Korona Günleri’nde Selim Badur, pandemiden sonra tüm dünya ülkelerinde enflasyonun başgöstereceği uyarılarını aktarırken, Londra’da yapılan ve aşıların ‘gerçek’ fiyatlarının hesaplandığı çalışmayı da paylaştı.
(14 Haziran 2021 tarihinde Açık Radyo’da Korona Günleri programında yayınlanmıştır.)
Ömer Madra: Günaydın Selim Badur, merhabalar!
Selim Badur: Günaydın, günaydın Özdeş, Feryal.
Özdeş Özbay: Günaydın!
SB: Herkese iyi haftalar! Kapalı bir İstanbul sabahında öncelikle bir haftadan beri COVID-19 olgularının ortalama sayısının günlük 383.019 kadar olduğunu söyleyelim. 800 binlerden, 400 binlere gelinmiş durumda ve bunların büyük çoğunluğu da Hindistan gibi, bazı Latin Amerika ülkeleri gibi ülkelerden listeye eklenmekte. Kısa bir iki haber, örneğin Sudan’dan, Sudan’da Mo-ibrahim Vakfı diye bir vakıf var, bu vakfın bir raporu yayınlandı; buna göre: 20 yıldır fakirlik sınırı çok aşıldı, şiddet ve karışıklıklar çok arttı, okula gidemeyen yaklaşık 1 milyon çocuk var ve bütün bu olumsuzluklar COVID-19 pandemisi döneminde daha da ivme kazandı ama yine de bu ülkede COVID-19 öncelikli bir sağlık sorunu değil; çünkü Sudan özellikle Ebola ve HIV ile mücadele ediyor yani biraz önce sizin G7 zirvesinde yaşananlar, o görkemli yemekler ve o tablo ama dünyanın bir tarafında da Sudan’da da insanlar çok zor durumdalar. Başka ülkelerden haberlere baktığımızda Brezilya’da Butantan Enstitüsü, ki bu kuruluş hem aşı çalışmalarını yapan ülkenin önemli bir sağlık kuruluşu, bir araştırma kuruluşu ama aynı zamanda aşı da üretiyorlar kendileri. Bu kuruluşun bulunduğu 45 bin nüfuslu Sao Paolo isimli bir yerleşim birimi var, o yerleşim birimi herhalde enstitüye yakın olduğu, oturdukları için oradaki herkes aşılanmış. Garip bir şekilde belki de dünyada ilk yerleşim biriminin tamamı nüfusunun aşılanan.
ÖM: Bu Sao Paolo şehri değil herhalde değil mi?
SB: Değil hayır hayır.
ÖM: Brezilya’nın ikinci büyük şehrinden bahsediyoruz, o değil herhalde?
SB: Değil, küçük bir yerleşim birimi. Avrupa’da neler oluyor? Örneğin Avrupa’da spor salonları açıldı, örneğin Belçika’da kafeler açıldı ama bütün bu önlemler alınırken, bu açılmalar yapılırken önlemler yavaş yavaş serbest bırakılıp gevşetilirken el altından da bazı ülkelerde sayılar artıyor ama bu dillendirilmemeye başlıyor. Bu benim aylar önce düşündüğüm ve korktuğum bir şeydi. Hani bir süre sonra ortaya çıkan ölümlerden ya da olgulardan pek bahsedilmeyecek mi acaba? Normal mi diye değerlendirilecek? Bundan korkuyorum çünkü Portekiz’de örneğin işler yolunda gidiyordu, turizmi açtılar, ihtiyaçları var, büyük gelir kaynağı bu ülke için. Ancak sayılar son hafta içinde artmaya başladı ama açıklama var resmi bir şekilde, hiçbir zaman kapanma ve kısıtlamaların kararında geri dönmeyeceğiz diye. Yani sayı artsa bile biz turizm sezonuna girdik ya da Portekiz giriyor, bu nedenle çok fazla kısıtlama olmayacaktır hem gelen turistler açısından hem de açılacak tesisler açısından diye bir açıklama var. Benzer bir durum İngiltere’de bildirildi, bu arada çeşitli ülkelerde böyle birtakım odaklar saptanıyor, örneğin Fransa’da Strazburg’daki güzel sanatlar okulunda yeni bir varyant olan delta varyantı yani Hindistan’dan köken alan bu yeni varyant. Bunun rol oynadığı küçük bir salgın saptandı. Bu güzel sanatlar okulunun civarındaki ne kadar bar, kafe, restoran, öğrenci lokali varsa bu mekanlarda bulunanları, hepsi toplam 2600 kişiymiş, bunların hepsi aşılanıyorlar ve yakından takip ediliyorlar.
