Cengiz Aktar’ın gündeminde Türkiye’nin geçmişte Libya’yla imzaladığı fosil yakıt anlaşması uyarınca Tranblus’a gerçekleştirdiği ziyaret, Libya’nın resmî hükümetinin duruma tepkisi, Birleşmiş Milletler’in güncel konumu ve işlevi vardı.
Ömer Madra: Cengiz, merhaba. “Nereye Doğru?” diye soralım çünkü programın adını bir kez daha tekrarlamakta fayda var.
Cengiz Aktar: Merhaba, Libya’dan başlayalım. Libya’da kıyamet koptu. Türkiye’nin vakti zamanında Trablus’taki hükümetle imzaladığı, deniz hukukunda eşi benzeri olmayan bir çapraz deniz yetki alanları anlaşması var. O hükümet şimdi tarih oldu, yerine başkaları geldi. Bu anlaşma uyarınca, Yunanistan’la olan suni itiş kakış ve husumete Ankara’nın cevabı niteliği taşıyan bir girişim gerçekleşti. Savunma Bakanı, Ticaret Bakanı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun ve İbrahim Kalın’ın yer aldığı heyet Trablus’a gitti. Bir nevi kukla hükümet hâlini almış ve tamamen Ankara’nın etkisinde olan Dibeybe hükümetiyle birlikte fosil yakıt çıkarma, bulma, işletme anlaşması imzaladılar. Bu anlaşma Libya’nın doğusundaki antik Sirenayka bölgesini kapsıyor. Türkiye’de sondaj gemisi çok. Bir işe yaramayan, dünya paraya alınan gemiler var. Herhâlde oraya yollayacaklar. Fakat Libya’nın doğusu Trablus’un egemenliğinde değil, Tobruk ve Bingazi’nin egemenliğinde.
Ö.M.: Hafter orada mı?
C.A.: Hafter orada ama hiç ağırlığı kalmadı, öyle anlaşılıyor. Ama bir diğer başbakan, Tobruk’taki meclis tarafından meşrutiyeti kabul görmüş olan Fethi Başağa var. Şimdi gemiler gittiğinde oradaki otorite, Tobruk temsilciler meclisi “Buyurun, hoş geldiniz!” demeyecek. Bu arada deniz yetki alanı çapraz ve Girit’i yok sayan bir anlaşma bu. Zaten Girit yok değil mi? Baktınız mı hiç haritaya? Duruyor mu orada?
Ö.M.:. Bir zamanlar Malta ele geçirilemediğinde, işgal edilemediğinde “Malta yok!” diye haber göndermişlerdi Sultan’a, onu hatırlıyorum.
C.A.: Osmanlı’nın fethedemediği tek adadır. Öyle her taraf bizim değil yani! Bu tam anlamıyla kepazelik. Ortalığı birbirine kattı ister istemez. Önce Libya’dan çok sert tepkiler geldi. Mesela Petrol Bakanı diyor ki, “Memleketimizin doğusunda Tobruk yakınlarında açık deniz bölgesinde petrol, doğalgaz çıkarılması için gayet müphem, şüpheli bir petrol anlaşması için benim yetkilerimi aşan bir anlaşma imzalandı.” Bir dışişleri bakanı var biliyorsunuz Necla Manguş. Dibeybe hükümetiyle birlikte kalmak zorunda olduğu için artık hiçbir ağırlığı kalmadı. Petrol bakanı imzalamıyor tabii. Zaten onun ne işi var? Bu meselenin Petrol bakanı ile ve hidrokarbonla, fosil yakıtla bir alakası olmadığı da böylelikle iyice ortaya çıkıyor. Çünkü Libya tarafında imzalayanlar başbakan, yani bu konularla alakası olmayan insanlar. Çavuşoğlu orada bir sürü şey söyledi, “Biz kendi deniz yetki alanımızı BM’ye tasdik ettirdik, bildirdik, kaydettirdik. Şimdi Libya’nın da kaydettirmesi lazım” dedi. Böyle bir şey mümkün değil. Ayrıca bir anlam ifade etmez çünkü BM’ye kayıt ettiriyorsun. “Ben Ömer Madra olarak burayı deniz yetki alanım olarak belirledim ve burada hidrokarbon arayacağım” diyorsun. BM de, “Öyle mi? Peki tamam kaydettik.” diyor. İstersen aklında olsun, belki işe yarar günün birinde!
Ö.M.: Deniz kenarında hidrokarbon içerek bunu kutlarız!
Ö.Ö.: Karaköy civarını talep edebiliriz belki.
