Selim Badur, güncel verileri değerlendiriyor ve SARS-CoV 2’nin endemik bir virüs haline dönüşmesini sağlamak için yüksek aşılama oranlarının gerekliliğini vurguluyor.
(4 Ekim 2021 tarihinde Açık Radyo’da Korona Günleri programında yayınlanmıştır.)
Ömer Madra: Günaydın Selim Badur, merhabalar!
Selim Badur: Günaydın, günaydın efendim, günaydın Özdeş, günaydın Feryal, herkese iyi haftalar! Haftaya yine son yedi gündeki olgu sayılarıyla girelim. Ortalama günde 440.703 olgu listeye eklendi ve toplam bulgu sayısı dünyada 234 milyonu geçti. Yaşamını yitirenler de yaklaşık 4.8 milyon kadar, beş milyona geliyor. Türkiye’nin durumu ilginç; her ne kadar perşembe günleri Osman Elbek ve Kayıhan Pala bu konuyu daha ayrıntılı ele alsalar da Türkiye’ye ait son 28 günlük olgular John Hopkins’in sitesinde yayınlanıyor. Son 28 günde saptanan olgular değerlendirildiğinde, Türkiye dünyada dördüncü ülke. ABD, İngiltere ve Hindistan’dan sonra Türkiye geliyor. Son 28 günde 702 binden fazla olgu var Türkiye’de, altı binden fazla yaşamını yitiren kişi. Dördüncü sırada dedim, kimi geçmişiz? Brezilya ve Rusya gibi olguların çok olduğu düşünülen ülkelerin önüne geçmiş durumda.
Rusya ilginç çünkü Rusya pandemi süresince fazla ölüm sayısını hesaplayarak ve 600 binden fazla kişinin yaşamını yitirdiği hesaplanıyor. Resmi kayıtlarda 203 bin kadar Rusya’da yaşamını yitirenlerin sayısı. Bu önemli bir fark, yani üç misli daha fazla resmi rakamdan ölüm olduğu söyleniyor. Moskova’da 30 Eylül’de pandeminin başından beri en yüksek yaşamını yitiren kişi bildirildi: 867 kişi. Şimdi bu ölümlerle ilgili, ülkelerdeki hastalığın dağılımıyla ilgili tabii farklı çelişkili daha doğrusu birbirleriyle uyumsuz sayısal değerler çıkıyor ama bunun yanı sıra bir de ülkeler arasındaki fark çok belirginleşmeye başladı. Bunu niye söylüyorum? Çünkü örneğin Avrupa’da Fransa’daki olgu sayıları azalmakta. Son iki haftada her açıdan yani hastaneye başvurular, yoğun bakıma yatışlar ve ölümlerde %25-27 arasında bir azalma var. Buna karşılık bazı ülkelerde durum pek öyle iç açıcı değil, örneğin Tayland ve Vietnam. Bu iki ülke 1,5 yıldan beri, pandemi başından beri böyle 1000’lerle ifade edilen olgu sayısı, 100’lerle ifade edilen yaşamını yitiren kişi sayısıyla beraber gidiyordu bu ülkelerdeki durum ama aşılama oranlarına baktığımız zaman Vietnam’da tam aşılılar %10, Tayland’da %22 ve birdenbire özellikle bu deltanın devreye girmesiyle o yüzlerle, binlerle ifade edilen sayısal değerler milyonlara çıktı. Gerçekten de Tayland’da 1.6 milyon, Vietnam’da 800 binden fazla olgu var ki bunlar son aylarda çok yoğunlaştı, çok artış gösterdi. Güney Kore ve Singapur’da benzer bir durum var. Başlangıçta iyi gidiyor denilen ülkeler pek de iyi gitmiyor.
