Ali Bilge, Ekonomi Politik'te en son alınan BDDK kararları ve ek bütçe açıklamalarından hareketle Türkiye'deki mevcut ekonomik kriz üzerine konuştu.
(27 Haziran 2022 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)
(Bu metin hızlıca hazırlanmış bir ses kaydı deşifresidir, nihai biçiminde olmayabilir.)
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar.
Ali Bilge: Merhaba Ömer bey, merhaba Özdeş.
Özdeş Özbay: Günaydın.
AB: Merhaba Feryal, günaydın herkese.
ÖM: Evet, haftaya nasıl başlıyoruz? Ekonomide bayağı meselemiz var; BDDK kararı var, ek bütçe meseleleri var. Bir de bazı ekonomi yazarlarının belirttiği gibi, “Ankara'nın karşılaşacağı yeni durumun bir kredi darboğazı olması muhtemeldir” diyen Uğur Gürses gibi yazarların da görüşleri var.
AB: Epeydir işaret ettiğimiz hususlar bunlar. Türkiye ekonomisinde yaşanan krizler, iktisat politikası bile diyemeyeceğimiz yanlış önermelere dayanıyor. Alınan yeni yanlış kararlar, birbiri ile çelişen kararlar oluyor. Yeni bütçe yapılması, buna ek bütçe denmesi çok zor; 2022 bütçesinin %67’si kadar ek ödenek artırımı yapıyorlar. Dolayısıyla, aslında bu bütçe yeni bir bütçe. Türkiye nasıl geldi bu süreçlere? Faize ilişkin Nas’la başlayan, “enflasyonun sebebi faizdir” demekle devam eden, düşük faiz politikalarıyla kur artışlarını dengeleyeceğini zanneden uygulamaların sonucunda feci duruma düştük.
2018’den itibaren zaten kötü giden, sorunlu olan ekonomi, uygulanmakta olan akıldışı faiz politikasıyla daha da alt üst oldu ve döviz fiyatları patladı. Yapılması gerekenler yapılmadı, yapılmaması gerekenler yapıldı. Sonuç itibarıyla 2018’den itibaren de tam teşekküllü olarak devreye giren Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi -uygulanan siyasal rejimin adı bu- şahsa mahsus kurulan ve işlemeyen bir otokrasi haline geldi. Otokrasinin uyguladığı döviz ve kambiyo rejimi politikası da işlemeyen, otokrasiye uygun eklektik garabet bir kambiyo rejimi haline geldi.
Son BDDK kararı da yanlışlara eklemlendi. İşlemeyen otokratik rejime uygun derme çatma bir kambiyo rejimine sahibiz. Aslında ülkelerin kambiyo tarihi çok önemlidir. 1930’lu yıllardan 1990’a kadar devam eden sabit kur rejiminden sermaye hareketlerinin serbest bırakıldığı bir döneme geçtik. Ancak bugün uygulanmakta olan rejim, kambiyo sistemindeki serbestliğinin önemli bir kısmının kalmadığı bir rejim haline geldi, Saray güdümlü sözde serbest bir rejim oldu. Kambiyo rejim sistemlerine ilişkin geniş anlatıma girmeyeceğim ama şunu belirteyim, Türkiye ekonomisi, dövizi olmadan asla çalışamayan, büyüyemeyen bir ekonomi, döviz girdilerine muhtaç bir ekonomi. Yakın tarihi boyunca döviz giderleri ve gelirleri arasında eşitsizliğin olduğu bir ekonomi.
"Türkiye zaten bir swap devleti oldu"
Ülkede hem demokrasi hem de döviz kıt. Böyle olunca da başka birtakım yöntemlere başvuruluyor. Bazı ülkelerle swap işlemleri, borç takası işlemleri yapılıyor, daha önce kapanan swap koridorları açılmaya başlanıyor. Bazı ülkelerle yeniden masaya oturuluyor; ilişkileri kopardığımız, kapattığımız ülkelerle söylediklerimizi yutup yeniden konuşmaya başlıyoruz. En son Suudi Arabistan prensi ile konuştuk. Döviz tedarik imkânlarını nasıl açabiliriz, başka neler yapabiliriz diye. Son aylarda Türkiye’de döviz kurlarının artışına, piyasaya döviz swaplarıyla sağlanan döviz imkânlarıyla müdahale ediliyor. Merkez Bankası'nın brüt rezervlerinin artmasının son dönemdeki sebebi gelen sıcak para ya da doğrudan sermaye değil, borç takası işlemleriyle alınan geçici kaynaklar, piyasaya müdahaleyi bu şekilde sağlanan dövizlerle yapıyorlar.
