Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli Raporu’ndan sızanların değerlendirilmesi

Açık Gazete
-
Aa
+
a
a
a

Açık Gazete'nin 30 Haziran 2021 tarihli nüshasına konuk olan Eren Can İleri, programın ardından konuyla ilgili bir yazı kaleme aldı. Podcastiyle birlikte bu yazıyı yayınlıyoruz.

"Dünyadaki yaşam, yeni türlere dönüşerek ve yeni ekosistemler yaratarak sert bir iklim değişikliğinden kurtulabilir […] İnsanlar kurtulamaz" İşte bu! Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin 2022 raporunun özeti. 

Ortalama sıcaklığı şimdiye kadar zaten 1,1 derece arttı.

Geçen ay, Dünya Meteoroloji Örgütü, dünyanın 2026 yılına kadar 1,5 derece ısınma olasılığını yüzde 40 olarak öngördü.

Mevcut eğilimlere bakıldığında, en iyimser tahminlere göre, dünyamız üç derece ısınacak.

Geçen hafta, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli'nden kahraman bir muhbir AFP’nin gazetecilerine Şubat 2022’de yayınlanacak 4,000 sayfayı geçen iklim raporundan bir bölüm sızdırdı. Bu raporu, insanlığın dünyaya verdiği zararı kınayan, 4,000 sayfalık bir iddianame gibi düşünün.

Kullandığımız kelimeler çok önemli. Son senelerde, iklim değişikliği yerine iklim krizinden bahsetmeye karar vermiştik. Bu rapor gösteriyor ki, bundan böyle, buna ancak iklim faciası denilebilir. Çünkü krizler gelip geçer, önleyici ve düzeltici kararlar alınır, devlet ekonomik destek sağlar, halk aşılanır, vesaire. 2015’te, Türkiye, İran, Irak, Libya ve Eritre hariç, bütün dünya ülkeleri Paris Anlaşması’nı onaylamıştı. Anlaşmanın öngördüğü küresel ısınmayı 1.5 derecenin altında tutma taahhüdünü ve bilim insanlarının ısrarla ortaya koydukları önlemleri o dönemde acilen alsaydık, facianın gidişatını bir nebze düzeltebilirdik.

Ne yazık ki bunu yapmadık

Bu rapor ne diyor?

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’ne göre de bu hatamızın, fecaatın geri dönülmez noktasına geldik.

İyimser tahminlere göre, dünyamız üç derece ısınacak. Bu gidişatın akıbetini düşünmek bana fazla acı veriyor. Dolayısıyla, olabilecek en iyimser tabloyu paylaşayım.

2050’ye kadar dünyanın sadece 2 derece ısınması bile düşünülemez bir vahşete yol açmaya yeter.  İşte sızan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli raporundan beş sonuç : 

1. İklim faciası gelecek dokuz sene içinde 130 milyon kişiyi aşırı yoksulluğa mahkûm edecek.

2. İklim faciası 2050 yılına kadar, 80 milyon kişiyi süreğen açlığa itecek.

3. İklim faciası 2050 yılına kadar, kentsel alanlarda 410 milyon kişiyi susuzluğa maruz bırakacak.

4. İklim faciası 2050 yılına kadar, bu facianın "ön cephesinde" yer alan kıyı kentlerindeki yüz milyonlarca insana giderek sıklaşan, giderek daha ölümcül hale gelen fırtınalar ve seller yaşatacak. Deniz seviyelerinin yükselmesinden de kastettiğimiz bu.

5. 1.5 ve 2 derecenin arasındaki fark ise, iklim faciasının 2050 yılına kadar, 420 milyon daha fazla insana aşırı ve ölümcül ısı dalgalarını yaşatması. 

Yakın gelecekte – Brezilya'nın doğusu, Güneydoğu Asya, Akdeniz, Çin’in kıyıları – ve hemen hemen her yerdeki kıyı şeritleri, aynı anda birden fazla iklim felaketiyle hırpalanabilir: kuraklık, sıcak hava dalgaları, kasırgalar, orman yangınları, sel.