ABD'de sağlık çalışanlarının %49'u aşılanmak istemiyor
Ölümlere baktığımız zaman bir çalışma yapılmış; bu çalışmada 20 ülkede yaşamını yitirenler Covid-19 nedeniyle sıralanmış ve ilk 20 ülke yayınlanıyor, ayrıntılarıyla irdelenmiş. Başta Meksika geliyor. Meksika’da olguların %7.6’sı yaşamını yitirmiş. Meksika’yı Bulgaristan, Endonezya, Romanya takip ediyor. Daha sonra Güney Afrika, Brezilya ve Rusya var. Türkiye 20. sırada %0.9 ölüm oranıyla; yüksek bir ölüm oranı sayılabilir bu 20 ülke arasında. Bu konuda çeşitli istatistikler açısından ABD’de Kaiser Family Foundation, bu bir vakıf herhalde, o vakfın ilginç istatistik çalışmaları var. Örneğin Haziran-Ağustos 2021’de aşısız 287 binden fazla olgu varmış. Hastaneye yatışları hesaplamışlar ekonomik olarak neye mal oldu diye. Bunu daha önce de belirtmiştim ama bu Kaiser Family Vakfı’nın çalışmasının altını çizmekte yarar var; hastaneye yatan kişilerin ABD’ye maliyeti 5.7 milyar Dolar. Büyük para, sağlığa ciddi bir yük getiriyor. Yine aynı kuruluşun yaptığı birtakım çalışmalarda sağlık çalışanlarının Amerika’da neredeyse yarısı, %49’u aşılanmak istemiyormuş. Buna karşılık delta korkusu, delta varyantının daha kolay bulaştığı, daha ölümcül olduğu, daha ağır hastalık yaptığı vurgulandıkça aşıya ilgi artıyormuş. Yine ABD’deki istatistiklere bakıyorum, bu Kaiser Family Foundation’ın anket sonuçları; %73’ü Amerika’da tek doz olmuşlar, çoğunluk ikinci dozu istiyor. Fakat arada farklılıklar var; farklı etnik gruplar ve özellikle politik eğilimlere göre Covid-19’a bakışın çok değiştiğini gösteren bir takım istatistik sonuçları çıktı. Örneğin demokratların %83’ü, cumhuriyetçilerin %63’ü aşı olmaya sıcak bakıyorlarmış. Bu iki grubun yaş ve eğitimleri ile, yaş ilerledikçe ve eğitim arttıkça aşıya daha sıcak bakıyorlar. Din farkı önemli, Katoliklerin %82’si aşı olmayı kabul ederken Evanjelist Protestanlarda bu oran %57’ye düşüyor, ateistlerde %90 artmış. Aşıya güvenmek önemli diyenler; yani güven kriteri çok ön planda aşının kabulünde. Özellikle bu gelişmekte olan ülkelerde aşılanma oranının düşük olduğu, Afrika’da ve yoksul ülkelerde aşıya erişilemiyor. “Böyle bir durumdan haberdar mısınız?” diye sorulunca Amerikalıların sadece %26’sı haberdarmış gelişmekte olan ülkelerin aşı sıkıntısı çektiği ya da onların aşıya erişemediğiyle ilgili. Bir de kırsal ve kentsel ayrımı çok net; yaklaşık 434 kırsal bölgede yaşayan Amerikalıların bir tanesi, buna karşılık kentlerde yaşayan 513 Amerikalıdan bir tanesi Covid’den yaşamını yitiriyormuş. Bu da aradaki farkı gösteriyor bu eğitimin ve farklı coğrafyalarda yaşayanların yaklaşımı açısından. Ölümler deyince 1918 İspanyol gribinde ölenlerin kümülatif toplam sayısını aştığı söyleniyor yapılan bir hesaplama Covid-19’un.
ÖM: Ben bir şey söyleyebilir miyim? Aşıdan bahsetmişken ilginç bir habere rastladık Independent Türkçe’de; aşı karşıtlarının kanıt olarak gösterdiği bir makale varmış, kalp kası iltihabı diye, miokardid ölme riskiyle ilgili bir makale ama geri çekilmiş. Kanada’da yapılmış iki aylık bir dönemde çok sayıda oluyor diye ama yanlış hesaplamışlar, 25 kat fazla gösterdikleri için araştırmayı, makaleyi 24 Eylül’de geri çekme kararı almışlar.