Türkiye zaten bir swap devleti oldu. Ancak swap sözleşmeleri de artmıyor, genişleyemiyor. Swap yapmak için ülke peşinde koşuyoruz. Türkiye'de ihracat sektörü ve turizm sektörü döviz sağlıyor. İhracat sektörünün de -hep altını çiziyoruz- girdilerini, ana maliyetlerini ithal girdileri oluşturuyor. Döviz kurunun artmasıyla da rekabetçi olması hedeflenen ihracat fiyatları da elde edilmiyor. Aynı zamanda içerde kur artışları büyük bir enflasyon patlamasına sebebiyet verdi. Dış kaynak bulamayan, döviz sıkıntısı yaşayan idare, halka enflasyon yanında sert siyasal baskılar ve sert iktisadi baskıları reva görüyor.
Dış ticaret sektörlerine döviz sağlayan sektörlerin dövizlerine el koymak üzere ciddi sert önlemler alıyor. Son BDDK kararı da bunlara örnek bir karar. Kambiyo rejimi değişikliklerine ilave bir önlem. Aslında böyle bir önlemi, kambiyo rejimine ilişkin bir kararı BDDK'nın değil, Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın yapması gerekirdi. Kredi genişlemesini önleme tedbiri gibi görünmesi nedeniyle BDDK’nın yapması normalmiş gibi gözüküyor. Aslında bu düzenleme kambiyo sisteminde değişiklik yapan bir düzenleme. Dolayısıyla Maliye ve Hazine Bakanlığı’nı ilgilendiriyor.
Saray otokrasisi, şirketlerin ve şahısların dövizlerini kullanmak suretiyle seçime kadar olan süreci bu şekilde geçirmek istiyor. Türkiye'de vatandaşlar da, şirketler de tasarruflarını, kaynaklarını, Türk lirasına güvenmedikleri ve yüksek enflasyon ortamında oldukları için döviz mevduatı, döviz varlığı olarak tutuyorlar.
İşte bu varlığa el koymayı düşünen, bu varlıklarla kredi genişlemesini ilişkilendiren bir uygulama hayata geçirildi. Türkiye’de şirketlerin büyük bir bölümü personel giderleri, işletme giderleri için TL kredisi kullanılan şirketlerdir. Karar bunlara diyor ki, “eğer sen elindeki dövizi Türk lirasına dönüştürmezsen sana Türk lirası kredi verilmez.” Bu kararın bugünden itibaren bazı yansımaları olacak.
Çünkü dediğim gibi, Türkiye'de şirketlerin çok çok çok büyük bir bölümünün döviz tutmalarının nedeni, döviz cinsi alımları için kendilerini belli ölçülerde garanti altına almaktır. 1990’larda yüksek faizler nedeniyle, şirketlerin büyük bölümü -örneğin beş yüz büyük şirket- faaliyet kârlarının önemli bir bölümünü repo faizlerinden elde ederdi. Çünkü şirketler, o dönemde kendilerini korumak için devlet hazine bono ve tahvillerini ve repo yatırırlardı, yüksek faiz gelirleri elde ederlerdi. Faaliyet kârından, gelirinden çok repo geliri elde ederdi. Bugün tam onun gibi olamasa bile şirketler de kendilerini koruma altına alıyor.
Şahıslar gibi şirketler de “Türk lirasına güvenmiyorum, Türk lirasında faiz zaten yerlerde sürünüyor, dolayısıyla ben de paramı dövizde tutayım. Üç liram da olsa, üç liralık dövizim olsun” diyor. Bu nedenle bankalarda ve yastık altında muazzam bir döviz mevduatı bulunuyor. Son dönemde TL kredisi alıp bunu dövize yatıran şirketlerin cezalandırılması kararda öne sürülen bir gerekçe olarak gösteriliyor. Ancak gerçekte şirketlerin büyük bir bölümü kendilerini koruma altına almak amacıyla dövize yöneliyorlar.
