Açık Gazete’nin köşelerinden Ekonomi Politik’te Ali Bilge, gündeme yönelik yorumlarını paylaştı.
(21 Haziran 2021 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!
Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş, merhaba Feryal!
Özdeş Özbay: Günaydın!
AB: İyi haftalar!
ÖM: Size de. Evet haftanın ana konularında çok yoğun ama biz seçerek başlayabiliriz herhalde?
AB: Etraf yine kan ve barut, kan ve barut kokuları artmaya başladı, önümüzdeki günlerde daha da artacağı, tehlikeli günlerin devam edeceği anlaşılıyor. Bugünkü programda daha çok son yaşadığımız katliamla ilgili olarak muhalefetin tavrına değineceğim. Çünkü katil belli, katilin adresi de belli, önceki günlerde en yetkili ağızdan daha neler yaşayacağımız da söylendi bize “daha ne gördünüz ki?” denmişti. Türkiye’de 1991 yılına kadar -Kürtlerin Kürt Teali Cemiyeti’nden itibaren baktığımızda- Kürtlerin yoğunlukta bulunduğu bir yasal parti olmadı ve TBMM’de temsil edilmedi. 91’den bu yana da sayısını hatırlayamıyorum, Kürtlerin yoğun olarak bulunduğu partiler sürekli kapatıldı. Bugün de yeniden kapatılmak isteniyor, Anayasa Mahkemesinde (AYM) bugün görüşmesi yapılacak. 2018’den bu yana - 2018’i tam teşekküllü otoriter rejime geçiş tarihi olarak belirliyorum- devam eden otoriter rejimin Kürtler üzerindeki baskısının, artık batıda da bir imha uygulamasına dönüştüğünü anlıyoruz. Geçen yıllar içinde açılımdan çözüm sürecine sonrasında inkâr ve imha rejimine geçtik. İmha doğuda, güneydoğuda pek çok kez yapıldı ve baskıların ülkenin batısında HDP parti binasında katliama kadar uzanan bir aşamaya ulaştığı da görülüyor. Bu durumun devam edip edemeyeceği toplumsal ve siyasal muhalefetin tavrına bağlı, bugün muhalefete ilişkin söyleyeceklerimizde gizli. Ülkenin üçüncü büyük partisi, üçüncü büyük şehrinde parti merkezi tüm ihbarlara ve polis gözetimine rağmen basılıyor ve Deniz Parlak kardeşimiz hunharca katlediliyor. Şimdi böyle bir durum var ve perşembenin gelişi çarşambadan belli. Böyle bir durumda kendisine
ÖM: Deniz Poyraz olacak.
AB: Evet Deniz Poyraz. Böylesi bir durumda, kendisine muhalefetim ana muhalefetim diyen partilerin ikinci büyük muhalefet partisinin yanında olmayacakta ne zaman yanında olacak sorusuyla başlayalım. Neredeler? Yoklar. HDP’nin yanında olsalar, yanında görünüm verseler, inanın Türkiye muhalefeti çıkış yolunu bulmaya başlayacaktır. Asıl mesele burada, HDP’nin yanında oldukları zaman demokrasi cephesinin kurulması mümkün olacak, seyirci kaldıkları müddetçe sıra onlara da geliyor, zaman zaman onlara yapılan linç kampanyalarını yaşadık, görüyoruz. Ana muhalefet ve muhalefetin otokrasiyle mücadele etmeyi beceremediğini, kurgulayamadığını, otokrasiyle mücadele tekniklerini ve fikriyatını ortaya koyamadığını, demokrasi cephesi için ittifak siyasasını oluşturamadığını vurgulayalım
Şimdi bu programlarda CHP’yi çok eleştirmişizdir hatırlıyorum 3. programımız ‘CHP nedir ne değildir?’ ile ilgiliydi. Bugün konuşma başlıklarını belirlerken, CHP ye yönelik olarak yaptığımız yakın dönem programlara baktım. CHP’ye yönelttiğimiz soruların ve ikazların cevaplarının henüz verilmediğini saptadım.
