Ekonomi Politik’te Ali Bilge, gündeme yönelik yorumlarını paylaştı.
(5 Nisan 2021 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!
Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş, merhaba Feryal!
Özdeş Özbay: Günaydın Ali Bey!
AB: Herkese iyi yayınlar, iyi haftalar!
ÖM: Teşekkürler. Her zaman olduğu gibi son derece yoğun bir hafta sonunun arkasından gündeme bakmaya çalışacağız herhalde. Neyle başlıyoruz?
AB: Amirallerin bildirisi üzerine kopartılmaya çalıştırılan fırtına üzerinden başlayalım. Aslında hafta sonları yaşanan gelişmeler nedeniyle Pazartesi programa hazırlanırken oluşturduğum gündem değişebiliyor. Esas olarak Anayasa Mahkemesi’nin kapatılması meselesine değinmek istiyordum. Kalan zamanda değinmeye çalışacağım. Bir de Covid üzerine bir şeyler söylemek istiyordum. Ancak memleket o kadar kaynıyor ki mecburen konuşmanın ağırlık merkezi değişebiliyor.
Memlekette son yıllarda sıradanlaşan iki şey var: Covid ve hürriyetsizlik. Her ikisinin de sıradanlaşması yaşanıyor memlekette. Tabii memlekette aynı zamanda gittikçe artan memnuniyetsiz gidişattan rahatsız öbekler oluştu.İnsanlar hemfikir değil ama ‘hemdert’, dertleri ortak, hemfikir değiliz ama ‘hemderdiz’memleketin genel gidişatında hemdert olduk.
Dolayısıyla amirallerin bildirisine bu bakış açısından yaklaşıyorum. İyi-kötü darbeler tarihini araştırmış, incelemiş, elimden geldiği kadar okumuş bir insanım. Darbeler tarihini Çırağan baskınından günümüze kadar getirebilirim. Böyle bir beyannamenin darbe bildirisi sayıldığı örneğine rastlamadım. Bir kere bu insanlar emekli, yaş ortalamaları 70-75 olan kişiler. Bunlar, rahatsız oldukları konularda bir bildiri yayınlamak suretiyle açıklamada bulunuyorlar. İfade özgürlüğü kapsamında ele alınması gereken bir bildiridir. Bugün gözaltılar başladı biliyorsunuz sabah itibariyle, evleri basıldı. Şimdi sonunda söyleyeceğimi söyleyeyim, kopartmaya çalıştığı bu fırtınadan iktidar yine yararlanamayacak. Neden? Son haftalarda iktidarın adımlarını analiz ediyoruz, kongreler reform paketleri manifestolar daha öncesinde Ayasofya kararı ve diğer paket ve kararlar hiçbir sonuç vermedi. İktidar dikiş tutmuyor. Ayasofya’da temsili Hz. Muhammed’in kılıcıyla Diyanet İşleri Başkanı’nın ve imamların ifade özgürlüğü var, emekli generallerin Montrö ve Kanal İstanbul üzerine bildiri yayınlamalarına, görüşlerini açıklamalarına yasak var! Olmaz yok böyle bir şey! Ülkenin gidişatından kaygı duyan memnuniyetsizler ifade özgürlüklerini kullanmak durumundadırlar. Ancak hürriyetsizlik o kadar yerleşti ve sıradanlaştı ki herhangi bir konuda görüş ifade etmek, darbe yapmakla, darbe girişiminde bulunmakla, darbeyi organize etmekle eş tutulur oldu.
