Programcımız Alp Ulagay, Açık Radyo 19. Dinleyici Destek Yayınının yedinci gününde Ömer Madra ve Eraslan Sağlam'ın konuğu oldu ve kendi Açık Radyo geçmişinden, bağımsız spor yayıncılığından konuştu.
(15 Nisan 2022 tarihinde Açık Radyo’da 19. Dinleyici Destek Projesi kapsamında yayınlanmıştır.)
(Bu metin hızlıca hazırlanmış bir ses kaydı deşifresidir, nihai biçiminde olmayabilir.)
Eraslan Sağlam: Evet, tekrar merhaba, tekrar yayına girdik. Bütün sorumluluğu üstüme alıyorum ve benim zorumla Alp beyi bir miktar bekletiyoruz. Alp Ulagay’ı bir miktar bekletiyoruz. Bunun için çok çok özür dilerim, çünkü şu anda sabahın ilk destekleri bizim için son derece önemli. Bütün günün nasıl geçeceğinin aslında bir panoraması niteliğini taşıyor. O yüzden şimdi Alp Ulagay’dan önce lütfen şimdi bu işe bir el atın! Desteklerinizi hızlandırmak ve sıkıştırmamız gerekiyor. Bu sıkışıklıkla birlikte Alp Ulagay’ı birkaç dakikalık gecikmeyle yayına alacağız. Ömer bey, ne dinleterek bu bölümü hızlandırıyoruz?
Ömer Madra: Ubuntu! Bir kere daha çalmıştık bunu. Bu yeryüzünün en önemli, insanlığın doğduğu Afrika kıtasının gene bütün insanlığa armağan ettiği çok temel bir kavram. “Ben senim, sen bensin” anlamına gelen ve insanlar arasındaki, aslında bütün canlılar arasındaki sarsılmaz bağı ifade eden önemli bir kavram. Zaman zaman üzerinde çok durduğumuz, yani her birimizin hem doğayla hem de birbirimizle ne kadar derin bir seviyede bağlı olduğumuzu ve herkesin insanlığın ve aslında hayatın tekliği, birbiricikliğinin ne kadar önemli olduğunu ortaya koyan bir kavram. Çok kadim, insanlığın ne zaman doğduğu bile belli olmayan yüz binlerce yıllık tarihinden gelen bir kavram ve onun şarkısı, Colby ve Awu seslendirecek. Hem Afrika ritimleri ve çok bilinen ritimler, şarkılar. Hemen bitişiğinde de raple de bütünleşmesi, ikisinin bir arada olması çok ilginç bir şarkı yapıyor bunu. Yani Afrika’dan, anakaradan geliyor Ubuntu diyor ve artık bu şey lafları yok; onlar-bizler, biz ve onlar, onlar-bunlar… geride bırakmamız gereken şeylerdi. Her türlü savaş, ayrımcılık, siyasi hırs, göze göz, dişe diş masumların kanlarını akıtmak, evsiz çocukların böyle ortalıklara saçılmasını, kaçışmalarını önlemek, çünkü sen bir şeysin, ben de bir şeyim ve birbirimizi ancak kucaklayarak yapabiliriz bunu ve gördüğün bütün ağaçlar, bütün otlar, bütün hayvanlar hepsi birbirine bağlı. Bu, nereye gidersen git, kim olursan ol, her birini hatırla. Her günün ve sevginin, aşkın büyük ateşini canlı tut, diye giden, çünkü biz siziz, siz bizsiniz; ben senin, sen bizsin, sen bensin, diye giden bir şarkı ve böyle büyük bir okyanusun üstündeki teknede giden yolcularız, hep birlikteyiz, diye giden çok hoş bir şarkı. Onu çalalım dedim.
ES: Evet, galiba hayatta şu sıralarda daha önemli bir şey de yok karşımıza çıkan bir araya gelişin dışında. Hemen nasıl destek olacağımızı söyleyelim; acikradyo.com.tr’den “Destek olun” düğmesini tıklayabilirsiniz. Lütfen şimdi, birbirimizi biraz sıkıştırıyoruz. Hattımız müsait, lütfen şimdi sabahın, bu yayının ilk dakikalarında, şimdi harekete geçin, telefon müsait. Gelin, telefonu kilitleyelim ilk olarak bu sabah; sıfır iki yüz on iki üç yüz kırk üç kırk bir, kırk bir.