C.A.: Düşünün, BM “Kaydettik” diyor. “Teşekkür ederiz” diyoruz. Mektuplar yazılıyor. Tobruk’taki meclisi başkanı Akile Salih İsa kıyameti kopardı. Onlar Fethi Başağa hükümetini tanıyor. Yani gayrimeşru hükümet uluslararası anlaşma yaptı. Mısır devreye girdi. Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şukri, bu enerji anlaşmasının tamamen yasa dışı olduğunu söyledi. AB de “Libya ile Türkiye arasındaki yeni anlaşma, deniz hukukuna aykırı bir memoranduma dayanmaktadır. Bölgesel istikrarı zedeleyecek eylemlerden kaçınılmalıdır.” dedi.
ABD Dışişleri Bakanlığı, “Libya’nın bu eski hükümetinin siyasi diyalog forumunun hükümleri uyarınca, Libya’nın dış ilişkilerinin istikrarına zarar verecek ve kendisine uzun vadeli yükümlülükler getirecek yeni anlaşmaları dikkate almadığının altını çiziyoruz.” diyor. Yunanistan Dışişleri Bakanı mevkidaşı Samih Şukri ile görüştü ve ikisi birlikte bunun “kabul edilemez” olduğunu söylediler. Yunanistan ise akabinde, “Yasal olmayan bir anlaşmaya kılıf arıyorlar.” dedi. Yasal olmayan anlaşma, Trablus ile Ankara arasındaki çapraz deniz yetki alanları anlaşması. Bütün bunlara Türkiye’den çok güçlü bir cevap geldi. Savunma Bakanı Hulusi Akar, “Biz Libya’da yabancı bir güç değiliz.” dedi. İlk defa söylemiyorlar ama tekrarlamak zorunda kalmış. “Libya-Türkiye ilişkileri 500 yıllık bir geçmişe dayanıyor. Libya’nın toprak bütünlüğü, egemenliği, bağımsızlığı, birliği, istikrarı bizim için gerçekten çok önemli.” diyor. Şimdi burada bir sorun var, “Biz yabancı güç değiliz.” diyor. Mevlut Çavuşoğlu da “Biz bugün enerji arz güvenliği bakımından sıkıntı çeken bir ülke değiliz, her şeyi hallettik” diyor.
Ö.M.: “İki egemen ülkenin imzaladığı anlaşmaya müdahale etmeye kimsenin hakkı yoktur.” diyor.
C.A.: Öbürü de “Orası zaten bizim. Biz orada yabancı güç değiliz.” diyor.
Ö.M.: Mussolini de 2. Dünya Savaşı sırasında böyle demişti.
C.A.: Somut tarafına bakacak olursak bunun oluru yok. Türkiye hiçbir işe yaramayan gemileri yollayacak yer arıyor herhâlde. Türkiye’nin Trablus’taki gayrimeşru hükümetle birlikte fosil yakıt aramak için anlaşma imzaladığı söz konusu bölge, Yunanistan’ın ekonomik münhasır bölgesi. Bunun tamamen siyasi ve Ankara’nın Atina ile Eylül başından beri köpürttüğü bu husumetle bağlantılı olduğunu unutmamak lazım. Mesele şimdilik bundan ibaret, daha ileri gitmez, bana öyle geliyor.
Ö.M.: Takip etmeye devam edelim.
C.A.: Libya’da bir şey olacağı yok. Artık doğuyla batı arasındaki bölünme tamamen yerleşiyor, biraz Kıbrıs gibi oluyor orası da. Bunu bir kenara not edelim.
BM’nin akıbetinden bahsedelim. 1945 sonrası ile 1945-1989 döneminden sonra 1989-2022 dönemi nispeten daha kabul edilebilir bir dönemken, 24 Şubat 2022 itibarıyla 1945 sonrası kurulan en önemli devletlerarası kurumlardan biri olan BM teşkilatının neredeyse sonu geldi. Teşkilatın ana karar alma mekanizmalarından biri olan, belki de en önemlisi olan, güvenlik konseyinin artık çalışması, sadece savaşla ilgili değil herhangi bir konuyla ilgili bir karar alabilmesi neredeyse imkânsız.
Ö.M.: Veto yetkisi yüzünden felce uğramış, tamamen çalışmaz hale gelmiş durumda BM güvenlik konseyi.
C.A.: Şu sırada toplam nüfusu 200 milyonu bulan iki ülke, 8 aydır savaşıyor. Birisi bütün dünyayı nükleer bomba atmakla tehdit ediyor. Burada BM’nin yapabileceği pek bir şey yok. Artık bir karar mekanizması olmaktan çıkmış. 1945’ten bu yana o özellikle dekolonizasyon döneminde meşruiyeti çok yüksek olan bir kurum. Çünkü müstemleke döneminin sonu ve BM’nin bu konuda bir uzmanlığı ve bir ahlaki duruşu, bir gücü var. 1989 sonrasında bu bir şekilde bitti. Çünkü soğuk savaş dengesi dünyaya da yansıyordu, görece bir savaşsızlık dönemi yaşandı. Buna “terör dengesi” denirdi. Ama iki cenah, iki kutup birbirlerine saldırdıklarında ortaya çıkacak olan felaketi gayet iyi bildikleri için dünyayı da bir şekilde bölmüşlerdi ve bağımsızlık sonrası yerel savaşların dışında pek bir şey yoktu.