Bir kere 2007 de atılan “genç subaylar rahatsız” manşetini çağrıştıran bir durum söz konusu değil. Bir kere bunlar emekli subaylar her şeyden evvel. Peki eski amiral olmaları nedeniyle rahatsızlıklarını açıklayamayacaklar mı? Evet bu rejimden duyduğunuz rahatsızlıkları açıklayamıyorsunuz, tepki veremiyorsunuz. Çünkü mevcut iktidar bize, “bu ülke otokrasi ile yönetiliyor, otokrasiye ifade özgürlüğü yoktur” diyor. Ama kendisinin “Anayasa Mahkemesi kapatılmalı, HDP kapatılmalı” deme özgürlüğü ifade özgürlüğü var. Olamaz böyle bir şey. Mesele aslında tam bundan ibarettir. Türkiye’de durumdan rahatsızların, memnuniyetsizlerin kendilerini ifade etmesi gerekir, devam da etmelidir. Tek adam rejimi ile memnuniyetsizlerin kendilerini ifade etmeleri zorlaştı, rahatsızlığını ifade etmekten çekinen bir toplum haline geldik. Ülkenin içinde bulunduğu rejimde ifade özgürlüğü güvencesi yoktur. Sıradanlaşan bunlar: hürriyetsizliği kabul et, memnuniyetsizliğini ifade etme! Kendileri istedikleri her şeyi ifade edebiliyorlar ama memnuniyetsizlerin kendilerini ifade etme özgürlüğü yok. Buna ‘Hadi canım sende’ denir!
Sonuçta neyin darbe olduğunu, neyin darbe olmadığını bilen kuşaklarız. Darbelerden çok etkilenmiş insanlarız, benim payıma düşen 12 Eylül oldu. Şunu da söylemeliyim; Türkiye darbe tarihine özellikle NATO’ya girdikten sonra olan darbelere baktığımızda tespit ettiğimiz bir husus var; dış dinamiklerin tesiri olmadan başarılı darbe olmuyor. Detaya girmeyeceğim ama 1960, 1971, 1980’e baktığımızda dış dinamiklerin tesiri ve onayı olduğunu görürüz. Dış dinamikleri karşısına almayan darbelerdir. Sonraki girişimlere bakalım 1997 ‘post modern darbe’ denilen, Milli Güvenlik Kurulu’nda sivillerin bileğinin bükülmesi operasyonu ki o da analize muhtaç bir konudur. O zaman başta Birleşik Devletler ve diğer müttefikler, Türkiye’de bir askeri darbe olmasını istemediklerini açık açık beyan ettiler. Sonraki aylarda hükümet düştü, koalisyon yenilendi. Daha sonra karşımıza çıkan 2007 27 Nisan’da e-muhtıra denilen TSK bildirisiydi, dikkatinizi çekerim görevde bulunanlar tarafından yapılan bir açıklamaydı, emekli askerler değildi.
Yine bir hafta sonuydu, yaşanan gelişmeyi Ekonomi Politik’te analiz ettiğimizi hatırlıyorum. 27 Nisan bildirisini genel kurmay internet sitesinde paylaşan genelkurmay başkanının Orgeneral Yaşar Büyükanıt’tı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın o zaman başbakandı. Sonrasında Başbakan Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt arasında yapılan ve 4 saat süren Dolmabahçe görüşmesi açıklanmadı. Her ikisi de bu görüşme için “eşlerimize bile açıklamayacağız, aramızda bir sır” demişlerdi. Bildiriye demokratik toplumsal muhalefet tarafından karşı konuldu, çok büyük bir çoğunluk tarafından onaylanmadı ve geri tepti, ayrıca dış dinamiklerde onay vermedi.
Şimdi 2007 koşullarında değiliz, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesini engelleyen 367 koşullarında değiliz, “genç subaylar rahatsız” koşullarında değiliz, bu bildirinin üzerinden 14 yıl geçti. O zaman mağdur olanlar, bugün muktedir konumundalar. O zaman mağdur olup destek isteyenler, kendilerine destek verenleri mağdur etmekle meşguller. Ülkede herkesin duyduğu rahatsızlığı ifade etme hakkına sahip olduğunu belirtelim. Neyin darbe girişimi olduğunu, darbe ima ettiğini, darbe olduğunu süzme kabiliyetine sahip insanlarız. Böyle bir açıklamanın darbeyle ilişkisi olmayacağı çok net bir şekilde ortadadır.
