Futbol kapitalizmi sahadan attı

Çeviri
-
Aa
+
a
a
a

Geçen hafta Avrupalılar, kıtanın en büyük 15 futbol kulübünden Süper Lig kurmaya çalışan patronlara – ve finansçılarına- kırmızı kartı gösterdi. Avrupalılar ahlaki Rubicon’larını bu noktada keşfetmişken kimin neye sahip olduğu konusunu daha etraflıca düşünmenin zamanı gelmiş olabilir.

‘Oligarşi regüle mi edilmeli yoksa kaldırılmalı mı’ kritik sorusu sporun çok ötesine uzanıyor. (Fotoğraf: Clive Brunskill/Getty Images)

(Project Syndicate tarafından 27 Nisan 2021, Perşembe günü yayınlanmış, Özge Atılgan tarafından Açık Radyo için Türkçeleştirilmiştir.)

Avrupa, metalaşmanın hangi noktadan sonra tahammül edilmez hale geldiğini gösteren ahlaki Rubicon sınırını keşfetti. Avrupalıların her ne pahasına olursa olsun ötesine geçmeyi reddettikleri bu kumdaki çizgi artık çekilmiş durumda.

Kapitalizmi neredeyse infilak ettiren bankacılara boyun eğdik, onları en zayıf yurttaşlarımızın sırtından finanse ederek kurtardık. Kurumlar vergisi kaçakçılığına ve kamu varlıklarının yangından mal kaçırırcasına satılmasına göz yumduk. Kamu sağlığı ve eğitim sistemlerinin fakirleştirilmesini, işçilerin sıfır-saatlik sözleşmeler karşısındaki çaresizliğini, aşevlerini, insanların mahkeme kararıyla evlerinden atılmalarını, akıl durduran eşitsizlik seviyelerini doğal kabul ettik. Demokrasilerimizin gasp edilmesine ve Big Tech’in mahremiyetimizi elimizden almasına seyirci kaldık. Bunların hepsini hazmedebildik.

Fakat bildiğimiz futbolun sonunu getirecek bir plan mı? İşte buna asla dedik. 

Geçen hafta Avrupalılar, ‘Güzel Oyun’u çalmaya teşebbüs eden patronlara –ve onların finansçılarına – kırmızı kartı gösterdi. Muhafazakârlar, solcular ve milliyetçilerden oluşan güçlü bir koalisyon, Avrupa’nın kuzey ve güneyini birleştirerek, kıtanın en zengin futbol kulübü sahiplerinin bir Süper Lig kurma yolundaki gizli planına karşı ayağa kalktı. Kulüp sahiplerine göre –ki bunlar arasında bir Rus oligark, bir Arap kraliyet mensubu, bir Çinli perakendeciler kralı ve üç de dev Amerikan spor yatırımcısı var– bu hamle finansal açıdan gayet anlamlıydı. Ne var ki bu, Avrupa kamuoyu bakımından bardağı taşıran son damla oldu.  

Geçen sezon 32 kulüp televizyon yayın haklarından kazanılan 2 milyar avroyu (2.4 milyar dolar) paylaşarak Avrupa Şampiyonlar Lig’inde oynamaya hak kazandı. Ancak, Avrupa televizyon seyircisinin büyük çoğunlukta ilgisini çekenler bunların yarısı, yani Real Madrid ve Liverpool gibi takımlar oldu. Kulüp sahipleri de Yunanistan, İsviçre ve Slovakya gibi mütevazı takımların maçları yerine, Liverpool ve Real Madrid benzeri takımlar arasında oynanan derbilerin sayısının artması ile pastanın hatırı sayılır miktarda büyüyeceğini görmekteydiler.

Ve böylece Süper Lig planı tezgâhlandı. 2 milyar avroyu 32 kulüp arasında paylaşmak yerine, en büyük 15 takım, 4 milyar avroyu kendi aralarında bölüşme hesabını yapmıştı. Dahası, Süper Lig adı altında her yıl hep aynı kulüplerden oluşan bir kapalı işletme modeli yaratılmak suretiyle, kendi milli liglerinde nasıl bir derece aldıklarına bakılmaksızın, tüm kulüplerin daima yüz yüze oldukları muazzam finansal riski – yani bir sonraki sene Şampiyonlar Ligi’ne katılma hakkını kazanamama riski – de böylece ortadan kaldırılmış oluyordu.

Amerika Birleşik Devletleri’nde bencil bakış açısına sahip spor patronları dahi serbest-piyasa kapitalizminin rekabeti baskıladığını idrak etmiş durumda.  

