Altılı Masa’nın önerileri bizi berrak bir demokrasiye götürüyor mu?

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ali Bilge’nin gündeminde Ekrem İmamoğlu’na yönelik açıklanan karar, Altılı Masa’nın anayasa değişikliği önerileri ve Hunutlu Termik Santrali’nin sessiz sedasız açılışı vardı.

Altılı Masa

Ömer Madra: Ali Bey, merhaba.

Ali Bilge: Merhaba. Türkiye son bir haftadır tarihe “ahmak davası” olarak geçecek bir karar üzerine yoğunlaştı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun YSK üyelerine “ahmak“ dediği iddiasıyla devam eden yargılamanın hükmüne ilişkin haberlere yoğunlaştık. Davanın sonucuna şaşıranlar oldu. Ben de onlara şaşırıyorum çünkü bizim son yıllarımız bu tür kararlarla geçti. Selahattin Demirtaş, Osman Kavala örnekleri, binlerce HDP’liye yönelik kararlar… Doğrusu İmamoğlu hakkındaki karara şaşıranlara da ben şaşırıyorum. Yıllardır ipe sapa gelmez yargı kararlarıyla karşı karşıyayız. Sosyal medyada yazılanlara, yapılan analizlere, değerlendirmelere baktığımızda adeta bir çöplük görüyoruz. Bu durum belirsizlik ve kaosa katkıda bulunuyor. Dolayısıyla meselelere soğukkanlı bir şekilde bakmak da fayda var.

Çürümüş yargı kararlarına paralel olarak içinde bulunduğumuz otokratik iktidarın tükenmişliğini de tanık oluyoruz. Otokrasinin tükenmişliği, dayandığı ittifakları da bozuyor. Dayandığı kurumlarda inisiyatifini yitirmesine, yönetememe sorunuyla karşı karşıya kalmasına yol açıyor. Bunun sonucunda da Erdoğan iktidarına uzun yıllardır açık ya da kapalı bir şekilde destek veren kesimler, Erdoğan sonrasına dair bir yönelim/tasarım içerisinde. Türkiye’de kabaca yüzde 60’lık kesimin Erdoğan ve iktidarının değişmesini istediği görülüyor. Mesele, bozulmaya yüz tutan otokrasinin dayandığı ittifakların nasıl bir rejim, lider ve kadro istediğidir.

Son haftalarda Altılı Masa’nın anayasa değişikliği önerileriyle karşılaştık. Güçlendirilmiş parlamenter rejim belgesini yeterince inceledik mi? Muhalefetin anayasa değişikliklerine ilişkin, yakından tanıdığımız Prof. Dr. Kemal Gözler’in Açık Radyo’daki yayında dikkat çektiği hususlar oldu. Aynı zamanda Murat Sevinç’in, Tolga Şirin’in de dikkat çektiği noktalar oldu. Altılı Masa’nın anayasa değişikliği önerilerine ilişkin Kemal Gözler’in ve diğer arkadaşların dikkat çektiği hususları önemsemek durumundayız. Gözler’in işaret ettiği hususlar bizi, parlamenter rejim ve demokrasi beklentimize dair kuşkuya düşürmektedir. Bu arkadaşlar yaptıkları analizlerde muhalefetin yaptığı önerilerin güçlü bir parlamenter rejim ve demokrasi yerine yarı başkanlık sisteminin devamı niteliğinde öneriler olduğunu ortaya koydu. “Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi yarı başkanlık sistemi demektir. Bu durum kaotik bir ortam yaratır, sistemi kilitler” diyorlar. Dolayısıyla Altılı Masa’nın anayasa değişikliği önerilerine özenle yaklaşmak lazım. Durumun medya, anayasacılar ve genel olarak toplumun tüm kanaat kesimleri tarafından çok dikkatle izlenmesi gerekir. Gelecek için sarih, berrak bir demokrasi ve parlamenter sistem istiyoruz. 2010 yılında yapılan hataya yeniden düşmeyelim. 2010 yılındaki referandumda üstümüzde bir asker baskısı vardı, getirilen yeniliklerin üzerinde titizlikle durulmadı. HSK düzenlemesinin üstünde durulmadığı için yargıyı önce cemaat sonra da AKP ele geçirdi. Dolayısıyla, sahici ve sahte demokrasi arasındaki süreçlere dair uyanık olmak gerekiyor.

