(26 Ağustos 2021 tarihinde Açık Radyo’da Salgınlar Çağı programında yayınlanmıştır.)
Ömer Madra: Merhabalar Kayıhan Pala hoş geldiniz! Osman Elbek yok bugün herhalde ama bir konuğunuz var.
Kayıhan Pala: Evet.
ÖM: Siz takdim eder misiniz lütfen?
KP: Günaydın, bugün sevgili Osman tatilde, biz de bugün programı Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden sevgili dostum Doç. Dr. Cavit Işık Yavuz’la birlikte yapacağız. Kendisi halk sağlığı uzmanlığının yanı sıra çevre sağlığı yan dalı uzmanı ve bu pandemi sırasında zaten kamuoyunun yakından tanıdığı bir dostumuz.
ÖÖ: Merhaba, hoş geldiniz!
ÖM: Hoş geldiniz!
Cavit Işık Yavuz: Günaydınlar, çok teşekkürler. Hiç kaçırmamaya çalıştığım bir programa konuk olmak çok güzel, çok teşekkür ederim öncelikle.
ÖM: Estafurullah efendim, biz çok onur duyduk.
KP: Ben isterseniz bugün haftalık epidemiyolojik raporumuzdan bilgiler vererek başlayayım. Son 1 hafta içerisinde Türkiye’de maalesef günlük ortalama olgu sayımız 19 binin üzerinde, 19.315 ve ortalama ölüm sayımız da 200’ün üzerinde 213 olarak gerçekleşti. Son 1 hafta içerisinde Türkiye DSÖ Avrupa bölgesinde en fazla olgu görülen 4.ülke oldu; Birleşik Krallık, Fransa ve Rusya Federasyonu’nun ardından. Ancak en fazla ölüm görülen 2.ülke oldu. Bizi yalnızca Rusya Federasyonu geçmiş durumda, maalesef son 1 haftayı daha önceki haftalarda da konuştuğumuz eğilimle birlikte hem olgu sayısında hem de ölüm sayısında çok yüksek rakamlarla geçtik. Ülkemizdeki Sağlık Bakanlığı tarafından doğrulanmış olgu sayısı 6 milyon 250 binin üzerine çıktı ve toplam ölüm sayımız da dün akşam itibariyle neredeyse 55 bin, 54.995. Biliyorsunuz son 2 haftadır daha önce bizim de gündeme getirdiğimiz Türkiye’de acaba farklı bir endişe verici varyant mı var tartışmaları gündeme damgasını vurdu. Son verilere göre ülkemizde saptanan SARS-CoV-2 virüsü ile ilgili enfekte olmuş olgularımızın %95’inde delta varyantı etkili ama bunun dışında “diğer” diye sınıflandırılan ve henüz ne olduğu çok ayrıntılı olarak kamuoyuna açıklanmamış 1 ya da birkaç varyantın varlığı da tartışılıyor. Bunun şöyle bir etkisi var, yani bir yandan ölüm sayıları 200’ün üstüne çıkarken öte yandan olgu sayılarının 25 binin altına, 20 binin altına düşecek durumda olması epidemiyolojik modellerle örtüşen bir durum değil. Dolayısıyla tartışmalı bir durum var. Eğer biz daha fazla sekanslama yapacak olursak, yani daha fazla virüsle ilgili genetik analiz yapabilecek olursak, bunu anlama şansımız olacak ama maalesef Sağlık Bakanlığı daha fazla genetik analiz yapmanın kapılarını bir türlü açmıyor. Program dinleyicilerimiz bizim bunu haftalardır dile getirdiğimizi anımsayacaklar.
