölge, en azından bodrum katlarda bu korozyonun etkisi kolaylıkla görülebilir. Yani düşey çatlaklar olabilir. Nemlidir zaten duvarlar ve taşıyıcı sistem, buna bakılabilir. Zemin özelliklerinde çok fazla bir endişe yok. Zeminle ilgili burası sıvılaşır ya da burada çok fazla zemin büyütmesi olabiliri tam bilemezsiniz ama İstanbul genelinde bu Güneydoğu kadar çok büyük bir problem değil. Bir de eğer bilebiliyorsanız acaba beton dayanımı nedir derseniz, daha önce 2 bin tane alınan karot üzerinde yapılan denemeler İstanbul'da ortalama beton dayanımının beton sayılamayacak mertebelerde olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla binanın yaşı da önemli. Bütün bu risk faktörleri bir araya gelmişse; yani bina 7-8 kattan yüksekse, ağır bir binaysa, korozyon oluşmuşsa, yaşı 2000’den önce ise doğum tarihi, yumuşak kat varsa, bütün bunlar bir araya gelmişse siz artık bu binadan biraz endişelenebilirsiniz. Birinci filtrelemede sınıfı geçmediğini gösterir. En azından binanız bu durumda ise bir tecrübeli mühendise gidin. Tecrübeli mühendis bilgisinin yerine bir aleti koyamazsınız. O tecrübeli mühendis binaya girdiği zaman, hele elinde mimari plan da varsa o binanın taşıyıcı sistemi ile ilgili kendi tecrübesiyle, bilgisiyle ve gözlemiyle iyi bir yönlendirme yapabilir. Yani ak ve kara diyemeyiz diyemez. Kimse bir binaya girip, ölçüm yapıp ‘bu bina depremde’ yıkılır, diyemez. Riski yüksek ya da az, der. Bir önceliklendirme yapabilir. Dolayısıyla bunlara bakarak bir ilk adım atılabilir ama bu tecrübeli mühendisi nereden bulacağız? Var böyle insanlar. Herkesin Nuray Aydınoğlu, Muzaffer Tunca olması gerekmiyor ama var ve ulaşılabilir. En azından bu insanlar gelip bina içinde bir on beş dakika bile geçirse, elinde verilerle, size önemli bilgiler verebilir. Bunun pozitif olması da mümkün. Çok da endişe etme de, diyebilir. Çekinir bunu söylemeye ama hemen girme bu işin içine de diyebilir. Çünkü arkadan bu riski nasıl azaltacağız sorusu gelir. Bu zor bir soru. Bu riski azaltma konusu kolay bir konu değil. Bizde bölünmüş mülkiyet, kat mülkiyet sisteminin de zaten karar almak bile kolay değil ve binaların tamamına yakını kat mülkiyeti sisteminde zaten. Bir de beton konusu var. Kadıköy Belediye Başkanı'nın videosunu seyrettim, Nuray yolladı.“Biz karot alıyoruz, laboratuvarımız var, çok güzel. Fakat bir tek karota bakarak bir şey söylüyorlar. Bu olmaz. Karota baktım, şu kadar megapaskal çıktı. Bir tek kanrota bakarak böyle bir değerlendirme yapamazsınız. Bu parametrelerden bir tanesidir. Önümüze bu kargaşadan, bu gri alandan faydalanan bazı yanıltıcı şeyler de çıkıyor. Mesela jeofizik ölçümü yapalım; biz betonun kalitesini hiç şey yapmadan bulabiliyoruz deniyor. Bu bir efsane, böyle bir şey yok. Mekanik özelliklerini jeofizikle bulamazsınız. Ya da binanızın zeminine uyumunu ölçüleriz, zemin büyütmesi olacak mı, sıvılaşma olacak mı, diyorlar. Bunlar hikaye, bunlar olmaz. Sizin tecrübeli, güvenilir bir inşaat firmasına ya da kişisine ihtiyacınız bu binanızda bir ön değerlendirme yapmak için, birinci aşamayı geçtikten sonra o kişinin sizi yönlendirmesi mümkün olabilir ama çözüm çok da kolay değil. Diyelim ki binanız birçok riski bir arada taşıyor. O zaman ne yapacaksınız? Ya güçlendireceksiniz ya yıkıp, yeniden yapacaksınız. Bunlar kolay değil. Bu işin biraz karanlık tarafı. Ben burada durayım isterseniz. Nuray’ın da bu konuda katkısı olur.
