1 Ekim 2018'de hayata veda eden Fransız şansonunun usta ismi, Ermeni asıllı müzisyeni ölümünün üçüncü yılında programcımız Devrim Özkan'ın 2018'de kaleme aldığı yazıyla anıyoruz.
“Eğer bir fabrikada işçilik yapıyor olsaydım bu kimsenin garibine gitmezdi” demişti Aznavour bir röportajında. Kariyerinin başında fiziği ve vokal kapasitesi nedeniyle zor günler geçiren bu adamın ilerleyen yıllarda milyonların kalbini çalmasında, söz yazarlığı konusundaki olağanüstü yeteneğiyle birlikte buğulu sesi ve sıradan görünümünü de önemli bir rolü olacaktı.
Her ikisi de Ermeni asıllı olan Gürcistan göçmeni bir baba ve Türkiye göçmeni bir annenin çocuğu olarak Paris’te hayata gözlerini açan Aznavour’un ebeveynleri bir yandan restoran işletmeciliği yapıyor, bir yandan da şarkı söyleyip oyunculukla uğraşıyorlardı. Çocukluğu böyle bir ortamda, sanatçılar arasında geçen Charles da küçük yaştan itibaren kız kardeşi Aida ile birlikte başkentte düzenlenen Ermeni balolarında boy göstermeye başlamıştı. 1941 yılında Alman işgali sırasında gazete satarken, bestecilik ve yorumculuk yapan Pierre Roche ile tanışması sayesinde Roche & Aznavour ikilisi doğmuş oldu. Aznavour sözleri yazıyor, yeni ortağı da besteyi yapıyordu. 1944’te, Damia ve Charles Trenet gibi isimlerin kariyerlerinde önemli rol oynayan Raoul Breton yapım şirketi ile sözleşme imzalayan ikili, dönemin popüler isimlerinden Edith Piaf’la tanıştırılıp onun 1947-48 yılları arasında Les Compagnons de la Chanson ile birlikte çıktığı turneye dâhil olsa da izleyicilerden pek fazla ilgi görmedi. Aznavour bu dönemde Piaf’ın önce şoförlüğünü, daha sonra sekreterliğini ve nihayet asistanlığını yapacak ancak “Kaldırım Serçesi” ona bir türlü söz yazarı gözüyle bakmayacaktı.
Kırklı yılların sonlarına doğru, birlikte seslendirdikleri Le feutre taupé ve Départ Express gibi şarkıların yanı sıra Georges Ulmer için yazdıkları J’ai bu (1947) ile dikkatleri çeken Roche & Aznavour, Pierre Roche’un 1950’de Kanada turnesi sırasında genç şarkıcı Aglaé’ye tutulması ve onunla evlenerek Atlantik’in karşı kıyısına yerleşmesi sonucunda yollarını ayırmak zorunda kalacaktı. Tek başına kaldıktan sonra şarkı sözü yazmaya odaklanan Aznavour’un ilk yorumcuları; Patachou (Parce que), Philippe Clay (Le noyé assassiné), Eddie Constantine (Et bailler, et dormir), Gilbert Bécaud (Viens), Juliette Gréco (Je hais les dimanches) ve Edith Piaf (Jézebel, Plus bleu que le bleu de tes yeux) oldu. Söz yazarı olarak aldığı tüm övgülere karşın onun asıl tutkusu şarkı söylemekti fakat bu amaçla çıktığı sahneden her seferinde ıslıklanarak inmek zorunda kalıyordu. Çelimsiz fiziği, kısa boyu ve titrek sesi halk arasında onu aşağılayan çeşitli takma isimlerle anılmasına neden olmaya başlamıştı. 1953’te Fas’ta verdiği bir konserde seslendirdiği Viens pleurer au creux de mon épaule ile seyirciler tarafından ayakta alkışlanması onun için bir umut ışığının doğmasına neden olsa da 1955’te Sidney Bechet'nin açılış sanatçısı olarak çıktığı Olympia sahnesinde yuhalanmaktan bir kez daha kurtulamayacaktı. Charles Trenet, Yves Montand ve Edith Piaf gibi isimlerin tüm başarısına karşın, “kadife sesli” şarkıcıların egzotik nakaratlarla dolu şarkılar seslendirdiği bir çağda; yaşlılık, ölüm ve yalnızlık gibi iç karartıcı konuları anlatan şarkılar söyleyen boğuk sesli bir adam dinleyicileri hiç de cezbetmiyordu açıkçası.
