Ufuk Turu’nda Ahmet İnsel, Güney Kıbrıs’ta düzenlenen seçimlerin yanı sıra İtalya’da yükselen sağa ve Sedat Peker’in açıklamalarına değindi.
Ahmet İnsel, bu hafta Ufuk Turu’na 30 Mayıs Pazar günü Güney Kıbrıs'ta yapılan parlamento seçimlerini gündemine alarak başladı. Parlamento seçimlerinden sonra meclis başkanını seçen parlamentodaki çoğunluğun, daha sonra cumhurbaşkanı adayını da belirleyecek olması sebebiyle parlamento seçimlerinin cumhurbaşkanlığı seçimleri bakımından da bir öngörü sunduğunu aktardı.
Güney Kıbrıs’ta öne çıkan üç ana parti olan Demokratik Seferberlik Partisi (DİSİ), Emekçi Halkın İlerici Partisi (AKEL), ve Demokratik Parti (DİKO)’nin bu seçimlerde oy oranı olarak üçer puan kaybettiğini, şimdiki Cumhurbaşkanının partisi olan Demokratik Seferberlik Partisi (DİSİ)’nin %27 oy oranıyla en yüksek oy oranına ulaştığını ve 17 milletvekiline sahip olacağını, Emekçi Halkın İlerici Partisi (AKEL)’in de oylarının %25’ten %22’lere düştüğünü ve 15 milletvekiline sahip olacağını, daha milliyetçi sağ parti olan Demokratik Parti (DİKO)’nin de %11 oy oranıyla 9 milletvekili çıkardığını, Demokratik Parti’den ayrılan bir grubun oluşturduğu Demokratik Cephe’nin de oyların %6’sını aldığını aktardı. Diğer taraftan Sosyal Demokrasi Hareketi (EDEK) ile aşırı sağ Ulusal Halk Cephesi (ELAM) yakın oy oranları ile 4’er milletvekili çıkardığını, sağcı ve milliyetçi bir parti olmasıyla Avrupa'daki benzer siyasi çizgideki partilere bir istisna teşkil eden Kıbrıs Yeşiller Partisi’nin de oyların %4,4’ünü alarak 3 milletvekili çıkardığını aktardı. Seçimlere katılım oranın %64 olduğunu, geçen seçimlere oranla katılımın düştüğünü, oy vermenin kolay olduğu küçük bir ülke olması bakımından ve pandeminin katılıma olumsuz etki etmemesi adına yaşlı seçmenlere sandıkların götürülmesi gibi uygulamaların ardından bu oranın düşük olduğunu aktardı İnsel.
Bu seçim sonuçlarının Kuzey Kıbrıs tarafı açısından ve Kıbrıs'ta çözüm açısından pek bir şey vaat etmediğini; çünkü federal çözümü öneren Emekçi Halkın İlerici Partisi (AKEL), kısmen Demokratik Seferberlik Partisi (DİSİ) ve Sosyal Demokrasi Hareketi (EDEK)’nin samimi bir federal çözüm taraftarı olmadıklarını çeşitli vesilelerle gösterdiklerini, kaldı ki bu çözüme Türkiye'nin artık sıcak bakmadığını ve artık Türkiye’nin daha bağımsız konfederal bir yapı talep ettiğini ifade etti.
İnsel durumu, “’Çözümsüzlük en iyi çözümdür’ anlayışının Güneyde de giderek yerleştiğini görüyoruz, bu belki de Rauf Denktaş’ın postmortem [ölüm sonrası] zaferi olarak ele alınabilir” diyerek ifade etti. Kıbrıs’ta bir diğer gündem olarak; KKTC’nin, Ercan Havaalanına İngiltere’den doğrudan uçuşlara İngiltere’nin izin vermesi yönündeki umutlarının da suya düştüğünü, İngiltere’nin bu taleplere olumsuz yanıt verdiğini aktardı. Diğer taraftan pandemi nedeniyle kapanan Kuzey ve Güney arasındaki kapıların bu hafta açılmasının gündemde olduğunu aktardıktan sonra, Sedat Peker’in gündeme getirdiği Kutlu Adalı cinayetinin de gündemi meşgul ettiğini bildirdi. Türkiye’den farklı olarak ortaya çıkan yeni deliller ışığında mecliste bir araştırma komisyonu kurulması taleplerinin söz konusu olduğunu aktardıktan sonra “Türkiye tarafında MHP ve AKP hükümetinin bariz, açık, tamamen ayan beyan olmuş yolsuzluk, kanunsuzluk konularında meclis araştırma komisyonu önergelerini fütursuz biçimde reddederken KKTC’de Kutlu Adalı cinayeti ile meclis soruşturması açılması ‘Yavru Vatan’ın Türkiye’den hala birçok bakımdan, demokrasi açısından da daha ilerde olduğunun bir göstergesi olacak” dedi.