ClimateClock.world sitesine, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli'nin 2018'in raporuna, ve Mercator Küresel Ortak Kaynaklar ve İklim Değişikliği Araştırma Enstitüsü’ne göre, zararı buna sınırlamak için, 13 Temmuz 2021’den itibaren 6 sene 171 gün içinde sera gazı salımlarını sıfıra indirmek şart. 

Nota bene: Mercator Küresel Ortak Kaynaklar ve İklim Değişikliği Araştırma Enstitüsü Karbon Saati'nde kalan süreyi hesaplamak için yıllık ortalama 42 Gt karbon salımı varsayıyor; ancak küresel salım miktarını artmaya devam ederse, karbon bütçemiz daha da hızla tükenecek. Küresel karbon salım miktarini düşürürsek, kalan zamanımız varsayımsal olarak artmaya başlar.

Bunlar insanları etkileyecek sonuçlar. Peki iklim krizi doğayı nasıl etkiliyor?

Dünyamızın, doğamızın dengesi çok hassas. Denge bozulduğunda ise kısır döngüye dönüşür.

Örneğin dünyamızın tehlike altında olan ve devrilme noktasına gelen üç düzenleyici mekanizması : .  

1. Ormanlar çevremizdeki karbonunu emip yaşamak için ihtiyacımız olan oksijeni ve suyu salıyor. Sıcak ve orman katliamı Amazon’u savana’ya dönüştürürse, iklimi ısıtan karbon emilemez, iklim daha da ısınır.

2. Okyanus fazla ısınırsa, asır sonuna kadar Grönland ve Batı Antarktika'daki buz tabakaları erir. Bu sadece okyanusların su seviyelerini 13 metre yükseltmeyle kısıtlı kalmaz, aynı zamanda dünyamızı hem buzdolabı gibi soğutan hem de güneşin dünyayı daha çok ısıtmasını engelleyen yansıtıcı, adeta beyaz bir şapka gibi davranan, mekanizmasını yok eder. Bu dünyanın daha da ısınmasına yol açar 

3. Sibirya'nın donmuş toprağında hapsolmuş milyarlarca ton karbon var. Bu donmuş toprak erirse o hapsolmuş karbon çevreye salınır ve bu karbon küresel ısınmayı daha da hızlandırır.

Dünyamızın geleceğini ellerinde tutanlar, karar mercileri, iktidardakiler bunu anlamıyorlar, ya da kısa dönemdeki çıkarlarını insanlığın geleceğinden daha çok önemsiyorlar. Fakat halk bunu anlayacak kadar akıllı: halk açlığın, susuzluğun, kuraklığın, gelir kaynaklarının yok olmasının ne demek olduğunu anlıyor. İkim faciası yüzünden de hepimiz bütün bunları yaşayacağız.

Acilen uygulanması gereken düzenlemeler ve yasalar nelerdir?

Bence, korkuya ve hareketsizliğe teslim olmayıp gereken adımları atmak lazım. 

1. Doğakırımını acilen durdurmamız, ekosistemlerimizi korumamız ve onarmamız şart. Küresel ısınmaya karşı mücadelemizdeki en büyük müttefikimiz doğa. Bataklıklar, ormanlar, yosunlar, mercan kayaları, mangrovlar gibi doğal ortamlar karbonu emer, erozyonu engeller, kıyıları fırtınalara karşı korur, bize gıda sağlar. Ormanları kesmek, denizlerimizin dibine zehirli atıkları atmak, bataklıkları kurutup üzerini betonlaştırmak geleceğimizi çalıyor ve dünyanın bağışıklık sistemini, düzenin dengesini yok ediyor. 

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 56. Maddesine göre: “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” Çevrenin sağlığını korumayan, aksine kasıtlı olarak kirleten, dengesini bozan bunu yaparak ceplerini dolduran karar mercileri Anayasal suç işliyor, suç. Ayrıca, 56. maddeyi güçlendirip çevreyi geliştirme, sağlığını koruma ve kirlenmesini önleme sorumluluğunu şirketlere de uzatmak laâzım. Sistemik doğakırımı şirket kapatma cezasıyla ve buna izin verenleri de ağırlaştırılmış müebbetle cezalandırmak lazım.