ÖM: Evet, Ubuntu, Afrika ana kıtadan gelen bir ses ve Colby ve Awu söylüyorlardı birlikte. Biz seniz, sen bensin; “je suis un avec vous, and you are one with me” diye sözleri böyle her dilde giden, “ben senim, biz siziz, siz bizsiniz” dediği bir şarkı uygun, değil mi?
Merhaba Alp, hoş geldin.
Alp Ulagay: Günaydın Ömer bey.
ES: Günaydın.
ÖM: Günaydın
AU: Günaydın hepinize.
ÖM: Evet devam ediyoruz, Açık Gazete’yi kapattık ama dinleyici destek günleri Eraslan’ın da bulunmasıyla devam ediyor. Asıl o yönetiyor zaten işleri ve nasıl durum Eraslan?
ES: Gayet iyi. Sabahtan şu ana dek on iki kişi olduk. Daha da hızla artıyor. Günün hedefini hatırlayacak olursak 106’dı bugünün hedefi. Şu anda yüz sayısının altına düştük. Beklenen hedef olarak yüz sayısının altına düştü. Tabii ki bu 106 artık dinleyicilerimizden öğrencimize göre, dinleyicilerimiz için küçük bir hedef. Bir an önce bu sayıya ulaşmak, bu sayıda geçen senenin yedinci günün, hafta içinin son gününün destek sayısıydı. Bu sayıyı yakalamak, bir an evvel yakalamak, bunun için gün sonunu beklememek ve bunun ilerisine geçmek ki bakalım sayalım biz bu yıl…
ÖM: On iki dedin galiba değil mi?
ES: Bu konularda hep yanılıyorum.
ÖM: On yedi!
"Programcı olarak hep bu ailenin parçası kaldım"
ES: Şahane, çok çok teşekkür ederiz. Evet, bu hız da zaten az önce söylediklerimi doğruluyor. Günün hedefini çok erken bir vakitte yakalayacağız ve ondan sonra saymaya başlayacağız, geçen seneden kaç kişi fazlayız diye. Açık Radyo’nun bir saatlik bir programına üç yüz elli liraya ve katlarına destek olabiliyoruz. Bu desteğimizi kredi kartıyla, havale yöntemiyle ya da taksitlendirerek yapmamız mümkün. Biz de bu seçilen programın başında ve sonunda teşekkürlerimizle bu programın sizlerin destekleriyle gerçekleştiğini aktarıyoruz. En özet haliyle bunları söyleyebiliriz.
ÖM: Evet, en eskilerimizden biri aslında aramızda Alp; şimdi, onun kendi hikayesini zaman zaman soruyoruz, O da bizden bıkmadan anlatıyor. Ama çok erken bir tarihte, en genç yaşta programcı olanlardan birisin değil mi Alp?
AU: E doğru herhalde, işte 2000…
ÖM: Bağlantıda bir problem oldu galiba. Bağlantımız şu anda kopmuş gibi gözüküyor.
ES: Şöyle yapalım isterseniz, bağlantıyı sağlayana kadar hemen bir parça dinletelim. O parçanın ardından Alp beyle devam edelim konuşmaya.
ÖM: Evet, Chumbawumba’dan “Tubthumbing” adlı parçayla devam edelim. Bu arada da Alp'le yeniden bağlantı kurmaya çalışacağız.
ES: Evet ve bu arada lütfen bunu bir fırsat belleyip desteğinizi Açık Radyo’ya şimdi aktarın. Sıfır iki yüz on iki üç kırk üç, kırk bir, kırk bir.
Harika bir şarkı çalıyoruz şu anda. Sabah sabah insana çok iyi gelen bir şarkı, insanı harekete geçiren bir parça. Umarım, sizleri de harekete geçirmiştir, çünkü on yedi kişi oluverdik daha yayına, özel yayın kısmına başlayalı elli dakika olmasına rağmen elli kişi olduk. Elli kişi olmadık, çok özür dilerim on yedi kişi olduk! Neyse, iyi bir Freud sürçmesi olarak alın bunu, elliye doğru yürüyeceğiz galiba. Evet, elliye doğru yürüyüşümüzde.. Tamam, laf ağızdan çıktı, elliye doğru yürüyüşümüzde şu anda desteklerinizi bekliyoruz. Sıfır iki yüz on iki üç yüz kırk üç kırk bir, kırk bir.