İktidar bir kabine değişikliğini bakan değişikliğini bile yapamaz konumda. Kabiliyetini yitirmiş durumda. Bu rejimle bu ülke yönetilemiyor. Kaç haftadır devam eden, kongre öncesi, kongre sonrası kabine değişecek, yeni bakanlar yeni hükümet, tazelenme, reform paketleri, manifestolar, vb. sonrasında neye kalmış durumdasınız? Biden’den gelecek bir telefona kalmış durumdasınız! Eğer Biden telefon ederse işler iyi gidecek! Erdoğan’ın gözü telefonda, Biden’dan gelecek telefonu bekliyor. Peki onlar ne diyor? ABD Dışişleri bakanlıkları sitesine de şartı koymuşlar “sen şu S400’ü bir hallet ondan sonra masaya otururuz” diyorlar. Önümüzdeki bir yıl içinde 200 milyar dolarlık kaynağa ihtiyaç var ödemesi beklenen borçlar var, ne yapacağız şimdi? G20’ye gidip mendil mi açacağız?
Ülkenin kötü yönetilmesi nedeniyle, hürriyetsizlik nedeniyle rahatsız olan öbek öbek memnuniyetsizler var. Memnuniyetsizlerden bir kısmı da emekli generaller ve bu insanlar kendi cephelerinden rahatsızlıklarını ortaya koymuşlar. Keşke “Anayasa Mahkemesi kaldırılmalıdır” diyen, o özgürlüğü kendinde bulan Bahçeli’ye karşı, eski Anayasa Mahkemesi başkanları da başta Necdet Sezer olmak üzere- cumhurbaşkanı da olmuştur kendisi-, Anayasa Mahkemesi eski başkan üyeleri de “Anayasa Mahkemesi’ne sahip çıkıyoruz, kurumumuz Anayasa Mahkemesi kaldırılamaz” diye açıklama, beyanname yayınlasınlar. Anayasacılara ilaveten daha öncede söylemiştim, keşke Merkez Bankası başkanları, yöneticileri de Merkez Bankasına sahip çıkan açıklamalar yapsınlar “merkez bankası alelade bir kurum değildir” diye açıklama yapsınlar.
ÖÖ: Ali Bey ben bir şey sorabilir miyim?
AB: Tabii canım.
ÖÖ: Sonuçta Türkiye’nin geçmişteki askerin siyasi gücü düşünüldüğünde yani mesela batıdaki ülkelerde de amiraller, generaller açıklama yapıyorlar mı? Yani bu kadar masum yani darbeyle hiçbir alakası olmadığına katılıyorum da neden Türkiye’de amiraller, generaller dönem dönem böyle açıklamalarda bulunurlar?
AB: İki hafta önce emekli büyükelçilerde açıklama yaptı.
ÖÖ: Ama onlar silahlı değil, silahlı gruplar değil yani bu amirallerin bir kısmı 27 Nisan, 28 Şubat, 12 Eylül’de muvazzaflardı bir yandan. Yaptıkları şey de…
AB: Sonuçta emekli amirallerde Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşları, onların da, görüşüne katılırsın ya da katılmazsın ifade özgürleri ve görüşlerini bildirme hakları vardır. Buna herhalde “evet” diyorsun?
ÖÖ: Ben silahlı kuvvetlerin herhangi bir grubunun görüş açıklamasını pek masum karşılayamıyorum açıkçası ama hukuki olarak
AB: Muvazzaf subay değil emekli subaylar bunu göz önünde bulunduralım. Sonuç itibariyle emekli orman mühendislerinin ve emekli olmayan muvazzaf orman mühendislerinin de ne kadar açıklama özgürlüğü varsa, emekli amirallerinde görüşlerini açıklama özgürlüğü vardır. Yani buna takılmamak lazım, iyi süzmek lazım mevzuyu derim ben. Bunlara takılıp kalırsak memnuniyetsizlerin kuracağı ittifakla, memnuniyetsiz olduğumuz bu rejimden kurtulma şansımız olmaz. İyi analiz etmek, doğru okumak gerekiyor.
