Ekonomi Politik’te bu hafta Türkiye’nin yolsuzluk bilançosu üzerine konuştuk.
Ömer Madra: Merhaba, günaydın. Geçen haftanın gündeminde yolsuzluk meseleleri yer almıştı. Bunun üzerine çeşitli haberler vardı. Az sayıda da olsa insanlar tutuklandı. Sermaye piyasası kurulunda yasal işlerin yapılabilmesi için Cumhurbaşkanlığı danışmanlarına bile komisyon verilmesi gerektiğine yönelik iddialar vardı. Bu konularla başlayalım.
Ali Bilge: Sermaye Piyasası Kurulu ve borsa üzerinden yaşanan bir rüşvet, yolsuzluk olayına tanık olduk. Bizim tarihimiz yolsuzluklar tarihidir. Yani Türkiye'nin ekonomi politiği bir yolsuzluklar tarihidir aynı zamanda.
Özdeş Özbay: Sınıflar savaşı değildir diyorsunuz.
A.B.: Sınıfların daha olgunlaşmasını bekleyeceğiz. Birazdan o sınıfları da anlatacağız. Türkiye'de her yerde kuraklık var ama yolsuzlukta yok. Yolsuzluğa, özellikle son 20 yılda, çeşitli evrelere bölerek yaklaşmak lazım. Yolsuzlukla rejim ilişkisini de göz önünde bulundurmakta fayda var. Otokrasilerde yolsuzluk daha fazla görülür. Çünkü otokrasiler kontrolsüz sistemler ve sürekli yolsuzluk üretiyorlar. Demokrasilerde yolsuzluk yok mu? Tabii ki var. Az demokraside, yetersiz demokraside de yolsuzluk var. Gelişmiş demokrasilerde de yolsuzluk var. Ama buralarda başka mekanizmalar devreye giriyor, en azından kamuoyu gündemine geliyor. Başkanlar, başbakanlar yargılanabiliyor. Ama otokrasiler bir anlamda yolsuzluğun hamisi ve banisi. Bu bani kelimesi çocukken asker açıklamalarında duyduğum bir tanımdı. “Kurucu” anlamına geliyor. Yani rejimin özünde bunlar var. Dolayısıyla yolsuzluğa rejim üzerinden bakmakta fayda var.
Sonuçta Türkiye'de 20 yıllık bir iktidar var. Bu iktidarın da yolsuzlukla ilişkilerini dönemselleştirerek incelememiz gerekiyor. İlk dönem, 2002 yılından başlayarak gelişen 2011’e kadar geçen dönemdi. Yani yüzde 52 oyla genel seçimin kazanıldığı, arada 2010 anayasasının kabul edildiği, sınırlı demokrasiden ileri demokrasiye geçiş hamlelerinin olduğu dönem.
2001 krizinin sebeplerinden biri, 80’li ve 90’lı yıllarda yapılan yolsuzluklardı. Dünya Bankası raporlarına göre, kamu ve özel bankaları yolsuzlukları milli gelirin yüzde 35’ine karşılık gelen yüksek bir maliyete yol açmıştı. Daha sonra gelen IMF kaynaklarıda bu alanlarda tüketilmiştir. AKP iktidarı bu gelişmeleri vurgulayarak iktidara geldi. Dolayısıyla 2002-2011 AKP döneminde kamu mali reform tasarısı, yerel yönetimlerde reform, yolsuzluk ve ihale yasası gibi pek çok yapısal düzenleme Avrupa Birliği uyum yasalarıyla birlikte gündeme geliyordu.
Bu dönem, denetim ve kontrol sistemlerine ilişkin sözlü adımların atıldığı ve sivil toplum kuruluşlarının da devreye girdiği bir dönemdi. Güvenlik bürokrasisinin denetimi konuşuluyordu. Böylesi bir açıklık dönemi yaşanıyordu. Elbette o zaman da karartmalara rağmen ortaya çıkan yolsuzluklar vardı. Bu dönemi “siyasal iktidarın sınırlı yolsuzluk dönemi” diye adlandırmak mümkün.