Ülkemizde yıllardır konuştuğumuz bir güç tanımı var. Bu tanım üst akıl, iç devlet, derin devlet, vesayetçi güç odakları, iktidar seçkinleri, millî iradecileri ve benzerlerini kapsıyor. Bu gücün eski Türkiye’deki kurumsallaşmış adı Millî Güvenlik Kurulu’ydu. “J Başkanları” vardı. J, joint kelimesinin kısaltmasıdır. Bu insanların rütbeleri korgeneral üstüdür, ordu parlamentosunu oluştururlar ve pek çok kritik duruma karşı öneri geliştirip karar verirler. Duyduğumda çok şaşırmıştım: “J Başkanları toplantı yaptı, İsmail Cem’in kurduğu partinin dağılmasını istedi.” Türkiye’de böyle organlar vardı. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen otokraside vesayetin tamamı Erdoğan’da gibi görünse de durum böyle değil. Erdoğan zayıflamış durumda. Bunlara dış dinamikleri de eklemek lazım. Mesela içimizde çok güçlü bir Rusya var. Çok fazla alanda iç içe geçmiş durumdayız. Ekonomik, siyasal ve askerî alanda faaliyetlerimiz var. İçeride ve özellikle Batı’da Erdoğan’a destek azalmaya devam ediyor. Erdoğan’ın 20 yıllık siyasi varlığı sona yaklaşmış mıdır? Cevaplanması gereken soru budur. Bana göre sona yaklaşılması ve otokrasinin son bulması, muhalefetin ve rejim değişikliği için getirilen önerilerin sulandırılmamasına bağlı.

Necip Hablemitoğlu cinayetinin özel kuvvetler komutanlığının işi olması ve cemaatin bunu onlara ihale etmesi… Düşünebiliyor musunuz Hablemitoğlu gibi orduya, istihbarata son derece yakın çalışmış bir akademisyen ve millî iradeye yakın bir kişi, millî iradenin en önemli organı olan özel kuvvetler komutanlığı tarafından öldürülüyor. Bu durum 20 yıl sonra ortaya çıkarılıyor. Ardından bir İstiklal Katliamı geliyor. Yargı kaynaklı, AKP tabanını olumsuz etkileyecek haberler ortaya çıkıyor. Mesela 6 yaşındaki kız çocuğunun evlendirilmesi davası var. Bu konu 20 yıllık, dava ise 2 yıllık. Bize 28 Şubat’taki Fadime Şahin/ Kalkancıoğlu davasını hatırlatıyor. Şarkıcı Gülşen’e sözlü tacizde bulunan müdürün tacizci olduğu, Torbalı AKP İlçe Başkanı’nın dansözlü, içkili eğlence partisi yaptığı servis ediliyor. Bunlar AKP tabanında önemli ölçüde tahribat yaratan haberler. Tüm bunlar, AKP’nin ve Erdoğan’ın sadık yandaşlarının bile şikayetçi oldukları bir ortamın gelişmesine yol açtı. AKP’nin seçmen tabanını güçsüzleştiren, hatta AKP’ye geri adım attıran, belirsizliği ve kaotik ortamı geliştiren kararlar yarattı.

Bu ülkede neler yaşadık? 28 Şubat’a, Susurluk sürecine bakın. Susurluk sürecinde neredeyse her gazeteciye bir kaset düşüyordu. Alaattin Çakıcı kasetlerini, Deniz Baykal’ın gönderilişini unutmayalım. Türkiye’de bazı değişimlerin arifesine geldiğimizde bu tür durumlarla karşı karşıya kalırız. Kanlı ya da kansız tasfiye süreçlerinin hızlandırılmasına yönelik bazı çalışmaların yapıldığını, servis edildiğini görürüz. İmamoğlu davasına ilişkin sonucu tüm bu çerçevede değerlendirmekte fayda var.

“Aday meselesini fazla öne çıkartmak rejim değişikliğini gölgelemektir.”

Cumhurbaşkanlığı adaylığına ilişkin, Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu hakkındaki görüşlerimi daha önceki programlarda belirtmiş, iki belediye başkanının aday olmasını doğru bulmadığımı söylemiştim. Hatta Murat Karayalçın ve Chirac örneklerini vermiştim. Kılıçdaroğu, Yavaş ve İmamoğlu üçü de aynı partiden isimler. Cumhurbaşkanlığı adayının ismi önemli ama rejim değişikliği ondan daha önemli. Aslında güçsüzleşen Erdoğan ve AKP iktidarının karşısına ister Kılıçdaroğlu’nu ister Ekrem İmamoğlu’nu koyun, kuvvetli bir ittifak galip gelir. Aday meselesini fazla öne çıkartmak rejim değişikliğini gölgelemektir. Anayasacı arkadaşların işaret ettiklerini görmezden gelerek rejim değişikliğini savunmak son derece yanlış bir yöne savrulmaktır.