2.  İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) Avrupa Birliği üye ülkelerinin ve Türkiye'nin 2030’a kadar kömürden, 2040’a kadar petrol ve gazdan, dünyanın geri kalan ülkelerinin ise 2040’a kadar kömürden, 2050’ye kadar da petrol ve gazdan çıkmasının elzem olduğunu bildirdi. Bunun için de bütün enerji şirketlerinin ve finans kuruluşlarının bir çıkış planı geliştirip uygulaması acilen şart. Tabii, aslında tüm fosil yakıtlardan 6 sene 174 gün içinde çıkmak lazım fakat madem ki Paris Anlaşması’nda böyle bir zaman çizelgesi yarattık, buna sadık kalalım.

3. Betonlaştırmaya derhal son vermek lazım: yeni otoyol, havalimanı, alışveriş merkezi, HES vesaire inşaatlarına girişmemek ve onaylanmış  ama inşaatı henüz başlamamış  projeleri de iptal etmek gerek. Çünkü bu projeler hem korunması gereken doğal alanlarda yapılıyor, hem de dünyanın en kirletici endüstrilerinden biri olan beton endüstrisini güçlendiriyor. 

Bu son iki nokta hakkında da geçen hafta Halk TV’de yayınlanan Fatih Ertürk’ün programında Prof. Yalçın Karatepe diyordu ki, bütün dünyada konuşulan Yeşil Mutabakat politikaları çerçevesinde, finans kuruluşlarının bir projeye maddi destek vermeyi değerlendirirken, öncelikli olarak çevreye zarar verip vermediğini incelemesi lazım, veriyorsa da desteklememeleri lazım. 

Umarım ki, finans kuruluşları Söke’deki Kipaş MMP, Adana’daki EMBA Hunutlu, Eskişehir’deki Yunus Emre kömür santralleri ve Kanal İstanbul gibi doğayı talan eden, çevreye zarar veren projelere destek vermeyeceklerdir. Verirlerse de günü geldiğinde sorumlu tutulacaklardır. Ama ne yazık ki çevreye verdikleri zararın geri dönüşü olamaz!

4. Alternatifleri olan uçak seyahatlerini de yasaklamak gerek. Bunu bu sene Fransa’da vatandaşların katılımıyla yapmaya başladılar. Örnek vereyim: İstanbul-Edremit, uçakla 55 dakika (artı bir saat güvenlik kontrolünden geç, bir iki saat git gel) etti en aşağı 3 saat. Otobüsle  5 saatte varıyorsun hem de şehrin merkezine. Uçakla karbon salımı kişi başına 53 kilogram, otobüsle 9,8 kilogram. 

Sürdürülebilir kalkınma burada devreye giriyor--halka temiz, çevreye zarar vermeyen seçenekler sunmak, elektrikli hızlı tren yolu inşaa etmek ve bunları güçlendirecek yenilenebilir enerji kaynaklarını devreye sokmak lazım. Örneğin, İstanbul-Kuşadası ile aynı mesafe olan Paris-Cenevre yolu, istasyona git gel dahil trenle 4 saat yani uçaktan sadece 1 saat daha fazla, uçakla 100 kg karbon salımı, trenle 5 kg.

Bu yatırımlar, karbon hesapları, politikalar çok soyut geliyorsa anlıyorum—şöyle düşünün… karbon salımları ve eylemsizlik, gelecek nesillerimizin dünyasının yaşanabilirliği ile ödenen, 20 sene ertelemeli yüksek faizli bir borç. 1 lira alırsın çocuğun 10 öder, 10 lira alırsın, çocuğun 10 bin öder… fakat suyuyla, yemeğiyle, nefesiyle… Bu adaletli mi? Her bireyin sorumluluğu var ama günün sonunda iktidarlar ve karar yetkisi olanlar sürdürülebilir seçenekler vermiyorlarsa halk ne yapsın. 