SB: Evet şimdiye kadar bu yan etkiler direkt aşının neden olduğu, işte perikardid, miyokardid gibi kardiyolojik sorunlar, hani aşılanan şu kadar insanda bu kadar, böyle bir sorun çıktı deniyor ama aşılanmayan benzer bir sayıdaki insanda ne kadar çıkıyor? Onu kıyaslamak lazım ve onlar toplumda belirli oranlarda görülen olumsuzluklar, yaşanan birtakım sorunlar aşılananlarda da var demek kolay. Gerçekten aşı mı neden oluyor bu tarz olumsuzluklara, bunun bilimsel olarak kanıtının olması lazım. Aksi takdirde aşılıda da aşısızda da olan bir patolojiden bahsedip bunu genelleme yapıp aşıyı karalamak için bu eskiden beri aşı karşıtlarının kullandığı bir yaklaşım.
Afrika’da 100 insandan sadece iki tanesi aşılanabiliyor
Aşılar denince dünyada 6.3 milyar doz aşı kullanıldı, az değil, dünyanın 45.6%’sı aşılandı ama gelişmekte olan ülkelerde yani Amerikalıların ancak ¼’inin haberdar olduğu, bu aşılama oranlarının düşük olduğu ülkelerde aşılama oranı 2.3%. Yani Afrika’daki insanların 100 kişiden iki tanesi ancak aşılanabiliyor. Türkiye’deki tam aşılama oranı %52.8, 44.9 milyon tam aşılı vatandaş bulunmakta. Şimdi aşılarla ilgili tabii farklı coğrafyalarda farklı gelişmeler var. Afrika’dan 1-2 örnek vermeme izin verin, yani durumun ne kadar dramatik olduğunu gösteren; Afrika’daki gelişmiş ülkelerden sadece Afrika’ya odaklandığımızda 4% sadece tam aşılanmış ve Afrika’daki aşılama konusunda dokuz ülke iyi gidiyor ama onlar da iyi ülkeler; Moritanya ya da Seyşel Adaları gibi. DSÖ 54 Afrika ülkesinin 52’sine ait istatistikler veriyor çünkü Eritre ve Tanzanya’da istatistikler ya yok ya da çok eksik. Özellikle büyük Afrika ülkeleri yani Nijerya, Kongo, Uganda gibi, bunlarda da aşılananların oranları 3%. Yani oldukça düşük ve bu şekilde pandeminin üstesinden gelinmesi, küresel boyutta onunla mücadelede bunun alt edilmesi pek mümkün değil.
Baktığımız zaman neler var aşılarla ilgili haberler olarak: örneğin Sanofi firması, büyük Fransız şirketi aşı üreticisi, hani hep Institut Pasteur, BioMerieux vardır aşıyla ilgili adını duyduğumuz; ama Sanofi geliştirmekte olduğu mRNA aşısının çalışmalarını ki sona yaklaşmıştı, durdurduğunu açıkladı. “Bu konuda bu yöntem ile aşılamada geç kaldık, bundan vazgeçiyoruz, bunu durduruyoruz” dediler. Buna karşılık rekombinan protein aşısı, bu şimdiye dek bugün için kullanılan aşılardan farklı bir yöntem. Bu yöntemle hazırlanan bu rekombinant, yani yapay bir protein üretiliyor, onu virüsten elde etmeden yapay kimyasal yöntemle hazırladıkları proteini aşı olarak kullanacaklar. Onun üçüncü faz çalışmaları geliyor yakında. O yöntemin üzerine odaklanıyorlar ve onunla hazırlayacakları aşıyı 2022 yılında gündeme getirecekler. Başka Covid’le ilgili ilginç, pek şimdiye dek düşünülmemiş ortaya çıkan sorunlar var. Örneğin Covid nedeniyle Avrupa’da kan bankaları stokları erimiş çünkü insanlar kan vermeye, kan bağışında bulunmaya gitmedikleri için. Kampanyalar durulduğundan bu şekilde bir kan sıkıntısıyla karşı karşıya gelinebilir alarmı verilmiş durumda.