Millî irade temsilcilerini unutmayalım. Geçmişte ya da hâlâ açık veya kapalı olarak destekledikleri rejimden başka bir rejime geçerken de payda olmaya devam etmek üzere geçerler. Altılı Masa’ya da hâkim olmaya çalışırlar. Millî irade öyle bir kavram ki burjuvazinin tüm kurumlarını içine katabilirsiniz. Millî irade tanımı geniştir. Erdoğan sonrası Türkiye üzerine kafa yoran bu kesimlerin Altılı Masa içinde de etkili olduğunu biliyoruz. Onların da gönlünden geçen Kılıçdaroğlu yerine Ekrem İmamoğlu olabilir. Milliî irade, Topal Osman’a “idolüm” diyen bir ismi tercih edebilir. Kemal Kılıçdaroğlu da razıdır. Meral hanım da Ekrem İmamoğlu’yla daha rahat çalışacağını umabilir. Mesele rejim meselesi. Erdoğan’ı değiştirip mevcut rejimin benzerlerini ayakta tutarak mı devam edeceğiz? Altılı Masa’nın önerilerine bakıldığında Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesi bu sistemin gerçek bir parlamenter rejim olmadığına işaret ediyor. HDP’nin varlığı rejimin değişiminde çok önemli, üzerinde durulması gereken bu. Eğer gerçek demokrasiye ulaşmak istiyorsak bütün bunları gözetecek bir denklem oluşturmak zorundayız.

Medyamızda ve yorumcularda farkındalık bilinci eksik. Biz demokratik parlamenter sistem içerisinde değiliz, bu seçim normal bir seçim değil. Biz parlamenter rejime geçmek üzere seçime gidiyoruz. Bir geçiş dönemi olacak, dolayısıyla buna uygun isimlerin ve kadroların belirlenmesi gerekir. Bunları göz önünde bulundurarak analiz etmekte fayda var. Gezi direnişini, 17-25’i, 2015 Haziran seçimleri sonrasını, 15 Temmuz’u hatırlayın. Belirsizlikler yaratılarak otokrasiye geldik. Şimdi otokrasiye hâkim olan irade benzer belirsizlikler ortamına yol açıyorsa çok dikkatli olmak, “millî iradeyi” oluşturan kesimlerin müdahalesine imkân bırakmadan yeni bir rejim değişikliğine doğru yol almak gerekiyor.

Ö.M.: Saraçhane’de yapılan, Altılı Masa liderlerinin de katıldığı etkinlik büyük ilgi gördü. Resmî ifadeye göre katılımcı sayısı 25 bin. Ancak eski sol kesimlerin de bildiği gibi, Türkiye’de polisin verdiği rakamı dörtle çarpmak gerekir. 100 bin kişi de olabilir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi 200 bin kişinin katıldığını söyledi. Oldukça da demokrat bir tavır sergilendiğini söyleyebiliriz. Mehmet Y. Yılmaz, “100 yıl sonra Türk siyasi tarihini yazanlar bu dönemi ‘demokrasinin kara yılları’ diye yazacaklar. Tarihe de bu yasakçı, otokratik zihniyetle geçecek. AKP bu seçimi kaybedip 20 yıllık iktidarına veda edecek, çok beklenmedik bir gelişme olmaz. Selahattin Demirtaş’ın siyasi parti faaliyeti sırasında söyledikleri nedeniyle hapiste tutulduğunu da unutmayın” demiş.

