"Başkan Trump, bence, insanlık tarihindeki en büyük cani. Sadece iklim politikaları yüzünden değil, konuşacak başka birçok şey daha var, ama ondan kurtulmanın bir yolu yok. Amerikan yaşamında yüzeyin hemen altında yatan zehirli akımları kurnazca yüzeye çıkararak gayet başarılı oldu."
MICHAEL LEHAVI: Başlamaya hazırız, devralmak ister misin Joseph?
JOSEPH JUNG: Evet. Herkese merhaba. Geldiğiniz için teşekkürler. Bugün bize katıldığınız için teşekkürler. Ve sizlere de teşekkürler Harvard Hukuk Fakültesi, özellikle 2023’ün 5. Bölüm JD sınıfı, Profesör Noam Chomsky ile yapacağımız bugünkü söyleşiye ev sahipliği yaptığınız için ve en çok da bu zamanı cömertçe bize ayırdığı için Profesör Chomsky’ye.
Bugünkü etkinliğimiz Profesör Chomsky ve moderatörümüz Michael Lehavi arasında bir söyleşi olarak başlayacak. Ve dinleyici soruları için biraz zamanımız da olacak. Sorularınız olduğunda Michael’ın size söz vermesi için bilgisayar ekranındaki el kaldırma fonksiyonunu kullanabilirsiniz veya sorularınızı etkinlik süresince istediğiniz zaman Michael’a özel mesajla iletebilirsiniz. Evet, daha fazla uzatmadan, Michael’a dönüyorum.
MICHAEL LEHAVI: Teşekkürler Joseph.
Ben de bize bu zamanı ayırdığı için Profesör Chomsky’e çok teşekkür ediyorum. Joseph’e, Bölüm 5 ve Bölüm 5 komitesi ile birlikte, bu etkinliği organize ettiği için teşekkür ediyorum.
Profesör Noam Chomsky’i tam anlatan bir tanıtım konuşması yapmak imkânsız. Kendisi MIT’de profesör ve emeritus dilbilim profesörü, ASU’da (Arizona State University) ödüllü dilbilim profesörü ve Agnese Nelms Haury programının başkanı. Kendisine derin uzmanlık sahibi demek çok yetersiz kalır. Kendisi bugün yaşayan yazarlar arasında en fazla alıntı yapılanı. 40 yaşındayken dilbilimde bir devrim yarattı ve gelmiş geçmiş en önemli dilbilimci olarak tanınıyor. Akılcılığın (rasyonalizmin) önde gelen lideri, çağdaş bilişsel bilimin yaratıcısı ve analitik felsefe alanında merkezî bir figür. Profesör Chomsky, beşeri bilimlere ve başka pek çok bilime inanılmaz sayıdaki katkılarının yanı sıra hayatı boyunca bir aktivist oldu ve inanılması güç ama, belki de bilime yaptığı çığır açıcı katkılarından daha bile fazla oranda aktivistliği ile tanınmakta. İnsanların Profesör için duydukları saygıyı kısmen ifade eden bir şaka dolaşıyor ortalıkta; o da, kendisinin, Bertrand Russell ve Alfred Whitehead'ın Principia Mathematica adlı eserini baştan sona okuyan 5 kişiden birisi olduğu.
Profesör Chomsky, bugün bizimle birlikte olduğunuz için çok teşekkürler.
NOAM CHOMSKY: Sizinle birlikte olduğum için mutluyum.
MICHAEL LEHAVI: Evet, başlangıç olarak, şunu soralım: Bu yılın başlarında, şu anda yaptığımız türden tartışmalarla meşgul iken, zihninizin bir kısmının entelektüel olarak daha uyarıcı olan problemlerle dolu olduğunu belirtmiştiniz. Sizin teknik alandaki çalışmalarınıza aşina olmayan dinleyicilerimize bir fikir vermek için soralım: nedir bu problemler?
NOAM CHOMSKY: Bunları izah etmek birkaç saatimizi alır ama, tam da şu sırada minimalist program denen yeni bir teknik konu üzerinde uzun bir makale yazma faaliyetinin ortasındaydım. Bu, dilsel fenomenler için, onları elementlere indirgeyerek hakiki açıklamalar getirmek üzerine bir çalışma. O kadar temel seviyede ki, evrilebilirlik ve öğrenilebilirlik koşullarını sağlayacak derecede, çok dar ve kesin ampirik koşullar bunlar. Yani, özetle, tasviri olarak açıklarsak, toprak ananın, dili, düşüncenin ifadesinin mükemmel bir sistemi olarak tasarladığını; oysa dilin, iletişim için pek de iyi bir sistem olmadığını göstermeye çalışıyor. Bu, şimdiye kadar hiç dikkate alınmamış bir olgu. Ama düşüncenin ifadesi için çok iyi tasarlanmış. Belki de dil, aslında düşünceyi oluşturuyor – geleneksel bakış açısı ile bakarsak – ki imkânsız değil, ve eğer doğru ise, sizler gibi insanlar hayatın tarihinde ve belki de tüm evrende düşünebilen yegâne organizmalar oluyorsunuz.
MICHAEL LEHAVI: Bu tespit için çok teşekkürler.
Vaktimizin bolluğu dikkate alınırsa, artık usulca sosyal konulara girebileceğimizi düşünüyorum.
Sosyal olarak, çevresel olarak ve askerî olarak, bir gerilim dönemindeyiz. Bugün dünya için bir umut görüyor musunuz?
NOAM CHOMSKY: Aslında dünya için umut sizler gibi insanların ellerinde. Tarihin çok alışılagelmedik, aslında emsalsiz bir dönemindeyiz. Daha önce hiç olmadığı biçimde ve çözülemezse bir daha hiç olmayacak şekilde, krizlerin kesiştiği bir noktadayız. Çünkü bunlar hızla ve etkili bir şekilde halledilmezlerse, insanlık tarihi diye bir şey kalmayacak ortada. Bu bir sona yaklaşıyor olabilir. Kritik nokta şu; bu krizlerin her biri –çevre felaketleri, artan nükleer savaş tehdidi, demokratik işleyişin, demokratik veya yarı demokratik toplumların aşırı bozulması, pandemiler, belki başkaları da geliyor arkadan– tüm bu problemler ve pek çok diğerleri için çözüm var. Bizler bu çözümleri biliyoruz ve bunlar olası çözümler. Ancak bilmek yeterli olmuyor. Bunları uygulamaya koymanız gerekiyor. Bu yapılmazsa ve hatta hızla yapılmazsa, hapı yutmuşuz demektir.
MICHAEL LEHAVI: Bugün yüz yüze kaldığımız önemli problemler ve bu problemleri çözme konusundaki başarısızlıklarımızla ilgili güçlü bir farkındalığa sahipsiniz. Buna rağmen, insanlığın doğru yola girme kapasitesine dair ısrarla iyimserlik sergiliyorsunuz. Doğru yola girmek, karşılaştığımız berbat problemleri tanımayı gerektiriyor. Çıkarcıların benimsediği, yazar Frankfurt’un ortaya koyduğu teknik anlamdaki “Bullshit” yani “Saçmalık/zırva” ile mantık arasındaki mücadele konusunda endişeli misiniz? Bullshit kazanacak mı?
NOAM CHOMSKY: Son bölümü duyamadım? Tekrar edebilir misiniz?
MICHAEL LEHAVI:Bullshit ile mantık arasındaki savaş konusunda endişeli misiniz? Bullshit günün kazananı mı olacak ?