“Tekleşme sürecine hem siyasi hem iktisadi alanda tanık oluyoruz”
2011-2013 dönemini ise muhafazakar iktidar bloğu içinde savaşın başladığı dönem olarak görebiliriz. Yaşanan iktidar savaşı da kamusal kaynaklar üzerinde yapılan savaştı. Taraflar birbirini çok iyi gözlediler ve markaja aldılar, bunun sonucunda büyük bir lağım patlaması oldu. 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu, dünya tarihine geçen en önemli yolsuzluk skandallarındandır. 2013’ten sonra iktidarın baskıcı rejime geçmeye, tekleşmeye başladığını görüyoruz. Tekleşme sürecine, baskı uygulamalarına Gezi ve benzeri olaylarla, hem siyasi hem iktisadi alanda tanık olmaya başlıyoruz. 2015 seçimlerde yolsuzluğun etkisi görüldü ve seçimd AKP iktidarı çoğunluğu sağlayamadı, iktidar kaybedildiğinde bir yargılanma söz konusu olacaktı. Kapatılan 17-25 Aralık dosyaları gündeme gelecekti, nihayetinde 2015 yenilgisi malum nedenlerle ve yöntemlerle tersine çevrildi. Ardından bir darbe girişimi ve OHAL'le bu süreç sonuçlandı, tam otokrasiye geçildi. Siyasal rejim değişti ve kamusal kaynaklar ekonomiyi ele geçiren aile ve etrafının istediği şekilde kullanılmaya başlandı.
Ö.M.: 17-25 Aralık tarihleri yolsuzluk ve rüşvet operasyonuyla anılıyor. 2013 yılında Türkiye ve dünya çapında çok büyük bir yolsuzluk skandalı vardı. 2013 ve 2014 yıllarında yürütülen, bazı kamu kurum ve kuruluşlarının, dört bakanın da aralarında yer aldığı kamu görevlilerinin görevi kötüye kullanma ve rüşvetle suçlandığı bir soruşturma.
A.B.: Bundan sonra ipin ucunun kaçtığını görüyoruz. Artık bundan sonraki dönemi kamusal kaynakların tek elde tutulduğunu, kamusal servetin istenildiği biçimde bölüşülmeye çalışıldığı bir dönem olarak görmek mümkün. Yolsuzlukla ilişkilendirilmesi gereken hususlardan bir tanesi de savaştır. Bunu ayrı bir başlık olarak incelemek gerekir.
Türkiye'de son yaşadığımız yolsuzluk olayı; borsa ve sermaye piyasası kurulu gibi kurumların, nepotik ilişkilerin, akrabalık, arkadaşlık ilişkilerinin yani devleti ele geçiren kişi ve yapıların oluşturduğu ağın oluşturduğu bir vaka. 20 yıllık AKP döneminde çok büyük yolsuzluklarla karşılaşmamızın en önemli sebebi borçlanma hacminin büyüklüğüdür. Hem dünya ölçeğinde hem de Türkiye tarihindeki en büyük borçlanmalar bu dönemde yapıldı. Uluslararası konjonktürün imkân vermesi nedeniyle de aşırı bir borçlanma gerçekleşti. Bu borçlanmanın getirdiği ekonomik aktiviteyle birlikte yolsuzluk ve rüşvet çarkı da büyüdü.
Yoksa yolsuzluk her dönemde vardır. Osmanlı tarihine baktığımızda meşhur Orhan Bey zamanında ordu kurulurken Çandarlı Kara Halil Paşa’nın rüşvet alması bir örnektir. Bizde padişahların ve sadrazamların bu konuda sicili bozuktur. Rüşvet alan padişahlar da var. Bunlardan bir tanesi III. Murat. Padişahlar daha çok atamalarda rüşvet alıyorlar, sadrazamlarda neredeyse rüşvet almayan yok. Başta Kanuni'nin damadı meşhur Rüstem Paşa inanılmaz servetler elde etmiş bir kişi. Rüşvetsiz iş dönmez haldeymiş. Rüşvet ve yolsuzluğu önlemek için özellikle Tanzimat Fermanı’yla birlikte birtakım düzenlemeler yapılmak isteniyor. Tanzimat’a da o dönemin AB uyum düzenlemeleri gibi bakabiliriz. İpin ucu o kadar kaçmış durumda ki, Mithat Paşa bir rüşvet yemini yazıyor ve devletin üst yönetimini de bu yemine mecbur ediyor, rüşvet yeminini ilk eden padişah Abdülmecit, huzurundaki sadrazam ve vezirler de yemin ediyor. Sadrazamlardan dört beş tane isim var rüşvet almayan.