Tabii yoksul ülkelerin sorunları ile varsıl ülkelerin sorunları biraz farklı. Örneğin biraz önce Sudan’dan bahsettim, Abidjin var Fildişi Sahili’nden bir haber, burada 13 aydır maaşlarını alamayan 4 bin 166 sağlık çalışanı doktor, hemşire, teknisyen, bunlar greve gitmişler aldıkları maaş da aylık ortalama 137 euro ama 13 aydır maaş alamıyorlarmış.
Bütün bunlar olup biterken biraz hani G7 zirvesi bitti evet ama orada konuşanlara bakalım, neler olduğuna. Şimdi bir kere sağlık açısından baktığımız zaman toplantı garip bir tablo çizdi. Çünkü birçok protestocu kumlar üzerinde sahilde kamp yapıyorlardı, gazeteciler benzer bir durumdaydı ve gazetecilerin hepsi maske takıp her 24 saatte bir mutlaka test yapılıyor, yani 24 saatte test yapılamayan gazeteci görevini yapmıyor. Böyle bir kısıtlama vardı. Üstelik de G7 yöneticilerinin bulunduğu otelin hemen yanındaki St. Yves otelinde hem bu otelde kalanlarda hem de güvenliği sağlamak için aslında denizde bir gemide yatıp kalkan polisler varmış. Hem polisler arasında hem bu G7 zirvesindeki yöneticilerin kaldığı otelin yakınındaki St. Yves otelinde salgın olmuş küçük çaplı, yani olgular bildirilmiş. Tabii bunlar değişik ve şimdiye alışılmışın dışında bir tablo ortaya çıkarttı. Peki neyi konuştular COVID-19’la ilgili? Tabii G7 zirvesi diyoruz ama bunun içinde hepsi aynı başarıyı sağlamadılar. Örneğin Japonya G7’lerin içinde ama Japonya kendisi daha aşı kampanyasını doğru dürüst götüremiyor ama çok konuşuldu G7 zirvesinde. Özellikle neler konuşuldu? Bir kere her şeyden önce bu toplantı sırasında UNITAID başkanı Marisol Touraine bir konuşma yapıyor ve “sağlık güvencesi dünyanın her yerine yayılmadan sağlanmış sayılamaz” deyip evet G7 zirvesine katılan yöneticiler masanın etrafında böyle hafif gülümsüyorlar, sanki işler yolunda gibi, işler yoluna girdi ya da yolunda gidiyor gibi ama güneydeki ülkelerde yani oksijen yetersizliğinden insanların ölmesi, hastanelerin dolması filan. Bütün bunları dile getiriyor Marisol Touraine ve bu kuruluş yani başında olduğu UNITAD kuruluşu yoksul ülkelere aşı dışındaki test ve ilaç dağıtımı yapan bir kuruluş. 65 milyon oto-test dağıtmış örneğin ki gelişmekte olan ülkelerde bu oto-testlerin yani kendi kendilerine evde yapılan hızlı testlerin gereksinim miktarı 900 milyon ama sadece 65 milyon dağıtılmış. Tabii konuşuldu bu Boris Johnson’ın 2022 yılında G7’nin 2022 sonuna dek gelişmekte olan ülkelere 1 milyar doz aşı temini vaadi. Bunun altına Emmanuel Macron Fransız Başkanı da çizdi ve baktığımız zaman bu patentlerin kaldırılması konusu konuşuldu. Buna daha ayrıntılı bakmak lazım ama Avrupa Parlamentosu 355 evet oyuna karşılık 363 hayır oyu ile sonlanan