ÖÖ: Tam da bu yüzden aslında sivil bir muhalefet inşa etmek açısından önemli çünkü hemen arkasına geçenler oluyor, o yüzden diyorum.
AB: Adamlar şu anda sivil!
ÖM: Sivil, evet.
AB: Şu anda sivil ve emekli ve yani yaş ortalaması 75, göbek çapı 140 küsur santime gelmiş insanların darbe yapacağını beklemek gerçekten biraz zorlama olur diye düşünüyorum.
ÖÖ: Darbenin hiçbir gerçekliği yok tabii ki. Bahsettiğim bu değil, sadece bu isimler arasında yani bu kadar masum olmama ihtimalleri çok yüksek, aralarında Ergenekon’dan yargılananlar varmış zaten, bir kısmı en azından. Dediğim gibi daha önce da darbeler döneminde görevdelerdi. Bunu da geçtim, sadece neden mesela gelişmiş bir demokraside sivil örgütler açıklama yapmalarını anlarım da var mıdır mesela emekli generallerin açıklama yapmış İngiltere’de, Almanya’da, vs. sadece Türkiye’de geleneği anlatmak için şey yapıyorum.
AB: Benim bildiğim şeyde Trump emekli askerler tarafından uyarıldı ABD’de.
ÖÖ: O askerleri göreve çağırmıştı.
AB: Ben buraya takılıp kalmanın doğru olmadığını düşünüyorum Özdeş. Çünkü o zaman dağılırız. Türkiye’de 2014’ten itibaren aşama oluşan rejimde askeri vesayetin eskiden sahip olduğu güç, bugün Erdoğan’dadır, saray rejimindedir, hem sivillerin payı hem de askerlerin payı burada toplanmıştır. Ayrıca bugün sivil gözüken Erdoğan ve Bahçeli ne kadar sivil bir dünya görüşünü temsil etmektedir, o da bir tartışma konusudur.
Silahlı kuvvetlerin sivil siyasete tahakküm etmemesi üzerine, ülke de askeri vesayetin kalkması üzerine, sivilleşme için sonsuz mücadelemiz oldu, bizler darbelerden ve askeri vesayetten çok çektik, darbenin izleri hâlâ sırtımda duruyor. Bu meselelere bakarken, olan biteni analiz ederken iyi süzmek lazım. Silahlı kuvvetlerin eski gücünün, askeri vesayetin tamamıyla bugünkü rejimde tek adamda toplandığını görmek lazım. Ayrıca meseleye ifade özgürlüğü üzerinden bakıyorum ve ifade özgürlüğü üzerinden de başka grupların da, kurumlarına ya da Türkiye meselelerine sahip çıkması, açıklama yapması, duruş sergilemesi lazım. Hemfikir olamayabilirsiniz ama hemdertsiniz, hemdertler zaten ittifak kurarlar, ittifak modeli oluştururlar. Muhalefetin de bu işi yorumlarken acele davrandığını yanlış yaptığını düşünüyorum. Ama programın başında da söylemiştim, iktidarın da bundan kendi namına çok büyük bir sonuç elde edebileceğini düşünmüyorum. Çünkü artık gittikçe iktidarın barutu tükeniyor, Türkiye’nin memnuniyetsizleri memnun olanların kat be kat üstüne çıktı.
Memnuniyetsizler ortak fikirde mi? Hayır değil, ortak fikirde olsa Gergerlioğlu’na ortak açıklama yaparlardı. Gerçek demokrat olsalardı meclisten ve evinden yaka paça, hastaneden yaka paça götürülen Ömer Faruk Gergerlioğlu’na sahip çıkalardı. Meral Hanım, Kemal Bey, Temel Bey, Ali Bey, Ahmet Bey ortak açıklama kabiliyetine ne zaman ulaşırlarsa, hem Montrö için, hem Kanal İstanbul için, hem Ömer Faruk için, hem de HDP için, hem de Anayasa Mahkemesi için bir refleks geliştirebilirlerse o zaman rejimden rahatsız olanların demokrasiye doğru ilerleyişi mümkün olur.