Bu arada eski milletvekili, HDP İstanbul İl Başkanı Ferhat Encü’ye atılan tokat var. Demirtaş, Kürtlerin Encü’ye atılan tokadı kesinlikle unutmayacağını belirtmiş. “İstanbul Kadıköy’de bir polis HDP İstanbul İl Eş Başkanı’na tokat atıyor. Siz daha tokat görmemişsiniz. Sandığı bekleyin, göstereceğiz” demiş. Erdoğan’dan da İmamoğlu’na verilen cezayla ilgili “Kesinleşmiş bir karar yok. Üzerimizden Bizansvari taht oyunlarını yürütüyorlar” demiş. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı İmamoğlu’nun bizzat naklettiği cümle de şu: “Görüyoruz ki yargı gerçekten bağımsız değil, böylece yargının işleyişine adalet ilkelerinin değil siyasetin egemen olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır. Siyasi rakiplerimiz, güç ve çıkar odakları seçim sandığında karşımızda duramayacaklarını, önümüzü kesemeyeceklerini iyiden iyiye anlamış olmalılar ki böyle bir yola başvurdular. Bu yol yanlış bir yoldur. Adaleti siyasallaştıranlara lazım olacaktır.” Bu sözler doğrudan doğruya 2000’li yıllardan ve Erdoğan’a ait, bunları tekrarlamış. “Bu sözler, belediye başkanıyken sizinle ilgili alınan kararla ilgili yaptığınız konuşmadan. İmamoğlu, Görüyorsunuz değil mi, nereden nereye? O gün yola millet diye çıkanlar bugün ‘millet biziz’ diyorlar. Sonuç alamayacaklar” demiş.

BUPAR yaptığı bir araştırmada İmamoğlu’na verilen cezayı halka sormuş. Ankete katılanların yüzde 71’i cezayı doğru bulmadığını söylemiş. Karar nedeniyle Millet İttifakı’nın oyunun artacağını söyleyenlerin oranı da yüzde 66,5. “Ceza siyasi mi, hukuki mi?” sorusuna “kesinlikle siyasi” diyenlerin oranı da yüzde 60’ın üzerinde.

Hunutlu Termik Santrali’nin sessiz açılışı 

A.B.: 2015’den beri devam eden, Çin kökenli bir enerji şirketinin yatırımı olan Adana Hunutlu Termik Santrali’nin açılışı iki gün önce yapıldı. Çin Büyükelçisi ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakan Yardımcısı açılışı yaptı. Projenin büyüklüğü 2.1 milyar dolar. Böyle bir santralin açılışını Erdoğan’ın yapmaması çok ilgimi çekti. Bine yakın insanı istihdam eden bir proje. Çin’in sadece Türkiye’de değil, Ortadoğu’daki en büyük sabit yatırımı. Türkiye bu santralin devreye girmesiyle elektrik arzının yüzde 6’sını karşılayacak. Medyada küçük bir haber olarak yer aldı. Böyle büyüklükte bir termik santralin açılışını Erdoğan’ın yapmaması mümkün değildi. Çin Büyükelçiliği’nin sitesinde bilgi yok. Enerji Bakanı da Cumhurbaşkanı da açılışa gelmiyor. Hunutlu Termik Santrali’nin iklime inanılmaz olumsuz etkileri olacağı belirtiliyor. Yatırımcılar ise çok temiz bir enerji yatırımı olduğunu iddia ediyor. Dünya Doğal Hayatı Koruma Derneği bir çalışma yapmış, rapor yatırımın hiç feasible olmadığını ortaya koyuyor. Yatırım 30 yılda kendini telafi edemiyor ve ithal kömüre dayanıyor. Araştırma çok ilgi çekici geldi bana.

Ö.M.: Bütün dünyanın terk etmesinin şart olduğu belirtilirken, insanlığı ve dünyayı yok oluşa götürecek kömüre yatırım yapıyoruz. Şangay Elektrik’in yatırımıyla Türkiye işbirliğiyle termik santral yapılıyor.

A.B.: Bu bölgede açılan üçüncü termik santral.

Ö.M.: Buna iki ülke arasında yapılan, “kazan-kazan” işbirliği demişler. Böyle şeyler duyunca hakikaten insanın nefesi kesiliyor. Bu, iki ülkenin çocukları ve torunları için “kayıp-kayıp” bir işbirliği. Bu işbirliğinden sadece bir avuç zengin seçkin ve onların eline bakan siyasetçiler “kazanım” sağlayacak. Erdoğan, dünya çapında tamamen terk edilmesi istenen doğalgaz alanında Türkmenistan ile aramızda kurulacak yeni hattı da “müjde” olarak duyurdu. Altılı Masa’nın bunlara kuvvetle karşı çıkması ve bunları afişe etmesi lazım.

A.B.: Bir de yerli ortaklar var. Bu yerli ortakları bulamıyorsunuz. Kimdir bunlar? Bu ortaklar havuzda mıdır, havuz dışı mıdır? Erdoğan’ın programına dahil edip santrali açmaması çok dikkat çeken bir husus.