bir oylama ile 10 Haziran’da patentlerin kaldırılması önerisini kabul etti. Ancak bu konu hani ayrı bir programda tartışılacak kadar kapsamlı bir konu. Bunun ne kadar gerçekçi olduğu herhalde bize zaman gösterecek. Şimdi farklı ülkelerdeki duruma baktığımızda özellikle Hindistan’da işte 1 günde 91,700 yeni oldu, 3403 ölüm olduğunu görüyoruz. Yine Hindistan’daki bu durumun nedenlerini tartıştı yetkililer ve neler yapılması gerektiğini yani yurtdışından Hindistan’a ki Hindistan aslında kendisi bir aşı üreticisi olduğu halde bu aşıların saklanması, dağıtımı konusunda sıkıntılar çekiyor. Aynı zamanda birçok alet-edevat, araç-gereç, oksijen, oksijen tüpü, vantilatör gibi aletlerin olmadığı ve bu nedenle batının yardımına ihtiyaç olduğu söyleniyor. Japonya’nın durumu tartışıldı ve Japonya’nın durumunda neden Japonya’daki aşılama bu kadar ağır, bu kadar aksak ilerliyor diye. Bunlar tartışıldı, bu arada bütün bunlar G7 zirvesinde konuşulurken önemli bir nokta, Birgün gazetesinde arkadaşımız Ümit Kartoğlu’nun bir yazısı var ‘Neden Vietnam başarılı oldu?’ diye. İşte ‘Vietnam acaba bu tip ülkelerde gerçekleri yansıtıyor mu resmi rakamlar?’ diye hep sorulur. Ümit Vietnam’daki kendi çalıştığı döneme ait deneyimlerini anlatmış ve diyor ki “23 Ocak 2020’den itibaren Vietnam 1 yılı yani 2020 yılını 1465 olgu ve 35 ölümle kapattı. Son ölüm Vietnam’da 4 Eylül’de rapor edilmişti. Aşılama oranı çok yüksek değil, başarıları tamamen olguların tespit edilmesi, kaynağının araştırılıp bulunması; vakaların izolasyonu, temaslıların bulunup karantinaya alınması. Bu sistemi çok iyi yürüttü Vietnam” diye ve oradaki hekimlerle yapılan röportajda “peki herkes gerçeği söylüyor mu?” diye. Bu konuda bir toplumsal sorumluluğu var Vietnam insanının diye açıklama yapılmış. Vietnam’a ait böyle bir bilgiyi aktarayım.
ÖM: Ben bir ufak ekleme yapayım izninizle burada, Guardian’da kapsamlı bir analiz çıktı Rebecca Redclif imzalı ve özellikle güneydoğu Asya’da Vietnam da dahil, Vietnam deyince siz aklıma geldi, bu batı için malzeme üreten, eşya üreten yani emtia üreten bir fabrika işçilerinin ağır şekilde güney Asya’da yeniden yükselen virüsün ağırlığını çektiklerine dair şey yapmışlar. Vietnam’da yükselmeye tekrar başladığını söylüyor haberde. Yani Mayıs’ın başından beri 3 katına çıkmış vakalar, 10 bine çıkmış ve özellikle de bu fabrikalarda. Çünkü bütün batıya üreten fabrikalarda ama Malezya’da daha başka ülkelerden de bahsediyor. Kamboçya mesela en çok aşılayan ülke, %14’ünü aşılamış nüfusunun ama Çin’le ilişkileri iyi olduğu için filan deniyor ama durum çok vahim şeyler anlatıyorlar yani işçilerin durumuyla ilgili Malezya, Vietnam ve Kamboçya’da.