Tuttuğumuzda, elimizde bu serveti
Yirmi yaşında sahip olduğumuz
Vaatlerle dolu o günleri
Eğildiğinde aşk üzerimize
Armağan etmek için bize
O uykusuz geceleri
Gözümüzün önünde
Gördüğümüzde hayatı, bize gülümserken
Umutla bezeli, neşe ve çılgınlıkla dolu
Sarhoş olana dek içmeli insan
Gençliğini... (Sa Jeunesse)
Amacına ulaşabilmek için işine dört elle sarılan Aznavour’un şansı, 1956 yılında nihayet dönmeye başladı. Bu dönemde genç ve dinamik radyo kanalı Europe No 1’ün Sur ma vie gibi şarkılarını yayınlaması, yeni kurduğu plak şirketini güçlendirmeye çalışan Eddie Barclay’in dikkatini çekecek, ünlü yapımcı Aznavour’a zamanında ilgi görmeyen eski şarkılarını yeni düzenlemelerle tekrar kaydetme imkânını sağlayacaktı. Sanatçı, aynı yılın Mart ayında bu kez Alhambra’da sahne aldığında izleyicilerin olumsuz tepkileri, yavaş yavaş hayranlığa dönmeye başlamıştı. 1960’ın Aralık ayında aynı salonda, başarıyı bir türlü yakalayamayan bir şarkıcının hikâyesini anlattığı Je m’voyais déjà’yı seslendirmesinin ardından onu konser boyunca soğuk bakışlarla izleyen seyirciler tarafından alkış yağmuruna tutulması, şeytanın bacağını nihayet kırmış olması anlamına geliyordu aynı zamanda. Geç gelen bu şöhretten aldığı güçle kendini yazmaya veren Aznavour, 1960 ile 1965 arasında; Les Comédiens, La bohème, For me formidable ve Et pourtant gibi önemli şarkılara imza attı. Bu dönemde aynı zamanda Johnny Hallyday için Retiens la nuit, Sylvie Vartan için de La plus belle pour aller danser’yi yazarak yé-yé akımının başlamasında da önemli bir rol oynadı. Başarısının boyutları öylesine büyüktü ki yıllarca hor görülen bu ufak tefek Ermeni; 1963’te New York’ta Carnegie Hall’da sahne alacak, böylece Amerika’da ve Dünya’da uzun yıllar sürecek parlak bir kariyere ilk adımlarını atmış olacaktı.
Şarkıları çoğu zaman yarım kalmış aşk öykülerini konu alsa da (Que c’est triste Venise, Le palais de nos chimères, Désormais), Aznavour’un favori temaları şüphesiz insanın geçip giden yıllar karşısındaki çaresizliği, yaşlanma ve ölümdü (Hier encore, Sa Jeunesse, Qui?) . Sanatçı bununla birlikte meslektaşlarından farklı olarak sadece iki sevgili arasındaki aşkı anlatan şarkılar yapmamış, bir adım öteye giderek evlilik müessesi ile ilgili pek çok tespitin yer aldığı eserlere de imza atmıştı (Tu t’laisses aller, J’ai tort, Je bois, Bon anniversaire) . Dine, aile kurumuna ve işine olan saygısını her fırsatta dile getiren Aznavour’un bu özellikleri, ilk başlarda çok eleştirilen ama yıllar geçtikçe üzerine daha fazla oturan sesinin kabul görmesini sağlamış, o da bunu kimi zaman Je ne peux pas rentrer chez moi ve Pour faire une jam gibi caz altyapılı şarkılarda kimi zaman da La Mamma ve Il faut savoir gibi doğuya özgü ağıtlarda kullanmayı tercih etmişti.
Öte yandan sıradan bir görünüme sahip bu küçücük adam sahnede bambaşka bir kimliğe bürünüyor, La bohème’de elinde ünlü beyaz mendili ve hayali fırçasıyla modelini resmeden beş parasız bir ressama, Mon émouvant amour’da sevgilisiyle işaret diliyle anlaşmaya çalışan umutsuz bir aşığa dönüşüveriyordu. Sahne performansı konserin sonlarına doğru seslendirdiği Les deux guitares ve Emmenez-moi ile zirve yapıyor; sarhoş bir adamın hayatı sorguladığı ilk şarkıda yalpalayarak, kuzeyin gri gökyüzünden kaçıp sıcak adalara gitme arzusuyla yanıp tutuşan bir denizciye hayat verdiği ikincisinde ise müziğin temposuna uygun bir şekilde kendi etrafına dönerek sahneyi baştan sona kat ediyordu. Bununla birlikte yetmişli yıllara dek şarkılarında politik mesajlar vermekten kaçınan Aznavour, konu toplumsal hoşgörü olduğunda üzerine düşeni yapmaktan geri kalmamış, öğrencisiyle yaşadığı aşk yüzünden hüküm giymesinin ardından kendi hayatına son veren Gabrielle Russier anısına Mourir d’aimer’yi yazmıştı. O dönem çok ses getiren aynı zamanda da insanlarda şok etkisi yaratan bir diğer şarkısı da Sarasate Sokağı’nda annesi, kedisi ve kanaryalarıyla yaşayan bir travestinin hayatını anlattığı Comme ils disent olacaktı. Sanatçı, 1915'de yaşanan ve kendi ailesini de derinden etkileyen olaylarla ilgili hassasiyetini 1976 tarihli Ils sont tombés ile ifade edecek, bu şarkı yüzünden Türkiye’de uzun süre yasaklı olarak kalacaktı.