Şimdi iktidar son haftalarda yeni anayasa lafını ağzına doladı, nerden çıktı bu yeni anayasa? 2017 anayasa değişiklikleri bütünüyle 82 anayasasının yenilenmiş halidir. Sadece iskeletin bazı unsurları duruyor, bu anayasa referandum ile rejim değişti, böylelikle anayasaya elveda dedik Kemal Gözler’in değimiyle. Elveda Anayasa Mahkemesi de dedik. Bugün Anayasa Mahkemesi bağımsız mı oldu HDP iddianamesini iade etti diye? Hayır, şu anda 1 kişi hariç hatırladığım, 1 ya da 2 kişi olabilir, hepsi AKP döneminde seçilen üyelerdir, çoğunluk da Erdoğan’ın seçtiği üyelerdir. Bir yandan “AYM kaldırılmalıdır” taarruzuyla hukuksuzluğa gömülen Türkiye’nin son hukuk kırıntıları da yok edilmeye çalışılıyor. Aslında sıkışmış bir rejimin, iktidarın, işin içinden çıkamadığı için türlü hesaplar içinde olduğu anlaşılıyor. Oyun kuramıyorlar sürekli çıkmazlar içindeler.
İktidar bir türlü erken seçime karar veremiyor, doluya boşa koyuyor, karar veremiyor. HDP’yi kapatalım mı kapatmayalım mı? HDP’nin ödeneğini mi kısalım? Nasıl yapalım? HDP’ye oy veren Kürt seçmeni HDP’den nasıl soğutabiliriz? 2015’te beri devam eden uğraşıların son hamlelerini görüyoruz. Mesele geliyor dayanıyor anahtar parti olan HDP’ye, bu muhalefet için de böyle, iktidar için de böyle. Kürt seçmen HDP’den soğutulursa, HDP oylarının eskiden olduğu gibi %7’lere düşürülmesi sağlanırsa, %10’ların üstüne çıkması engellenirse, iktidarda kalma sürenizin uzaması mümkün olabiliyor. Anahtar konu HDP’dir. İktidarın bu konuda henüz karar verilmediği, veremediği anlaşılıyor.
Hayatımıza Anayasa Mahkemesi, 1961 anayasasıyla girdi. 61 anayasası okuyarak anayasaya giriş dersleri alan bir kuşağız, Ömer Bey de ben de, 2 kuşak aynı anayasayı okuduk. Geçmişteki Anayasa Mahkemesi tartışmalarına bu vesileyle 1950-1980 tartışmalarına baktım. Aslında Anayasa Mahkemesi öylesine gerekli bir kurum ki, özellikle siyasetçi için gerekli, Devlet Bahçeli için de gerekli. Ordinaryüs Profesör Sulhi Dönmezer 1976 yılında Son Havadis gazetesine verdiği bir mülakatta diyor ki “böyle bir mahkeme olsaydı –Demokrat Parti’yi kastediyor- o devrin iktidarı için bir emniyet sübabı olacaktı, belki de rejim 27 Mayıs 1960’ta kazaya uğramayacağı gibi devlet adamları anayasaya aykırı karar verdikleri gerekçesiyle cezaevlerine sokulmayacaktı, asılmayacaktı”.
Böylesine bir kurumun kaldırılmasını istemek dünya ile zaten ilişkinizi tümüyle koparmak demektir. Böyle bir kurumun lağvedilmesini istemek, kuruma tahammülünüzün olmaması, aslında siyasetçinin kendisinin geleceğini girdaba sokması demektir. Üşenmedim baktım, acaba 1960 ihtilalinin meşhur albayı Alparslan Türkeş ki Anayasa Mahkemesi’nin oluşturulurken anayasa yapılırken 14’lerle Türkeş dışarı çıkarılmıştı, ama kısa süre sonra döndü ve siyasete 61 anayasası içinde atıldı ve devam etti. Acaba Türkeş hiç, ‘Anayasa Mahkemesi kaldırılsın’ dedi mi? Böyle bir şeye rastlamadım.