SB: Evet, sayısal değerlere bakmak lazım, çünkü herkes gerçekten kendi politik bakış açısından değerlendiriyor gördüklerini ülkelerde. Bir şey diyemeyeceğim. Bilimsel çalışmalara baktığımız zaman daha doğrusu şöyle bir yazı vardı en fazla sağlık harcaması yapan ülke en iyi bu COVID-19 sürecini yöneten ülke değildir diye ama o zaman işin ekonomisine biraz baktığımız zaman son yıllarda İngiltere’de sizin tedarik zinciri dediğinizle bağlantılı olarak bu haberi okumak istedim. Özellikle İngiltere’de bir nakliye şirketleri herhalde sendikası var, işverenler sendikası onun direktörü varmış Peter Vielson kendisi diyor ki “bir konteynerin Çin’den Avrupa’ya gidiş gelişi yaklaşık 1800 dolar idi pandemi öncesi ama şimdi 10 bin dolara yaklaştı fiyatı.” Biz her ne kadar yöneticiler bir olumlu hava estirmeye çalışıyorlarsa sadece bu gıda olsun, diğer ürünlerin tedarik zincirlerindeki sorun nedeniyle önümüzdeki aylarda dünyada ciddi bir enflasyon yaşanacağını vurguluyor ve buna da bazı örnekler vermiş, örneğin bakırın tonu tarihi bir rekor kırarak 10.200 dolar olmuş, petrol fiyatı ikiye katlanmış, demir, tahta, alüminyum fiyatlarında inanılmaz artışlar olmuş. Daha bunlar gerçek hayata yansımadı ve bu nedenle bu ekonomideki bir pembe bir tablo pek gerçek çıkmayacak diye bir uyarıda bulunuyor. Şimdi bu sırada biz bu işin ekonomi yönünü birazcık aşılar konusuna bakalım, ne kazanıyor bu aşı firmaları bu olup bitenden? Pfizer firması geçen yıla oranla kazancını %44 arttırarak bu yılın sonunda 26 milyar dolar bir kazanç sağlamış oluyor yapılan hesaplamalara göre COVID-19 nedeniyle. Moderna için bu rakam 18,4 milyar dolar. Bu parasal değerlerden bahsedilirken ilginç bir şey oldu Fransa’da, Francois Ruffen bir parlamenter bunun bir açıklaması oldu, aslında açıklamaya dayandırdığı yazı Aralık 2020’nin sonunda yani 2021 başında Vaccines dergisinde çıkan ve Emperial College London’da İngiltere’deki bu kolejdeki çalışanların bir yazısı Zoltan Kis ve arkadaşları, yazıyı da buldum, atlamışım. Bu yazıya dayanarak Fransız parlamenterin açıklamasında şöyle bir şey var, diyor ki bu parlamenter “bir aşının fiyatı kaç paradır?” Bunun hesaplaması var matematik modellemeyle yapılmış bu Londra’daki çalışma. Orada deniyor ki “Pfizer aşısının gerçek fiyatı 60 senttir” diyor maliyeti ama AB’ye bu aşı 24 dolara satılıyor. Hem bu fiyat ilginç, üzerinde durulması gereken bir değer hem de neden çok farklı ülkelerde inanılmaz farklı fiyatlar uygulanmakta? Bu irdelenmiş, hem Francois Ruffen’in konuşmasında hem de yazıda. Yazıya baktığımız zaman bir kere şunu kabul etmek lazım ki bu verilen 60 sentlik o düşük fiyat buna tabii farklı birtakım giderlerin eklenmesi doğal. Yani bu araştırma-geliştirmeye ayrılan para eğer ayrıldıysa. Aynı zamanda örneğin bu faz1, faz2, faz3 çalışmalarındaki giderler. Şimdi bu önemli mi diyeceksiniz ne gideri? Evet, örneğin Pfizer’in faz3 çalışmasına 45 bin kadar kişi katıldı ve o kişilerde yapılan testler, işte sigortalarla falan her bir denek için 7000 dolar ayrılması lazımmış. Aynı zamanda aşının dağıtımı, bütün bu ambalajlanması, enjektörü filan olunca tabii bütün bunlar ekleniyor fiyata ama yine de 60 sentten 20 küsur dolara çıkması tuhaf.
