Pegasus projesi, yakın zaman içinde hakkımızda herşeyi bilen devletler tarafından yönetileceğimizi, aynı zamanda da onlar hakkında giderek daha az şey bileceğimizi gösteriyor.
(Bu yazı, 27 Temmuz 2021'de The Guardian'da yayınlanmıştır).
Burada, Hindistan'da, ölüm yazı casusluk yazına çok benzeyen bir şeye hızla dönüşüyor.
İkinci koronavirüs dalgası, tahminî 4 milyon Hintliyi öldürdükten sonra geriledi. Ölü sayısı için hükümetin belirttiği resmî sayı bunun onda biri – 400.000. Narendra Modi'nin distopyasında krematoryumlardan çıkan dumanlar dağılır ve topraklar da mezarlıkları doldururken sokaklarımızda “Sağolasın Modiji [Modi’ciğim]” diyen devasa yığınlar belirdi. (Büyük ölçüde mevcut olmayan “ücretsiz aşı” için halkın peşin minnettarlığının bir ifadesiydi bu – nüfusun %93'ü henüz tam olarak aşılanmış değil.) Modi hükümeti söz konusu olduğunda, gerçek ölü sayısını istatistik cetvel haline getirmeye yönelik herhangi bir girişim, Hindistan'a karşı bir komplo sayılıyor – sanki ölen milyonlar, hava fotoğraflarında görülen o basit ve sığ toplu mezarlarda haince yatan veya ceset kılığına girip nehirlerde süzülüp duran ya da sırf Hindistan'ın uluslararası itibarını lekeleme arzusuyla kendilerini kaldırımlarda yakan tiyatro oyuncularıymış gibi.
Aynı suçlama, şimdi, Hindistan hükümeti ve onun iliştirilmiş medyası tarafından, muazzam ölçekli küresel gözetleme hakkında olağandışı bir haber yayınlamak üzere Yasak Hikâyeler [Forbidden Stories] adlı kuruluş ve Uluslararası Af Örgütü ile birlikte çalışan 17 haber kuruluşundan oluşan uluslararası araştırmacı gazeteciler konsorsiyumuna karşı yöneltildi. Bu haberlerde Hindistan, İsrailli bir gözetleme firması olan NSO Group tarafından geliştirilen Pegasus casus yazılımını satın almış görünen bir grup ülke hükümetinin arasında yer alıyor. NSO ise kendi adına yaptığı açıklamada bu teknolojiyi insan hakları sicili incelenmiş, teknolojisini yalnızca ulusal güvenlik amacıyla – yani teröristleri ve suçluları izlemek için – kullanmayı taahhüt etmiş hükümetlere sattığını söyledi.
NSO'nun insan hakları testini geçmiş gibi görünen diğer ülkeler arasında Ruanda, Suudi Arabistan, Bahreyn, BAE ve Meksika yer alıyor. Peki, “teröristler” ve “suçlular” tanımları üzerinde anlaşmayı tam olarak kimler karara bağladı? Bu tanımı yapmak sadece NSO'ya ve onun müşterilerine mi kalmış?
NSO, telefon başına yüz binlerce dolara mal olan casus yazılımların fahiş maliyeti dışında, programın toplam maliyetinin %17'si oranında da yıllık sistem bakım ücreti alıyor. Bir ülkenin sivil vatandaşlarını o ülkenin hükümeti adına izleyen casus ağı hizmetini veren yabancı bir şirkette haince bir şey olmalı.