Peki siyasi açıdan ne yapmak lazım?

Anayasa’nın siyasi partilerle ilgili 68. maddesi diyor ki: “Vatandaşlar, siyasi parti kurma [...] hakkına sahiptir.” Fakat “Türkiye’de ve dünyada yaşanan ekolojik, iktisadi, toplumsal ve siyasi krizin çözülebilmesi için” kurulmuş olan Yeşiller Partisi’nin başvurusu 9 aydır İçişleri Bakanlığı tarafından engelleniyor. Hiçbir partinin üyesi ya da sözcüsü değilim--bu bir anayasal demokrasi sorunu. Muhalefet demokrasiyi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı, çevreyi ve iklimi önemsiyorsa, gelen seçimlerde Yeşillere ve siyasi olmayan iklim bilimcilerine Meclis’te kendi kontenjanlarından koltuk versin. En azından, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bu konuda uzman,  partiler arası bir İklim Eylem Grubu kurulsun.

Evimiz yanarken karar mercileri yangına benzin attılar… yeter artık! Artık itfaiyeyi çağırma vakti geldi de geçti! Yani, artık her bireyin, her vatandaşın, bütün siyasetçilere “ya gereken iklim politikalarını hemen gereken hızda ve çapta yürürlüğe koyun, ya da sizi sandıkta yeneriz!” demesi gerekiyor.

Doğa talanı, ölçüsüz ve vahşi ekonomik büyüme ve fosil yakıtlar dünyamızı, insanlığı ve geleceğimizi felakete sürüklemekte. Bunu durdurmak öncelikle siyasetçilerin ve şirket yöneticilerinin elinde. Şimdiye kadar gerekeni yapmadılar. Bundan sonra vatandaşların buna müsaade etmeme, geçit vermeme ve suçluları kamunun, gerekirse de mahkemenin önünde yargılama sorumlulukları var.

Bu facianın şiddeti karşısında ne desek az. 

Bunu yenmek için, 13 temmuz 2021 itibariyle 6 sene 171 günümüz kaldı. 

Oy verin, doğayı ve yaşamı koruyun, fosil yakıtların ve vahşi imarın önüne geçin! Facianın en vahim halini önlemek lafla değil eylemle olur. 

 

--------------------

Eren Can İleri, iklim faciasını kapsamlı ve küresel düzeyde durdurmak için çabalayan ve direnen bir iklim aktivisti ve araştırmacı. Eren Can Sciences Po Paris School of International Affairs’de Uluslararası Kamu İdaresi ve Diplomasi yüksek lisansını yeni bitirdi. Eren Can Vatandaşların İklim Girişiminde AB meclis üyelerine karbon vergisi ve iklim geliri düzenlemesini desteklemeleri için lobicilik yapıyor. Fransa Başbakanlığı ve Paris-14. Bölge Mahalle Meclisi için de çalışmalar yürütmüş olan Eren Can,  toplumun her düzeyinde iklim adaleti için savaşmakta. Aynı zamanda deneyimli bir eğitmen olan Eren Can, Ban Ki-Moon, Avrupa İklim Vakfi Başkanı Laurence Tubiana, eski Fransa Çevre Bakanı Emilie Borne, eski İtalya Başbakanı Enrico Letta ve Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli Başkan Vekili Youba Sokona’nın da katıldığı zirvelerde konuştu. Geçmişte, Eren Can, finans sektörünün iklim yıkıcı endüstrilerle desteğini kesme üzerinde çalışan Reclaim Finance STK’sında analist ve savunucu olarak çalıştı ve ABD’nin şimdiki Ticaret Bakanı Gina Raimondo için çevre ve sosyal politika analizi yaptı. 1995 yılında, Boston’da doğan Eren Can, liseyi İstanbul’da tamamladıktan sonra Brown Üniversitesi’nde nörobilim ve performans sanatları alanında iki lisans bitirdi, tez çalışmalarını ise sosyal eylemler hakkında yürüttü. Eren Can’ın çalışmalarını Twitter’den ve LinkedIn'den takip edebilirsiniz.