ÖM: Yani çok çok kat fazlası!
SB: Evet yani fiyatları da farklı, örneğin Afrika’ya Covacs üzerinden 5.5 euroya satılan aşı İsrail’e 23 euroya satılıyor aynı aşı, AB’ye 19,5 euroya satılıyor. Bütün bunlar aslında sorgulanması gereken ve tamamen bu ilaç endüstrisinin kontrolünde, denetiminde ya da onların isteği doğrultusunda ilerleyen bir süreç diye tanımlanmakta. Bu önemli bir konu, doğrusunu isterseniz çok fazla bu konuda yayın yok, onun için bu Vaccines dergisinde Zoltan Kis ve arkadaşlarının çalışmasını irdelemekte, onu ayrıntılı bir şekilde konuşmakta yarar var. Çünkü ilaç firmaları acaba “bu araştırma ve geliştirmeye ayırdığımız para nedeniyle inovasyon yaklaşımını öldürürsünüz eğer patentleri kaldırırsanız” diyor ama acaba kendileri mi buldular bu buluşları, kendilerinin çalışması mı hayata geçirdi? Bu konuda soru işaretleri var, örneğin Pfizer ve BioNTech bu MRNA aşısı teknolojisine 2005 yılında Pensilvanya Üniversitesi’nde geliştirilen yöntemi satın alarak sahip olmuşlar. Her biri her iki laboratuvar da Biontech ve Moderna da 75 milyon dolara satın almışlar bu patenti. Daha sonra kendileri neyi eklemişler? Bu ayrıntıyı vereyim, hani hiçbir şey yapmadılar deyip, eldeki bu S proteini denilen o virüsün dışa doğru uzantıları olan çıkıntının aşıda kullanımı için bu molekülün parçalanmaması, işte çabuk dağılmamasını sağlamak lazım. Bunun için bu spike proteinin amino asit dizisi içine yeni bir amino asit ekliyorlar prolin, bu prolini ekledikleri zaman molekül dağılmıyor, bozulmuyor, kalıcı oluyor, daha stabl oluyor. Böylelikle de daha güçlü ve daha uzun süreli antikor üretiyor. Örneğin bunu yapmış ilaç firmaları ama sonuçta yapılan çalışmalar hani herhalde daha fazla araştırma, inceleme gerektiriyor. Nasıl oluyor da ilaç firmaları bu fiyat politikasını uygulayabiliyorlar?
ÖM: Evet yani bedava dağıtılması istenirken yani elbette çok zamandır konuştuğumuz bir şey, kırk katına yakın bir fiyat farklılaşması olması gerçekten skandal niteliğinde sayılabilir bence.
SB: Evet öyle ve hem bu patentlerin, patent yasasının ya da patent haklarının askıya alınması, bunu Biden dile getirdi, Avrupa Parlamentosu biraz önce değinmeye çalıştım, işte oylamada buna yeşil ışık yaktı, G7 zirvesinde konuşuluyor filan. Bunun hayata geçeceğini hani sadece bu pandemi döneminde büyük firmaların bu haklarından vazgeçeceklerini hiç düşünmediğimi söylemiştim.
ÖÖ: Zaten G7’de de böyle bir karar alınmadı.
SB: Alınmadı hayır ama en azından konuşuldu ama…
ÖÖ: Konuşuldu ama durdu kenarda sonra.