Aşıyla ilgili de son durumumuz şöyle, 2 doz aşını yaptırmış yurttaşlarımızın bütün nüfusa oranı %43. Şimdi %43 deyince bizi dinleyenlerden bazıları Sağlık Bakanlığı’nın yayınladığı haritadaki oranla örtüşmediğini düşünecekler. Haklılar, çünkü Sağlık Bakanlığı o haritadaki renklendirmeyi 1 dozunu yaptırmış ve 18 yaşın üstündeki nüfusa göre oranlayarak veriyor. Böylece sanki oranlar çok yüksekmiş gibi görünüyor ama gerçek oranımız %43. Bir de bu %43 içerisinde yalnızca 2 doz Sinovac aşısını yaptırmış olanlar da var, henüz onlar 3.aşıyı yaptırmadılarsa biliyorsunuz özellikle Delta varyantına karşı etkisinin sınırlı olduğuna ilişkin elimizde epeyce bilgi var. Yine bugün sabah itibariyle Türkiye’de 15 yaşın üstündeki nüfusta 17.6 milyon kişiye henüz hiç aşı yapılmamış durumda, iller arasında büyük farklılık var. Örneğin Muğla’da 2 doz aşısını olmuş yurttaşların oranı Muğla nüfusuna göre %65’in üzerinde iken, Şanlıurfa’da bu oran maalesef %20’nin altında.
Bu hafta bildiğiniz gibi sevindirici bir haber, ülkemizde de uygulanan Biontech aşısının daha önce almış olduğu acil kullanım onayından sonra ABD’de rutin olarak ruhsatlandırılması oldu. Önümüzdeki haftalarda Moderna ve diğer aşıların da ruhsatlarını birbiri peşisıra alması bekleniyor.
Bu konuda iki önemli araştırma bu hafta karşımıza çıktı aşıların etkinliğiyle ilgili. Maalesef Türkiye’den aşıların etkinliğine ilişkin bir rakam şu anda verme olanağımız yok ama ABD’den ben size 2 şehirden New York’tan ve Los Angeles’tan 2 araştırmanın sonuçlarını söylemek isterim. New York’ta Ocak-Ağustos ayları arasında kayıtlara geçen bütün olgular, hastaneye yatışlar ve ölümler içerisinde olguların %96.1’inin, hastaneye yatanların %97’sinin ve ölümlerin de %97.3’ünün aşısızlar olduğu ortaya kondu.
Benzer bir araştırma da Los Angeles’tan geldi, aşısızlarda hastalanmanın tam aşılılara göre 5 kat, hastaneye yatışın da 29 kat yüksek olduğu kayıtlara geçmiş oldu.
Biliyorsunuz Sağlık Bakanı da bu konuyu Twitter’da dile getirdi. Son günlerde yaşamını yitiren meslektaşlarımız var, tıp doktorları, bunların aşısız olduğu söylendi. Kuşkusuz ki aşısız olmalarının söylenmesi toplumun aşıya yöneltilmesinde önemli ama ben -Osman da dile getirdi dün Twitter’da- kimliklerinin açıklanmasını doğru bulmuyorum. Yani, kişisel verilerin korunması gerektiğini bir kez daha vurgulamak isteriz. Buradan da üzüntümüzü paylaşıyoruz maalesef yalnızca hekimler değil son günlerde hayatını kaybedenler içerisinde aşısızlar çok büyük oranda karşımıza çıkıyor. Bir kez daha aşının yüksek düzeyde koruma sağladığını söylemiş olalım.
Evet bu epidemiyolojik arka planı paylaştıktan sonra sevgili Cavit özellikle sen çevre sağlığı ve çevre hekimliğiyle de ilgilendiğin için sana şöyle bir soru yöneltmek isterim, bu son dönemde yaşanan, sıklığı etkileri giderek artan ekolojik sorunları eğer pandemi açısından ele alırsak nasıl bir manzara görüyoruz? Bir başka deyişle bu içinde yaşadığımız pandeminin ve gelecekte karşılaşma ihtimali olan pandemiler açısından ekolojik sorunlarla nasıl bir ilgisi, nasıl bir ilişkisi var? Ne dersin?