İlki suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı ile ilgili, iktidar ortaklarının anlaşmasıyla özel bir afla çıktı malum, Çakıcı 3 fotoğraf verdi, biri Ankara’daki mafya babalarıyla bir araya geldikleri konsolidasyon fotoğrafı, diğeri Susurluk aktörleriyle Korkut Eken, Mehmet Ağar ve Engin Alan’la bir fotoğraf, üçüncü fotoğrafta CHP’li Edirne belediye başkanını ziyareti ve plaket verilmesiydi. Bu fotoğrafı çok fazla garipsediğimizi, CHP’li Belediye ve Çakıcı ilişkisini anlayamadığımızı (Çakıcı’nın Kemal Kılıçdaroğlu’nu tehdit ettiği günlerdi üstelik) programlarda dile getirmiştik. İşte ben bu fotoğrafın sonrasına baktım, sonrasında ne oldu acaba? CHP bir inceleme başlatmış, ancak incelemenin sonucu hâlâ yok. Çakıcı’yla fotoğraf veren Edirne belediye başkanına ilişkin incelemenin sonuçlarını göremiyoruz.
İkincisi konu, Peker açıklamalarında gündeme gelen sözde gazeteci Özışık kardeşler hakkında. CHP’li Maltepe ve Ataşehir belediyeleri ile Özışık kardeşler arasındaki ilişkiyi ortaya koyan, iki belediye ile Özışık’ların ayni ve nakdi ilişkilerinin haberini yazan Çağdaş Ulus isimli gazetecinin, CHP ‘ye çok yakın KRT TV’de işine son verildi.
Sedat Peker, Süleyman Soylu ve Özışık’ların ilişkisini anlıyoruz da, bu kişilerin CHP’li belediyelerle ilişkisini anlamakta güçlük çekiyoruz. Bu konuda da CHP’den bir şey duyamıyoruz. Evet, Soylu, Peker ve Özışık hercümerç içindeler ama denklem içerisinde Maltepe ve Ataşehir CHP’li belediyeler nasıl giriyor? Bu ilişkiyi ortaya koyan ve CHP’ye yakınlığıyla bilinen televizyonda çalışan gazetecinin işine neden son veriliyor. Buna da CHP’den bir açıklama yok. CHP garipliklerine devam ediyorum.
Üçüncü soru, bilindiği gibi Kemal Kılıçdaroğlu geçen hafta KKTC ‘ye gitti, bu ziyarette KKTC ‘nin bir evvelki Cumhurbaşkanı Akıncı ile randevuyu iptal etti. Akıncı’nın, AKP iktidarı tarafından engellendiği açık ve seçik ortada iken, Akıncı’nın fikriyatı ile CHP fikriyatının yakın olması beklenirken, Kemal Bey neden bu geziyi yaptı, neden Akıncı randevusunu iptal etti? Bakınız, Kemal Bey’in bu tavrı iktidarın Kıbrıs politikasını onayladığı anlamına geldi. CHP’den ve Kemal beyden bu konuda açık bir tavır göremiyoruz. Kılıçdaroğlu’nun ve CHP’nin Kıbrıs politikasında iktidarın dümen suyunda olduğuna dair algıladığımız bu politikayı net bir şekilde ortaya koyması gerekiyor.
Daha öncelerinde Suriye savaş tezkerelerine ağlaya ağlaya oy vermeleri, onaylamaları, ayrıca dokunulmazlığın kaldırılmasına ilişkin tavrı ve daha çoklarını biz burada dile getirmiştik.
Dördüncü mesele Sedat Peker’in İş Bankasına ilişkin iddiaları karşısında yaşanan sessizlik Peker CHP’ye ve İş Bankasına seslendi ve öğrendik, Soylu’nun en önemli adamı İş Bankasında çok önemli bir göreve getiriliyor, istihdam ediliyor Ne İş Bankası’ndan bir ses var, ne CHP’den. CHP İş bankasının ortağı ve yönetiminde. Türkiye 2 aydır, Sedat Peker açıklamalarını ve derin ilişkileri konuşuyor ama ses yok.
ÖÖ: İstihdam dediği yönetimini kastediyor değil mi?