‘Anayasa Mahkemesi kaldırılsın’, ‘HDP kapatılsın’, ‘HDP’liler itlaf edilsin!’ deme özgürlüklerine sahip insanlar varken Montrö, Boğazlar ve kendi dünyalarına ilişkin rahatsızlıklarını dile getiren amirallerin ifade özgürlüğü olmayacak! Yok olmaz böyle bir şey. Bugün Anayasa Mahkemesi’nin ortadan kaldırılmasını isteyenlerle, istemeyenler arasında bir bloklaşma vardır. Bu çok kritik bir husus.
ÖÖ: Ben bir şeyi merak ediyorum, görüşünüzü merak ediyorum. Diyelim ki yine aynı bu imzada bulunan emekli generaller deseler ki ‘şehit olan arkadaşlarımız için HDP’nin kapatılmasının gerektiğini düşünüyoruz’ sizce bu ifade özgürlüğü içerisinde değerlendirilebilir mi? Yani konusuna göre mi bakabiliriz ya da…
AB: Söylediğin öneriye katılmak mümkün değil. Ancak şiddet içermediği ölçüde herkes her şeyi ifade edebilir. Emekli amiralleri de diğer demokrat çıkışlara davet ediyoruz, destek vermelerini istiyoruz; “gel bu rejimden mustarip olan, diğer dertleri olanlarla hemdert ol,” diyoruz. Herkesin, şiddet içermediği ve öngörmediği, istemediği ölçüde ifade özgürlüğüne sahip olduğunu düşünen bir insanım hayatım boyunca, şiddet içermediği ölçüde.
ÖM: Ben de şunu ilave edeyim izninizle, yani emekli amiraller bildirisinde çeşitli yazarların da kaleme aldığı gibi mesela Ümit Kıvanç Gazete Duvar’da yazmış son derece şey bir üslupla yazılmış yani sanki eski bir şey gibi yani “deniz şehitlerimizi anarak saygıyla duyururuz” diye işte böyle bildiriyi yazanlar “tamamen onları bugünkü deniz kuvvetlerimizin temsilcisi saymamızı söylediklerini ona göre kulak vermemizi istiyorlar “diyor ama bütünüyle gene de söyleme haklarının tamamen serbest olması konusunda bence de en ufak bir tereddüt yok benim açımdan da, Hasan Cemal de T24’te aynı şeyi yazmış. Yani bütün kariyeri boyunca darbelere karşı çıkmış, bu konuda kitaplar yazmış biri olarak “emekli amiralleri susturmaya kalkışmak, haklarında soruşturma açmak ifade özgürlüğüne darbedir. Sivil vesayet düzeninin açık bir göstergesidir. Kimsenin itiraz hakkını elinden alamazsınız. Özgürlüğe böylesine darbeler sadece askeri ve sivil darbe yönetimlerinde, askeri ve sivil vesayet düzenlerinde olur. Darbe ve vesayet rejimlerinin askerisine de siviline de karşıyım” dediği yazıda belirttiği gibi. Asıl tabii pek çok ciddi bir kırılma noktasına doğru gitmekte olduğu söylenebilir, bu amirallerinki de düşünce özgürlüğüne vurulan önemli bir darbe hele tutuklamalarla sabahleyin gözaltına almalarla birlikte bakıldığı zaman ama öncelikle işte hem sizin de dediğiniz gibi Ali Bey, Anayasa Mahkemesi’nin kapatılması fetvasını da verebilmek hem bu konuda bu amiraller konusunda işte biraz önce Selim Badur’un da belirttiği gibi tapu kadastro müdürlüklerinin de açıklama yapması ve şikâyette bulunması.