Araştırmacı gazeteciler ekibi 50.000 telefon numarasından oluşan sızdırılmış listeyi inceledi. İnceleme bunlardan 1.000'den fazlasının Hindistan'daki bir NSO müşterisi tarafından seçildiğini gösteriyor. Bir numaranın hack’lenip hack’lenmediği veya hack’leme girişimine konu olup olmadığı ancak telefonların adli incelemeye gönderilmesiyle belirlenebilir. Hindistan'da, incelenenlerin bazılarına Pegasus casus yazılımı bulaştığı tespit edildi. Sızan liste, muhalefet partisi politikacılarının, muhalif gazetecilerin, aktivistlerin, avukatların, aydınların, iş insanlarının, Hindistan seçim komisyonunun çoğunluğa uymayan bir üyesinin, uyumsuz bir üst düzey istihbarat görevlisinin, bazı bakanların ve onların ailelerinin, yabancı diplomatların ve hatta Pakistan başbakanı İmran Khan’ın telefon numaralarını içeriyor.
Hindistan hükümet sözcüleri listeyi sahte ilan etti. Hindistan siyasetini yakından izleyenler bilirler ki, yetenekli ve bilgili bir kurgu yazarı bile, iktidar partisinin siyasi projesine düşman olarak gördüğü kişilerin bu kadar muhtemel ve güvenilir bir listesini oluşturamaz. Liste muhteşem ince ayrıntılarla, hikâye içinde hikâyelerle dolu. Hiç beklenmeyen bazı isimler var listede. Olması beklenebilecek birçok isimse yok.
Bize söylendiğine göre Pegasus, hedeflenen telefona sadece bir cevapsız çağrı aracılığıyla bile kurulabiliyormuş. Vay canına! Cevapsız arama yakıtıyla ateşlenen görünmez bir casus yazılım füzesi. Dünyada eşi benzeri olmayan bir kıtalararası balistik füze (ICBM). Bürokratik formalitelere katlanma zahmetine bile girmeden demokrasileri paramparça edebilen, toplumları atomlarına ayırabilen bir füze – ne bir uyarı, ne bir silah anlaşması, ne bir denetleme kuralı, ne de herhangi bir düzenleme-denetleme kurulu, hiçbiri yok. Teknoloji herhangi bir değer yargısından bağımsızdır tabii. Burada kimse suçlanamaz.
NSO ile Hindistan arasındaki dostane işbirliği, 2017'de İsrail’de, Hindistan medyasının Modi-Netanyahu "kankalığı” [bromance] olarak adlandırdığı olay sırasında başlamış gibi görünüyor – hani şu, iki liderin pantolon paçalarını kıvırıp Dor sahilinde birlikte aheste kürek çektikleri anlarda. Bu ikisi, kumsalda kendi ayak izlerinden çok daha fazlasını bırakmışlar anlaşılan. Hindistan'daki telefon numaralarının gizli listede boy göstermeye başlaması da tam o sıralara rastlıyor.
Aynı yıl Hindistan Ulusal Güvenlik Konseyi'nin bütçesi on katına çıkıyor. Artırılan miktarın çoğu siber güvenliğe ayrılmış. 2019 Ağustos'unda Modi'nin ikinci kez başbakanlığı kazanmasından kısa bir süre sonra, Hindistan'ın o amansız terörle mücadele yasası, yani Yasadışı Faaliyetleri Önleme Yasası (UAPA), yalnızca örgütleri değil bireyleri de kapsayacak şekilde genişletildi ve böylece binlerce kişi kefalet bile istenmeden hapsedildi. Sonuçta, kuruluşların akıllı telefonları yoktur – ve bu, sadece teoride de olsa, önemli bir ayrıntı. Kesinlikle hükümetin yetki alanını genişleten bir ayrıntı. Ve piyasayı da tabii.
Değişiklikle ilgili mecliste yapılan tartışma sırasında İçişleri Bakanı Amit Shah, şunları söyledi: "Efendim, silah teröre yol açmaz: terörün kaynağı, onu yaymak için yapılan propagandadır... Ve eğer bu kişilerin hepsi atanmış teröristler çıkarsa, sanmam ki buna itiraz edecek herhangi bir milletvekili bulunsun.”