ÖM: Evet Alp, bu arada internetin azizliğine uğradık, bir kopukluk oldu. Tam soruyordum ne zaman başladın ve nasıl gelişti işler Açık Radyo ve Alp Ulagay iş birliği diye.
AU: Evet tekrar baştan alayım, ben bir-iki haftalık tatil için İstanbul'dayım ve bu buradaki bu internet bağlantısı faciasını Türkiye'ye gelince fark ediyorum hep. Evde, dışarıda, her yerde bir sorun oluyor maalesef. Yani bu iş bir türlü düzelmemiş, kusura bakmayın. Ben 1995’in kasımında Açık Radyo ailesine katıldım ve aradan geçen yirmi beş yılı aşkın sürede kısa aralar hariç bu ailenin parçası kaldım. İşte bir Fransa'ya master'a gittiğim dönem, 1999-2000’de bir ara vermiştik. Ondan sonra bir askere gittim. Sonra bir Darüşşafaka’da çalıştığım bir dönem var. Orada bir yıla yakın ara verdik. Onun dışında programcı olarak hep bu ailenin parçası kaldım. Yani muazzam bir süre var aslında.
ÖM: Kaç yaşında başladın? Onu da hatırlayalım.
AU: On dokuzdum. Üniversite birinci sınıf öğrencisiydim herhalde, Galatasaray Üniversitesi'nde. İşte şimdi artık orta yaşlı, çoluk çocuk sahibi bir adam olarak da devam ediyorum ailenin parçası olmaya. İlginç bir serüven. Yani tabii bir sürü fırsat verdi. Ben aslında mesleğim gereği, yani profesyonel olarak uzun yıllar gazetecilik yaptım. Hürriyet, Habertürk vesaire. Şimdi kendim serbest gazeteci olarak devam ediyor ama beni sadece Açık Radyo’dan tanıyan bir sürü dinleyici vardı diyelim. Hani diğer işlerimi belki fark etmemiş oluyorlar, çok normal. Ama Açık Radyo’dan beni mutlaka biliyorlar yani ciddi bir dinleyici kitlesi olduğu için. Hani “Açık Radyo’da programınız var, yorumcusunuz değil mi?” sorusu yıllar içinde çok rastladığım bir şey, matrak bir durum. Yaptığım diğer işleri okumamış olabiliyorlar tabii. O yayınları almıyorlar, takip etmiyorlar, ç9ok normal bir durum aslında. Bu bakımdan hem çok ciddi bir tecrübe hem de yeni pencere açma fırsatını da benim için sağladı. Bir de şunu vurgulamam lazım, herhalde geçen senelerde de söylemiştimdir; benim böyle en rahat, otosansür yapmadan konuştuğum, yazdığım yer Açık Radyo. Açıkçası bunu söylemek lazım. Tüm kurumlarda bir bir otokontrolünüz oluyor. Yani okur kitlesine, o grubun, yayının yayın politikasına paralel olarak. Açık Radyo’da elbette bir yayın politikası var ama benim yorum yaptığım, konuştuğum spor alanında hani bir kısıtlama yapmadık şimdiye kadar, öyle zannediyorum bu kadar sene içinde.
ÖM: Ben de hatırlamıyorum vallahi bir kısıtlama yaptığımızı. Her konuya derinlemesine girmeye çalıştık.