AB: Evet, evet. Soylu’nun koruma daire başkanı İş Bankasında önemli bir göreve atanıyor, işe alınıyor, ismini hatırlamıyorum şimdi. Atanan bu kişi Peker’in anlattığı derin karanlık ilişkilerde kilit isimlerden biri, ne İş Bankasından, ne CHP’den ses yok. Hafızamızı tazelediğimizde, geriye doğru gittiğimizde İş Bankası meseleleri Susurluk’ta da ortaya çıkmış olduğunu hatırlıyoruz. 1996 ve sonrasını hatırlayan fazla insan yok anladığım kadarıyla. Peker hatırlıyor, medyanın kontrolü iktidar elinde olduğu için bu meseleler hatırlatılmıyor. Bu konuları tazelemek gerekiyor. O günlerde de İş Bankası yönetiminin çok zor durumda kaldığını ve müteveffa olan genel müdürün sonrasında istifa ettiğini de hatırlayalım. Susurluk’un önemli aktörlerinden Erol Evcil’in İş Bankası’ndan aldığı kredileri ödemediğini, üstüne çöktüğünü, daha sonra Evcil’in sahibi olduğu Eze Zeytincilik meselesinin İş Bankası’nı 240 milyon dolara patladığını hatırlayalım.
Ki bu kişiler Susurluk’ta skandallarında ve raporlarında adı sıkça geçen tefeci Nesim Malki’nin mallarına çöktüler, Malki’ye olan borçlarını ödemediler ve adam öldürüldü. Bu isimler Malki cinayetinden uzun süre yargılandılar, hüküm giydiler. Bildiğim kadarıyla Erol Evcil daha sonra serbest kaldı. Evcil o dönemin önemli siyasi figürlerden siyasetçi -bakan Cavit Çağlar’ın oğluyla ortak olduğunu da belirtelim. İyi hatırlarım, bir ekonomi gazetecisi olarak bu süreçleri yakından takip etmiştim, ‘derin İş Bankası’ değimini kullandığımızı hatırlıyorum. İş Bankası yönetimi o zaman da, yaşanan gerçekler karşısında gelip geçiştirmişti. CHP ‘li üyelerde aynı zamanda. İş Bankasında büyük hissedarı munzam sandıktır, munzam sandık ve iş bankasında örgütlü olan sendika ile hemen hemen aynıdır, yönetimin çoğunluğu da bunlar tarafından belirlenir. Yönetim Kurulundaki CHP’li üyelerin de konu mankeni olarak orada bulunduğu bilinir
Son olarak, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Zizek toplantısı meselesi var ki onu Korhan Gümüş çok ayrıntılı biliyor, yazdı da, kendisine sormak mümkün. Belediyelerde yaşanan diğer hususları bir kenara bırakıyorum.
Her tarafı dökülen bir ülkede yaşıyoruz her alanda buhran yaşıyoruz. Böylesi bir buhran bir muhalefet için son derece elverişlidir, ortalıkta yağma edilen bir ülke var, mafya lideri ülkeyi, sigaya çekiyor. Mafya lideri Peker güçlü bir odak haline gelmiş durumda, katledilen HDP ‘li Deniz Poyraz’a Sedat Peker dikkat çekmekte ve süreci analiz etmekte, işte böyle bir durumdayız. Böyle bir ülkede muhalefetin reaksiyoner olması lazım.
ÖM: Ali Bey bir şey söyleyebilir miyim?
AB: Tabii.
ÖM: Deniz Poyraz soyadı.
AB: Yine Parlak mı dedim özür dilerim, Deniz Poyraz. Böyle bir ülkede, iktidarın bu kadar zor durumda kaldığı bir ülkede reaksiyoner bir muhalefetin olması gerekir.Ancak bu şekilde rejimi ve iktidarı değiştirebilirsiniz. Kemal Kılıçdaroğlu, Meral Akşener ve diğerleri böyle bir durumda HDP’ye destek vermeyecekler de ne zaman destek verecekler?