Ufuk Turu’nda bu hafta bir diğer gündem ise, İtalya’da mayıs ayında yapılan kamuoyu yoklamalarıydı. İtalya’nın neofaşist partisi İtalya’nın Kardeşleri’nin kamuoyu yoklamasına katılanların %20’si tarafında bir sonraki seçimlerde oy verecekleri parti olarak seçildiğini aktardı. İtalya’nın Kardeşleri’nin Mussolini yönetimini kutsayan otantik bir neofaşist yapısı olması, önde gelen liderlerinden bir tanesinin Mussolini'nin torunu olması ve bu haliyle %20 oy olma potansiyeli barındırmasının dehşet verici düzeyde ürkütücü olduğunu ifade etti. İnsel durumun önemini “İtalya’daki gelişmeler Avrupa'daki diğer ülkelerde ortaya çıkacak gelişmelerin öncülüdür. Berlusconi’nin 1990’larda ortaya çıkışı; Avrupa’da bir dizi benzer iş adamı, milyarder siyasetçinin siyasette ön plana gelmesinin ve otoriter, milliyetçi devlet kurumlarına karşı benmerkezci iktidar anlayışının öncüsü oldu ve onun benzerlerinin izini Donald Trump’a kadar sürebiliriz” diyerek ifade etti ve “Bu ulusal otoriter kapitalizm dediğimiz olgusunun üzerinde dikkatle durmak gerekiyor. Bu geçici, dönemsel bir olgu değil” diyerek konunun önemini vurguladı. Bu ulusal otoriter kapitalizmin, kapitalizmin mekanizmalarını neoliberal anlayışa yakın bir biçimde çalıştırması, bir kişinin şahsında parti ve devlet bütünleşmesi, kuvvetler ayrılığının bu biçimde yürürlükten kaldırılması ve ciddi bir karar merkezi yoğunlaşması gibi özelliklerinin olduğunu ve bunun etkin karar alma mekanizmalarına çok ciddi zarar verdiğini aktardı. “Erdoğan etkin, hızlı karar alma adında Başkanlık sistemiyle bunu sunduğunda, tam tersine etkin karar alamama durumunu gündeme getirdi” dedi. Bu merkezi karar sisteminin, yerelin etkinliğini yok ettiğini ve kararların yavaş çıkması pahasına yanlış çıkmasının önlenmesi ilkesini de yok saydığını aktardı. Bunun bir diğer sonucunun da iktisadi krizlerin siyasi krizlere yol açmasından çok siyasi krizlerin iktisadi krizlere yol açmaya başlaması olduğu aktarıldı. Bu rejimin bir diğer sonucunun, demokratik olmayan otoriter devlet kurumlarının kendileri açısından meşru gördükleri çeşitli mücadelelerini, organize çeteler vasıtasıyla yürütmeye başlamaları olduğu, bunun bir görünümünün de Türkiye’de 1990’larda gözlemlendiği aktarıldı.
İnsel, gündemdeki Sedat Peker'in yaptığı açıklamaların, Türkiye'de de son zamanlara yayılan kurumsuzlaştırma/anayasasızlaştırma politikaları çerçevesinde çetelerin kamu yönetiminin bir parçası olması olgusunun bir görünümü olduğunu aktardı. Ortaya çıkan tablonun, devlet eliyle devletin kaynaklarından belli bir kesimin yararlandırılması şeklindeki ahbap çavuş kapitalizmine işaret ettiğini, bunun sadece yasal konularda gerçekleşen bir yasadışılık değil aynı zamanda yasadışı işlerden elde edilen paranın da paylaşılması şeklinde bir yapıya sahip olduğunu, bunun da çete faaliyetlerini devletin merkezine taşıdığını, bunun bazı örneklerinin küçük Orta Latin Amerika ülkelerinde, Afrika’da göründüğünü, Türkiye açısından da bu risklerin söz konusu olduğunu aktardı.
(Program özetini hazırlayan gönüllümüz Merve Avdan’a teşekkür ederiz.)