Pegasus skandalı, şimdi parlamentonun muson oturumunda kıyamet kopmasına yol açtı. Muhalefet, İçişleri Bakanı'nın istifasını istedi. Modi’nin iktidar partisi, ezici çoğunluğa sahip olmanın rahatlığıyla, mecliste hükümeti savunmak için – Demiryolları, Haberleşme, Elektronik ve Bilgi Teknolojileri Bakanı olarak daha yeni yemin edip göreve başlayan– Ashwini Vaishnaw'ı görevlendirdi. Yeni bakanı utandıracak bir ayrıntı olarak şunu da ekleyelim isterseniz: onun telefon numarası da sızdırılan listede yer alıyordu.
Hükümetin yaptığı birçok açıklamanın kuru gürültüsünü ve kullanılan o kafa karıştırıcı bulanık bürokratikçe’yi bir kenara bırakırsanız, Pegasus'un satın alınması ve kullanılması konusunda açık bir inkâr bulamazsınız. NSO da satışı reddetmedi zaten. İsrail hükümeti de Fransız hükümeti gibi, casus yazılımın kötüye kullanıldığı iddiaları hakkında soruşturma başlattı. Hindistan'da paranın izi er ya da geç bizi ‘dumanı tüten silaha’ götürecek. Peki, dumanı tüten silah bizi nereye götürecek acaba?
Şimdi şunu bir düşünelim isterseniz: Bhima-Koregaon (BK) davası olarak bilinen davada yıllarca hapiste tutulan, çoğu Dalit (“dokunulmazlar”) kast’ından 16 aktivist, avukat, sendikacı, profesör ve aydın var. Tuhaf bir şekilde, 1 Ocak 2018'de Dalitler ile ayrıcalıklı kast grupları arasında meydana gelen şiddet olaylarını kışkırtmakla suçlanıyorlar. Burada Bhima-Koregaon savaşının 200. yıldönümünü anmak için on binlerce Dalit bir araya gelmişti. (BK, Dalit askerlerin zalim bir Brahman rejimi olan Peshwa’ları yenmek için İngilizlerle birlikte çarpıştığı savaştı.) 16 BK sanığından sekizinin ve onların bazı yakın aile üyelerinin cep telefonlarının numaraları, sızdırılan listede yer alıyor. Sanıkların hepsinin veya onlardan herhangi birinin teşebbüs aşamasında kalmış veya gerçekleşmiş bir “hack’leme” girişimine maruz kalıp kalmadığı bilinemiyor, çünkü bu insanların telefonları halen polisin muhafazasında; dolayısıyla da adli tıp muayenesine müsait değil.
Yıllar geçtikçe bazılarımız Modi hükümetinin, kendisine düşman olarak gördüğü kişileri tuzağa düşürmek için başvurmaktan kaçınmayacağı binbir şeytani çabanın uzmanı haline geldi – ve fakat bu seferki basit bir gözetlemeden epey daha fazlası. Washington Post gazetesi, kısa bir süre önce, Massachusetts'teki dijital adli tıp firması Arsenal Consulting'in, Rona Wilson ve Surendra Gadling adlı iki BK sanığına ait bilgisayarların elektronik kopyalarını analiz ettiği raporunun bulgularını yayınladı. Araştırmacılar, her iki bilgisayara da kimliği belirsiz bir bilgisayar korsanının sızdığını ve sabit disklerindeki gizli klasörlere suçlayıcı belgelerin yerleştirildiğini buldular. Belgeler arasında, heyecan kasırgasını büsbütün ateşlemek için, Modi’yi öldürmeye yönelik bayat bir planın ana hatlarını içeren gülünç bir mektup da vardı.