Ülkede baskının ötesine şiddete geçildiği dönemde ve iktidarın tavrını iyi okumak gerekiyor. İktidar “elimde tuttuğum iktidarı muhalefete vermeyeceğim” diyor, şiddete geçiş bunun ifadesi. Hep söylerim, Türkiye ile Rusya arasındaki fark, muhalefetin imha ve yok edilmesiydi. Artık Rusya gibi baskıyla birlikte şiddetin muhalefet üzerine yöneldiğine tanık olduk. Aslında muhalefet birlikteliğinin, örgüsünün çoktan yapılmış olması geride bırakılmış olması gerekirdi, muhalefetin gecikmiş ve yetersiz olduğunu görüyoruz.
Bugün 21 Haziran anayasa mahkemesi kapatma davasının kabulü ve reddi yönündeki ilk incelemesini yapıyor. Son olarak İletişim Başkanlığı’na bütün bilgilerin verilmesi kararı geçen hafta Anayasa Mahkemesi’nde 5’e karşı 10 kabul edildi. Bu karar zaten Anayasa Mahkemesi’ndeki dengeyi de, durumu da ortaya koyuyor. Ya HDP’yi kapatacaklar ya hazine - yurt dışına karşı kapattık demek iyi olmayacağı için- yardımını keserek budayacaklar. Hazine kaynaklarının kesilmesi ya da kapatılması ile HDP’nin seçimlerdeki gücünün azaltılması hedefleniyor. Bildiğim kadarıyla 50-60 milyon lira bir yardım var, yardımın kesilmesi ile partinin gücünün azaltılması hedefleniyor.
Neden bu HDP üzerinde bu bütün kıyamet kopuyor? Çünkü hem muhalefet bloğu için hem iktidar bloğu için kilit bir parti. Yani gücünü hangi tarafa verirse orası yükseliyor, bu nedenle AKP zaman zaman HDP’ye de yaklaşılacak gibi haberlerde dolaşıyor. HDP ne tarafa iltifat ederse dolayısıyla o taraf çok güçlü oluyor. Kilit bir parti HDP ve Kürt seçmen. HDP’nin itlaf edilmesi gerektiği bile söylendi unutmayalım, MHP genel başkan yardımcısı itlaf edilmeli dedi.
HDP’nin güçsüz bırakılması, kaynaklarının kesilmesi en fazla iktidarın işine geliyor, yani hedef denklemden HDP’yi çıkartmak. Bu muhalefetin işine geliyor mu? Yerel seçimleri HDP desteği olmadan kazanamazlardı, bunu herkes biliyor, Meral Akşener de biliyor, Kemal Kılıçdaroğlu da biliyor. Muhalefette HDP hususunda yaşanan aymazlık Kürt fobisinin sürmesi HDP ‘ye yapılan baskı ve şiddetin artmasına yol açıyor. Şunu anlamakta çok büyük fayda var: ülkenin yeniden ayarlarına dönmesi isteniyorsa, ayaklarının üstünde durması isteniyorsa, uzun bir tedavi, onarım sürecine, tamirata ihtiyaç var.Demokrasi cephesi dediğimiz şey, sadece seçim için değildir, otokrasiden demokrasiye geçmek için kurulması gereken ittifaklar manzumesi uzun bir yolculuk olmalı. Bu nedenle ittifaklar politikası tüm muhalefet partilerinin başucunda olması gerekiyor. Dünya pratiği bize bunu gösteriyor.
CHP adalet yürüyüşü yapmıştı hatırlarsınız, 2017 Temmuz’unda ertesinde yine bir pazartesi günü yaptığımız programda şunları söylemiştim:
“Kılıçdaroğlu’nun yerinde olsam?
“Yürüyüş, miting peki bundan sonra? Siyasi alanın ve ittifakların genişlemesi gerekiyor.
Kılıçdaroğlu’ nun yerine olsam, yarın ne yapardım biliyor musunuz? Selahattin Demirtaş’ı cezaevinde ziyaret eder, Abdullah Gül’ü ile bir kahve içiminde buluşurdum. Meral Akşener’e de, yeni partisi için hayırlı olsun demeye çaya giderdim.
Bunlar yürüyüş ve mitingin tamamlayıcılarıdırlar. Siyasi alanın genişlemesi gerekiyor. Siyasi alanın genişlemesi için ittifaklara ihtiyaç bulunmaktadır. İttifaklar; adalet, özgürlük, demokrasi hayır cephesinin genişlemesi demektir. Mücadele, hem parlamentoda hem meydanlara dayanarak yapılmalı.”