Götürün beni dünyanın diğer ucuna
Götürün beni harikalar diyarına
Bana öyle geliyor ki sefalet,
Güneşin altında daha az eziyet verecek
(Emmenez-moi)
Bu olağanüstü şarkıcılık kariyerinin yanında artık becerikli bir iş adamı haline de gelen Aznavour, yetmişli yıllardan itibaren Fransız vergi sistemiyle yaşadığı problemler nedeniyle İsviçre’ye yerleşti. Bu dönemde uluslararası şöhreti de zirveye ulaşan sanatçı, en sevilen şarkılarını İngilizce, Almanca, İtalyanca ve İspanyolca olarak tekrar yorumladı. Seksenlerde; “Autobiographie”, “Une première danse” ve “Embrasse-moi” gibi albümlerle hayranlarını hayal kırıklığına uğratmayan Aznavour, 1988’deki Erivan depremi sonrası anavatanına destek olmak için yazdığı Pour toi Arménie isimli şarkıyı Nana Mouskouri, Michel Sardou ve Gilbert Bécaud gibi onlarca meslektaşıyla birlikte seslendirdi. 1994’te Beethoven’ın Für Elise’inden esinlendiği Je t’aime A.I.M.E ve Charles Trenet’ye saygılarını sunduğu Trenetement gibi şarkıların yer aldığı “Toi et Moi” albümünü yayınladı. Yine doksanların başında Palais des Congrès’de yakın arkadaşı Liza Minnelli ile aynı sahneyi paylaştı ve ikili birbirinden güzel düetlere imza attı. Caz müziğine olan tutkusunu, önce 1998 yılında yayınladığı; Ce sacré piano, Mes emmerdes ve She gibi şarkılarının farklı yorumlarını içeren “Jazznavour”, bundan bir süre sonra da Los Angeles’lı Clayton-Hamilton caz orkestrası ile birlikte kaydettiği “Charles Aznavour and The Clayton Hamilton Jazz Orchestra” (2009) albümleri aracılığıyla dinleyicileriyle paylaştı. İlerleyen yaşına rağmen düzenli bir şekilde üretmeye devam eden sanatçı, 2007’de “Colore ma vie”, 2011’de “Toujours” ve nihayet 2015’te “Encores” adlı albümleri hayranlarının beğenisine sundu.
İki gitar atıyor tüm sıkıntıları kafamdan
Anlatarak bana varlığımızın anlamsızlığını
Ne yaşıyoruz? Neden yaşıyoruz?
Varlığımızın sebebi ne?
Bugün yaşıyorsun, yarın ölmüş olacaksın
Ve daha da fazla yarından sonra
(Les deux guitares)
Charles Aznavour’dan bahsederken, onun sinemayla olan ilişkisini göz ardı etmek doğru olmaz. En çok tanınan filmi François Truffaut’nun 1960 tarihli Piyanisti Vurun’u (Tirez sur le pianiste) olsa da seksen kadar sinema ve televizyon yapımında rol alan sanatçı; 2002’de Atom Egoyan’ın Ararat’ında rol alarak ülkemizde şimşekleri üzerine bir kez daha çekmeyi başarmıştı. 2000’li yılların ortalarından itibaren Türk-Ermeni ilişkilerinin gelişmeye başlaması üzerine her fırsatta en büyük arzusunun ölmeden önce annesinin doğduğu ülkeyi ziyaret edebilmek olduğunu dile getiren 1.60’lık dev adam, belki bu dileğini gerçekleştiremeden hayata veda etti ama kuşku yok ki ülkemizdeki hayranları, geride bıraktığı yüzlerce şarkısını daha uzun yıllar bu topraklarda yankılandırmayı sürdürecek.
Kaynaklar: 100 ans de chanson française, Louis-Jean Calvet, l'Archipel, 2006; L'Odyssée de la Chanson Française, Gilles Verlant, Hors Collection, 2006; Geçmiş Zaman Olur ki, Charles Aznavour, Aras, 2005