ÖM: Böyle büyük bir problem oluşturuyordur herhalde değil mi?
SB: Evet.
ÖM: Demin sözünü ettiğiniz aşıların düşüklüğü konusunda Haiti’den çok bahsediliyor. Hakikaten son bakıldığında tam olarak aşılanmış olanların oranı %0.2, yani inanılır gibi değil aslında.
Ortalama yaşam süresi 2. Dünya Savaşı’ndan beri en düşük seviyeye indi
SB: Evet. Ortalama yaşam süresine etkisi dönem dönem denenmekte, çeşitli çalışmalarda ele alınmakta bu Covid-19 sürecinin. International Journal of Epidemiology’de Jose Manuel Aburto ve arkadaşları bir makale yayınladılar. 29 gelişmiş ülkeyle -bunun 27’si Avrupa’da- yapılan ortalama yaşam süresi çalışmasında 2. Dünya Savaşı’ndan beri en düşük seviyeye inmiş bu ortalama yaşam süresi. En yüksek düşüş ABD’de; erkeklerde 2.2, kadınlarda 1.6 yıl azalmış ortalama yaşam süresi. Bu çarpıcı bir nokta. Yine aşıya dönüyorum, aşıyla ilgili ilginç bir haber var; Cezayir’in Konstantin kentinde Saidal şirketi ülkemizde de yaygın kullanılan inaktif Sinovac aşısının yerel üretimine başladı. 29 Eylül’de başladılar, artık üretmeye başlıyorlar bu aşıyı Cezayir’de. Bu, tabii bu haberi okuyunca Türkiye’deki durumu düşünmeden edemiyor insan. Hatırlayacaksınız Türkiye’de bir Sputnik aşısı vardı, Rus aşısı ve üretilecekti; yani fabrikanın fotoğrafları, yetkili kişilerin böyle beyaz önlüklerini yapıyoruz, “tamam bu işi hallettik” dedikleri… 27 Nisan’dan itibaren Türkiye’de Rus Sputnik V aşısının üretileceği haberleri geliyordu ama hem üretilmedi şimdiye kadar, bir haber çıkmadı. Hem de 14 Haziran’da biz bu Rus aşısından, T.C. Sağlık Bakanlığı açıklamasıyla 400.000 doz aşı almıştık, ne oldu o aşılar? Bu bir soru işareti. Bunun herhalde incelenmesi lazım çünkü böyle bir resmî açıklama vardı Sağlık Bakanlığı’ndan.
ÖM: Kayıp aşıların esrarı!
SB: Evet yani bu ilginç bir şey. Başka haberlere baktığımız zaman 2022 Pekin kış olimpiyatlarının seyircisiz oynanacağına karar verilmiş. Kaliforniya valisi Gavin Newson, bütün öğrencilerin zorunlu olarak aşılanacağının kararını almışlar. Altı milyon öğrenciyi aşılayacaklarmış, bu da önemli bir nokta. Türkiye’de bir de Metropol’ün yeni bir araştırması var “pandemi döneminde sağlık çalışanlarına hak ettikleri saygı ve özen gösterildi mi?” sorusuna %34.3 “evet” denmiş. Yine Türkiye’den bir haber, kırmızı şemsiyenin bir sitesinde yer alıyor, HIV AIDS’te çalışan aktivistlerin sitesi. HIV’le yaşayanlar arasında çift doz aşı olanların oranı Türkiye’de %71.4, oldukça duyarlılar ve oldukça yüksek bir oran. Bir de Youtube’un aldığı bir karar var, biraz önce bahsettiğiniz aşı karşıtlarıyla ilgili. Onların haberlerine, videolarında, platformlarında yer vermeyeceklerini açıklamışlar. En büyük engel de Robert Kennedy’e ait, bu aşı karşıtlığı kampanyalarını yürüten Kennedy ailesinin mensubuna.