Ek bütçe neden yapıldı? Aslında ek bütçe değil; o kadar büyük bir bütçe ki, 2022 bütçesinin %70’lerine karşılık gelen bir ilave söz konusu oluyor. Nas’a kadar uzanan faiz politikasındaki yanlışlıklar sonucunda Türkiye uzunca bir süredir faize dokunmamanın bedelini ödüyor. Türkiye ekonomisini mahvedenler, son dönemde iki vahim uygulama içindeler. Birincisi; yıllardan beri devam eden kamusal kaynakların bireysel servetlere dönüştürmesine yönelik alınan kararlar, kalan varlıklar için hızla alınıyor. Sayısız örneklerini görüyoruz; ihalelerde ve emanet usulü ihalelerde, yapılan özelleştirmelerde bunları görüyoruz.
"Türkiye, ekonomisinin yaşamı idamesi çok zor bir ülke haline geldi"
İkincisi; güvenilir bir ülke olmamamız nedeniyle ucuz ve taze döviz kaynakları temin etme imkânı dışarıdan kalmayınca swap enstrümanına yaslanılıyor. Buna ilaveten, şirketlerin ve şahısların döviz varlıklarının kısıtlanması, TL varlıklarının, döviz varlıklarına dönüştürmesi engelleniyor. Bütçeye inanılmaz yükler taşıyan kur korumalı mevduat gibi enstrümanları buna örnek gösterebiliriz. Ek bütçe yapılmasının bir nedeni de şu: Kur korumalı mevduat için yapılan ödemenin yasal kaynağı yoktu. Ödeneğin yasal bir kimliğe kavuşturulması için ek bütçe sağlanıyor.
Türkiye, ekonomisinin yaşamı idamesi çok zor bir ülke haline geldi. Çeşitli kambiyo değişiklikleri yaparak, kambiyo süreçlerinde döviz üzerinde operasyonlar yaparak nefes almaya çalışıyorlar. Ancak ülkenin bu şekilde devam etmesi imkânsız hale geldi. Bunu bütün dünya da görüyor. Bu nedenle, kaynak temin etmek için kavgalı ülkelerle yeniden dostluklar geliştirilmeye çalışılıyor. En son, geçen hafta siz yoktunuz, işaret etmiştim, Özdeş hatırlar; geçen hafta Amerika Birleşik Devletleri'nden hazine bakan yardımcısı geldi.
Seste bir sorunumuz yok, değil mi?
ÖM: Hayır.
AB: ABD Hazine bakan yardımcısı üç gün görüşmeler yaptı. Bu görüşmelerin gündemini, neler görüşüleceğini bilmiyorduk. Dün, ABD ve Türkiye Hazine Bakanlığı'ndan açıklamalar yapıldı. Ayrıntı verilmiyor, üstü kapalı sözler söyleniyor ama sorunlu ve ayrıntılı görüşmeler olduğunu, açıklamaların kısalığından ve ifadelerden anlamak pekâlâ mümkün. ABD tarafı açıklamasında, "Taraflar, Türkiye'nin yasa dışı finansman cenneti olarak kullanılmasını ve bankacılık sektörünün bütününün korunmaya devam etmesini sağlama arzusunu dile getirdi.” diyor. ABD tarafının açıklamasında yer alan Türkiye'nin yasadışı finansman cenneti vurgusu yıllardır vurguladığımız bir husus. Amerika Birleşik Devletleri'nde Türkiye'nin yasa dışı finansman ve kara ve kirli paranın aklandığı bir ülke olması nedeniyle devam eden iki dava var: Reza Zarrab-Halk Bankası davası ve Sezgin Baran Korkmaz davası. Görüşmelerde bunların gündeme geldiğini anlamak mümkün.