NOAM CHOMSKY: Aynı hikâye… Sorun sizin ellerinizde. Tahmin etmenin yolu yok. Bunlar seçim meseleleri. Pes edebilirsiniz de. Mücadele de edebilirsiniz. Bu nedenle tahmin etmenin yolu yok. Ama konu şu ki, bu yıkıcı eğilimlerin üstesinden gelmek için gerekli araçlara sahibiz. Ardından da şu soru geliyor: bu araçların, yeryüzündeki insan deneyini sona erdirmek yerine devam ettirme olasılıklarına yol açacak şekilde hızlı bir şekilde uygulanmasını sağlama konusunda istekli misiniz? Tekrarlarsak, insanlık tarihinde bu soruyla yüzleşmek zorunda kalan ilk nesil olduğunuzun vurgulanmaya değer olduğunu düşünüyorum ve muhtemelen son nesilsiniz. Çünkü eğer bu mesele sizin ömür süreniz içinde çözülmediyse, gelecek son derece karanlık demektir.
MICHAEL LEHAVI: “Rıza İmalatı” (Manufacturing Consent) adlı kitabınızda, halkın, kötü liderliği ve berbat dış politikayı benimsemesini sağlamak için kitlesel medyanın seçkinlerce nasıl kullanıldığını açıkladınız. Bugün, görünen o ki bazı elitler, “muhalefet imalatı” için, yani aynı güç odaklarına karşı meşru olmayan bir güvensizlik ve düşmanlık yaratmak amacıyla, benzer araçları kullanıyorlar, bizi uyardığınız istihbarat kaynakları gibi örneğin.
Kurumlara çok fazla güven yaratmak için medyayı suistimal etmekten, bu kez de kurumlara fazlaca güvensizlik yaratmak için medyayı kötüye kullanmaya kadar tam bir döngü oluşturduk mu? Ve siz bundan ne sonuç çıkarıyorsunuz?
NOAM CHOMSKY: Aslında, kurumlara olan güvensizlik çok derin. Çok derine gider ve çoğu zaman haklıdır da. Son 40 yılda olanlarla daha da kötüleşti. 40 yıldır halka yönelik neoliberal bir saldırı altında yaşadığımızı da unutmayın. Bu, 70'lerin sonunda başladı, Reagan ve Thatcher ile tırmandı ve ABD-İngiliz nüfuzu sayesinde hemen hemen bütün dünyaya yayıldı ve bu durumun çok kesin etkileri oldu. Somutlaştırırsak: bunun sonuçlarından biri, Rand Corporation'ın kısa süre önce yaptığı bir araştırmada görülüyor: Son 40 yılda emekçi ve orta sınıftan –ki onların ölçülerine göre nüfusun alt %90'lık kısmını oluşturuyor bu kitle– ne kadar servetin aşırı zenginlere aktarıldığını hesap etmeye çalışıyordu. Şimdi onların tahmini, bu servet aktarımının 50 trilyon dolar civarında olduğu yönünde. Bu da insanların hayatları üzerinde kendini belli ediyor tabii.
İşgücü İstatistikleri Bürosu'nun mesela imalatla ilgili rakamlarına bir bakın. İmalat sektöründe istihdamın 1979'dan günümüze arttığını göreceksiniz. Özellikle Serbest Ticaret Anlaşması denen ancak serbest ticaretle, hatta ticaretle hiç ilgisi olmayan ve fakat dünya çapında emekçileri birbiriyle rekabete sokan yatırımcı haklarını koruyan anlaşmaların etkisi ile düşmüştür bu rakamlar. Yatırımlar, daha önce hiçbir zaman var olmayan son derece korumacı yasalarla korunmaktadır. Elbette bunun bir etkisi olmuştur, hem de bariz bir etkisi. Şimdiye kadar nüfusun %0,1'i, 1980'den beri ülkenin servetindeki payını iki katına çıkarttı: yani %10'dan %20'ye. Oysa nüfusun büyük çoğunluğu için, durgunluk ve düşüş söz konusu. Bu durum, Amerika Birleşik Devletleri'nde o kadar aşırı hale geldi ki, şu anda ortalama yaşam süresinde bile bir düşüş var. Bu, gelişmiş toplumlarda savaş veya salgın hastalıklar dışında duyulmamış, işitilmemiş bir şey. Bunlar, ekonomistlerin tabiriyle, çaresizlikten doğan ölümler. Yeni pes edenler çoğunlukla beyaz işçi sınıfından. İstatistiklerde yoklar, sadece ölüyorlar. Onlar için hiçbir şey yok. Tabii, bütün bunlar sadece Amerika Birleşik Devletleri'nde değil, birçok başka yerde, Avrupa'da ve başka yerlerde de doğal olarak kızgınlığa, öfkeye, kurumların hor görülmesine yol açtı.
Batı dünyasında merkez siyasi partiler önemli ölçüde geriledi. Burada da oldu bu. Burada isimleri muhafaza ediyorlar, Avrupa'da ise isimleri değiştiriyorlar. Ama dünyanın çoğu yerinde oldukça benzer bir durum var. Ve bunun bir yönü, Nietzsche'nin tanımladığı gibi ressentiment. Bu hınç duygusu, katıksız öfke, odaklanmamış kızgınlık, demagoglar için mükemmel bir alan. Gelip, “ben sizin kurtarıcınızım, bana güvenin, beni takip edin!...”diyebilirler, bu arada sizi arkadan bıçaklayarak. Geçen dört yıl birlikte yaşadığımız şey buydu işte ve muhtemelen gelecek dört yıl boyunca da Oval Ofis'te kim oturuyor olursa olsun, birlikte yaşayacağımız şey budur.
Başkan Trump, bence, insanlık tarihindeki en büyük cani. Sadece iklim politikaları yüzünden değil, konuşacak başka birçok şey daha var, ama ondan kurtulmanın bir yolu yok. Amerikan yaşamında yüzeyin hemen altında yatan zehirli akımları kurnazca yüzeye çıkararak gayet başarılı oldu. Bunlar, kızgınlık ve öfke atmosferine uyumlandılar. Ayrıca gerçek olan akımlara da çok yıkıcı bir biçimde dokundu ama bunu da başarılı bir şekilde yaptı. Son 40 yılda izlenen politikaların onları yok ettiğini anlayanlara da keza. Kırsal Amerika harap ediliyor. İşçi sınıfı alanları ciddi şekilde baltalanıyor. Hepsi gerçek. Ve Trump, onlara zarar vermek ve onları yok etmek için akla gelebilecek her şeyi yaparken aynı zamanda ayağa kalkıp “kurtarıcınızım '' diyebildi. Bunların her ikisini de bir bakıma zekice, özgüvenle ve yüksek performans göstererek sergiledi. Ama gerçeklikle uyumlu bir temeli de vardı. Siyasi muhalefetin hiçbir alternatif sunmadığı gerçeğiyle de yüzleşmek zorundayız. Demokrat Parti, 1970'lerde işçi sınıfını net biçimde terk etti. Emekçi sınıfa destek olunduğuna dair emarelerin son parçası, Carter'ın veto etmediği ama anlamsız, sadece lâftan ibaret kalacak şekilde sulandırdığı, 1978 tarihli Humphrey-Hawkins Tam İstihdam Yasası’ydı. Ve o zamandan beri Demokratlar, işçi sınıfına ve orta sınıfın çoğunluğuna karşı yürütülen savaşta saldıranların safında uygun adım yürüdüler.