SB: Evet bu sürüncemeye bırakılacak gibi geliyor bana. Umarım haksız çıkartır beni geçen zaman. Bir de gıdayla ilgili çalışmalar var. İngiltere’de yapılan hesaplamalara 8,4 milyon Birleşik Krallık yurttaşı besin fakirliği konumuna düşmüş. Buradan besinler ve beslenmeyle ilgili bu sürecin ilişkisine bakan bir iki yazı var. Bunlardan bir tanesi, bu konu birçok Açık Radyo dinleyicisini ilgilendirecektir herhalde, acaba bu hayvansal gıdalar konusunu bir de bu açıdan değerlendirmemiz lazım diye düşünüyorlar ve yazıda bir liste yapılmış işte 1980’lerde İngiltere’de çıkan deli dana hastalığından 1997’deki H5N1 salgınına, 2009’daki H1N1 ve içinde yaşadığımız pandemiye kadar bütün bunların kökeninin hayvanlar olduğu ve acaba bitki temelli bir beslenmenin, diyetin birçok sorunu çözüp çözmeyeceği tartışılmaya başlandı. Clinical Translation Allergy dergisinde bir yazı çıktı ilk isim Jean Bousquet, içinde İsviçre’deki bir alerji enstitüsünün direktörü olan bir Türkiye vatandaşı Cezmi Akdiş de var. Bu kişiler farklı ülkelerdeki beslenme alışkanlıklarına bakmışlar ve bazı ülkelerde olgu sayısı çok olduğu halde ölümlerin daha az, göreceli olarak daha az olmasını ki işte Baltık ülkeleri, Çek Cumhuriyeti, Finlandiya, Norveç, Polonya, Slovakya, Almanya gibi ülkeler var ve farklı diyet kullananlarda acaba farklı bir seyir mi gösteriyor hastalık? İlginçtir özellikle Türkiye bölümünde yazının lahana kullanımına değinilmiş, lahana ve Bulgaristan ve Yunanistan’la beraber Türkiye’de fermante süt ürünleri kullanımının önemine dikkat çekilmiş. Bunların kullanılması bilimsel olarak açıklaması da var, bu ürünlerin Sars-Cov-2’nin tutunduğu ACE2 reseptörünün ekspresyonunu azalttığı saptanmış. Yani sizin reseptörünüz daha az oluşuyormuş bu tür beslenme sonucunda, reseptör az olunca daha az virüs hücreye girebiliyor. Bu önemli bir nokta. Bu konuda gerçekten 2019 COVID-19 pandemisi ile beslenme arasındaki ilişkiyi irdeleyen farklı yazılar çıkmaya başladı. Bir diğer yazıda Renata Silverio ve arkadaşlarının bir yazısı, onlar da beslenme ile özellikle kötü beslenme ve hayvansal gıda ile beslenmenin obeziteyle birlikte insanları COVID-19’a nasıl daha duyarlı kıldığını irdelemişler. Bunlar önemli yazılar. Antikorlar konusu artık haftaya kaldı çünkü vaktim kalmadı biliyorum ama önemli bir çalışma, bu gerçekten heyecan verici bir çalışma, Nature Medicine’de yayınlandı, Oren Milman ve arkadaşları yayınlamışlar. Kitlesel aşılamayla toplumlardaki olgu sayıları azalmakta belki diyorlar ama bu kişiler ABD’de inceledikleri bölgelerde ve İsrail’de olduğu gibi, aşılamanın yüksek olduğu yörelerde aşılanmayan 16 yaşından küçüklerdeki olgu sayısına bakmışlar. Tamamen bu toplumsal bağışıklık yani herd immünite dediğimiz aşılanmanın artmasıyla aşılanmayanların da dolaylı yoldan konusunu çok net olarak ortaya koymuşlar. 177 bölgede gerçekten, aşılama oranının yüksek olduğu bölgelerde aşılanmayan insanlarda enfeksiyon sayısının nasıl azaldığı, nasıl düştüğünü gösteriyorlar. Bu önemli bir çalışma.