Amerika Birleşik Devletleri Hazine Bakanlığı'nın açıklamasına göre Türkiye'nin ekonomik ve mali koşulları, yani içinde yaşadığı iktisadi krizin yanı sıra Rusya'ya dönük çok taraflı yaptırımlar da gündem gelmiş. Türkiye, Ukrayna’ya açtığı savaş nedeniyle Rusya'ya karşı bir yaptırım uygulamıyor. Malum Rusya'yı kurtarıyor, destek çıkıyor. Ruslarla iktisadi ve ticari ilişkilerinde bir değişiklik olmadı. Bu nedenle bu vurgu da çok önemli. Hem terörün finansmanıyla ilgili hususlar hem dış yasa dışı finansman hem de yaptırımlar. Aslında üç gün içinde çok önemli görüşmeler olmuş, ancak yuvarlak cümlelerle geçiştirilmeye çalışılıyor. Bölgesel ekonomik sorunlar görüşülüyor vesaire…
Türkiye ekonomisi ile uygulanan siyasal rejim arasında rejime uygun bir yapılanma yaşadığımızı hep vurguluyoruz. Devleti yöneten grubun ihtiyaçlarına göre de piyasa, para, kredi, finans, fiyatlama, üretim, tüketim sistemleri üzerinde yönlendirme ve baskı oluşturuluyor. Öncelikle sermaye sahiplerinde de itaat aranıyor. İtaate göre bir himaye ve korunma oluyor. İtaate göre kaynak transferi gerçekleşiyor. Böylesi garabet bir ekonomi politikasına uygun, garabet de bir kambiyo rejimi içindeyiz.
Havuz sistemi dediğimiz bu sistem geniş toplumsal kesimlerin üstüne çökmüş durumda. Havuz içinde yer alan şirketlerde bir çöküntü söz konusu değil, onlar paralarını yurtdışına taşımaya çalışıyorlar.
Mustafa Durmuş arkadaşımız da yazmış; Ukrayna enerji krizi, tedarik zincirlerinde mal ticaretindeki fiyatların artması gibi nedenlerle ek bütçe yapan ülkeler elbette var, önlem alan ülkeler elbette var, ama bizim gibi 2022 bütçesine %70 ekleyen, %70 ödenek ekleyen başka bir ülke yok. Böyle bir ek bütçe olması, kambiyo sistemindeki getirilen değişikliklerin tamamı bir batış öyküsünün tamamlayıcılarıdır.
Ekonomide yapılan işler, alınan kararlar bir ülkenin itinayla nasıl bitirileceğini gösterir uygulamalardır.İtinayla bir ülkeyi bitirmek! Bütün yapılan işler bu şekilde cereyan etmektedir. Bu nedenle, itinayla bitirilen ülkeyi yeniden itinayla inşa etmemiz gerekiyor. Tüm olan biteni ve yapılaması gerekenleri, hepsini, içinde bulunduğumuz otokratik siyasal rejimle ilişkilendirilerek ele almak gerekiyor.
"Dünyada faiz politikası bu şekilde olan bir ülke yok!"
ÖM: Evet, yani Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun bu yeni uygulamasıyla dövizde, dolarda ve avroda bir miktar düşme olduğu göze çarpıyor ama Uğur Gürses'le biraz önce değinmeye çalıştım, T24’te yazdığı “Züccaciyedeki fil” başlıklı yazısında da şunu söylüyor; yani bu kararı alanların beklentisine göre siz sermaye kontrol tarzı düzenlemelerle döviz varlıklarını sistem içinde tutanları baskı altına alırsanız, sistem dışı yollara sürüklerseniz… Yani bu kararı alanların beklentisi şirketleri döviz satmaya zorlamak, böylece Türk lirasının istikrara kavuşacağı gibi bir hayale sahip olmalılar. Kısa vadede olabilir de. Ama, “oysa…” diyor, “bunun yanında en potansiyel kriz noktası Türk lirası kredi krizini tetikleme olasılığı. Buna bu hafta muhtemel sonuçlarıyla tanık olabileceğiz.” diyor.
