Bir şiirin, bir hicvin, bir şarkının toplum üzerinde etkisi

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ali Bilge, Ekonomi Politik'te Sezen Aksu'nun şarkı sözleri nedeniyle sanatçıya yapılan saldırı ve tehditleri değerlendiriyor, olayın Türkiye siyasetine yansımalarını tartışıyor. 

""

(24 Ocak 2022 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!


Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş!


Özdeş Özbay: Günaydın!


AB: Feryal merhaba!


ÖM: Biraz geç başladık, tahmin edilebileceği gibi hem iklim şartları açısından hem de çeşitli sebeplerden çok yoğun haberler vardı. Hatta kıştan bahsederken bir haber vardı, söyleyemedik ama şimdi Humanity United diye bir kuruluştan gelen bir haber “çocuklarımı sattım şimdi sıra böbreğimde” diyor. Kış Afganistan’da böyle geçmekteymiş yani, dünyanın hali biraz harap.


AB: Evet. Şiddetli soğuklar, açlık, gıda, enerji ve döviz krizi her şey bir arada. Önümüzdeki günlerde durumun daha da vahimleşeceğini söyleyebiliriz. Öncelikle iki hatırlatma yapayım, biri bugün Uğur Mumcu suikastinin yıldönümü, 29 yıl geçti suikastin üzerinden, Uğur Mumcu araştırmacı gazetecilik alanının en önde gelen ismidir, ilklerdendir. Mumcu katliamını hatırlatalım, 29 yıldır da suikastın gerçek anlamda çözülemediğini belirtelim. Bugün aynı zamanda Türkiye’nin iktisadi liberalleşme sürecinin başlangıcı olarak adlandırılan meşhur 1980- 24 Ocak kararlarının da yıldönümü. Türkiye, kapalı ekonomiden açık ekonomiye geçişin kararlarını bu tarihte aldı. Hemen günümüzle bir bağlantı kuralım, 1980 yılında üniversite öğrencisi idim, Türkiye’nin çok soğuk bir kışıydı, yine ciddi döviz ve enerji kıtlığı -krizi içindeydik. Siz de öğretim üyesiydiniz o dönemde hatırladığım kadarıyla.


ÖM: Evet. 


AB: Dersler paltoyla, eldivenle atkıyla, şapkayla yapılırdı, yakıt yoktu, döviz yoktu. Bu dönem, 1980’nin soğuk kışı ve döviz kıtlığı, enerji kıtlığı, 12 Eylül faşist askeri darbesiyle sonuçlandı. Sonra da liberalleşme akımı hızlanarak devam etti, serbestlemeye 1989 sonrasında finansal liberalleşme de eklendi, 40 yılı aşkın devam eden liberalleşme nedeniyle bugün 2 para birimine sahip olduğumuzun altını çizerek, son günlerde yoğunlaşan, özellikle Sezen Aksu üzerinde yoğunlaşan tehdit ve saldırılara geçelim, programımızın akışını sürdürelim. 
ÖM: Evet.

AB: Hep söylüyoruz iktidarı Erdoğan bırakmak istemiyor, her ne şekilde olursa olsun geç ya da zamanında yapılacak seçimleri kazanmak, 20 yıldır devam eden iktidarını sürdürmek istiyor. Ayrıca kaybedeceği seçimleri de yapmak arzusunda da hiç değil. Eğer yapmak zorunda kalırsa ve kaybederse iktidarı bırakmakta istemeyecektir, bu nedenle her şeye hazırlıklı olmak zorundayız. Nitekim geçenlerde iktidarı ve Erdoğan’ı çok yakından savunan köşe yazarı Mehmet Barlas, “Erdoğan’ın seçilmeme ihtimalini düşünmek bile istemiyorum” diye yazdı. Aylardır kamuoyuna türlü türlü gerilimler sergileniyor, üretiliyor. Medyanın neredeyse tamamına sahip olan iktidar bunları rahatlıkla servis edebiliyor, korku, sertlik ve baskı uygulamaları her an devreye sokulabiliyor. Sezen Aksu’nun 5 yıl önce söylediği şarkının gündeme getirilmesi, Erdoğan’ın bu şarkı üzerine cami hutbesi-konuşması bu bağlamda ele alınmalıdır. Her türlü sertlik, baskı uygulamalarına ve provokasyonlara hazırlıklı olmak gerekir. 