Arsenal raporunun vahim sonuçları, Hindistan yargısını veya ana akım medyayı adaletin yerini bulması adına harekete geçmeye teşvik edemedi. Hatta tam tersi oldu. Yargı ve ana akım medya olayı örtbas etmek ve raporun olası yansımalarını kontrol altına almak için uğraşırlarken, BK sanıklarından biri, 84 yaşındaki Cizvit rahip Peder Stan Swamy – yaşamının onlarca yılını Jharkhand eyaletinde yurtlarının bazı kurumlarca gasp edilmesine karşı savaşan orman yerlileri ile çalışarak geçirmiş bir adam – hapishanede koronavirüse yakalandıktan sonra eziyetli bir ölümle can verdi. Kendisi, tutuklandığı sırada kanserin yanı sıra Parkinson hastasıydı.
Pekala, Pegasus'u ne yapacağız? Onu, yönetenlerin yönetilenleri sürekli gözetlediği asırlık bir oyunun yeni bir teknolojik numarası olarak niteleyip başımızdan savmak, ciddi bir hata olur. Bu öyle sıradan bir casusluk olayı filan değil. Cep telefonlarımız bizim en mahrem benliklerimiz. Onlar bizim beynimizin ve bedenimizin birer uzantısı haline geldiler artık. Cep telefonları aracılığıyla yasadışı gözetleme Hindistan'da yeni bir durum değil. Her Keşmirli bunu bilir. Hintli aktivistlerin çoğu da bilir. Ne var ki, telefonlarımızı istila ve gasp etmeleri için hükümetlere ve şirketlere yasal haklarımızı devretmek, ırzımıza tecavüz edilmesine gönüllü olarak razı olmamız anlamına gelir.
Pegasus projesi hakkındaki ifşaat, bu casus yazılımın getirdiği potansiyel tehdidin, daha önceki tüm casusluk veya gözetleme biçimlerinden daha istilacı olduğunu gösteriyor. Atkıları ve çözgüleri içinde milyonların barındığı ve sınırsız arzularını tüketip bitirdiği Google, Amazon ve Facebook algoritmalarından bile daha istilacı. Cebinizde bir casus taşımaktan daha fazlası. Hayatınızın aşkının – hatta daha da kötüsü, erişilemeyen kıvrımları da dahil olmak üzere kendi beyninizin – sizi ispiyonlaması gibi.
Pegasus gibi casus yazılımlar, sadece virüsün bulaştığı telefonun kullanıcısını değil, onların arkadaşlarının, ailelerinin ve meslektaşlarının tüm sosyal çevresini de siyasi, sosyal ve ekonomik bakımdan riske sokar.
Kitlelerin gözetlenmesi hakkında muhtemelen dünyada herkesten daha uzun ve daha derinlemesine düşünmüş olan kişi, eski ABD Ulusal Güvenlik Ajansı analisti ve muhalif Edward Snowden'dır. Kendisi, Guardian’a yakın zaman önce verdiği bir mülakatta şu uyarıda bulunmuştu: “Bu teknolojinin satışını durdurmak için hiçbir şey yapmazsanız, hedef alınan kişi sayısı sadece 50.000’le sınırlı kalmayacak. 50 milyon kişi hedef olacak ve bu süreç, beklediğimizden çok daha hızlı gerçekleşecek." Snowden’a kulak vermeliyiz. Kendisi kalenin iç surları içinden gelmekteydi ve bu gidişâtı biliyor, izliyordu.
Snowden ile bundan yaklaşık yedi yıl önce, Aralık 2014'te Moskova'da tanıştım. Hükümetinin kendi vatandaşlarını ayrım gözetmeksizin kitlesel olarak izleyip gözetlemesinden tiksinerek ifşacıya [whistleblower] dönüşmesinin üzerinden yaklaşık bir buçuk yıl geçmişti. Büyük firarını 2015 Mayıs’ında gerçekleştirmişti ve kaçaklık hayatına daha yeni yeni alışıyordu. Daniel Ellsberg (Pentagon Belgeleri), John Cusack (John Cusack) ve ben onunla tanışmak için Moskova'ya gittik. Buzlu Rus kışının pencere camlarını zorladığı bir otel odasına kapanıp, üç gün boyunca gözetlemelerden ve casusluktan konuştuk. Bu işler nereye varacaktı? Bizi nereye götürecekti? Bizler kimlere dönüşecektik?