AB: Resesyona yol açar. Türkiye'de bu kambiyo rejiminin paradigma değişiklileri içinde yaşayan bir gazeteciyim. Ekonomi gazeteciliğimizin ve yayıncılığımızın içinde kambiyo sistemleri çok önemli bir yer tutar. 1980 öncesi ve 1990 sonrası kambiyo düzenlemeleri, 80’-90’ arası kambiyo iklimini de yaşadım. Şu anda Türkiye'ye döviz gelsin diye her şey yapılıyor. Dolayısıyla kambiyo kontrollerinin döviz akışına yönelik, daha doğrusu sermaye girişlerine yapılması mümkün değil.
Sermaye hareketlerinde bir değişiklik, kısıtlama ya da rejim değişikliği yapmak için ülkenin ciddi bir şekilde döviz rezervlerinin, ekonomisinin bir anlamda belli seviyelerde olması gerekir. Kambiyo-sermaye kontrolü yapan ülkeleri incelediğimizde bunu görmekteyiz. İlk hatırladığım uygulamalardan biri Malezya’da Başbakan Mahathir’in 1997 Asya Krizinde yaptıklarıdır. Malezya kısıtlamaları hayata geçirdi ama bir süre sonra yakayı paçayı düzeltip yeniden dikkatlice açtı. Bir ülke serbest bir kambiyo rejimindeyken, sermaye hesapları serbest iken, ülkeyi kontrollü süreçlere geçirmenin de bir aklı vardır. Bu, işinde çok ehil ellerde yapılması gerekir ve mutabakat arayışıyla yapılması gerekir. Bugün sermaye kontrolü anlamında getirilen düzenlemeler bu şekilde yapılmıyor. En önemlisi Türkiye'nin döviz rezervleri bitmiş durumda, ekside! Bugün yapılan düzenlemeler birini yaparken diğerini bozan düzenlemeler, ehil ellerde yapılan işler de değil.
Krizin ana sebebi faiz politikasındaki temel yanlışlıktır. Hep onu söylüyorum; dünyada şu andaki demokrasilerde de, otokrasilerde de faiz politikası bu şekilde olan bir ülke yok!
Dolayısıyla, bu temel yanlışın üzerine bina edilen ekonomideyiz. Ekonominin tek adam rejimi mantığıyla bina edilmesinin bedelini de ödemekteyiz. Bina çöküyor.Literatürde ve kitapta yazmıyor böyle bir faiz politikası, Erdoğan rejimine özgü bir şey.
Dokuz ay önceki döviz kuruna bakın, sekiz altmış beşti. Şimdi gelmiş on altı küsura, on yedilerde. Bu tedbirlerin de daha önceki tedbirlerden farkı yok. Daha önce ihracat dövizinin %40’ına, sonra kredi kullananların artı %30’una el kondu. Bunlar sonuç vermedi. Kur garantili mevduat geliştirildi -Kur korumlalı mevduat da bir döviz mevduatıdır aslında- bunlara rağmen döviz kuru sürekli arttı ve kredi faizleri sürekli arttı. Politika faizini indirdiniz, kredi faizleriniz düşmedi, düşmezdi de zaten.
Aldıkları bu tedbirin şirketlerin bilançolarında bulunan döviz varlıkları üzerinde nasıl operasyon yapılacağı beklentisi nedeniyle kurda geçici bir düşüş söz konusu olabilir, ama temel paradigma çözülmüş değildir. Bu önlemlerle seçimlere gidilmeye ve sorunlar aşılmaya çalışılmaktadır. Ek bütçe altında çıkarılan bütçe de, seçimleri finanse etmeye dönük harcamaları da içermekle birlikte aynı zamanda alınan tedbirler ekonomik resesyonu da tetikleyeceği için birbirini adeta yok eden, incelikten uzak, günü kurtarmaya dönük yaklaşımlar içindedir. Türkiye'nin dört yüz altmış milyar dolarlara varan toplam dış borç stoku ve önümüzdeki dönemde cari açıkla birlikte, işte 230, 240 milyar dolar civarında yeni borçlanma yapması gerektiren bir tablo ortadayken, bu tedbirlerle yaşamı idame etmek mümkün olmamaktadır.