5 yıl öncesinde söylediği şarkı gündeme getirilerek Sezen Aksu’ya, yapılan saldırı ve tehditler bu nedenledir. Demirtaş ve Kavala’nın serbest bırakılmaması, Demirtaş’la Öcalan’nın kapıştırılmak istenmesi, HDP vekilin PKK’lı ile birlikte fotoğrafının servis edilmesi, gazeteci Sedef Kabaş’ın evinin basılması, bu nedenledir. Önceki hafta ortaya sürülen Belediyelerin (İBB) terörist yuvası olması iddiası, ‘HDP’yi terör örgütünün güdümünde olması’ iddiası gibi örnekleri de ekleyebilirsiniz. Yeni oyunlar kızağa konuluyor, her zaman olduğu gibi iktidar korkulara oynuyor. Bu nedenle hep hatırlatıyoruz, 2015 Haziran sonrası gelişmeleri göz önünde tutmak zorundayız. Tabii eskisi gibi bu işler maya tutmuyor, göle çalınan maya gölü mayalayamıyor. Sertlik dozunu arttıracak enstrümanlar tutmuyor. 

Aslında Sezen Aksu’ya yapılan saldırı, tehdit tutmadı, bana göre iktidar ve Erdoğan, Sezen Aksu’nun şarkı ve şiiri karşısında yenilmiş durumda.Evet hala hapisteler ama aslında Kavala karşısında da yenilmiş durumdalar, Demirtaş karşısında da yenilmiş durumdalar, ortaya koyacak gerekçeleri kalmamış durumdalar, tüm dünyanın gözünde oluyor bunlar. Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın hapisten yürüttükleri mücadeleler, açıklamalar karşısında iktidar ezilmiş, yenilmiş durumda. İktidar bugün, saldırdığı Sezen Aksu’ya yazdığı şiiri ile yenilmiş, ezilmiş durumda. 

Aksu’nun şiiri Dimitrov Savunması gibi bir etki yaptı. Saldırı ve tehditler bir şiirle gömüldü, demokrasi mücadelesinde ciddi bir alan yarattı. 1932-33’de Nazi Almanya’sı mahkemesinde Dimitrov’un yaptığı savunması müthiş etki yapmış ve ilgi uyandırmıştır. Ankara Sanat Tiyatrosu’nun 1970’lerde oynadığı bu oyunu unutmam mümkün değil. Müthiş bir kadroyla Dimitrov Savunmasını sahneye koymuşlardı. 

Aksu’nun şiiri, etkisi bakımından Dimitrov ve Gramsci’nin savunmalarını hatırlattı, şairlerin sanatçıların eserleri ile yaptıkları mücadeleleri hatırlattı. Bir şiirin, bir hicvin, bir şarkının toplum üzerinde muazzam etkisi olabiliyor. 

Sezen Aksu’ya yapılan “dilini kesmek, dilini koparmak” tehdidi, evinin önünde yapılmak istenen gösteriler, iktidar medyasında yapılan yayınlar, hedefine ulaşmadı, Sezen Aksu’nun şiiriyle, yapmak istedikleri kutuplaşmayı, düşmanlaştırmayı, nefreti açığa çıkarttı. İstedikleri etkiyi yapamadı, nitekim İletişim Başkanlığı’nın o konuşmayı örtmeye çabalaması da bunu gösteriyor. 

Sezen Aksu’nun dilini kesmek, dilini koparmak, beni“ dil koparma ve kesme tarihine “ biraz olsun bakmaya yönlendirdi, ‘acaba daha önce neler olmuş?’ diye baktım. Hükümranların, tiranların muhaliflerini cezalandırma yöntemleri içerisinde dil koparmak var. Hem batı toplumlarında Romalılarda da var, hem doğu toplumlarında, eski Türklerde, Osmanlı’da var, şeri ve örfi hukuk içinde de kullanılmış, organ kesme, burun kesme, dil kesme. Ayrıca seri katillerin de uyguladığı bir yöntem, ünlü seri katiller de organ kesiyorlar özellikle dil kesiyorlar. 

Dağlama ve damgalama, 17. Yüzyıl Amerika’sında da uygulanıyor. İlk hırsızlıkta suçlunun eli üzerine “(hırsız- thief) “T”, ikinci hırsızlıkta ise (criminal & runaway- suçlu kaçak) “R”harfi dağlanarak hırsızlar damgalanmıştır!! Zina suçu işleyenlerde kırmızı harfle damgalanıyor. 