AU: Evet. Bir de bir şey eklemem lazım, bunu yine arada bu bağımsız yayıncılığın geldiği noktaya vurgu açısından şimdi çok önemli bir iş bu Dinleyici Destek Haftası, on dokuzuncusu yapılıyor. Yani bugün şunu fark ediyoruz, yani söylüyoruz, son on yılda iyice belirginleşmişti bu; aslında kademe kademe bu noktaya geldik bence; gazetecilikte de yayıncılıkta da medyada da eski tip, konvansiyonel gelir kaynakları değişiyor, yok oluyor, kalmıyor, yeni tip modeller geliştirmek lazım. Yani eğer dinleyiciler, okurlar, alıştıkları medyayı, beğendikleri medyayı okumaya, dinlemeye, izlemeye devam etmek istiyorlarsa belki doğrudan katkı vermek zorundalar, böyle bir devirdeyiz. Yani bu özellikle habercilikte çok bariz bir noktaya geldi. Çünkü eski gelir kaynaklarıyla devam etmek mümkün değil. Yani bunu görüyoruz işte. Hani gazeteler için, kağıt gazeteler için çok bariz zaten, yok olmaya doğru gidiyorlar tüm dünyada, dijitale dönüşüyorlar. Yani orada işte “ben parayı verip alıyordum, ya bedava da internetten okuyorduk”, böyle bir model mesela artık geçerli olamaz. Bir tür abonelik modellerinin ya da kısmi abonelik modellerinin mutlaka devrede olması lazım, hani gazeteler için, haber siteleri için bahsediyorum. Yani bu işte bağımsız radyolar için de söz konusu olabilir ve televizyon tabii çok büyük bir mecra ama orada da görüyoruz ki özellikle eğlence kısmında artık bu iş abonelikle dönüyor. Yani bunu biliyorsunuz bir sürü stream alanında yani belki Türkiye'de bile izleyicilerin işte iki-üç aboneliği var, Amerika'da üçe, dörde dayanmış durumda bu abonelik sayısı. Yani başka çare yok. Doğrudan okur, izleyici, dinleyici medyasını, mecrasını biraz finanse etmek zorunda ki o dinlemeye, izlemeye devam edebilsin. Başka çare yok gibi gözüküyor. Yoksa sürdüremeyeceğiz yani. Reklam gelsin, işte biraz şuradan alalım falan, kolay iş değil. Üstelik Türkiye kısmı için söylüyorum; reklam verenlerin de yani çok arsızlıklarını yıllar içinde ben bizzat gördüm. Hani dünyada böyle midir, ama Türkiye'de yani yayın politikasına çok müdahil olmaya çalışan bir reklam veren kitlesi var maalesef. Yani sayfa değiştirmeden şeye kadar, yani gazeteler için söyleyebilirim. Böyle bir durum da var. O yüzden hani okurun, dinleyicinin bu doğrudan desteği, katkısı çok çok önemli bence.
"Alternatifler olmazsa merkez yayınların insafına kalırız"
ÖM: Evet, yani televizyonların da kısmen böyle bir şeyin içinde olduklarını gördüğümüz oluyor. Bazen, neredeyse canlı yayının ortasında bile müdahale örneklerine bile rastlanan, yani sürreel gerçeküstücü durumlarda bile zaman zaman, ender de olsa rastlanabiliyor. O yüzden tabii çok çok önemli, hayati bir önem taşıyor ve özellikle bu savaş ve kriz şartlarında -iklim başta olmak üzere- bu hakikate bağlı kalan yayıncılık müthiş önemli yani.
AU: Kesinlikle, yani başka türlü… Yoksa, sırf böyle bir alternatifi olmayan merkez yayınların insafına kalırız. Yani biz kendimiz de işte bu işi, mesleği yapmamıza rağmen bir yandan okuruz, dinleyiciyiz, izleyiciyiz. Hiçbir alternatif olmazdı, yani çok felaket bir tablo olurdu ortada.
ÖM: Evet yani bir de tabii bazı şeyler hiç konuşulamaz durumda özellikle artan otokratik ve otoriter rejim eğilimleri çok var dünyanın çeşitli yerlerinde, ülkelerinde ve burada gerçekleri ifade etmek… İşte hapishanelerde ölümler oluyor, mesela Türkiye'de şimdi pek üzerinde durma imkanı bulunamıyor… Bunun gibi çok sayıda kısıtlama var. Halbuki bunları konuşmadan hayatı ilerletmek pek mümkün değil. O yüzden hakikate bağlı yayıncılık yapabilmek zorlu ve bunun için de dinleyici desteğine muazzam ihtiyacımız var. Yani şu hakemlere yapılan uygulama bile insanın aklını durdurabilecek nitelikte bir şeydi ve fazla ses çıkmadı. Sessizlerin sesi olmak demişti Amy Goodman Democracy Now!’da, yani ona da çalışıyoruz, bu hakemleri öyle tek bir kararnameyle görevden almak nerede görülmüş? Ve buna ses çıkarılmadı yani.
AU: …
ÖM: Alp, duyulmuyor sesin maalesef.
AU: Duyabiliyor musunuz?