Obama ilginç bir vakaydı. Anılarını okuyabilirsiniz şimdi: neler olup bittiğine dair allanıp pullanmış bir tablo çiziyor. Ama gerçekte ne oldu? Massachusetts'te çalışan insanlar bunu çok çabuk kavradılar. O zamanlar Massachusetts'te yaşıyordum. Obama ilk olarak emekçilere ihanet etti. 2008'de seçildiğinde, büyük bir coşku vardı: işte başa harika bir insan geldi, ona güvenebiliriz, emekçiler ona oy verdi, değişim olacak, her şey çok güzel olacak, falan filan…
Obama’nın yaptığı ilk şey, onları arkalarından bıçaklamak oldu. Kongre arkasındaydı; hem Senato hem de Temsilciler Meclisi yönetiminin Demokratlar’da olduğu dönemi hatırlayın. Ancak, Obama iki yıl içinde, düpedüz Trump'ın yoluna kırmızı halı serdi. Ülkede o zamanlar, hatırlayacağınız –ya da yaşınızı düşününce, duymuş olacağınız– gibi, konut balonu çökmüş, beraberinde bir mali kriz getirmişti. Kriz ikinci Bush döneminde başlamıştı aslında, ama Obama devraldığında iyice şiddetlenmiş, ortalığı kasıp kavurmaya geçmişti.
Obama, Bush’un programlarını devraldı – iki unsuru olan TARP* (Sorunlu Varlıkların Kurtarılması) programını da. Bu unsurlardan ilki, krizi yaratan suçluların kurtarılmasıydı: yani kimin neye sahip olduğunu kimsenin bilmediğinden emin olmak için yağmacı kredileri, eşik altı ipotek kredilerini, karmaşık finansal araçları ve finansal türevleri ortaya çıkaran bankaların kurtarılmasıydı. Patlayan büyük balonun şişirilmesi onların suçuydu, bu yüzden kurtarılmaları gerekiyordu.
Bu kısım çantada keklikti zaten. Böylece hepsi, işledikleri suçlar için yeterince karşılık alarak ödüllendirildi. Ancak, TARP mevzuatının ikinci bir parçası daha vardı. Mağdurlar için, evleri haczedilen, hayatları mahvolanlar için bir şeyler yapılmasını öngören bir parça. Bu bölümde öngörülenler ise asla uygulanmadı. Şimdilerde ortaya çıkmaya başlayan diğer bazı hatırat gösteriyor ki, ele alındığı az sayıdaki görüşmede de bu konu açıkça alaya alınmış. Ancak, emekçiler, Beyaz Ev’de neler olup bittiğini bilmeseler de gerçekte olan biteni pekala görebiliyorlardı.
2010'da Massachusetts'te, henüz ölmüş olan Ted Kennedy'nin yerini doldurmak için seçimler yapılıyordu. Seçimi tanınmış bir Cumhuriyetçi olan Scott Brown kazandı. Oy verme istatistiklerine bakarsanız, birçok sendika işçisinin ya oy verme zahmetine girmediğini ya da Cumhuriyetçi aday için oy kullanmış olduğunu görürsünüz. Onlar neler olup bittiğinin farkındaydılar çünkü. Trump'ın işçi sınıfının oylarını kaptığı iddiası doğru değil. O oyları Demokratlar ona verdi. Demokratlar oyları kaybettiler. Ve o zamandan beri de bunu değiştirmek için birşey yapmış değiller. İşte içinde olduğumuz durum bu.
Evet, bol öfkenin, kurumlara karşı bolca hor görmenin temeli 40 yıldır uygulanan politikalarda yatıyor. Sürpriz değil. 1980'e geri dönersek, ne olacağı çok açıktı zaten. Sadece bir dakika düşünün. Ronald Reagan geldi ve kendisinden açılış konuşmasında okumasını istedikleri satırlarda, hükümetin çözüm değil sorunun ta kendisi olduğunu söyledi. Ulusal düzeyde alınan, ama hükümetçe alınmamış kararlar vardı. Bu kararlar bir yere gitmiş değiller. Başkaları tarafından alınmışlar. Evet, kararlar özel iktidarın, hesap sorulamayan özel güç odaklarının, şirketler sektörünün ellerine teslim edilmişler. Kararların gittiği yer burası işte.
Ve neoliberal hareketin ekonomi gurusu Milton Friedman'dan talimat aldılar. 1981'de ünlü bir makale yazdı Friedman, sanırım o yıldı. Bir Şirketin yegâne sorumluluğunun kendini zenginleştirmek olduğunu açıkladığı çok etkili bir makaleydi. Friedman’a göre şirketlerin paydaşlara karşı sorumluluğu yoktur. Vergi mükellefleri, halk, şirketlere özel haklar tanır. Bu yüzden insanlar ortaklık yerine birleşip yekvücut olur, şirketleşirler. Halk şirketlere özel haklar verir. Ancak, Friedman neoliberal doktrinine göre şirketlerin özel hakları vardır, ama sorumlulukları yoktur. Şimdi toparlayalım: Kararlar kamusal alandan alınıp özel ellere verilmektedir; bu özel ellerin yegâne sorumluluğu da kendilerini zenginleştirmektir.
Neler olacağını tahmin etmek için dâhî olmaya gerek var mı? Şimdi 40 yıl sonra bunun etkilerini görüyoruz. Genel nüfustan zenginlere verilen bu 50 –tam olarak söylemek gerekirse 47– trilyon dolarlık hediye, oldukça eksik ifade edilmiş bir meblâğ. Daha yakından bakarsanız, Reagan’cıların birçok idari prosedürü, hatta kanunları bile hızla değiştirdiğini ve toplu bir soygun için tüm vanaları açtığını görürsünüz. Vergi cennetleri, paravan şirketler 1980 yılına kadar yasadışı idi. Ve Hazine Bakanlığı yasaları uyguluyordu. Gerçekten işe yarıyordu. IRS (Internal Revenue Service /Gelir İdaresi) vardı. Kanunları uyguluyorlardı. Reagan vanaları açtı, hepsini açtı. Şimdi bu ne anlama geliyor? Örneğin, dünyanın en büyük şirketi Apple'ın artık vergi ödeme zahmetine katlanmak zorunda olmadığı anlamına geliyor.
Apple’ın İrlanda'da bir yerlerde bir ofisi var, ki bu muhtemelen, benim şu konuştuğum oda büyüklüğünde bir şey; arada bir bir sekreter gelip bazı kâğıtları karıştırıyor, o kadar. Ama onlar İrlandalı bir şirket sayıldıklarından, Ronald Reagan sayesinde vergi ödemek gibi bir mükellefiyete sahip değiller. Bu, halkın katıksız soygunu demektir. Hem de onlarca trilyon dolar seviyelerinde. Gerçek miktarı ise kimse bilemez, çünkü esas olarak tek kanıt elimize Panama Belgeleri gibi sızdırılmış belgelerle ulaşabiliyor ancak.
Kongre bunları araştırabilirdi tabii, ama bunun için önce araştırma yapmayı istemek gerekir. Ne var ki, Kongre üyeleri de aynı maaş bordrosunda oldukları için araştırmaya yanaşmıyor. Mesela, Church Komitesi gibi araştırma ve soruşturma komisyonları yok artık. Aslında Kongre, dünyada olup bitenle ilgili en basit verileri bile bilmek istemiyor.
Kongrenin bir Teknoloji Değerlendirme Ofisi vardı mesela, bağımsız bilimsel analizler geliştiren ve NAFTA (Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması) gibi önemli konularda, türettikleri haklı nedenlerden dolayı şiddetli itirazlar getiren bir komite. Kongre bu komiteyi oracıkta söküp dağıttı. Bu 1990'larda olmuştu. Bunların Trump’la ilgisi yok. Trump, elbette bilimi hükümetten tamamen söküp atmaya girişti. Ama meselenin daha derinde yatan kökleri var. Pek çok sorun var. Bunlar, sorunuzun arka planında mevcut olanlar. Apansız ortaya çıkan şeyler değil. Evet, kurumlara yönelik aşağılama var ve bunun hayli haklı sebepleri olduğu da ortada.