CIY: Çok teşekkürler. Aslında bu soru sanırım ki önümüzdeki 10 yıllar içerisinde daha çok üzerinde hem yeni bulgularla, yeni verilerle hem de yeni sorularla gündemimizde olacak bir soru. Önce aslında şöyle başlamak lazım, koronavirüsler birdenbire ortaya çıkmadı bildiğiniz gibi. Aslında son yüzyıl içerisinde koronavirüslerin küresel çapta 6 tane salgına yol açtığını görüyoruz. Daha doğrusu bu pandemi 6.sı. Bunun 3 tanesi 1930’lu yıllardan başlayarak özellikle kümes hayvanlarında küresel salgınlar şeklinde gidiyordu ve son 3’ü insanlarda ortaya çıkan salgınlar olarak karşımıza çıktı. Bu anlamda da aslında hani bu veteriner halk sağlığı meselesinin ne kadar önemli olduğunu ve bizim bu meseleyi ne kadar yakından izlememiz gerektiğini gösteren çok önemli bir veriydi bu elimizde.
KP: Yani “Tek Sağlık” yaklaşımını çok daha fazla konuşmamız gerektiğine vurgu yapıyorsun değil mi Cavit?
CIY: Kesinlikle ve biz sağlık dediğimiz zaman, özellikle halk sağlıkçılar zaten sadece bir insan sağlığı merkezli ya da birey merkezli bir bakış ortaya koymadığımız gibi yani daha toplumsal faktörleri göz önüne alan bir yerden bakmak gerektiğini vurguladığımız gibi aslında sadece bu insanı merkeze oturtan bir anlayışla yapılacak bir şey değil ya da iyilik hali dediğimiz sağlığı eğer bir iyilik hali olarak tanımlıyorsak bu aynı zamanda ekolojik bir iyilik halini de içermesi gereken bir iyilik hali olması lazım. Bu açıdan baktığımızda ekolojik bozulmanın pandemileri çeşitli mekanizmalarla kolaylaştırdığı bir zemin olduğunu ve bizim de belki 21.yüzyılın pek çok adı olacak ama isimlerinden bir tanesi bence pandemiler çağı olacak. Çünkü bundan sonra biz pandemileri daha sık göreceğiz ve daha sık rastlayacağız. Burada kritik bir kaç nokta var, hatırlarsanız biz pandemide hep zoonotik hastalıklar diye bir grup hastalıktan söz ediyoruz. Bu hastalıklar hayvanlardan insanlara geçen hastalıklar. Pandemi de hayvandan insana geçen virüslerin insandan insana bulaşır hale gelmesiyle ve bunun bütün dünyaya yayılmasıyla ortaya çıkmış oluyor. İşte bu noktada şunu görüyoruz, memelilerde 40 binden fazla bu zoonotik hastalıkları yani insanlara geçebilen hastalıklara yol açan virüsler var. Daha doğrusu toplam 40 bin virüs var, bunlardan 10 bin tanesi zoonotik potansiyele yani insanlara geçebilme potansiyeli olan virüsler. Her geçen gün yeni yeni virüs türleri ortaya çıkmış oluyor. Burada pandemileri kolaylaştıran faktörleri başlıca 5 başlıkta sayabiliriz, birincisi biyo çeşitlilik. Biyoçeşitlilik kaybı bugün pandemiler açısından bizim için büyük bir risk oluşturuyor. Virüs dolanımlarını kolaylaştırıyor, ya doğrudan yabanla temas eden insanlara geçişisini ya da biz bir ara konakçı diyoruz, örneğin evcil hayvanlar ya da çeşitli hani yine yabanda yaşayan ama insanlarla teması olabilen hayvanlar aracılığıyla bir geçiş söz konusu. İkincisi;
KP: Burada şöyle söyleyebilir miyiz? Virüs tek başına yaşayamayan bir varlık, yaşamını sürdürebilmek için bir canlı hücresine ihtiyacı var, biz onun yaşamını sürdürebileceği çeşitliliği yok edince insanla buluşması daha kolay oluyor.