İslâm coğrafyasında halife, sultan ve şahların suçlu buldukları kişilere organ kesme, özellikle dil ve el kesme cezalarını uyguladıkları görülüyor. Malum şair ve yazarların dili, kalemleridir. Kalemi ve dili, şairlere ödüller kazandırdığı gibi boyunlarının vurulmasına, dilinin kesilmesine sebep olmuştur. Coşkun Üçok ve Sami Selçuk hocaların yazdıkları makalelerden toparladığım bilgileri aktaracağım. 
Yapılan yayınlara göre XIV. yüzyıldan XX. yüzyıla kadar çeşitli sebeplerle 137 şair öldürülmüştür. Halk söylencelerine göre, XVI. yüzyıl şairi Pir Sultan Abdal’a reva görülen ceza eski müridi Sivas Valisi Deli Hızır Paşa’dır. Osmanlı-Safevî çatışmasında Safevî şahını destekleyen şairi tuttuğu yoldan geri döndüremeyince, Hızır Paşa Şah’ın adını anmayı yasaklamıştır. Fetvaya göre,” her kim, Şah’ın adını ağzına alırsa, dili kesilip öldürülecektir.” 

Muaviye, Emevi devri hıristiyan Arap şairlerinden el-Ahtal’ın dilini kesmek istemiş ancak araya giren oğlu Yezîd onu kurtarmıştır. Ebu’l-Muhhşi el-‘Abdî adlı şairin hem gözleri oyuldu hem de dili kesildi. Safevî dönemi şairi Âgehi-yi Horasani de dili kesilen şairlerdendir. Harifi-yi Isfahânî’nin de hicivlerinden dolayı dili kesilmiştir. 
20. yüzyıla gelirsek; 1913 yılında da Riyad’ı idare eden Suud prensi el-Emir Zamil es-Sehban kendisini eleştiren ve hicveden meşhur şair İyade Munis el-Harisi’nin dilini kestirdi. 
İranlı ünlü şair ve siyaset adamı Ferruhi-yi Yezdi, ülkede başlayan meşrutiyet hareketine katıldı, muhalefet içinde yer aldı. Bir nevruz bayramında diğer şairlerin aksine, Yezd’in baskıcı valisi Kaşka-i ’yi eleştiren sert bir şiir yazdı ve Hükümet Konağında şiiri okudu. Vali çok kızmış ve emretmiş, şairin dudaklarını ip ve iğneyle dikmişler. Bunun üzerine halk ayaklandı. İran’ı yöneten Pehlevî hükümetiyle sürekli ters düşen şair, hapis yatarken şiirleriyle yönetimi eleştirmeye devam etti. Sonunda şahın emriyle Doktor Ahmedî’nin yaptığı iğne ile 1939 yılında öldürüldü. 1979 İran devrimi ile Rıza Şah’ın devrilmesinden sonra katil doktor bu cinayetten dolayı katledildi.
Suriyeli Alevî şair Hasan el-Hayr de 1979 yılında Hafız Esed’in yönetimini ve İhvanulmüslimin’i hicveden bir şiir yazdı. Rıfat Esed’in gazabına uğrayarak işkencelere maruz kaldı. Hapisteki görgü tanıklarına göre Suriye muhaberatı önce dilini kesti, ardından öldürdü. 


1992 Yılı Türkiye İnsan Hakları Raporuna göre Şırnak olayları sırasında Temel Uçar adlı kişi sorgudayken yaşamını yitirdi. Kendisine yapılan işkencede önce gözleri oyuldu, dili koparıldı ve öldürüldü.
 2011 yılında da Yemenli genç şair Velid er-Rumeyşi’nin dilini kestiler. Hükümetin politikasının destekleyen şiirler yazan şair muhalefet tarafından kaçırıldı, dili kesildikten sonra San’a’da bir sokağa bırakıldı.
En son İstanbul’un göbeğinde Suud’lu muhalif gazeteci Cemal Kaşıkçı Suudi Arabistan konsolosluğunda bedeni parçalanarak Türkiye’den Suudi Arabistan’a kaçırıldı. Emri veren Muhammed bin Selman, ülkesini yönetiyor. Tiranlara boyun eğmeyenlerin sonları çok vahşi oluyor. 