Finansör bakış açısından, uzun zaman önce başlamış olan metalaşma sürecinde, geriye düşüp nal toplayanları dışlayarak kapalı bir kartel oluşturmak, bir sonraki mantıklı adım olacaktı. Öyle bir anlaşma planlandı ki, gelecekteki gelir akışları dörde katlanacak, bu akışların menkul kıymetlendirilmiş varlığa dönüştürülmesiyle de riskler ortadan kaldırılmış olacaktı. JPMorgan Chase’in Şampiyonlar Ligi’ni bırakmayı kabul eden 15 kulübün her birine 300er milyon Avro’luk bir altın teklif yaparak anlaşmayı apar topar finanse etmek istemesine şaşırmalı mıyız?

Ne var ki, Brexit efsanesinin yıllarca sürdüğü bir ortamda, bu özel kaçış planı iki günde çöküverdi. Süper Lig’in arkasındaki finansal mantık ne olursa olsun, planın komplocuları elle tutulabilir olmayan fakat karşı konması imkânsız bir gücü gözardı etmişlerdi: taraftarlar, oyuncular, antrenörler, topluluklar ve tüm toplumlarda Liverpool, Juventus, Barcelona ve tüm diğer kulüplerin gerçek sahiplerinin zengin iş adamları değil, kendilerinin olduklarına dair yaygın inancı.

Bunun geldiğini göremeyen kulüp sahiplerini kim suçlayabilir ki? Kulüplerinin hisselerini McDonald's ve Barclays’le birlikte borsada satışa çıkardıklarında onları protesto eden bir Allah’ın kulu çıkmamıştı.Taraftarlar oligarkların birkaç lider kulübe milyarlar akıtmasını ve kadrolarını dünyanın en iyi oyuncuları ile doldurarak tüm gerçek rekabeti yok etmesini yıllar yılı kıllarını kıpırdatmadan seyretmişti.

Fakat Avrupa kamuoyu, geride kalanların herhangi bir şey kazanma olasılığının sıfıra yaklaşmasına tahammül edebilirken, Süper Lig resmen bu sıfırlamayı yolun sonuna kadar götürecekti. Kârı maksimize etmek, artık Stoke City veya Atina’nın Panionios’u gibi ikincil takımların bir gün Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu kazanma ihtimalinin dahi resmen ortadan kalkması anlamına gelecekti. Her ne kadar ta uzaklardan gelen kapitalizm buna sebep olmuş olsa da, umudun tamamen ortadan kalkması, futbol oligarşisini oracıkta şapa oturtan bir kıvılcım oldu.

Öte yandan, Amerika Birleşik Devletleri’nde o bencil bakış açısına sahip spor patronları dahi serbest-piyasa kapitalizminin rekabeti baskıladığını idrak etmiş durumda. ABD Ulusal Futbol Ligi (NFL) agresif rekabetin mükemmel bir örneğidir. Ve bu sadece, süper formda olan oyuncuların servet, şöhret ve Super Bowl diye adlandırılan final maçında oynamak içinde bir şans elde etme uğruna sağlığını feda etmesinden kaynaklanmıyor. NFL rekabetçi; çünkü takımlarına katı ücret tavanları empoze ederek en zayıf takımların da çaylak oyuncular arasından en iyileri seçebilmesini garanti altına alıyor. Amerikan kapitalizmi rekabeti korumak için serbest piyasayı feda etmiş, öngörülebilirliği minimize, heyecanı ise maksimize etmiştir. Merkezî planlama, Amerikan şov dünyasının spot ışığı altında baskılanmamış rekabetle günah içinde birlikte yaşamaktadır. 

Şayet amaç heyecanlı, finansal olarak sürdürülebilir bir futbol ligiyse, Amerikan modeli Avrupa’nın ihtiyacı olan şeydir. Ancak Avrupalılar, kulüplerin taraftarlara, oyunculara ve destek aldıkları topluluklara ait olması gerektiği iddiasında ciddiyse, kulüp hisselerinin borsadan çıkarılmasını ve bir üye - bir hisse - bir oy kuralının kanunla garanti altına alınmasını talep etmelidir.

“Oligarşi regüle mi edilmeli yoksa kaldırılmalı mı” kritik sorusu sporun çok ötesine uzanıyor. ABD Başkanı Joe Biden’ın harcama ve regülasyon gündemi azınlık olanın dizginsiz gücünü çoğunluğun umutlarını yok etme yönünde kullanmasını zapt etmeye yetecek mi? Veya samimi bir reform talebi, aslında kimin neye sahip olduğu konusunun radikal bir şekilde yeniden değerlendirilmesini istemek midir? Avrupalılar ahlaki Rubicon’larını keşfetmişken, Liverpool’un efsanevi teknik direktörü Bill Shankly’yi haklı çıkaran daha büyük bir isyanın zamanı da gelmiş olabilir pekala. Sağlam bir sosyalist olan Shankly şöyle demişti: “Bazıları futbolun ölüm kalım meselesi olduğuna inanır. Sizi temin ederim ki, futbol bundan çok, çok daha önemlidir.”

 

Çeviren: Özge Atılgan

Çeviri Editörü: Ömer Madra