MICHAEL LEHAVI: Günümüzde yüz yüze bulunduğumuz yapısal sorunlar konusunda getirdiğiniz harika açıklamalar için teşekkür ederiz.
Şimdi sorunlardan, daha iyi bir gelecek için çözümlere geçersek, birkaç mülakatınızda topluma karşı sorumluluğun, fırsatın bir fonksiyonu olduğunu söylediniz. Daha fazla fırsat, daha fazla sorumluluk anlamına geliyor. Bu Zoom toplantısı muazzam fırsatlara sahip olmuş insanlarla dolu; ancak, aynı zamanda onları sosyal sorumluluk almaktan caydıran, onların dikkatlerini dağıtan bir dizi sapkın saik ve müşevvikle de karşı karşıyalar. Bu Zoom görüşmesindeki insanlara ve benzer konumdakilere, bu ortamda nasıl hareket etmelerini önerirsiniz?
NOAM CHOMSKY: Bu yeni bir şey değil. İnsanı başarılı bir cani, istismarcı, köle sahibi veya başkalarının kaynaklarını çalan bir saldırgan olmaya sevk eden güçlü teşvik ve saikler her zaman mevcut olmuştur. Bu şekilde çok şey kazanabilirsiniz ve dahası, güç ve kudret mevkilerine geçersiniz. Ama, biz bunu istemiyoruz, kamu yararını önemsiyoruz, başkalarını önemsiyoruz, onlar için çalışacağız diyen insanlar da çıkar her zaman. Tarih boyunca bu çatışmayı şu ya da bu şekilde yansıtan bir mücadele görürüz.
En eski kayıtlarımızdan bazılarına dönüp bakalım. Veya mesela Kitab-ı Mukaddes’e bakalım: Peygamber denen bir insan sınıfı görürsünüz orada. Onları Pazarları kilise okulunda da okursunuz, a ne kadar güzel dersiniz. Ama düşünürseniz, peygamberler bizim için şimdiki deyimle bir çeşit muhalif entelektüellerdir. Kötü kralların suçlarını kınayan, onların jeopolitik analizleri konusunda insanları uyaran, kötü kralların politikalarının, yıkıcı politikaların nelere yol açacağı konusunda uyarılar yapan, dullara ve yetimlere merhamet çağrısında bulunan insanlardı. Temelde peygamberlerin mesajı budur. Tamamı değil, ama temel mesajı. Peki bu peygamberler nasıl muamele gördüler? Hapse atıldılar, çöle sürüldüler, kınandılar, alaya alındılar.
Yüzyıllar sonra sahte peygamber denilen insanlar da çıktı. Saray dalkavuklarının rahatı yerindeydi. Yüzyıllar sonra geri dönerseniz, değerlerin tersine döndüğünü görürsünüz. Peygamberleri onurlandırıyor ve sahte peygamberleri kınıyorsunuz. Ancak bu model tarih boyunca bugüne kadar süregeldi. Bugün bunun için farklı terimlerimiz var. Sahte peygamberler kendilerine teknokrat ve meritokrat (liyakatli) entelektüeller diyor veya bunun gibi isimler veriyorlar artık. Kissinger'ın bir zamanlar dediği gibi, onlar, muktedirlerin görüş ve fikirlerini dile getirmekteler. Şimdi rahatları yerinde. Eleştirenler ve muhalifler de var. Onların durumu ise pek iyi değil. Toplumuna göre değişiyor tabii, ama şu ya da bu şekilde hemen hemen her toplum, onları marjinalleştirmenin, öldürmenin ya da hapse atıp işkence etmenin bir yolunu buluyor. Tamam, bu oldukça doğal. Tanımladığınız teşvik-saik yapıları temelinde hareket edince böyle bir şey olmasını beklersiniz zaten. Tarih boyunca da bunun böyle olduğunu görüyoruz.
Örneğin, entelektüel terimini ele alalım. Bu terim modern anlamda kullanımını 19. yüzyılın sonlarında Fransa'da Dreyfus duruşmasında kazandı. Dreyfus’çular (onun beraatini destekleyenler) modern anlamda entelektüel olarak adlandırılan ilk kişilerdi. En ünlüleri olan Emile Zola ve diğerleri… Bugün, Dreyfus taraftarlarına saygı duyuyor ve onları onurlandırıyoruz. Ama o zamanlarda, Dreyfusard’lar ağır saldırılar altında kalmışlardı. Emile Zola hayatını kurtarmak için Fransa'dan İngiltere'ye kaçmak zorunda kaldı. En büyük entelektüel güç merkezi olan ve “Ölümsüzler” diye adlandırılan Académie Française üyeleri, harika kurumlarımız olan mahkemeleri, orduyu ve diğerlerini eleştirmeye cüret eden insanlar diye niteledikleri Dreyfusard’ları fena halde kınadılar. Onlar, 1968'de eski Harvard dekanı McGeorge Bundy'nin ifadesiyle “kanatlardaki vahşi adamlar”dı. Bundy, Johnson ve Kennedy’nin ulusal güvenlik danışmanlığını yapmıştı. 1968'de, barış hareketinin zirveye çıktığı dönemde, Foreign Affairs dergisinde yazdığı önemli bir makalede, taktiklerimizi eleştirebilecek, ancak bunun ötesine geçmeyecek sorumlu, ciddi entelektüelleri işaret ediyordu. Bunlar dışında bir de ayrıca, “kanatlardaki vahşi adamlar” vardı, mesela ben. Bu adamlar yönetimin politikalarını, neyi amaçladıklarını ve gerekçelerini eleştirmeye cüret eden ve belgelere bakarak ne planladıklarını öngören insanlardı. Bunlar “kanatlardaki vahşi adamlar” idi işte. Tarih boyunca olduğu gibi bugün de aynı şeyleri görebilirsiniz.
Peki ya sizler? Sizler seçiminizi yapabilirsiniz. Ya “kanatlardaki vahşi adam” olur, ortak fayda için çalışabilirsiniz ya da maddi müşevvikleri kabul eder ve zengin bir şirket avukatı olabilirsiniz. Seçme şansınız var.
MICHAEL LEHAVI: Çok teşekkürler. Devam ediyoruz ve izleyicilerimize kısa süre sonra yapılacak Soru-Cevap oturumu için ellerini kaldırmaya başlamalarını hatırlatmak istiyorum.
Devam edersek, siyasi meseleler ve bilimsel önemi olan meselelerle ilgili olduğu için şunu sormak istiyoruz: epistemik (bilişsel) alçakgönüllülüğün doğru derecesi olarak neyi öngörüyorsunuz? Yanılma payının gözardı edilmesinden kaynaklanan mantıksız epistemik güvenin, ikna veya etkili retorik açısından mantıksız insanlara avantaj sağladığından endişe duyuyor musunuz? Gerçi biliyorum ki bunlar sizin dünya meseleleri ile ilgili en sevdiğiniz düşünme şekilleri değil, ama gene de soralım istedik.
NOAM CHOMSKY: Bence prensip olarak hepimiz cevap üzerinde hemfikiriz. Makûl bir müzakereye, kanıtları dikkate almaya, mantıklı bir söyleme, anlaşmazlığın meşruiyetinin kabulüne ihtiyaç var ve bunların üstesinden gelmek için birlikte çalışmalıyız. Bilimlerde, özellikle de pozitif bilimlerde durum hemen hemen böyledir. Hiçbir şekilde mükemmel olmamakla birlikte böyledir. Ciddi kusurlar bulabilirsiniz, ama temelde bilimlerin yol gösterici etiği budur. Bundan sapmalar olduğunda, sapanlar eleştiri alırlar. Bunlarda ısrar edildiği de olur. Bilimsel suiistimal, deneylerin tahrif edilmesi, haksız eleştiriler gibi vakalarla karşılaşabilirsiniz. Ama genel olarak bunlar detaydır. Ana bilimlerin temel amacı, kanıta ve rasyonel tartışmaya önem vermeniz gerektiğidir.