Bugün de aynı. Kemal bey ne zaman HDP merkezine gider, eş başkanları ziyaret eder, “HDP’yi PKK olarak görmüyorum” derse, Meral Hanım “HDP’yle görüşlerimiz farklı ama meşru bir siyasi partidir” derse, Babacan ve Davutoğlu, özellikle Davutoğlu Haziran 2015 seçimleriyle, Kasım 2015 arasındaki katliamları, olayları açıklarsa o zaman otokrasiden çıkış yoluna, demokrasiye geçiş yoluna önemli bir katkıda bulunmuş olurlar.
Elbette HDP için de değerlendirmem var ama daha sonra. ‘Sayın Öcalan’ değerlendirmesi, ona ayrı bir başlık altında inceleyebiliriz, daha sonraki programlarda. Şimdi Davutoğlu diyor ki “ben başbakan oldum ama hükümetin başı olamadım, partinin başı olamadım. Ben konu mankeni oldum”. Kardeşim o dönemde muazzam katliamlar oldu, mesele böyle geçiştirilemez, aynı katliamların örneklerini görmeye başladık. Bu konuda bildiklerini anlatmak durumunda sayın Davutoğlu ve sayın Babacan.
ÖÖ: Diyarbakır’ı Toledo yapmaktan söz ediyordu. Yani bunu herhalde
AB: Özdeşçiğim ne dedin?
ÖÖ: Diyarbakır’ı Toledo yapmaktan söz ediyordu, Sur’u daha doğrusu.
AB: Evet, evet.
ÖÖ: Herhalde bunun o dönem kukla olmakla ilgisi olmasa gerek, bu kendi iradesiyle söylediği bir söz.
AB: Tabii ki kendi iradesi, adam Başbakan, ancak bildiklerini de açıklamalı hem “o günleri anlattırmayın bana” diyor, meselenin hangi tarafa gideceği konusunda bir pozisyonun alıyor, bazı imalarda bulunuyor, “yanlış yaptım” diyor, “ben bir konu mankeni oldum” diyor. Bunları açıklamak durumunda, bildiklerini söylesin. “Bildiklerimi açıklarsam” dedi ve durdu değil mi orada? ‘Bildiklerimi açıklarsam yer gök inler’ demeye getirdi.
ÖÖ: Tabii.
AB: O zaman açıkla kardeşim. Bugün o kadar nazik bir konumdayız ki, aynen benzer bir konumdayız. Sen bir partinin genel başkanısın, “o dönem konu mankenliği yaptım” diyorsun. Konu mankenliğinde yaşadıklarını bildiklerini anlat o zaman!
Bugünün konusu değil ama Babacan ve Davutoğlu’nun ayrıca bir handikapları bulunuyor. AKP’den zamanında ayrılmadılar, çıkış zamanını ayarlayamadılar. Bugün şikâyet ettikleri rejim kızakta iken seyirci kaldılar, destek verdiler. Şimdi soruyor millet, bugün karşı çıkıyorsun da o zaman neredeydin? İmza verdiler bu anayasa değişikliğine, otokrasiye geçişe göz göre göre imza vereceksin, anayasaya destek vereceksin, şimdi de şikâyet edeceksin. İnandırıcı olamıyor zaten. Ayrıca aydınlanması gereken o kadar çok konu var ki, 17-25 yolsuzlukları, 15 Temmuz darbe girişimi, Gülen hareketi AKP ilişkileri, İran ambargosu, IŞID, Katar, Somali, Rusya ile ilişkiler… Bunlar konusunda bilgi sahibi isen anlatmalısın, anlatmazsan inandırıcı olamıyorsun.
1919-24 arasında Kürtleri ve Türkleri ortak ilgilendiren bir sorun var. Ermeniler ve Rumlar, yani Osmanlı’nın Anadolu’da yaşayan Hristiyan tebaasına karşı bu 2 etnisite bir araya gelme modeli kurmuşlar, Yunan işgali büyük bir tehlike olarak karşılanmış ve Anadolu’nun önce Müslümanlaştırılması başlamış, 1925’ten sonra da Anadolu’nun Türkleştirilmesi, Kürtlerin tasfiyesi başlamış.