ÖÖ: Emniyet müdürleri.
ÖM: Hem de emniyet müdürleri, jandarmalar, bilfiil görevde olanların da açıklama yapmaları, askeri takımın da ve başlı başına bir Gergerlioğlu olayı var ki yani önce Meclis’teki odadan ondan sonra kendi evinden zorla sürüklenerek götürülüyor ve hastaneden kaçırılıyor ondan sonra hapishaneye götürülüyor. Yani demokrasinin kırılma noktası açısından son derece ciddi şeyler oluyor. Ali Bilge’nin de kaç zamandan beri ısrarla söylediği gibi hükümetin muhalefetten de belli bir birleşme şöyle dursun tek tük sesler çıkıyor, itiraz da belli değil. Bırakın ittifakı toplu bir itiraz bile gelmiyor. Doğrusu zorlu bir durum olduğunu söyleyebiliriz.
AB: Anayasa Mahkemesi’ne hazırlanmıştım bugün ama araya amirallerin bildirisi girdi., 1957-60 arasında Demokrat Parti’nin baskıcı dönemlerinde Muammer Aksoy hocanın bir yazısına denk geldim. Ömer beyinde hocasıdır. Aksoy yazısında¸ “hakimlerin yargı bağımsızlığı için, öğretim üyelerinin üniversite özerkliği için, basının basın hürriyeti için herkesten çok mücadele etmesi gerekir” diyor. Herkes kendi öbeğinde, obasında, dünyasında rahatsızlığını ifade edebilir bu ülkede ve etmesi de lazım. Mesele memnuniyetsizlerin ittifakının kurulmasıdır, çıkış yolu da böyle bir ittifakla olur. Hep söylediğim gibi ön kabuller sözleşmesi çerçevesi içerisinde, ittifak siyasalarının -siyaset kelimesini zayıf bulduğum için ‘siyasa ‘diyorum- kurulmasıdır yıllardan beri söylediğim benim budur. Birinci Meclis örneğini bu nedenle hep veririm. Türkiye’de mesele bu girdaptan, her türlü hürriyetsizlikten kurtulmak için bir ittifak modeli oluşturmasıdır, Memnuniyetsizlerin ittifakı kurulmalıdır. Hem fikir olmayabiliriz ama hemderdiz. Bunu yıllardır nasıl olacağını da, olması gerektiğini de vurguluyoruz. Ancak maalesef muhalefet bu modeli örgütlemekten aciz görünüyor ki son olayda da çok acele ve tepki verdiler. Bence sol, eski sol ve yorgun liberaller de yanlışa devam ettiler, meseleyi süzemiyorlar, ya da erken tepki verdiler. Bunun darbeyle falan ilişkisi yok, biz darbenin ne demek olduğunu çok iyi biliriz, genç subaylar değil, emekli subaylar rahatsız. Bu çağrışımın da farklı olduğunu belirterek programı kapatalım. Bu konuya düğümlenmek zorunda kaldık ama haftanın ilk programı olunca mecburen değinmek durumundayız.
ÖM: Evet bu kaçınılmaz olarak bu şekilde oluyor. Bakalım salı günü galiba yarın AB Konsey Başkanı Charles Michel ve Komisyon Başkanı von der Leyen gelecekler Ankara’ya. Onlar nasıl bu gerek Gergerlioğlu’nu gerekse de amiraller bildirisini nasıl karşılayacaklar?
AB: Anjiyo yapılmış bir adamı yatağından cezaevine götürmek ne demek? Zalimlik. Ben iki kez anjiyo oldum, bilirim, inanılır gibi değil!
ÖM: Bakalım AB bunu nasıl karşılayacak? Merakla takip edeceğiz.
AB: Peki efendim.
ÖM: Çok teşekkürler.
AB: Kolay gelsin.
ÖÖ: Görüşmek üzere.
AB: Hoşça kalın!