Bilim dünyasında bunları yapmaktan uzun süre kaçınamazsınız, sonunda bir şekilde foyanız meydana çıkar çünkü. Öte yandan, diğer disiplinlere geçince, dünya gerçeklerinin dayattığı titizlik ve disiplin azalır. Daha az şey anlarız, muktedirlerin çıkarları daha büyük etkiye sahiptir. Böylece, az önce açıkladığımız şeylerin çok daha fazlası ile karşı karşıya kalırsınız. Ama bunu kabullenmemiz için bir sebep yok. Israr etmeliyiz. Bu çok canlı bir sorun.
Karşılaştığımız majör krizlerin en küçüğünü alalım. Yüz yüze olduğumuz birçok kriz var. Pandemi bunların en küçüğü. Pandemiden korkunç bir maliyetle, gereksiz bir maliyetle çıkacağız. Kendi toplumları için birazcık endişe duyan, onlarla birazcık ilgilenen ve bazen de şaşırtıcı yöntemlerle bunun üstesinden gelen ülke örnekleri var. Dünyanın her yerinde oldukça şaşırtıcı şekillerde başarı kazanan ülkeler var. En kötülerinden biri olan ABD gibi tamamen çuvallayanlar da var. Ama bu başarısızlık, ne yapacağını bilmemekten değildi. Ne yapılacağı biliniyordu; bazıları uyguladı, bazıları uygulamadı.
ABD’de neler olup bittiğine bakmak çok öğretici ve gelecek için önemli. Sonunda salgının üstesinden geldiğimizde, 2003'tekine çok benzer bir durumla karşı karşıya kalacağız. 2003’te, büyük bir koronavirüs salgını olan SARS vardı, kontrol altına alındı. Bilim insanları başka koronavirüs salgınlarının olacağına bir ağızdan dikkat çekmişti. Üstelik yenisi bundan daha da ciddi olabilirdi. Bununla başa çıkmak için yapmamız gereken şey; gelecek olana hazırlıklı olmaktı. Bilim insanları bugün de aynı şeyi söylüyorlar. Bundan kurtulduğumuzda başkalarının da geleceğini söylüyorlar. Muhtemelen daha da kötülerinin. İşte bunlardan kurtulmak için yapmanız gerekenler şunlar şunlar… Aynı talimat...
Peki, 2003'te ne oldu? Bilgi oradaydı, ne yapılacağına dair fikirler oradaydı, ama birinin topu alıp koşması gerekiyordu. Bu kim olabilirdi? Şimdi de aynı sorular ortaya çıkıyor.
Büyük ilaç şirketleri olabilirdi. Son derece korumacı, serbest ticaret karşıtı olan serbest ticaret anlaşmaları sayesinde devasa laboratuvarları, muhteşem kaynakları, kulaklarından fışkıracak kadar çok kârları var. Her şey hazır – kapitalist mantık haricinde. Kapitalist mantık, insanları mahvolmaktan kurtarabilecek olsa bile, bundan 10 yıl sonra sadece küçük bir kâr elde edebileceğiniz bir şeye para harcamayın diyor. Aşı kampanyası, kapitalist mantık değil. Kapitalist mantık, yarın kâr etmektir. Dolayısıyla, topu alıp koşmaya başlayacak olanlar ilaç şirketleri olamazdı, onlar da hiçbir şey yapmadılar zaten.
Hükümet olabilirdi. Devletin dev laboratuvarları var. Ve aslında aşılar ve ilaçlar için yürütülen temel araştırmaların çoğu zaten kamu sektöründe yapılıyor. Temel araştırmalar ve riskli adımlar kamu pahasına atılıyor olsa da, kamunun kârı paylaşmasına izin verilmemesini öngören kanunlarımız var. İş bittiğinde, onu özel tiranlara teslim edersiniz. Pazarlamayı yaparlar, kâr elde ederler ve tabii ki ürünü de biraz düzeltirler. Bu her alanda işe yarar.
Mesela, bilgisayarlarınız veya ilaçlar. Mesela Moderna aşısı da dahil olmak üzere, temel araştırmaların tümü devlet destekli çalışmalardan çıktı. Ancak, insanlar bundan kâr etmeyecek. Kârı Moderna'daki yöneticiler edecek. Bu bizim sosyal ve politik sistemimiz gereği. Hükümet devreye girebilirdi ama önünde de bir engel var. Buna Neoliberalizm deniyor işte. Hükümet sorunun kendisi yani, çözüm değil. Yani hükümet devreye girmedi ve bu yüzden de, kimse topu eline almadı.
Yapabileceğiniz şeyler vardı tabii. Obama 2009'da göreve geldiğinde, ilk işi Başkanlık Bilimsel Danışma Konseyi'ni toplantıya çağırmak oldu. Ve onlardan bir Pandemi Müdahale Programı hazırlamalarını istedi. Program birkaç hafta sonra hazırlandı ve uygulamaya kondu. Obama yönetimi programı uyguladı.
Ayrıca, potansiyel koronavirüsleri belirlemeye, özelliklerini öğrenmeye, bunlardan birinin hayvandan insana geçmesi ve bir salgına yol açması durumunda hazırlık olarak neler yapılacağını incelemek için Çin'de çalışan Amerikalı bilim adamlarının programları da vardı. Bu, Ocak 2017'ye kadar Obama yılları süresince devam etti.
Başkan Trump seçildi. Göreve geldiği günlerde yaptığı ilk şey Pandemi Müdahale Programı’nı tamamen ortadan kaldırmak oldu. Sonrasındaki birkaç yıl, Çin'de çalışan Amerikalı bilim adamlarının programlarını yok etmek, onlardan kurtulmakla geçti. Bir sonraki adım, aslında en başından itibaren hedeflenen şey, Hastalık Kontrol Merkezi'nin finanse edilmesinin durdurulması idi. Bu yıllarca, her bütçe döneminde devam etti. Aslında, hükümetin sağlıkla ilgili tüm kuruluşlarının finansmanını kesmek hedefti. Bu her yıl, her bütçe döneminde devam etti. Kongre bazen aksini yaptı, ancak Beyaz Ev'in bütçesi, halkı koruyacak her kurumun finansmanını kesmek ve o kurumları yıkıp yok etmeden ibaretti. Bu, en son Şubat 2020'de gerçekleşti.
Pandemi şiddetleniyor, Trump'ın bütçesi Hastalık Kontrol Merkezi ve hükümetin sağlıkla ilgili diğer unsurlarının finanse edilmesinin durdurulmasını söylüyor. Muhtemelen aynı şeyi önümüzdeki Şubat ayında da göreceğiz. Elbette bildiğiniz gibi yönetim seçim sonuçlarını kabul etmedi. Sanki bir sonraki yönetim de onlarda kalacakmış gibi davranıyorlar. Ve, söylediklerine bakılırsa, yapmayı planladıkları şeylerden biri de, önümüzdeki yıl için bir bütçe hazırlamak. Muhtemelen mevcudun devamı olacak.
Farklı ülkelerin tepkileri farklı oldu. Pandemi başladıktan sonra, ülkeler elbette farklı tepkiler verdi. Bunlardan bazıları, Doğu Asya ülkeleri, Güney Kore, Tayvan, Singapur, Hong Kong, Okyanusya, Yeni Zelanda, Avustralya, Afrika ülkeleri… oldukça iyi iş çıkardılar, pandemiyi kontrol altına almak için çok hızlı hareket ettiler. En şaşırtıcı vakalardan biri Vietnam’dı. Salgının merkezi olan Güney Çin sınırında çok fakir bir ülke Vietnam. Birkaç aydır vaka görülmedi. Yarım düzine kadar insanda, birkaç ziyaretçide hastalık görüldü o kadar.