ÖM: Ama onlar da vazgeçmiyorlar galiba, yani mesela


AB: Vazgeçilmiyor, kesinlikle vazgeçilmiyor, uzun uzun anlatmak istemedim, adamın dilini kesiyorlar ama adamın dili peltekleşe de yine devam ediyor, o olmuyor, elini kesiyor, bitmiyor, sonunda asıyorlar Pir Sultan Abdal da böyle olmuş. 
Hırsızlara karşı da uygulanan değişik cezalarda var. ABD’de hırsızların damgalandığını söyledim. Osmanlı’da hırsızlara eşeğe ters bindirme cezası var, hırsızı halk yakalayıp karakola götürüyor suçu tespit edilirse, eli arkadan bağlanıyor ve semersiz bir eşeğe oturtuluyor, 3 gün boyunca sabahtan akşama kadar kasabada, vilayette, her neredeyse teşhir ediliyor, kalabalık yerlerde eşek durduruluyor, kimliği deşifre ediliyor ne çaldığı, hırsızlığı anlatılıyor, hırsızlık yapanın ilk suçuysa işlem böyle oluyor, eşek gezintisinin sonunda şayet hırsızın ilk suçuysa yüzüne çanaklar dolusu yoğurt sıvanıyor. Son olsun aklansın diye. Hırsızlığa devam ederse falaka cezası, hapis cezaları da uygulanıyor. Eşeğe ters bindirme deyimi de buradan geliyor zaten, günümüz Türkiye’sinde hırsızlara eşeğe ters bindirme cezası verilseydi eşek sayısının yetmeyeceğini düşünüyorum açıkcası! 


ÖM: Bu arada araya gireyim izninizle, hukuki açıdan önemli bir şey, biraz önce de sözünü etmeye çalıştık Kısa Dalga internet gazetesinden Ersan Atar’ın haberine göre 2018’de bundan 4 yıl kadar önce yargıtay 4.ceza dairesi İstanbul’un Küçük Çekmece ilçesinde yaşanan bir olayda önemli bir karar vermiş ve “dilini keserim” sözünü tehdit olarak nitelendirmiş. Yani iki kişi tartışırken biri diğerine “dilini keserim” demiş, mağdur dava açmış, ilk aşamada beraat vermiş mahkeme, bunun üzerine Küçük Çekmece başsavcılığı temyiz etmiş ve Yargıtay 4.ceza dairesi önce tehdit suçunun şartlarını değerlendirmiş, önemli bir tespit aslında, “kişinin ruh dinginliğini bozan, iç huzurunu, bilinç ve irade özgürlüğünü ihlal eden bir olgudur. Yani mağdur üzerinde ciddi bir korku yaratabilmesi açısından sonuç almaya objektif olarak elverişli, yeterli ve uygun olması fiilin, ayrıcı tehdidin somuz olayda muhatap üzerinde etkili olması da şart değiller. Çok istisnai haller hariç mağdurun korkup korkmadığının araştırılması gerekmez” diyor Yargıtay 4.ceza. “Tehdit suçunun manevi ögesi genel kasttan ibaret olup suçun yasal tanımındaki unsurların bilerek ve isteyerek işlenmesini ifade eder.” Dolayısıyla tasarlamanın varlığı aranmadığı gibi saikin önemli olmadığına vurgu yapmış ve yani oy birliğiyle alınmış bir karardan bahsediliyor. Önemli aslında, 29 Kasım 2018 tarihli.