ÖM: Ben bir de bitirirken şeyi sormak istedim, Türkiye ile ilgili vefat sayısının 53 ve vaka sayısının da 5 bin yani düşmesi üzerine Sağlık Bakanı Fahrettin Koca “bir kez daha gördük zaferi yolu kararlı yürüyenler kazanır” demiş. Salgının yenileceği günün çok yakın olduğunu söylemiş, bu ifade kullanmış. Bunu gerçi perşembe günü Salgınlar Çağı’nda Osman Elbek ve Kayıhan Pala ile konuşacağız ama siz ne diyorsunuz bir cümleyle?
SB: Yani gerçekten Türkiye’de olup bitenleri, yaşananları, doğruları, yanlışları perşembe sabahına bıraktık, biz böyle bir konsensüs vardık ama valla kimin haklı olduğunu zaman gösterecek diyorum çünkü şimdiye kadar bu açıklamalar genellikle gerçeklerle örtüşmüyordu. Umarım dilerim örtüşür ama biz bunu zaman gösterecek, bilimsel verilere bakmak lazım yoksa ‘biz yaptık oldu, her şey iyi gidiyor’ demekle olmuyor bu işler.
ÖÖ: Bir de tabii iklim, sağlık, spor bunların hepsini militarist zafer, savaşla bir tutmakta zaten mantalite sorunu herhalde? Bu arada biz sizinle…
ÖM: Bir kez daha gördük zaferi, yolu kararlı yürüyenler kazanır!
SB: Evet demek ki bir kararlılık var ki benim fark etmediğim bir kararlılık sergiliyormuş demek ki sağlık bakanı.
ÖÖ: Selim Bey iki hafta kadar önce bu hibrit aşılama meselesine bir ara değinelim mi diyorduk.
SB: Evet.
ÖÖ: Şu anda Sağlık Bakanı Fahrettin Koca da böyle bir yönteme geçilebileceğinden bahsetmiş. İsterseniz bir ara bundan bahsedebiliriz.
SB: Tabii evet önümüzdeki pazartesi belki bu aşıların çünkü çeşitli toplantılarda tartışılan konular, tek doz aşı yeterli mi, aşıların arası nasıl olmalı, hibrit aşı mı olmalı ve en önemlisi belki de 3.doz aşı gerekecek mi gerekmeyecek mi?
ÖÖ: Evet.
SB: Bu konular evet tartışılıyor, tartışılmakta. Tabii Türkiye’de bu konular tartışılırken bahsettiğim, değindiğim aşılarla ilgili ayrıntılı noktalar ya da Özdeş senin sorduğun soru ama bir yandan da örneğin hafta sonu bununla bitirmeme izin verin, bir video dolaştı sosyal medyada. İşte bir Türk bilim kadını denilmiş ve kendisi aşıların ne kadar zararlı olduğunu anlatıyor. Bir yandan da bu tarz bir bilimsel temeli olmayan açıklamalar da var. İşte kendisi NASA’da çalışıyormuş, ödülleri varmış, ödüllere baktım, aldığı ödülleri dağıtan kuruluş 2010 yılından önce dağıttığı ödüllerde yaptığı yolsuzluklar nedeniyle kapatılmış. Böyle garip garip şeşler oluyor, bunları tabii çok irdelemeden bir sosyal medyadaki mesaj üzerinden genelleme yapıp, inanıp, ‘vay bu da böyleymiş!’ demek doğru değil yani. İlaç ve aşı üreticilerinin ne yaptıklarını, neyi nasıl yaptıklarını burada tartışıyoruz ama kalkıp bu aşının zararlı olduğu, aslında COVID-19 diye bir salgının olmadığını söylemek de bu da çok yani bilimsel değil demeyeceğim, bu akıl sağlığıyla bana kalırsa pek bağdaşan bir yaklaşım değil.
ÖM: Çok teşekkür ederiz.
SB: İyi yayınlar efendim, iyi haftalar.
ÖÖ: Görüşmek üzere.
SB: Sağ olun, teşekkürler.