Ö.M.: Amerika’nın savaşları hariç.
“BM, güvenlik konseyinde veto hakkı olan 5 üyenin razı geldiği kararları uygulamakla yükümlü bir sekreteryadır.”
C.A.: Elbette, onun dışında. 1980’de Afganistan yavaş yavaş erimeye başladı. Ondan sonra zaten ağırlığı giderek azalan bir kurum oldu BM. Çok temel bir hata vardır BM ile ilgili. Bir yerde bir kavga, savaş çıktığında, bir husumet oluştuğunda herkes “BM ne yapıyor?” der. Böyle bir refleks vardır. BM topu, tüfeği olan ve bir yere gidip savaşı durdurabilecek, tekrar başlamaması için gereken önlemleri alabilecek, kendi başına hareket edebilen bir kurum değil. BM’nin 193 üyesi var. Onların iradeleri sonucunda alınan kararları uygular. Özellikle de güvenlik konseyinde veto hakkı olan 5 üyenin razı geldiği kararları uygulamakla yükümlü bir sekreteryadır BM.
Yani mucizeler yaratabilecek bir kurum değildir. Üye ülkeler ve özellikle de bu Fransa, Britanya, Rusya, Çin ve ABD ne isterse olur. Bu soğuk savaş sonrasında BM’nin izni olmadan, güvenlik konseyi kararı olmadan 4 kıtada 5 ülkeye saldırdılar. Unutuldu bunlar. Panama, Sırbistan, Afganistan, Irak ve Libya… Libya için karar vardı ama rejimin devrilmesiyle sivilleri koruma yetkisi aşıldı. Bunu yapan da güvenlik veto hakkına sahip olan ülkeler. Rusya da önce Gürcistan ve şimdi Ukrayna’ya saldırdı.
Ö.M.: Ve Kırım’da.
C.A.: Veto hakkı olan 5 ülkenin 4’ü, kendi kararları doğrultusunda sağa sola saldırdılar. 8 kez BM’nin tüzüğü çiğnendi.
“Gelişmiş, zengin ülkelerin oyunun kurallarını değiştirme vakti geldi. Dünya daha fazla bekleyemez.”
Ö.M.: BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’ şunu diyor: “Gelişmiş, zengin ülkelerin oyunun kurallarını değiştirme vakti geldi. Dünya daha fazla bekleyemez.” diyor küresel iklim değişikliği konusunda. Genellikle radikal konuşmalar yapıyor son dönemlerde ama çaresiz. COP27’ye katılmak için “Bu mücadelede birlikte olduklarını göstermektir.” diyor. Ama o da olmuyor.
C.A.: Yine aynı irade. O irade olmadığı zaman olmuyor. Dünyanın içinde bulunduğu duruma bakacak olursak bu güne kadar Guterres işi fena götürmüyordu.
Ö.M.: Evet, aynı fikirdeyim.
C.A.: Mesela Moskova’nın tertip ettiği uyduruk referandumların sonucunun “kabul edilemez.” olduğunu söyledi. Güvenlik konseyinden bununla ilgili bir karar çıkar mı? Çıkmaz. Britanya ve Fransa konseyi acil toplantıya çağırdı. Haber bile olmadı. Rusya olduğu sürece imkânsız.
Ö.Ö.: Referandum üzerine çağrıyı diyorsunuz. Değil mi? Rusya veto etti.
C.A.: Haber bile olmadı. Üye ülkelerin iradesi ile alakalı bir şey ve o irade artık yerle bir olduğu için… ABD de sütten çıkmış ak kaşık değil. Herkes bir tarafta savaşmaya çalışıyor dünyada. Kimsenin barış dediği yok. Bu ortamda zaten BM’nin varlık nedeni neredeyse 1945 sonrası barışı pekiştirmek. Bu unutuldu. Hakikaten yapabileceği hiçbir şey yok. Ama 24 Şubat 2022 sonrasında Rusya’dan gelen, son referandum ve Ukrayna bölgesinin ilhakıyla ilgili yapılan konuşmalar herhalde 1945 sonrasında uluslararası sisteme doğrudan, frontal bir saldırı. Putin yaptığı konuşmada çok önemli bir vurguda bulunuyor, rule basedsistemden bahsediyor. Kaideleri olan bir sistemin manasızlığından bahsediyor. Görülmüş, duyulmuş şey değil. Bu ne demek? Yani Rusya bir nevi -bu benzetmeyi yapanlar da oldu Twitter’da- devasa bir Kuzey Kore halini almış durumda şu sırada. Oraya doğru evrilmiyor, evrilmiş vaziyette. Hiçbir şeyi takmıyor. Bu sürdürülebilir bir şey değil. Böyle bir ortamda zaten BM’nin esamesinin okunmasını beklemek abesle iştigal.