AB: Çok önemli, ben de gördüm bu haberi, not etmiştim isabet oldu. Bu minik taramayı yaparken darbe dönemlerinde sıkıyönetim komutanlıkların ve darbecilerin bildirilerinde ‘dilleri kesilecektir, dilleri kopartılacaktır’ ifadelerinin sıkça kullanıldığını hatırladım. İşkencelere muhatap olan kişiler bunu çok iyi bilir, sürekli dili kopartma tehdidi savrulur. Tarihsel boyunca ve günümüzde “dil kopartmak” eylemli eylemsiz hükümranların kullandığı bir dil ve yöntem olarak karşımıza çıkıyor. 
Kutuplaştırma operasyonları, kin ve nefreti geliştirme operasyonları otokrasi rejimlerinin ilacıdır. Bunun için büyük yalanlar söyleyeceksiniz, toplumsal korkulara oynayacaksınız, otokrat olarak bunlarla ayakta kalmaya çalışıyorsunuz. Günümüz Türkiye’sinde iktidar, Türkiye halklarına korku oyunları ile beraber üstelik soğuk dondurucu havalarda açlık oyunları da oynatıyor. Soğuk, açlık yoksulluk ve korku bir arada. Zaten tüm dünyada gıda krizi, tarım kriziyle karşı karşıyayız, üstüne üstlük Türkiye’nin içinde bulunduğu özel koşullar da bu sorunu daha da katmerleştiriyor. 
İnsanlar bu soğukta açlık ve yoksulluk içinde yaşamak durumuyla karşı karşıya kalıyorlar. Bana göre açlığın ve yoksulluğun içinde bulunan kitlelere en iyi gelebilecek ilaç Sezen Aksu şarkılarıdır, şarkının da yasaklanması mevcut durumu daha da kangrenleştiriyor. İktidarın içinde bulunduğu iktisadi ve siyasal açmazlar, önümüzdeki dönemde baskıların ve sertliğin daha da armasına yol açacak gibi. Türkiye muhalefeti çok hazırlıklı olmak durumunda. Ancak eskisi gibi çalınan korku mayaları, sertlik mayaları eskisi gibi değil, tutmuyor, ters tepiyor aksine birleştirici bir fonksiyon icra ettiğini söylemek pekala mümkün. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz otokratik rejimden çıkışı için en geniş demokratik ittifakın ve HDP’nin formüle edildiği ittifakın kurulmasından başka bir çare olmadığı da açık açık ortada. 
Şimdi biraz ekonomiyle ilgili bir takım şeyler söyleyelim hızlıca, 1 hafta içinde çok konu birikiyor neye değineceğinizi şaşırıyorsunuz. Haftalardır faiz indirimlerinden, kur korumalı mevduattan, rekabetçi kurdan ihracattan bahsettik ama bu arada reel sektörde durum çok kötü. Reel sektör dediğimiz üretim sektörü, burada şikayetler had safhaya gelmiş durumda, Türkiye’nin en önemli şirketleri uygulanan politikadan şikayet ediyorlar. Türkiye hammadde ithalatçısı bir ülke, hammaddeyi getiremediği takdirde içerde ne iç tüketim, ne de ihracata dönük üretim yapılamıyor. Şirketlerin kredi kaynaklarına ulaşmaları için getirilen kısıtlamalar olumsuz etki yapıyor. İhracat yaptıklarında getirdikleri dövizler üzerin konan kısıtlardan dolayı ciddi sorunlar yaşanıyor. Biz, sermaye ve ara malı, hammadde ithalatçısı bir ülkeyiz, bunlara ulaşmak zaten çok zor tedarik zincirleri sorunlu covid nedeniyle. Mal üretiminin ve ulaşımın yavaşlaması nedeniyle ülkeler hammadde tedarik etmek için birbiriyle kıyasıya rekabet ediyorlar. Türkiye’ de uluslararası rekabetin içinde hammaddeyi hem pahalıya alıyor, hem de pahalıya üretiyor, hem de bulamıyor.
Şu anda bir de, enerji krizi içinde bulunuyoruz, İran doğalgazının kesilmesi nedeniyle. Türkiye’ye bildiğim kadar milyonlarca Dolar doğalgaz depolama tesisleri yaptı ve yapıyor, özellikle Tuz gölünde Çinlilerle birlikte yapıldı. Tuz gölünde yapılan depolama tesisleri devreye giremiyor bir türlü, Çin’liler kendi kısımlarını yapmışlar, sonrası iç müteahhitlere verilmiş. Bilgi yok ya da güvenilir değil. Doğal gaz depolama tesisleri, imalatı yapılıyor, paralar harcanıyor, ihaleler veriliyor, peki, depolama tesisleri neden kullanılmıyor ya da neden dolu değil. Tüm bunlar Türkiye’nin ne kadar kötü bir kaynak- yatırım verimsizliği içerisinde olduğunu gösteriyor. Sonuçta içinde bulunduğumuz durumda her sektörün ciddi sorunları bulunuyor. 


ÖÖ: Bahsettiğiniz bu arada doğalgaz krizi dediğiniz İran geçtiğimiz hafta 10 gün süre boyunca teknik sebeplerden dolayı doğalgaz satışını durdurduğunu açıklamıştı.


AB: Evet hatırlattığın iyi oldu, hızlı geçince insan herkesin bildiğini varsayıyor. 