CIY: Kesinlikle ve bu biyolojik çeşitlilik kaybının hem kalan hayvanların yaşam alanları açısından farklı sorunlar ortaya çıkarması hem de özellikle yabancı türlerin istilası diye adlandırılan, hatta buna ‘şeytan üçlüsü’ diyorlar, yani biz canlı türlerini aşırı düzeyde istismar ediyoruz, bu istismar habitatları parçalıyoruz, yani bunların yaşam alanlarını tahrip ediyoruz ve parçalıyoruz ve yabancı türlerin istilasıyla birlikte bu üçüne ‘şeytan üçlüsü’ diyorlar ve pandemilerin kolaylaşması için ya da bu hayvanlardan insanlara geçen virüslerin geçişini kolaylaştıran bir ortam yaratıyoruz, iklim değişikliği, uluslararası seyahat ve hani bu küresel hareketin yoğunlaşması da dünya çapında bir pandemi haline gelmesine yol açıyor. Burada bir parantez açmak lazım, hayvancılık üretim sistemleri. Burada özellikle hayvancılığın geçişte bir ara durak olduğunu görüyoruz. Yani yabanda dolaşan, yaban yaşamında dolaşan virüslerin hayvancılık özellikle fabrika türü hayvancılık sistemleriyle geçişinin daha kolay olabileceğini görüyoruz. Bunun sebebi;
KP: Domuz gribi salgınında bunu yaşadık değil mi Cavit?
CIY: Evet evet, 2009 domuz gribi pandemisi bildiğiniz gibi Meksika’daki domuz çiftliklerinden dünyaya yayıldı. Bu açıdan da özellikle et tüketimine artan talep, artan yoğunlaşan hayvancılık endüstriyel sistemleri, eko sistemlerin tahribiyle birlikte ciddi bir sorun oluşturuyor. Hatta ve hatta bu ikisine pandemilerin, salgınların lokomotifi deniyor. Yani ekosistemin dönüşümü, hayvancılık üretim sistemleri, bunlara kentsel nüfus yoğunluğunu ve ulusal, uluslararası yayılımı da kattığımızda bu pandemilerin lokomotifi özelliğini oluşturmuş oluyor. Dolayısıyla;
ÖM: Ben bu noktada pardon bir şey ilave edebilir miyim izninizle bir soru? Yani bu biyolojik çeşitlilik konusu bütün hayatın temeli olarak nitelendiriliyor yeryüzünde. Üçüncüsü bu konuyu ele almak üzere toplanması beklenen üçüncü kongre de iptal edildi uluslararası toplantı daha doğrusu ertelendi. Yani bu konuda çok ciddi bir kaygı verici bir şey var. Halbuki özellikle bu konuyu en çok izleyen biyolojik çeşitliliğin babası diye adlandırılan Dr. Thomas Lovejoy 40 sene önce filan yazmış, 1980’de. Yani yüzbinlerce tür telef olacak ve yeryüzünün canlılar kütlesinde, biyotasında %20’ye varacak oranda bir azalma yaklaşık olarak insan ömrünün yarısı kadar bir zamanda meydana gelecek diye öngörmüş zaten. “Çağımızın en temel meselesi de bu biyolojik çeşitlilikteki azalmadır” diyor. “Dolayısıyla yeryüzü biyoküresinin hayat tabanının tamamını biçimlendirmek ve onu ayakta tutmak suretiyle insan medeniyetinde var olmasını sağlamıştır” diyor. Yani bu denge iğreti duruyor ve sallantıda diye tamamlamış Lovejoy. Yani sizin söyledikleriniz de bunun altını çizer nitelikte.
CIY: Kesinlikle, Ömer hocam çok önemli bir noktaya değindiniz, bunu artık dünyanın zengin ülkeleri de fark etmiş durumda. Hatırlarsanız pandemiden hemen önce dünya ekonomik forumu küresel risk raporunda saydığı küresel riskler arasında 5 tanesini çevresel riskler olarak belirledi. Bunlar arasında ilk sıraya da önümüzdeki 10 yılın en büyük riskini biyoçeşitlilik kaybı ve iklim değişikliği çabalarının başarısızlığı olarak altını çizdi. Yani artık kapitalizm de bunu görüp ve bir şekilde müdahale etmek gerektiği noktasına gelmiş durumda gibi görünüyor.