Senegal, Kenya gibi ülkeler bile başardı. Avrupa biraz yalpaladı, çok iyi değildi, ama sonunda vaziyeti biraz toparladılar. Spektrumun dışında olan birkaç ülke var sadece ve ABD onlardan biri. Birbiri ardına felaketler yaşanıyor. Şimdi, hükümet, biz pes ettik, kontrol edemiyoruz artık dedi. Durum eyaletlerin, yerel yönetimlerin elinde artık.
Ve benim samimi şüphem o ki, topal ördek yönetim bu durumdan gayet memnun. Ülke çürümüş bir durumda, gerçekten yönetilemez hale gelirse, onların durumu gayet iyi gidiyor demektir. Biden göreve başlarsa, pek çok sorunu olacak. Bu, durumu daha da kötüleştirecek. Kaçınılmaz başarısızlıklar yeni yönetime mal edilecek.
Mar-a-Lago'daki öteki yönetim, Mitch McConnell’un Senatosu cepte olarak, kendisine sahte hükümet değil gerçek hükümet diyecek ve bütün bunları kendi lehine kullanacak, 2022 ve 2024'te kükreyerek geri dönecek. Sanırım planlanan bu. Bu da hukukçuların yardımıyla olacak, ki McConnell'ın mesleği de o zaten. Senato eskiden bilinçli bir organdı. Son yıllara bakarsınız, artık bilinçli bir yapı değil. Meclis'ten öneriler alıp bunlar üzerinde çalışmıyor. İki şey yapıyor sadece. Birincisi, süper zenginleri zenginleştirecek ve diğer herkesi beyninden vuracak kanunlar çıkarmak – 2017’deki vergi dolandırıcılığı gibi. Diğeri ise, adli sistemi, bir nesil boyunca her şeyi bloke edecek genç, aşırı sağcı avukatlarla tıka basa doldurmak.
Dolayısıyla, halk ne isterse istesin, bu aşırı gerici politikalar devam edebilir. Geliştirilmekte olan plan bu gibi görünüyor. Evet, bunu kabul etmek zorunda değilsiniz. Ama tekrar salgına dönersek, şimdi de aynı seçeneklere sahibiz. Muhtemelen başka salgınlar da geliyor. Şimdiye kadar şansımız yaver gitti. Her koronavirüs salgını ya son derece bulaşıcıdır ve şu anki gibi çok ölümcül değildir ya da son derece öldürücüdür ama Ebola gibi çok bulaşıcı değildir. Bir sonrakinde bu kadar şanslı olacağımızı kim söylüyor? Belki ikisi birden olacak. Ayrıca, küresel ısınma ve habitat tahribatı nedeniyle her şey daha da kötüleşecek. Çok daha ciddi bir salgın olasılığını düşünebiliriz ve bununla ilgili bir şeyler yapabiliriz. 2003'te yapılan uyarıya uyabiliriz. Bu, kapitalist mantığın, neoliberal saldırının ve hükümet figürlerinin kötü niyetinin üstesinden gelmemiz gerektiği anlamına gelir. İşte üç problem dediğimiz, bunlar. Hepsinin üstesinden gelinebilir. Ama, insanlar yapmadıkça bu olmayacak.
MICHAEL LEHAVI: Teşekkürler Profesör Chomsky. Şimdi soru - cevap kısmına geçiyoruz. Anna Bintinger’ı çağıracağım. Sesinizi açabilirsiniz.
ANNA BINTINGER: Merhaba Profesör. Konuşma için teşekkür ederiz.
İlk sorunun konusuna dönersek, üniversitede büyük oranda sizin çalışmalarınız sayesinde dilbilime âşık olan biri olarak, her şeyden önce neden dilbilim çalışmak istediğinizi ve daha sonra neyin sizi çalışmaya devam etmeye ittiğini duymayı çok isterim.
NOAM CHOMSKY: Üzgünüm, anlayamadım. Tekrarlar mısın Michael?
MICHAEL LEHAVI: Sanırım Anna geçmişte dilbilim çalıştığını ve sizin çalışmalarınız sayesinde dilbilime âşık olduğunu söyledi.
NOAM CHOMSKY: Tebrik ederim.
MICHAEL LEHAVI: Anna, sizin neden dilbilime âşık olduğunuzu merak ediyor.
NOAM CHOMSKY: Kişisel olarak mı?
MICHAEL LEHAVI: Evet.
NOAM CHOMSKY: İnsana karşı ilgim var. İlk söylediğim şeye geri dönelim. İnsanoğluna ilişkin oldukça harika şeyler var. Bunların neredeyse hepsi, bir dilimiz olduğu gerçeğinden kaynaklanıyor. Harika şeylerden biri, düşüncelerimizin olması. Masamın altında iki sevimli “it” var – tam kelimeyi kullanamıyorum şimdi, yoksa deli gibi kapıya koştururlar. Şimdi, onların düşünce denebilecek bir faaliyetleri yok. Kafalarında bir şeyler var, yarım düzine kadar. Tamam ama insanlarda olduğu şekilde inançlar, argümanlar, beklentiler, planlar vesaire şeklinde ifade edilebilecek düşünceleri yok. Evet, bulunmuyor. Ve bu, en yakın akrabalarımız olan büyük maymunlar da dahil olmak üzere, bildiğimiz tüm organizmalar için geçerli. Eğitimdeki yoğun çabalarla bile dilin en basit, en temel bilgilerini kavrayamıyorlar. Bizde mevcut olup da onlarda olmayan herhangi bir duyusal motor becerisi yüzünden değil bu. Onlarda bu beceri bizimkiyle aynı. Sadece, bizim içimizde olan neyse işte, onlarda o yok da ondan.
Dünya üzerindeki kabaca dört milyar yıllık yaşamda, 50 milyara yakın tür varoldu ve bunlardan sadece birisi düşünme yetisine sahip aslında. Ve bu düşüncelerin varlığı, bu inanılmaz dil yetisine sahip olduğumuz gerçeğine dayanıyor. Daha önce söylediğim gibi, bu, tüm evren içinde dahi biricik olabilir. Amerikan biyolojisinin koca bilgesi, Harvard’lı biyolog Ernst Meyer, bir keresinde, eğer kâinatta sahip olduğumuz tek örneğe, yani dünya üzerindeki hayata bakıldığında, biyolojik olarak başarılı olan, yani üremeyi ve hayatta kalmayı başaran türlerin aslında aptal olanlar olduğuna işaret etmişti. Bakteriler, böcekler, haşereler vaziyeti idare ediyorlar. Zekâ dediğimiz şeyin üst basamaklarına çıktığımızda bu başarı skalasında başarılı olan çok çok daha az sayıda tür olduğunu görüyoruz… ve onlar da pek uzun ömürlü değiller.