1854’de Kırım Savaşı'yla birlikte Osmanlı ilk dış borçlanmasını yapıyor. Dış borçlanmalarla birlikte esham ve tahvilat piyasası oluşmaya başlıyor. Karaköy'de hala durur Havyar Han. Orada bu senetlerin alım satımı, değiş tokuşu yapılıyor. Tabii bu dış borçlanma başlı başına yeni bir rüşvet ve yolsuzluk piyasasını beraberinde getiriyor. Borçlanmayı yapan hükümdarlar, sadrazam ve vezirler, borç veren kreditörler, aracılar, komisyoncular nezdinde inanılmaz bir yolsuzluk piyasası oluşuyor. Bu başlı başına incelemesi gereken bir konu. Herkes komisyonunu alır, herkes yararlanır ve borç faizleri ona göre ayarlanır. Özellikle Osmanlı’da ilk demiryolu hattına ilişkin borçlanmada yaşanan yolsuzluklardan on bölümlük program çıkar.
Osmanlı bürokrasisinde, devlet katında tahvilat piyasasında oynamayan oyuncu kalmıyor. O devirde bu piyasaya girenler ve zenginleşenler için kullanılan bir deyim var. Mesela, “Ali Bey'in zenginliği nereden geliyor? diye sorulduğunda, “Hava oyunlarından zengin oldu” deniliyor. Elbette hava oyunlarından kazanmak için kurulan bir tezgah var. Zincirleme borçlanma sistematiği içerisinde kaybeden tasarruf sahibi olanlar. Önce borç senetlerinin faizleri ayarlanıyor sonra bu senetlerin değerleri yükseltiliyor. Tahvil değerini yükseltenler, yani hava oyunlarını tezgahlayanlar senetleri satıyorlar ve inanılmaz kazanıyorlar.
1875’te bir mali kriz yaşadı. Osmanlı’da dış borçlanmanın ilk krizlerinden biridir. Bu konuya siyasi gelişmelerle birlikte bakmakta fayda var. O dönemde dört bir yanda iç ve dış siyasi gerilimler yaşanıyor. Bugün olduğu gibi Rus yanlıları var. İngiliz ve Fransız yanlıları var. Hükümdarlar ve sadrazamlar bu dengeyi gözeterek imparatorluğun ömrünü uzatmaya, zaman kazanmaya çalışıyorlar. Rus yanlısı bürokratların hakim olduğu dönemlerde yaşanır. Bu bürokratlardan biri de Mahmut Nedim Paşa'dır. Mahmut Nedim Paşa, Rusya yanlısı olduğu için Nedimof ismiyle tanınır. O da borsa işlerini, hava oyunlarını çok seviyor. Trablusgarp'a vali olarak atanmış. Oradaki şeyhlerin paralarını toplamış, dolandırmış. Namı hava oyunlarıyla Trablusgarp'taki şeyhlerin paralarını hiç etmesiyle başlıyor. 1871’de sadrazam oluyor ama ismi bir yolsuzluğa karıştığı için görevden alınıyor. Padişah 1875’te yeniden Nedimov'u sadrazam yapınca, Nedim, Rus elçisiyle birlikte bir proje geliştiriyor. Fransızlara ve İngilizlere “Sıkıştık, borçların, faizinin yarısını ödeyeceğiz, bize bir kolaylık tanıyın.” diyorlar. Ardından Galata, Karaköy'deki borsada yüksek faizlere kendi servetlerini satıyorlar. Mahmut Nedim’e bu fikri veren Rus büyükelçisi ile birlikte bu operasyonu yapıyorlar. Osmanlı’nın Fransa ve İngilizlerle arası daha da açılıyor. Osmanlı tarihinde yaşanan yolsuzlukları anlatmaya vakit yetmez. Kuvâ-yi Milliye döneminde ilk meclis başkanı, İtalyanlarla Ereğli'de kömür madeni işletiyor. İtalyanlar sözde işgalci. Düşünebiliyor musunuz? Genelde bu dönem çok pirüpak görülür.
Ö.M.: Bir tek Mithat Paşa bu işlere bulaşmıyor anladığım kadarıyla.
A.B.: Özellikle Ahmet Mumcu'nun Osmanlı Tarihinde Rüşvet kitabı vardır. Haydar Kazgan'nın, Azmi Fertekligil’in yayınlarından anlattıklarımı özetliyorum. 1875 yılındaki hava oyunların adı günümüzde “keriz silkeleme.” Kerizin anlamı aldatılan kimse demek. Tabela şirketini, ellerindeki medya ile allayıp pullayıp, halka arz edip, senedin değerini yükseltip, satıp, havadan para kazanıp, halkı mağdur ediyorlar. Keriz burada halk, dolayısıyla bizim bir keriz devrimine ihtiyacımız var.