KP: Çok haklısın Cavit ama şu ana kadar küresel kapitalist sistemin bu biyoçeşitliliği tekrar azaltmasını önleyecek ya da artışına olanak sağlayacak bir çaba içerisinde olduğunu görmek mümkün değil. Ancak oradan bir para kazanabilecek birini görebilirlerse ‘bir sermaye birikimi ya da bir kar maksimizasyonu’ alanı olarak o zaman belki ilgileri olacak ki o da pek mümkün görünmüyor. Cavit hemen burada şunu sormak isterim sana, biliyorsun bu pandemiye yol açan SARS-CoV-2 virüsünün kökeni, nereden çıktığı, laboratuvar kaynaklı olup olmadığı gibi yoğun bir tartışma da yürütülüyor. Ne dersin? Bu konuda bir şeyler söylemek ister misin?
CIY: Evet aslında güncel bir konu, biliyorsunuz dün ya da önceki gün müydü? ABD’de gizli servis bu konuda bir rapor hazırladı ve Başkana sundu. Yeni Amerikan Başkanı yönetime geldiğinde ilk verdiği talimatlardan bir tanesi bu virüsün kökenine dair, özellikle laboratuvar kaynaklı bir sızma olup olmadığını, daha doğrusu laboratuvardan köken alıp almadığı yönünde gizli servise bir araştırma yapma talimatı vermişti. Sanırım önümüzdeki birkaç hafta içerisinde de bunun raporu bir şekilde kamuoyuna açıklanacak gibi görünüyor. Konu yeniden gündeme geldi, o yüzden çok güncel bir konu. Bu tartışmalar erken dönemde başlamıştı, pandeminin erken döneminde. Şöyle özetleyebiliriz, temel olarak kökene dair 3 teori ortaya konuyor, bir tanesi biraz önce konuştuğumuz bu zoonotik köken yani hayvandan insana geçiş. İşte yarasalarda 10 yıllardır aslında bu son tespit edilen koronavirüsün, SARS-CoV-2’nin aslında 10 yıllardır yarasalarda dolandığı, doğada bir şekilde dolandığı bir ara konakçı aracılığıyla mı yoksa doğrudan mı bulaştığı yolunda henüz net bilgiler yok ama bu konuda şunu vurgulayalım, özellikle pangolinler biliyorsunuz ikinci baş şüpheli diyebileceğimiz bir hayvan türü. Dünyada yaban hayvan kaçaklığında en çok kaçakçılığı yapılan hayvan türü pangolin. Bu arada dünyada yaban hayvan kaçakçılığının yasadışı gelir kaynakları arasında da dördüncü sıraya yerleşmiş olduğunu belirtelim. Yaklaşık 25 milyar Dolar’lık bir piyasası olduğu söyleniyor, Afrika’da da işte uzak doğuda bu pangolin bu kaçakçılığın %20’sini oluşturduğunu söyleyenler var. Pangolinlerde de tespit edilen SARS-CoV-2 virüsleri %96’lık genetik benzerlik gösteriyor şu andaki pandemiye yol açan virüsle. Dolayısıyla bir teori özellikle bu zoonotik köken. Laboratuvar kökeni var üzerinde durulan, DSÖ biliyorsunuz bu konuda bir rapor hazırladı ama rapor çok tatmin etmedi ülkeleri, hatta DSÖ Genel Sekreteri daha ayrıntılı bir rapor hazırlanması yönünde talepte bulundu. Özellikle Çin’deki yetkililerin yeterli işbirliği yapmadığı yönünde bazı şeyler ortaya atıldı. Bu laboratuvar kökenine dair yeterli incelemenin yapılmadığı belirtildi. Burada aslında laboratuvar kökenli olmasına dair hani bir komplo teorisi gibi de düşünmemek lazım ama özellikle Wuhan’daki laboratuvarın biyo güvenlik prensipleriyle ilgili denetimlerde bazı sorunlar olduğu yönünde önceki yıllarda, pandemiden önce de Amerika’da bazı raporlar, belgeler olduğu ifade ediliyor yapılan açıklamalarda. Dolayısıyla burada da şöyle bir hikaye var, 2013 yılında Çin’de madenciler madenlerdeki yarasa pisliklerini temizlerken hastalanıyorlar ve bugünkü covid’e çok benzer semptomlar gösteriyorlar. Orada da hani o virüsü inceleyip o laboratuvarda yapılan çalışmalarla bir şekilde laboratuvar çalışanlarının da belli dönemlerde hastalandığı görülüyor. Dolayısıyla bu hipotez ‘acaba laboratuvarda daha önce bölgede zaten bulunan, var olan bu virüs bir şekilde topluma mı yayıldı?’ meselesi var. Üçüncü teori de, donmuş gıdalar aracılığıyla acaba dondurulmuş gıda satışı o Wuhan’daki pazarın tezgahların bir kısmında hem canlı hayvan hem de dondurulmuş hayvanlar satılıyor ‘acaba buralarda bir sıkıntı mı oldu?’ yönünde bilgiler ve bulgular var. DSÖ raporunda bütün bu hipotezleri hani inceleyip kanıt düzeyine göre bir fikre varmaya çalışmış ve daha çok bu zoonotik geçiş, hayvanlardan geçiş üzerinde durulmuş ama sanırım bundan sonraki dönemde bu meseleler çok tartışılacak, özellikle bu laboratuvar kökeni meselesi daha çok tartışılacak gibi
ÖM: Peki çok küçük bir soru da bu pangolin adını bile şekli şemalini bile bilemediğimiz bir hayvan, pullu olduğu biliniyor, neden böyle devasa bir 25 milyar Dolar dediniz, kaçak hayvan ticaretine neden bu kadar yer tutuyor?
CIY: Çin ve Vietnam’da lüks gıda olarak geçiyor, gıda olarak tüketiliyor Çin ve Vietnam’da ama asıl kullanım kaynağı daha çok Afrika’da ritüellerde, hani dini törenlerde kullanılıyor ve Çin’de de Afrika’da da özellikle geleneksel tıp uygulamalarında, Çin tıbbında pangolin önemli bir kaynak gibi görünüyor. İşte derisi de biliyorsunuz o hatta.
ÖM: Pulları.
CIY: Geçmiş dönemdeki Çin komutanlarının zırh benzeri pangolin derisinden yapılmış giysileri var, derisi de moda sektöründe kullanılıyor ama asıl kullanım kaynağı, daha çok Çin için en azından özellikle Çin tıbbı uygulamaları gibi görünüyor. Bu açıdan da yoğun bir ticaretin yapıldığı, hatta çiftliklerde yetiştirildiğini görüyoruz.
KP: Burada ilginç bir nokta daha var, bir literatüre göre pangolin sahibi olmak Avrupa’nın bazı ülkelerinde bir ayrıcalık olarak varlıklı kişiler tarafından da benimseniyor diye, az sayıda da olsa böyle bir şeyin varlığı söyleniyor ama tabii ne kadar gerçek açıkçası bilmek zor. Evet bu haftalık programımızın;
CIY: Şunu ekleyeyim.
KP: Söyle Cavit.
CIY: Aslında bazı pangolin türleri nesli tükenmekte olan türler arasında yer alıyor. Bu biliyorsunuz listeler var doğayı koruma birliğinin kırmızı listesinde yer alıyor. Yani tehdit altındaki türlerin kırmızı listesinde yer alıyor bazı pangolin türleri.
KP: Çok teşekkürler. Bu arada yeri gelmişken bu laboratuvardan kaynaklanmak meselesinde de bu Wuhan’daki laboratuvarın Amerikalı şirketler tarafından fonlandığına ilişkin bilgileri de aktarmak isteriz. Çünkü Trump döneminde başlayan bunu Çin’le uluslararası bir problem haline getirmek amacıyla da konunun gündeme getirildiğini anımsayacaksınız. Evet sevgili Cavit, programımıza konuk olduğun için çok teşekkür ederiz.
ÖM: Çok teşekkür ederiz.
KP: Bu haftayı Leonerd Cohen’den bir parçayla bitiriyoruz. Cohen herkesin bildiğini söylüyor, ‘Everybody knows’. Görüşmek üzere, hoşça kalın.
ÖM: Hoşça kalın, çok teşekkür ederiz.
CIY: Çok teşekkürler, sağ olun!
ÖÖ: Görüşmek üzere.