Bir araya gelme deneyimleri var, 1991’deneyimi önemli, Kılıçdaroğlu Erdal İnönü’den ilham almalı bu konularda. Erdal bey, sonunu getiremedi doğrudur ama en azından Kürtler tarihinde ilk defa parlamentoya girdiler bu model sayesinde. HDP’yi görmezden gelen yaklaşımlar sürdüğü müddetçe otokrasiden çıkış imkânı mümkün değil. Kilit meseledir bu konu, muhalefet HDP-Kürt fobisini atmak durumundadır. Ancak anlaşılıyor ki iktidarla muhalefet arasında dış politikanın pek çok alanında Kıbrıs, Suriye gibi çok ciddi bir birliktelik hakim, ortak karar vererek zaten dokunulmazlıkları kaldırdılar. Bütün bunlar otokrasiden çıkışı zorlaştıran meseleler.
Değinmek istediğim bir diğer husus, uluslararası alanda muhalefetin yokluğu.Hiçbir batı başkentinde ana muhalefet ve muhalefet bloğunun Türkiye’ye ilişkin girişimlerde bulunduğunu göremiyoruz. Sosyalist Enternasyonel’e ilgisi de kalmadı CHP’nin ve orada da temsilci bulundurmuyor çok uzunca bir süredir. Demokrasiyle yönetilen ülkelerde CHP heyetlerini göremiyorsunuz ve çok net bir dış politika analizi de göremiyoruz. Yani iktidar diyelim ki değişti, Türkiye uluslararası alanda nasıl bir dış politika izleyeceğine ilişkin bir netlik de muhalefet partileri içerisinde göremiyoruz. Ben burada nokta koyayım.
ÖM: Bitirmeden ben de birkaç şey söyleyebilir miyim? Bu özellikle Poyraz konusunda, çok şimdi onlar konuşmuyor dediniz ama şimdi özellikle mesela bu konuda Türkiye yakın tarihinin en önemli cinayetlerinden bir tanesi, göz göre göre işlenmiş, hunharca bir cinayet, bütün fotoğraflarıyla filan da belli. Öldürdükten sonra da hatta WhatsApp’tan uygulamadan da cesedi gösterilen dehşet verici şeylerden bahsediyoruz Deniz Poyraz cinayetinden. Burada ilk konuşması gereken en yetkili kişi olan Erdoğan’dan 48 saat sonra küçük bir açıklama geldi. “İzmir’deki provokatif saldırıyı en şiddetli şekilde kınadık, kınıyoruz, benzerlerini de kınayacağız” dedi ki “tüm ilişkiler ortaya çıkarılacak ve en ağır cezayı alacağına inanıyoruz” dedi ama bunu 48 saat sonra söyledi ve üstelik inandırıcı gelmiyor.
ÖÖ: HDP kelimesini kullanmadı burada, ikisi de Süleyman Soylu da Cumhurbaşkanı Erdoğan da.
ÖM: Evet Süleyman Soylu zaten hiçbir açıklama yapmadı asıl açıklama yapması gereken.
AB: Evet açıklaması yok onun değil mi?