"Pek çok anlamda yarım bir ülkeyiz"
ÖM: Ben de bir iki şey, ufak bir iki nokta sorayım; tekrar aynı yazıdan, Uğur Gürses'in bitiriş cümlesinden başlayarak, “düğmeye basınca sonuç alınacağına dair inanç ne yazık ki daha olumsuz sonuçlara yol açacağa benziyor.” demiş, yani “sadece ekonomide değil, hayatın her alanında yasaklarla, kısıtlamalarla yöneten iktidar -tırnak içinde- uzatmaları oynuyor.” demiş. Yani böyle bir bitiriş var. Bu arada bir de hükümetin gözdesi olan 11 şirketin, ihalelerin %81’ini davet usulüyle aldığı yolunda da Gazete Duvar’da da önemli bir haber vardı. Yani Türkiye Büyük Millet Meclisi Kamu İktisadi Komisyonu, yani KİT üyesi Cumhuriyet Halk Partisi Milletvekili Deniz Yavuz Yılmaz, “açık ihale yöntemiyle, pazarlık yaparak projeleri almak yerine, istisnalardan yararlanarak -tırnak içinde- davet edildikleri ihaleleri üstlendiklerini…” söyledi. Bu da BirGün Gazetesi'nden Hüseyin Şimşek'in haberi, Gazete Duvar da oradan aktarmış. Yani böyle bir belirli isteklilerin davet usulü katılabildiği, herkesin bulunamadığı, pazarlık usulünün uygulandığı ihale oranı %81’e ulaşmış ki bu muazzam bir şey. Yani bu çok ciddi bir sorunun…
AB:Kamusal servetin dönüşmesi dediğimiz, bireysel servetlere dönüşmesi, belli gruplara aktarılması dediğimiz olay bu. Yıllardan beri yapılıyor. Bu konuyu, bu tabloyu gazeteci Çiğdem Toker arkadaşımız da uzun yıllardır ortaya koyuyor. Sanıyorum en son olarak CHP'li Milletvekili Deniz Yavuz Yılmaz, bu oranları ve tabloyu ortaya koydu. Gözümüzün önünde cereyan eden bir süreç. Can havliyle, giderayak da bu işlemlerin daha da fazla arttığına tanık oluyoruz.
Türkiye'nin bir an evvel, demokrasinin olmadığı bir ülke olmaktan çıkıp, ileri demokrasiye geçmesi gerekiyor. Buna uygun ekonomik yapılanmalar, kurumlar ve politikaların oluşturulması lazım. Ekonomik buhrandan orta ve alt gelir grupları olağanüstü şekilde etkileniyor; AKP’den, Saraydan çözülüyorlar. Bu da oylara yansıyor. Maalesef ülkemiz gözümüzün önünde yıllardan beri devam eden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve onun yarattığı kadro ve kurumlarla berhava olmuş durumda. Çok teknik anlatımlara girmeden şunun altını çizelim; bu ülkede çok şey yarım ya da az kaldı. Çok özellik yarım kaldı, laik özelliklerini önemli ölçüde yitirmiş bir ülke. Kambiyo rejimi de özelliklerini yitirmiş, yarı serbest bir ülke.Pek çok anlamda yarım bir ülkeyiz.
Küresel finansal dünya dışına çıkmak istiyorsanız bu hareketi mutabakatla yaparsınız, sabit kura çekersiniz, bir tercihtir. Ama bunu da doğru dürüst yapmanız lazım. Ancak sizin bu kadar borçla sistemin dışına çıkma imkânınız da yok. Temel yanlışlığı düzeltmeden yolda ilerlemek mümkün değil.
ÖM: Evet. Peki ileride bu noktadan devam edeceğiz besbelli.
AB: Sermaye kontrolleri, kambiyo rejim değişikliklerine çok kez değindik geçtiğimiz yıllarda. Hatırlarsınız, kambiyo rejim değişikliğini, sabit kuru vurgulayan, iktidar ortağı Bahçeli olmuştu. Türkiye'nin demokrasisiyle kambiyo rejimi arasındaki ilişkiyi gözeterek önümüzdeki sürece bakmak ve ona uygun ekonomik politikalar geliştirmek gerekiyor diyelim, dediğiniz gibi yayını sonlandıralım.
ÖM: Çok teşekkürler Ali Bilge, görüşmek üzere.
AB: Hoşça kalın.
ÖÖ: Görüşmek üzere.