ÖÖ: Bir de haberlerde vardı, otomotiv fabrikalarında üretim bu hafta


AB: Ben de ona gelecektim.


ÖM: Evet 3 gün üretim yapılmayacağı dün geceden başlayarak söyleniyordu değil mi?


AB: Evet, organize sanayi bölgelerinde de aydınlatma ve ısınma dışında elektriğin kullanılamayacağı ilan edildi, kullananlara ceza var. İran doğalgazı ile ilgili spekülasyon çok, ödemenin yapılamamış olması da bunlardan biri, ancak bilmiyoruz, bilgi yok, açık değil bunlar. Türkiye’de bilmediğimiz çok şey var, doğalgaz kontratları başta olmak üzere. 


ÖÖ: Ali Bey peki bu doğalgaz ilişkisi ambargoyu ihlal anlamına geliyor mu?


AB: Hayır, bildiğim kadar Türkiye’nin doğal gaz alımını dışarıda bırakmışlardı, Reza Zarrap organizasyonunu öncesinde, Türkiye’ye böyle bir istisna tanımışlardı, hatırladığım. Ayrıca otomotiv şirketleri de isyanda, şunu da belirtelim Türkiye’nin iktisadi büyümesinin en önemli bölümü otomotiv sektöründen gelir. İşçilik dışında çok yüksek bir katma değeri yok ama ihracatı ve büyümeyi destekleyen bir sektördür. Şu anda rakamı tam bilmiyorum ama Türkiye yıllık 5,5 büyüyorsa bunun 1,5-2’si otomotiv sektöründen gelir. Zaten bilgisayar çipleri nedeniyle dünyada sorun yaşanıyor, bu yüzden firmalar kapanıyordu, üretime ara veriyordu daha doğrusu.


ÖÖ: Çip sıkıntısı.


AB: Çip sıkıntısından dolayı kapanmanın üzerine bir de enerji meselesi eklendi, yarın Bursa’da bir etkinlik varmış, 27 AB ülkesine Türkiye’deki otomobil üreticilerinin tanıtımı olacakmış. Tam enerji krizine denk gelmesi nedeniyle programın iptali konuşuluyordu. Bu arada malum yerli otomobil yapıyoruz, bu da önümüze mucize çıkışlar olarak gösteriliyor. Dünyanın içinde bulunduğu üretim yavaşlaması ortamında yerli otomobil üretime girmek akıl işi değil, dünya ile rekabeti mümkün olmayan bir deneme olacağı anlaşılıyor, bu işe de ciddi kaynaklar sarf ediyoruz. 
2022 yılına reel sektör üzerinde taşıdığı ciddi açmazlarla girdi, uygulanan para ve döviz kuru politikasından ciddi etkiledi. Hammadde sıkıntıları yaşanıyor. Çin de dünyada en büyük hammadde ithalatçılarından biri, Çin dünyanın her tarafından hammadde topluyor, parası bol, istediği fiyata alabiliyor. Türkiye’den de topluyor, Türkiye’de ham madde üreticisi malını fiyat nedeniyle yerliye değil, Çin’e satıyor, bu da sorunlardan biri. Diğer bir husus da şu: Çin demir çelikle büyük bir üretici ama Çin ülkesi kirlemenin iklim yıkımın zirvesinde olduğu için, kirlenmeyi önlemek için, yavaş yavaş demir çeliğin büyük kısmını ithalata döndürme kararı almıştı. Bu da, bizim gibi ülkelerde demir çelik adına üretilen ne varsa, Çin tarafından alınması anlamına geliyor. Sonuç olarak, iktidarın çok güvendiği savunma sanayi sektöründe bile döviz krizinin etkileri görülüyor, firmalar tehlike sinyalleri veriyor. Tarımdan sanayiye, otomobil sektörüne şikayetler zirvede, kendi tabanımız dediği MÜSİAD da şikayet ediyor. Politika faizini önemsenmeyen, Merkez Bankası’nı devreden çıkaran, enflasyonun altında kredi vermekle büyük bir başarı sağladığını söyleyen bir yönetimle karşı karşıyayız. Tüm bunlarda geleceği önemli ölçüde karartıyor.


ÖM: Evet, peki süreyi de bitirdik.


AB: İçimizi karatmış oldum ama durum böyle! Peki efendim.


ÖM: Çok teşekkür ederiz.


AB: Hoşça kalın!


ÖM: Hoşça kalın!