Hemen Covid dışından bir haber, H5N6 “nereden çıktı” diyeceksiniz; yeni bir kuş gribi etkeni, Çin ve Laos’ta görülmeye başlandı. Bu kanatlılar arasında görülen bir kanatlı grip virüsü, H5N6, insana bulaşmış durumda. 45 insan olgusu var şimdiye dek bildirilen. Eğer hızlı yayılma olursa bir de böyle bir H5N6 virüsünün sorununu herhalde önümüzdeki günlerde daha sık duyacağız.
Şimdi Covid dediğimiz zaman iki ilginç haber var; bir tanesi “bu koronavirüs salgınları, koronavirüsle ilgili sorunlar ne zamandan beri var?” sorusuna ilginç bir çalışma yanıt getirdi. Bu çalışma, Avustralya’da Kiril Alexandrov Quessland üniversitesinde, genetik çalışmaları yapıyorlar. Asya’da Koronavirüs salgınları 20.000-25.000 yıl önce ortaya çıkmış. Bunu ortaya koymuşlar; yaklaşık 2.500 kadar insan genomunu ki 26 farklı ülkeden genomu izleyerek, oradaki virüs genetik materyelinin ne zaman entegre olduğu, bunu öngören -herhalde matematik modellemelerle- Current Biology dergisinde yayınladıkları makalede salgınların 20 bin yıl öncesinden geldiğini, 20-25 bin yıl öncesinde Koronavirüsle insanın tanıştığını ve salgınların ortaya çıktığını gösterdiler.
Danimarka toplumsal bağışıklığa hazırlanıyor
Önemli bir soru “peki bu iş ne zaman bitecek?” Bu çok sorulan bir soru. Buna ait artık ciddi ciddi bir takım yazılar çıkmaya başladı. En önemli yaklaşımı Danimarka ve daha sonra onunla beraber Norveç ortaya koydu. Danimarkalı yetkililer ki bu ülkede 18 yaş üzerinin 88%’i, 60 yaş üzerinin ise 97%’si en duyarlı grup olarak aşılanmış durumda. Yani çok sayıda aşılı var, aşılama oranları oldukça yüksek hem Danimarka’da hem Norveç’te ve bu kişiler diyorlar ki Danimarkalı yetkililer “evet biz çok fazla sayıda aşı yapıyoruz, öte yandan aşı yapmadığımız kişiler arasında da kısmen de olsa gençlerde özellikle henüz aşı yaşı gelmemiş olanlarda, çocuklarda, gençlerde hastalık hafif seyrediyor. Sonuçta ya doğal enfeksiyon ya da aşılamayla birlikte toplumsal bir bağışıklık kazanılacak ve bu virüs hiçbir zaman ortadan kalkmayacak ama bu virüs endemik bir virüs haline gelecek, yani pandemiden endemiğe geçeceğiz. Bir toplumda var olan, kalıcı olan, her zaman bulunan ama büyük salgınlara yol açmayan, toplumsal bağışıklık nedeniyle salgının boyutu ya da bulaş yayılımı çok fazla, çok yüksek virüs haline gelecek” diyor. Bu gerçekçi bir yaklaşım doğrusunu isterseniz. Büyük bir olasılıkla Covid-19 ya da etken olan SARS-CoV 2’nin endemik bir virüs haline dönüşmesini beklemek ve onu sağlamak için işte bu aşılama oranlarını sağlamaktan başka çare yok.
ÖM: “Peki bu ne zaman olacak?” diye bir tahmin de var mı?