Ö.M.: Bu konuları yakından takip eden gazetecilerden Gökçer Tahincioğlu, 3 Eylül'de T24'te bir başka olaydan bahsediyor. Tarım ve Orman Bakanlığı’nda öylesine büyük bir dolandırıcılık hikayesi var ki Bekir Pakdemirli'nin yerine bakanlık koltuğuna oturan Vahit Kirişçi neredeyse bütün bürokratik kadroları kısa zamanda değiştirdi. Neredeyse 20 yıla uzanan çok kapsamlı bir usulsüzlük iddiası var. 2004’te İzmir Gümüldür'de bakanlığa ait bir araziyi kiralayan bir iş adamı var. Sonuçta işin içine uzun süredir temasta olduğu bilinen bir cami müezzini bile giriyor. Kendisi cemaati yakından tanıyan birisi. Ve kesinleşmiş yargı kararına rağmen ödeme yapmıyorlar iş insanına. Yani çok derin bir kırılmanın söz konusu olduğunu dile getiren, kapsamlı bir makaleydi Tahincioğlu'nun kaleme aldığı.
A.B.: Yolsuzluğun son 20 yılını açığa çıkarmak için çok özel bir teşkilat kurmak gerekiyor. Bunlar bizim bildiklerimiz. Bilmediklerimiz neler var. Türkiye’de mallar müsadere ediliyor. Yani kolay kolay görünmeyen bir durum, servet müsadereleri yapılıyor. Osmanlı’da, istibdatta bile bugün yaşadığımız olayların pek çoğunu çok zor görürüz. Türkiye tarihinde genelde yolsuzluk, yapanın yanına kalmıştır. Geçtiğimiz yıllarda Brutus’ler çıkacak demiştim, son yıllarda çıkmaya başladı. Bazı şeyler ortaya dökülmeye başladı. Türkiye finanse edilen bir ülke değil, eskisi gibi borç alamıyor. Yabancı para girişleri sınırlı. Dolayısıyla kaynak tükeniyor. Kaynak tükenince açıkları, kaybolan varlıkların yerine yeni borç alamıyorsunuz. O zaman da içeride kavga başlıyor, yolsuzluklar açığa çıkıyor. Dolayısıyla Altılı Masa ittifak projesinin sadece bir seçim kazanma değil, yeni Türkiye inşasını amaçlaması gerektiğini söylememizin altında bu yatıyor. AKP'nin içinden çıkan Gelecek ve DEVA partileri yolsuzluklar nedeniyle AKP’den ayrıldık diyorlar ama bu iki partinin kendi dönemlerinde de kirli siyaset yapıldığına dair bilgi ve belgeleri daha net bir şekilde ortaya koymaları gerekir. Hesap sorma süreçleri hukuk çerçevesi içerisinde gerçekleşmeden Türkiye'nin nefes almasının pek mümkün olacağını düşünmüyorum.
Ö.M.: Büyük bir reform çabası da olduğunu görüyoruz. Bugün toplantı var, Saraçhane Meydanı'nda basın açıklaması yapılacak. Sağlıklı ve duyarlı bireyler yetiştirebilmek adına Fikirde Birlik ve Mücadele Platformu’nun organizasyonu, 150 sivil toplum kuruluşu ve 30 bin kişinin katılımıyla yapılıyor. Saraçhane'den Beyazıt'a yürüyüş gerçekleşecek. Bu büyük etkinlik Fikirde Birlik ve Mücadele Platformu’nun başkanı Kürşat Mincan'ın öncülüğünde düzenlenecek. Hüdayi Vakfı İsmailağa, Hakyol, Hayrat, İddef, Siyer Vakfı, Yedihilal, TÜGVA Ülkü Ocakları, Yesevi, Alperenler, Osmanlı Ocakları, İHH, İstanbul Aile Vakfı, HAYDER gibi birçok STK'nın temsilcisi de hazır bulunacak. Dolayısıyla reform başlıyor işte. Büyük aile buluşması.
A.B.: Ama bunların bir araya gelmesini de bir telaşın karşılığı olarak görmek mümkün. Sonuçta gerçekten bilanço çok vahim.