Aslına bakılırsa, çok yakın zaman öncesine kadar pek fazla insan yoktu ortada. Sadece yaklaşık son 10,000 yıldır var. Ve bu tek tür var. Ve Mayr şunu ileri sürüyor… evrende birçok gezegen olduğunu söylüyor. Fermi’nin paradoksu denen bir şey var, belki duymuşsunuzdur. Büyük fizikçi Fermi, bizimkine çok benzeyen muazzam sayıda gezegenle dolup taşan evrende neden zeki yaşam belirtisine hiç rastlamadığımızı merak ediyor. Mayr’ın iddiası ise, evrende zeki yaşamın olmadığı yönünde. Esasen, aptal olmanın zeki olmaktan daha iyi olduğunu söylüyor. Daha yüksek zekânın gelişme şansı çok daha az. Gelişse bile, bu ölümcül bir mutasyon olabilir. Mayr’ın kendisi, konuşmasının devamında bunu söylemiş değil ama şimdi ben ekleyeceğim: Biz zekânın ölümcül bir mutasyon olduğunu gösterme çabası içindeyiz hep birlikte. Dünya üzerindeki hayatı yok edecek eylemlerin ortalık yerinde bulunuyoruz. Bunu hali hazırda, altıncı kitlesel yok oluş ile aynı ölçekte yapmaktayız. Her nasılsa, tüm bu benzersiz – belki de evren tarihinde biricik– olan nitelikler, dilin var olmasından kaynaklanıyor. Bu yüzden, eğer sadece insanları değil, aynı zamanda evrenin doğasını da anlamak istiyorsanız, bu konuda çalışmanın büyüleyici bir şey olduğunu düşünüyorum.
MICHAEL LEHAVI: Teşekkürler Profesör Chomsky. Harikaydı. Şimdi diğer sorumuza geçiyoruz. Andrew Santana, kendi sesinizi açabiliyor olmalısınız.
ANDREW SANTANA: Merhaba, Profesör Chomsky, zaman ayırdığınız için çok teşekkürler. Benim sorum şu: Kapitalist mantıkla tasarlanmışlarken, kamusal söylemimizi dikte eden algoritmaların nasıl üstesinden gelebiliriz? Rasyonel, demokratik söyleme ulaşmak için bu kısır döngüyü nasıl kırabiliriz?
NOAM CHOMSKY: Çok basit… bilfiil yaparak. Algoritmalar sizi bunaltmasın. Kulağa fantastik ve bilimsel geliyor, ancak bu, çağlar boyunca var olan kontrol ve tahakkümü keskinleştirme yollarından biri sadece. O kadar büyük bir değişiklik de yapmıyor aslında. Her zaman yaptığın yollardan buna direniyorsun. Gerçekten sert ve acımasız toplumlarda zorlu bir uğraş tabii. Diyelim ki Çin'de ya da Suudi Arabistan'da ya da İran'da yaşıyorsunuz, oralarda ayağa kalkıp, mevcut otoriteye meydan okuyacağım demek kolay değil. Çin'de Ai Weiwei ve diğerleri gibi bazıları bunu yapıyorsa da çok kolay değil. Ama bizimki gibi bir toplumda yaşıyorsanız, o kadar da zor değil. Eğer bizim gibiyseniz, ayrıcalıklıysanız, hepimiz gibi, o zaman oldukça iyi korunuyorsunuz demektir. Vurulmayacaksınız, işkence görmeyeceksiniz demektir.
Belki “kanatlardaki vahşi adam” olarak görülürsünüz, belki istediğiniz işe sahip olmanız mümkün olmaz, ve belki benim gibi Ulusal Halk Radyosu’ndan (NPR) dışlanırsınız. Ama bu, dünyanın sonu da değil. Yapabileceğiniz birçok şey var ve bunları yapmak size oldukça büyük bir doyum sağlayabilir. Yani bizim gibi ayrıcalıklı insanlar için pek çok fırsat var. Zulüm sınıfına katılırsanız elde edeceğiniz kolaylıkları, tarih boyunca olduğu gibi, artık alamazsınız; ancak, bu yapamayacağınız anlamına gelmez. Yani, algoritmaları unutun, baskıyı unutun, yürüyün yolunuzda.
MICHAEL LEHAVI: Teşekkürler. Saat 3:00 sizin için kesin bir limit mi, teyit etmek istiyorum, Profesör Chomsky? Size soru sormak isteyen birçok kişi var. Sadece kalan son birkaç dakikayı nasıl kullanacağımızı netleştirmek istiyorum. Saat 3: sizin için limit mi, Profesör Chomsky?
NOAM CHOMSKY: Evet tamam. Devam edelim.
MICHAEL LEHAVI: Tamam. Kevin Vasquez.
KEVIN VAZQUEZ: Teşekkürler Michael. Ve selam Profesör Chomsky.
Öncelikle çalışmalarınızın büyük bir hayranı olduğumu söylemek istiyorum. Düzinelerce kitabınızı okudum ve bunlar dünyaya bakış açımı tamamen değiştirdi. Ve bu yüzden sizinle tanışmak ve sizi dinlemek benim için büyük bir onur.
Fakat benim sorum, çok uğraştığım ve insanlarla çok konuştuğum bir şey hakkında, bir bakıma da oldukça basit bir soru. Bu yıl ve en azından son on yılın yarısı boyunca ırksal adalet için büyük eylemlerin ortaya çıktığını ve geliştiğini görüyoruz. Çoğu zaman bu eylemlerin yalıtılmış olduğunu düşünüyorum - temsiliyetle ilgili ve şirket gücünün, kapitalizmin, eşitsizliğin veya yoksulluğun veya bahsettiğiniz diğer birçok şeyin eleştirilerinden kopuklar. Bu sebeple, bana öyle geliyor ki, bunlar neoliberal güç merkezi için neredeyse kabul edilebilirler, çünkü bunlar belki de sadece yönetim kurulunda olan kişileri değiştirmekle ilgili, ama tabii ki bu şirket yönetim kurulu salonunun var olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Size sorum şu; ırksal adaletsizlikle alakalı bu eylemlerin biz soldaki insanlara ne ölçüde yardımcı olduğunu düşünüyorsunuz? Ekonomik sorunlardan, şirketlerin güçlerinden ve politik yozlaşmadan, yolsuzluklardan ve tüm farklı ırkların işçi sınıfına cazip gelen şeylerden bahseden sınıf temelli, geniş politikalara ne ölçüde ihtiyacımız olduğunu düşünüyorsunuz?
NOAM CHOMSKY: Yeni ortaya çıkmış bu güçlü sosyal hareketi ele alalım, Black Lives Matter (Siyahların Hayatı Önemlidir) hareketini. Çok çarpıcı bir gelişme. Ondan çok şey öğreniyoruz. Yıllardır devam eden, Floyd cinayetinden sonra yaşananların arka planını hazırlamış birçok örgütlenme vardı. Bunlar bir anda ortaya çıkmadı. Fakat Floyd cinayetinden hemen sonra şaşırtıcı bir gelişme oldu. Birkaç gün içinde Amerika tarihinin en büyük sosyal hareketi ortaya çıktı. Çok büyük bir sosyal hareket, büyük bir katılım, siyah-beyaz dayanışması, devasa halk desteği, benzeri görülmemiş halk desteği, neredeyse üçte ikisi. Bu, Martin Luther King’in popülerliğinin zirvesindeyken aldığı destekten çok daha fazla.
Sadece burada değil, başka yerlerde de. Bu, aktivist ve örgütleyici bir arka plandan ortaya çıktı. Ve sonrası geliyor. Hangi taktiklerin kullanılacağı meselesi. Bu büyük, çok büyük fark yaratıyor. “Polisin maddi kaynağını keselim” gibi, eylemden ortaya çıkmış sloganları ele alalım. Aktivist olmak isteyen bir kişi olarak bir şeyi kazanmak istiyorsanız eğer, kendinize şunu sormalısınız: Tekliflerimi, taleplerimi ve politikalarımı halkın anlayışını ve desteğini kazanacak şekilde nasıl formüle edebilirim? Ya da onları sadece bana kendimi iyi hissettirip insanları da yabancılaştıracak şekilde mi formüle etmeliyim? Bu her zaman ortaya çıkan bir seçimdir. İnsana kendini iyi hissettiren taktiklerle iyiyi gerçekleştiren taktikler arasındaki seçim. Black Lives Matter olayında ikisini de gördünüz. Başkan Trump’a ve aşırı sağa büyük bir hediye olan kendini iyi hissettirici taktik, sadece “polisi defedin, çevremizden uzaklaştırın!” demek idi. Bunu kimse kabul etmez. Bu dünyada olacak şey değil. Belki başka bir dünya hayal edebilirsiniz, ama bu dünyada değil.