Hastaneye yatışları ve ölümleri yarı yarıya azaltan yeni ilaç : Molnupiravir
SB: Bu işte Danimarka’nın yaptığı gibi, tarihi belirlememiz için bizim aşılama oranlarına bakmamız lazım. Türkiye’de 44% oranında bir aşılama olursa ki süratle çok fazla insanı aşılamamız lazım, %80’lere biz varamadığımız zaman bu pek mümkün olmayacak. İşte Danimarka, Norveç %88’lere çıktılar oralarda olacak ama tabii bir yandan da küresel bir bakış açısıyla Afrika’nın %2-3’ü aşılanmışken, oralarda salgın devam ederken Avrupa ülkeleri aşılama oranlarını yükseğe çıkartsalar bile bu işten çok kurtulamayacaklar. Danimarka bir model ama onunla beraber bütün ülkelerin ve küresel boyutta aşılanmanın arttırılması lazım. Arttırılmadıkça bunu sağlanması pek mümkün değil. Tabii eksik aşılamalardan bahsediyoruz, bir de fazla aşılamalar var. Porto Rico’da bir eczacı Farmacia Gabriela isimli bir eczanenin eczacısı endikasyon olmadığı halde küçük çocukları aşılıyormuş, 12 yaşından küçük çocukları aşılıyormuş. 24 çocuğu aşılamış. Kendisi hakkında soruşturma başlatılmış “hop sen ne yapıyorsun böyle bir şey yapmaya hakkın yok” diye. Herkes “ne zaman bitecek?” diye sormanın yanı sıra bir de “ilaçlar konusunda bir gelişme var mı?” diye sorarken, ilk kez bir ilaç şirketinin “Molnupiravir” isimli bir ilacı gündeme geldi. 775 hastada denediklerinde hastaların, ilacı alanların %7.3’ü, plasebo alanların %14.1’i hastaneye yatacak kadar ağır enfeksiyona yakalanmış. Bunun üzerine bu ilk ön bulgular üzerine çalışmayı durdurmuşlar ve hemen ruhsat için, onay için başvuruda bulunmuşlar. Özellikle hastaneye yatışları ve ölümleri yarı yarıya azaltan bir ilaç. Önemli bir gelişme, bunun da herhalde takipçisi olmakta yarar var çünkü ilaç konusunda önemli beklentiler var idi. Birçok molekül üzerine çeşitli ilaç üreticileri çalışıyor.
Bir de Çin’den bir çalışma var, son olarak ona değineyim. Lancet Regional Health- Western Pasicific dergisinde yayınlanmış; Li-Pin Wang ve arkadaşları, bunlar da Çin’de bütün bu pandemi döneminde enterik yani dışkıyla bulaşan enfeksiyon etkenlerinin görülme sıklığına bakmışlar. Virüsler, adenovirüs, norovirüs, rotavirüs gibi böyle dışkı yoluyla bulaşan, kirlenmiş sularla, kanalizasyon sularıyla bulaşan virüslerin görülme sıklığında 71% gibi yüksek bir oranda azalma görülmüş. Bakteriler içinde de işte tifo gibi hastalıkların etkeni olan Salmonella’ya ya da Campylobacter gibi bakterilerin de görülme sıklığında 66-90% arasında azalma. Bu tabii büyük bir olasılıkla çeşitli uyarılar sonucunda, hani hep diyoruz maske, sosyal mesafe ve sizin musluk dediğiniz el yıkama alışkanlığının artması ve ona özen gösterilmesiyle bu kirli sulardan ya da tuvaletlerden dışkıyla bulaşan virüs ve bakterilerin ne oranda azaldığının bir göstergesi.
Bu da önemli bir nokta. İsterseniz ben burada durayım, saat dokuz oldu ama aşılarla ilgili ve özellikle gebelerin aşılanması konusunu haftaya ele almakta yarar var. Çünkü gebeler aşılanmıyorlar hem dünyada hem ülkemizde ama o kesim içinde de hastalananlar var ve özellikle yeni doğan bebeklerinin etkilenmesi söz konusu oluyor. Gebeler aşılanarak hem kendilerini hem yeni doğacak bebeklerini koruyorlar. Bunun bilinmesi, yaygınlaşması gerekir diye çalışmaları önümüzdeki haftaya bırakalım. Ben burada durayım, size iyi yayınlar efendim.
ÖM: Çok teşekkür ederiz, hoşça kalın!
SB: Ben teşekkür ederim, sağ olun!
ÖÖ: Görüşmek üzere.
SB: Görüşmek üzere.