N.A.: Çok güzel bir şey yaptın ve gerçekten özetledin. Problem şu, son olarak tecrübeli bir mühendise gidin, dedin. Vatandaş tecrübeli mühendisin nasıl bulacak? İlk olarak aklına mühendislik örgütü geliyor, oraya gideyim, diyor. Telefon ediyor. Telefonlar kitlenmiş ama diyelim ki erişti. Mühendislik örgütü, İnşaat Mühendisleri Odası, İstanbul'da şubesi var. Ayrıca Kadıköy'de, Bakırköy'de vs. temsilcilikleri var. Onlara gitti. Onların bilgi hazinesinde proje hizmeti veren mühendislerin adresleri var. Fakat diyorlar ki oda yöneticisi arkadaşlar biz bir kurum kurumuyuz ve özel olarak şu mühendise git diyemem. Yani bu işte koalifiye olmuş bir kalifikasyon sistemimiz de yok. Yani kısacası yetkin mühendislik sistemimiz yok. Eğer öyle bir şey olsa yetkili mühendislerin isimleri bir yerlerde yayınlanacaktır. Herhalde e-Devlet'e girince onu göreceksiniz. Şimdi öyle bir şey yok şimdi. Hep konuşuyoruz. Diploması olan herkes odaya kayıt oluyor. Ve bu işi yapmaya hak kazanıyor. Oda da kimin ismini versin? Oda tarafgirlik yapamaz, bu adam iyidir, bu adam kötüdür, diyemez. Burada bir çıkmazımız var ve nasıl çözüleceği de bilinmiyor.
M.T.: Hatta bakanlığın sıraladığı birtakım firmalar var. Bunların da yetkinliği bana göre tartışmalı.
N.A.: Onlar var ama onlar uzman firma değil. O Riskli Yapılar Yönetmeliği gereğince lisans verilen firmalar ve o yönetmeliğin bizim deprem yönetmeliğiyle hiçbir ilgisi yok. Programlarda çok kez söyledim; Riski Yapılar Yönetmeliği’nin amacı da, binaların yıkılması için gerekçe oluşturmak. Zaten yönetmelik ben ya yıkıldı, derim yahut da demem diyor. Akla kara gibi. Arada hiçbir şey yok. Halbuki deprem yönetmeliği de çeşitli performans düzeyleri var. Ona göre bir hesap yaparsınız, inceleme yapsanız binanız birkaç farklı performans düzeyinden birinde olacak. Ya tehlikesiz olacak, ya çok tehlikeli olacak yahut işte onların arasında vs. olacak. Dolayısıyla Muzaffer söylediğin firmalar onlar.
M.T.: İnsanlar onlara gidiyorlar. Onun için uyarı yapmak istedim. Bir de Haluk’un söylediği fizik tespit diye felaket bir şey var. Biz dıştan aletle senin binanın sağlamlığını tespit edebiliriz, diye insanları kandırıyorlar. Çok dikkat etsin dinleyicilerimizi uyarıyorum.
H.S.: Haklısınız ama bakın ben yanlış anlamadıysam Kadıköy Belediye Başkanı'nın dediği de çok yanlış.
N.A.: Kadıköy Belediye Başkanı arkadaşımız avukat. Bu işlerden anlamıyor. O işin karot tarafını biliyor. Bakanlığın yetki verdiği firmalar da bir taraftan bu işi yapıyorlar, diyor. Bizim belediyeye gelip, belediyedeki laboratuvarımızda test ettiriyorlar, diyor. Bir kaç kez bunu söyledi ve ben bundan şunu anladım. Bu firmalar Riskli Yapı Yönetmeliğini uygulayan, Muzaffer'in bahsettikleri. Bu çok büyük bir tehlike aslında. Bu arkadaşımız, bu belediye ne yaptığını maalesef bilmiyor. Vatandaş o firmalara giderse onlar betona bakıp Riskli Bina Yönetmeliği’ne göre hesap kitap yapıyorlar. Mesela bu bina riskli dediklerinde o binayı 6 ay içinde yıkmak zorundasınız. Belediye Başkanı bunun farkında değil. İyi bir şey yapıyormuş gibi konuşuyor.
M.T.: Şöyle bir deney de yaşadık. Geçmişte Bayraklı Belediye Başkanı böyle bir laboratuvar kurdu. Makine mühendisiydi kendisi. Ben yapma bu işi diye kendisine yalvardım. Birtakım tespitler yaptı. Bayraklı'daki son depremin ertesi tabii herkes ne oldu bu binalarda, diye Bayraklı Belediyesi'ne gitti. Bayraklı Belediyesi bu büroyu kapamış. Cevap veremedi, bir takım aksaklıklar çıktı. O yüzden çok tehlikeli bir durum. Ben katılıyorum sizlere, Kadıköy Belediyesi'nin çekilmesi, bunu yapmaması lazım.
G.E.: Programımızın süresi tamamlandı. Haluk Hocam size çok teşekkür ederiz. Konuşacak çok konu var ama başka bir programa bırakmamız yararlı olacak. Katkılarınız için çok çok teşekkür ederiz. Açık Radyo’da Altın Saatler programı özel yayınında konuğumuz Profesör Doktor Haluk Sucuoğlu hocamız idi. Kendisiyle deprem bölgelerindeki yapıların durumu İstanbul'un riski üzerine konuştuk. Yarın yeni bir programda görüşmek dileğiyle, hoşçakalın.