Aslında, Black Lives Matter’ın ana aktivistlerinin açık ve anlaşılır şekilde formüle ettiği, Bernie Sanders gibi insanların da takipçisi olduğu, “polisin maddi kaynağını kesin” in anlamlı bir versiyonu vardı aslında, ve “polisin kaynağını kesin” demek, polisin elinden, zaten hiçbir zaman sahip olmamaları gereken sorumluluklarını alın anlamına geliyordu. Polisin yaptığı işlerin büyük çoğunluğu polislerin eğitimini almadığı ya da yapmak için donanımlı olmadıkları ve yapmak da istemedikleri işlerdir. Ev içi şiddet, akıl sağlığı sorunları, kayıp köpekler, her ne olursa. Bunları polislerin elinden alın, kamu hizmetlerine devredin. Bu işi çok daha iyi yapan ve ellerinde silahlarla ortalıkta insanları tehdit ederek gezmeyen insanların eline verin. Bu, polislerin kaynağını fazlasıyla kesecektir ve polisler de bundan yana zaten. Sonra polis maaşlarını arttırın ki polislik daha çok ilgi gören bir meslek olsun. Böylece tek derdi geçimini sağlayabilmek olmayan, daha iyi eğitim almak isteyen ve buna benzer dertleri olan başka insanlar da gelecektir. Bu politika, çoğu polis tarafından kabul görecek ve hatta hoşlarına gidecek bir “polisin kaynağını kesme” politikası olacak ve halk tarafından kabul edilecektir.
Hangi hareketi takip ettiğin, o hareketin başarılı olup olmayacağını belirleyecektir. Ve bu, düşünebileceğin tüm sosyal eylemler için geçerli. Hayatım boyunca bunların düzinelercesine dahil oldum, ve bu problem her zaman çıkageldi. Örneğin, Vietnam Savaşı protestoları. 1970’lerde ana protestolar bölünmeye uğradı. Örneğin, Demokratik Toplum için Öğrenciler (Students for a Democratic Society/SDS), ana gruplardan bir tanesi, parçalandı. Bir grup, Maocu oldu. Küçük Kırmızı Kitap’ın kopyalarıyla Lyon’daki GE fabrikasının dışında duracaklardı ve onları işçilere verip “Hadi devrim yapalım” diyeceklerdi. Bunun ne kadar sürdüğünü tahmin edebilirsiniz. Bu arada onlar arkadaşlarımdı. Söylemeliyim ki bazıları Harvard profesörleriydi. Daha sonra başka bir grup “The Weathermen” (Hava Tahmincileri) oldu. “Haydi ana caddede cam-çerçeve indirelim, vitrinleri kıralım ve toplumu parçalayalım. Bu, devrimi getirecektir!” Vietnamlıları dehşete düşürdü bu.
Vietnamlılarla yapılan toplantıları hatırlıyorum, insanlar bunu durdurmaları için yalvarıyorlardı. Bu, onlara hiç de yardımcı olmuyordu, hatta zarar veriyordu. Sadece savaşın devam etmesi için destek oluşturuyordu. Sadece insanları sinirlendiriyordu. “Tamam, hadi şu serserileri mahvedelim.” diyorlardı. Ve savaş karşıtı hareket büyük ölçüde bu şekilde çöktü. Bu tekrar tekrar yaşanıyor. Bir eylem seç, içine iyice bak, bu şeylerin oluştuğunu göreceksin. Eğer gerçek bir örgütleyici ve aktivist olmak istiyorsan bunlar, aralarında seçim yapmak zorunda olduğun şeyler. İnsana kendini iyi hissettiren şeyler çok önemli değil. Kimse sizin kendinizi iyi hissedip hissetmediğinizi önemsemez. Önemli olan, yapıcı sonuçları olan bir şey yapıp yapmamandır. Yapabileceğin birçok şey var. Gerçek örgütleyicilerin hepsi bunu bilir, bu kanlarında vardır. İşte bu çalışma yöntemin. Ama bir eyleme sadece heyecan için katılırsan, “hadi heyecan verici bir şeyler yapalım, camları kıralım, bir banliyö restoranında Black Lives Matter diye bağıralım” dersen, karşı tarafa büyük bir hediye vermiş olursun.
Bunun bir yönüne şimdilerde “boykot kültürü” deniyor. “Bazı konuşmacıları sevmiyorum ve onları kampüste istemiyorum, onları kampüs dışında tutacağım.” Bu, konuşmacı için mükemmel bir hediyedir, buna bayılır, böylece kendini gangsterlere karşı özgürlüğü savunan büyük bir kahraman olarak gösterebilir. Sağ taraf için mükemmel bir hediye. Anlayışı arttırmak üzerinde hiçbir etkisi yoktur. Buna cevap vermenin doğru yolu “Tamam, konuşmacı kampüse gelsin. Bu meseleler hakkında konuştuğumuz karşı toplantılar ya da gösteriler organize edelim, bu insanın asıl amacının ne olduğunu açığa çıkartalım, gerçek sorunlara odaklanalım, bunlar hakkında neler yapabileceğimizi düşünelim” demektir. Bunu eğitici bir fırsata, aktivizm için bir temele dönüştürebilir ya da sağ tarafa bir hediyeye dönüştürebilirsin. Bu, insanların her zaman karşı karşıya kaldıkları bir seçimdir. Ve bu, temasta olduğum tüm aktivist hareketler için geçerli.
MICHAEL LEHAVI: Teşekkürler, Profesör Chomsky. Zamanımızın sonuna geldik. Zamanınızı cömertçe buraya ayırdığınız için içtenlikle teşekkür ederim. Organizasyon için Bölüm 5 Komitesine ve Joseph Jung’a teşekkür ederim. Toplantıyı kapatmadan önce HLS (Harvard Law School) topluluğunun duyması gerektiğini düşündüğünüz son sözleriniz var mı?
NOAM CHOMSKY: Az önce bahsettiğim ve sadece tekrarlayacağım çok basit bir mesaj var aslında. Sizin jenerasyonunuz, daha önce hiç ortaya çıkmamış yeni sorularla karşı karşıya. Temelde soru şu; “İnsan deneyimi tanınabilir herhangi bir formda hayatta kalmaya devam edecek mi?” Siz bu soruyla karşı karşıya gelen ilk jenerasyonsunuz. Olumlu bir cevap vermezseniz, ki bu yapılabilir, bu soruyla karşılaşacak son jenerasyon da sizsiniz. Birçok cephede felakete doğru ilerliyoruz. Bu yüzden üstünüzde büyük bir sorumluluk var, ama bu aynı zamanda heyecan verici bir mücadele. Ve bunu görmezden gelemeyeceğinizi düşünüyorum.
MICHAEL LEHAVI: Profesör Chomsky, bu çok heyecan vericiydi ve bir ayrıcalıktı. Tekrar zaman ayırdığınız için teşekkürler. Bu, hepimiz için inanılmaz bir fırsattı. Dinleyicilere teşekkürler. Ve sanırım toparladık.
NOAM CHOMSKY: Çok teşekkürler. Sizinle olmak bir keyifti.
Çeviren: Melike Demirel
Çeviri Editörü: Ömer Madra