ÖM: Evet, şimdi. Bir ara bayağı kesintili, esnemeli oldu ses ama işte böyle bunlara bir şekilde devam ettirmeye çalışıyoruz, teknik zorluklarla da boğuşarak. Evet, yani önemli, demokrasi olmaksızın aslında bu işten kurtulmanın, krizlerin önüne geçmenin imkanı ve ihtimali olmadığını ta web mekanını ilk kurduğumuzda 2001 yılında, bundan yirmi sene önce net olarak söylemişiz; yani demokrasinin temeli budur, böyle olmak zorunda. Açık Site manifestosunda, “Özgürlük veya demokrasi yalnız kendi başlarına bir değer olmakla kalmaz. Muhtemelen varlığımızın sürdürülmesi için zorunlu bir unsurdur” diye Noam Chomsky’den de yaptığımız bir alıntıyla. Böyle bir dönemde Açık Site, o zaman bir adı Açık Site’ydi, yani internet yayınları o şekilde olmuştu Açık Site’nin manifestosunda. İnsan medeniyetinin onca güzellikleri, yani iki köktenciliğin, iki ideolojik kutbun ötesinde yatan bütün güzellikler: sanatımız, müziğimiz, edebiyatımız... Bunların da kapsanması şarttır demiştik ve “Kendisi küçük ama tutulacak, tutunulacak yeri istendiği kadar büyük olabilecek bir fener bu, Açık Site'miz. Ne kadar el, ne kadar ışık bunu hep birlikte göreceğiz” demiştik, gördük de doğrusu. Çok mutluyuz gelişmelerden yani.
AU: Eveti kesinlikle. Benim sesim duyuluyor mu şu anda?
ÖM: Duyuluyor, evet.
AU: Ya bir de Açık Radyo dünyanın bütün seslerine açık olma fikri üzerine yola çıkmıştı. Yani benim tabii dikkatimi çeken bir şey de, biz Açık Gazete içindeki spor bölümünü biraz daha böyle bir küresel spora bakışı da dönüştürdük ya, dünyada olan bir sürü meseleyi, işte ırkçılık, ayrımcılık… Konuşuyoruz bunları ya da konuştuk yıllar içinde, son yıllarda belki biraz daha fazla, benim yurt dışında olmam sebebiyle. Yani saha dışı bölümden çok malzeme çıkıyor tabii, spor öyle bir olguya dönüştü aslında, çok genişleyen, büyüyen bir alan olduğu için yani dikkatimi çeken bir şey. Yani Türkiye'nin de aslında sadece spor için değil, tüm alanlarda da bu dünyayı daha böyle bir… Hani hep biraz kapalıydı belki ama böyle daha bir içe doğru büzüşmesi yani. Hani bu dünyada olup bitenle biraz daha az meşgul olması gibi bir hal var sanki. Böyle bir hissiyatım var. Yani bu sporda da geçerli Ve yani dünyadaki öncü trendlerin dışında kalması, onları geç takip etmesi… Böyle bir şey hissediyorum. Yani umarım geçicidir ya da benim hissiyatım yanlıştır. Türkiye için kötü bir şey olur gerçekten de. İyi bir şey, iyi bir durum değil yani.
ÖM: Evet, hatta dinleyicilerimizden biri, destekçilerimizden biri gönderdiği güzel mektubunda da Açık Radyo’yu Tardis gezegeni gibi gördüğünü söylemişti; içi dışından daha büyük diye. Ona uygun bir durum olabilir yani. Peki o zaman, yavaş yavaş bitiriyoruz. Bu saatin de sonuna geliyoruz. Arada kesintiler oldu, gecikmeler ama kusurumuza bakma. Böyle gene de götürüyoruz yani.
AU: bendeki şeyden de olabilir, bir türlü halledemediğim bir internet bağlantı problemi var. Belki bundan da kaynaklı olabilir. Dinleyicilerimiz kusura bakmasın.
ES: Estağfurullah, sizinle ilgili değil, çünkü Didem öğrendi, bölgesel bir internet kesintisi varmış. Servis sağlayıcıyla konuştuğunda bu sonuca vardı. Dolayısıyla bunu da fırsat bilerek dinleyicilerimizi de duyaralım. Ola ki ara ara sesimiz gelmez ve size ulaşmazsak bilin ki bunun nedeni biz değiliz. Böyle genel bir uygulamanın bir parçası olarak varız. Alp bey, çok çok teşekkür ediyoruz tekrar.
AU: Ben teşekkür ediyorum. İyi bir son diliyorum Dinleyici Destek Haftası için.
ÖM: Teşekkür ederiz, sevgiler.
AU: Görüşmek üzere.