ÖM: Evet yok, birkaç olay var, “Türkiye’nin dengesini değiştirmeye çalışanlar bilsinler ki hayal kırıklığıyla karşı karşıya kalacaklardır” diye son derece soyut bir açıklama ve “ellerim patlayıncaya kadar sizi alkışlamak isterim” diyor polislerin bakım ve yardım sandığında Polsan’da. Oysa mesela kadınlar İstanbul Sözleşmesi için alanlara çıktığı zaman “tüm şarkıları Deniz Poyraz için söylüyoruz” diye söylüyorlar mitingde ve yapıyorlar bunu. İşte Selahattin Demirtaş da Edirne cezaevinden şöyle bir Twitter hesabından yayınlanan başsağlığı mesajında “alçakça katledilen Deniz arkadaşımıza Allahtan rahmet, ailemize ve halkımıza baş sağlığı diliyorum. Acımız çok büyük ama direncimiz ve umudumuz da çok büyük. Failleri tanıyoruz, amaçlarını biliyoruz, o halde öfkeye yenilmeyecek ve demokratik mücadelemizden, barış arayışımızdan asla vazgeçmeyeceğiz” diyor. Provokasyonların önüne geçmenin yolu demokrasi mücadelesini ve dayanışmayı büyütmektir. Tüm bu alçaklıkların hukuk önünde hesabının sorulacağı barış toplumunu ve özgür yarınları hep birlikte sağlayacağız. Hepimizin başı sağ olsun!” diyor. Öte yandan işte Mardinli kadınlar katledilen Deniz Poyraz’ın Ömerli’deki köyüne yürüyorlar. Batman’da ise yapılmak istenen basın açıklamasına polis müdahale ediyor, çok sayıda gözaltı var. Şimdi sorunlardan bir tanesini çok net olarak dile getirmiş siz de muhalefet ağırlıklı olarak söylediniz. Yani Gökçer Tahincioğlu diyor ki “Deniz Poyraz’ın soğukkanlı katili Onur Gencer ‘içimi soğuttum, beni serbest bırakın!’ diye konuşmuş. Emniyette de, adliyede de pişmanlık belirtmemiş, aynı beyanı tekrarlamış. “İçimi soğuttum, beni serbest bırakın” diyen, serbest bırakılması gerektiğine inanıyordu. Deniz Poyraz’ı öldürdükten dakikalar sonra hırsla yeniden kurşun sıktığını, saldırdığını da rahatlıkla anlatıyor. “Zalimlerden uzak durun” demiş yazıda Gökçer Tahincioğlu T24’te ve mesela nasıl ruhsat aldığı? “Bir kere sıradan biri değil” diyor “ancak belli ki tek kişilik eylem, psikolojisi bozuk bir kişinin kişisel eylemi, örgüsü birçok kesim tarafından satın alınmak isteniyor. İkincisi o kadar basit değil; nasıl ruhsat aldığı, silahlı fotoğraflarına rağmen nasıl yakalanmadığı, polislerin gözünün önünde nasıl aylarca keşif yaptığı, olay öncesinde kimlerden destek ve yardım aldığı, Suriye’ye gidecek sağlık ekibinde nasıl yer bulduğu, o fotoğraflara rağmen hakkında neden işlem yapılmadığı, kaldığı otellerin paralarını nasıl ödediği, silah parasını nereden edindiği? Hepsi yanıt bekliyor” diyor ve 24 saat bile gözaltında kalmadan tutuklandı, bir sürü yanıt bekleyen soru var. Gazete Duvar’da 20 adet soruda, 20. soru da şu “katili yakalayan polislerin yakınlık gösterdikleri videoları polis niye basına servis etti?” diyor. “Adın neydi abicim?” diye de soran polislerden bahsediliyor. Bu durumda muhalefetin de çok daha atak hareket etmesi gerektiği konusunda şüphesiz sizin de söylediklerinize katılmamak mümkün değil. Ben de bunu konuştum, bitireyim.
AB: Valla bu ülke bir kan gölü cumhuriyetidir, bu programlarda da 20 yıl boyunca sayısız katliamlar konuştuk, Deniz Poyraz en son katliam. Deniz Poyraz’ı öldüren tipolojinin binlercesi dolaşıyor. Boşuna anlatmadık yeni derin devleti, Sadat’ı vs., içimizdeki IŞİD’i. Hizbullah’ın yakalanan adamları serbest bırakıldı bu ülkede, ellerini kollarını sallayarak Suriye ‘ye gitmiş oldukları yazıldı, geçmişte çok kez konuşmuştuk, kaç yıl önceydi hatırlamıyorum. Etkin ve reaksiyoner muhalefeti örgütlenmeden, demokrasi cephesini oluşturmadan çıkış yok. Bununun altını çizelim, bitirelim.
ÖM: Bitirelim, çok teşekkür ederiz.
AB: Hoşça kalın!
ÖM: Görüşmek üzere.
ÖÖ: Görüşmek üzere.