Pegasus projesi haberi patlayınca, filmi geriye sardım ve kayda alınmış bu konuşmamızın dökümüne baktım. Belge birkaç yüz sayfa tutuyordu. Okudukça tüylerim diken diken oldu. O zamanlar henüz otuzlu yaşlarının başlarında olan Snowden, amansız bir kâhin gibi konuşuyordu: "Teknoloji geri alınamaz, teknoloji bir yere gitmez … gittikçe ucuzlayacak, daha etkili olacak, erişilebilirliği daha artacak. Hiçbir şey yapmazsak, gözleri açık bir uyurgezer gibi gideriz ve tam bir gözetleme devletine ulaşırız: hem sınırsız güç uygulama kapasitesine sahip, hem de sınırsız bilme yetisiyle donatılmış ve [dolayısıyla bu] gücü hedefleyebilecek kapasitesi olan bir süper devlete doğru gidiyoruz – ve bu, son derece tehlikeli bir kombinasyon… Geleceğin gidişâtı bu yönde.”
Başka bir deyişle, insanlar hakkında bilinmesi gereken her şeyi bilen ve hakkında insanların gitgide daha az şey bildiği devletler tarafından yönetilmeye doğru gidiyoruz. Bu asimetri bizi sadece bir yöne götürebilir. Habasete – yani kötücüllüğe. Ve demokrasinin sonuna.
Snowden haklı. Teknoloji geri alınamaz. Ancak, onun, serbest piyasanın nabzı gümbür gümbür atan kıtalararası anayollarında yeşerip serpilen, baş döndürücü kârlarla dolup taşan, kurallara bağlanıp düzenlenmemiş legal bir endüstri olarak işlev görmesine izin verilmemelidir. Buna karşı yasal düzenleme yapılmasına ihtiyaç var. Toprağa gömülmesine. Teknoloji var olabilir, ama endüstrinin var olmasına ihtiyaç yok.
Peki, bu bizi nereye götürür? Bana sorarsanız, o iyi, eski moda siyaset dünyasına derim. Bu tehdidi yalnızca siyasi eylem durdurabilir veya hafifletebilir. Çünkü bu teknoloji, yasal değil de yasadışı olarak kullanıldığında, zamanımızı tanımlayan o karmaşık matris içinde her zaman var olacaktır: Yani, milliyetçilik, kapitalizm, emperyalizm, sömürgecilik, ırkçılık, kastçılık, cinsiyetçilik matrisi (ağı) içinde. Teknoloji nasıl gelişirse gelişsin, bu bizim muharebe alanımız olarak kalacak.
En mahrem düşmanımız olan cep telefonlarımız tarafından kontrol edilmediğimiz ve hükmedilmediğimiz bir dünyaya geri dönmek zorundayız. Hayatlarımızı, mücadelelerimizi ve toplumsal hareketlerimizi o boğucu dijital gözetleme alanının dışında yeniden inşa etmeye çalışmalıyız. Onu bize karşı kullanan rejimleri yuvalarından söküp atmalıyız. Güç manivelalarını tutan pençelerini zorla açmak, bozdukları her şeyi onarmak, çaldıkları her şeyi geri almak için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız.
__________________________________________________
Bu makale 30 Temmuz 2021'de değiştirilmiştir. Rakamlar, daha önceki versiyonun söylediği gibi, Hindistan nüfusunun %95'inin henüz hükümet uygulamaları kapsamında herhangi bir Covid aşısı olmadığı yerine, %93'ünün tam olarak aşılanmadığını göstermektedir.
Arundhati Roy yazar ve politik aktivisttir. En son romanı Mutlak Mutluluk Bakanlığı'dır (The Ministry of Utmost Happiness)
---------------------------------------------------------------------------
Çeviren: Ceren Demirci
Çeviri Editörü: Ömer Madra