Julian Casablancas yeni bir ‘Rolling Stone’ söyleşi dizisine başlıyor: ‘İmdat – Dünyanın Hali Berbat’

Çeviri
-
Aa
+
a
a
a

Strokes müzik grubunun lideri Democracy Now! sunucusu Amy Goodman ile ilk yayında söyleşiyor.

Rolling Stone'un internet sitesinden yayınlanan bu söyleşi Nur Deriş tarafından Açık Radyo için Türkçeleştirdi.)

Dizinin ilk programı 29 Ekim Perşembe günü yayınlandı. Program, Democracy Now! sunucusu ve Amerika Birleşik Devletleri’nin en çok okunan yazarlardan biri olan Amy Goodman’ı konuk ediyor. Goodman’a hayranlığını hiç gizlemeyen Casablancas söyleşiye başlarken son beş yılını Democracy Now! yayınının bir müzik arasında şarkılarından birinin çalınmasını sağlamak için uğraşmakla geçirdiğini itiraf ediyor. 

Pek çok konuya değinilen söyleşi, 2020 seçimleri ve Başkan Donald Trump’ın yerinden edilmesinin önemiyle başlıyor. Goodman bunu dile getirirken Trump’ın bilimi inkâr etmesini ve bu tavrın hem koronavirüs salgınını hem de iklim krizini nasıl körüklediğini özellikle vurguluyor. Goodman ayrıca bağımsız medyanın canalıcı öneminden, beyaz ırkın üstünlüğünü savunan şiddet yanlılarının süregelen bir tehdit oluşturmasından ve bu zor zamanlarda topluluklarla bütünleşmenin, birbirimize özen göstermenin ve Black Lives Matter gibi aktivist hareketlerin büyük öneminden söz ediyor. 

Casablancas (JC): Bu gece çok özel bir konuğum var. Yeryüzünün habercilik yıldızlarından biri. Belki de onu Democracy Now! kanalından tanıyorsunuzdur. Kendisi en önemli ulusal değerlerimizden biri: Amy Goodman. Kendisiyle yeryüzünden canlı yayında görüşüyoruz.

Size, haddim olmayarak sormak istediğim sorulardan biri de şu: Acaba farkında mısınız, ben son beş yılımı şarkılarımdan birinin Democracy Now! yayınının bir müzik arasında çalınmasını sağlamaya çalışmakla geçirdim. 

Goodman (AG): Yaa, bana ulaşmaya çalışan uzaylı demek sendin. 

JC: Uzaylı olan sizsiniz. Siz uzaydan bir konuk yıldız olarak bizi ziyaret etmeye geldiniz. Size çok teşekkür borçluyuz. Size bir sorumuz var: Dünyadan ne haber?

AG: Evet Julian, şu an sizlerle olmak benim için büyük bir onur. Ancak şu sırada haberler oldukça vahim. Yani Noam Chomsky’nin de dediği gibi şu anda Amerika Birleşik Devletleri tarihinin en anlamlı seçim sürecini yaşıyoruz ve bu ülkede daha riskli bir durum olamaz. Burada faşizme giden bir yoldan bahsediyoruz. Şu anda olan tam da bu. Şuna hiç şüphe yok: bu ülkede başka bir dünyaya gönülden inanan insanlar var ve Biden’ın yönetiminde bunu göremiyorlar. Ama konu Beyaz Ev’de kimin olacağı değil, aslında insanların demokratik bir şekilde davranabilmeleri için bir ortam olup olmadığı. Yani mesele Biden’ın Yeni Yeşil Düzen’i (Green New Deal) destekleyip desteklememesi değil. Pek çok hareket zaten uzun süredir bunun mücadelesini veriyor. Beyaz Ev’de kim olursa olsun bunun baskısını hissedecek. Ama şu anda Beyaz Ev’i işgal edenlerin ağzından püskürtülen ne kadar çok yalan olduğunu düşünecek olursan… ve sadece yalanlar da değil, aslında somut birtakım eylemlerle ne kadar çok insanın hayatının tehlikeye atıldığını düşünecek olursan… Biz öyle bir zamanda yaşıyoruz ki… evet dünyanın Bir Numarasıyız. Enfeksiyonlarda, ölümlerde dünya birincisiyiz. Yani şu anda küresel bir pandeminin ortasındayız, ama burada, ABD’de, dünya nüfusunun %4’ünden biraz fazlasına sahip olan bu ülkede enfeksiyonların %20’sinden fazlası ve ölümlerin %20’sinden fazlası var. Bu gerçekten dehşet verici, çünkü bu ülkede olup biten her şey aynı zamanda dünyanın geri kalanını muazzam bir şekilde etkiliyor. Yani dünyanın en güçlü iktidar odağını işgal eden kişinin gücü o kadar büyük ki… ve buna rağmen her gün ne acılar çekiliyor. Tabii daha önce de acı çekiliyordu ama şimdi yepyeni bir seviyeye ulaştı ve bunu son derece ciddiye almak zorundayız artık. Çünkü gezegenin kaderinden bahsediyoruz. Bilimin inkârından söz ettiğimiz zaman bu, korona virüsünü ve virüsün nasıl yayıldığını da, iklim krizini ve bu krizin gezegeni nasıl tehdit ettiğini de içeriyor. İşte bu gerçeklere saygı duymalıyız, bilime saygı duymalıyız. İnsanların da işin içinde olmalarını sağlayacak bir demokratik sürece ihtiyacımız var. 

JC: Âmin. Peki sağ kanattan insanların, FOX haberlerini izleyenlerin, muhafazakârların durumu sizi kaygılandırıyor mu yoksa sadece solculara mı hitap ettiğinizi düşünüyorsunuz?

AG: FOX haberlerini izleyenler de Covid’e yakalanıyorlar. Başkan Trump’ın çalışma arkadaşları da Covid’e yakalanıyorlar, hatta en yakın müttefikleri ve destekçileri bile. Dolayısıyla ben şöyle düşünüyorum: bu herkesi etkiliyor. Democracy Now! ve democracynow.org’da biz gezegenin her tarafında muazzam bir dinleyici topluluğuna sesleniyoruz ve bence bu pandemi sırasında gezegene neler olduğu konusunda gerçekten kaygılı olanlar, iklim krizini ciddiye alanlar, gezegende giderek artan eşitsizliği önemseyenler, savaş ve barışı önemseyenler aslında dış kapının mandalı bir azınlık değiller. Hatta sessiz bir çoğunluk bile değiller, medya şirketleri tarafından susturulmuş bir çoğunluk var aslında. İşte bu yüzden de medyayı yeniden ele geçirmek zorundayız. İşte bu yüzden de bu dönemde bağımsız medyanın önemini vurgulamak gerekiyor. Biliyorsunuz Democracy Now! şirketlerden bağımsız bir kuruluş. Dolayısıyla biz savaş ve barış gibi konuları ele aldığımızda sesimizi silah şirketleri sayesinde duyurmuyoruz. İklim krizi konusunu ele aldığımızda sesimizi kömür, petrol, gaz ve nükleer enerji şirketleri sayesinde duyurmuyoruz. Sağlık krizini ele aldığımızda sesimizi sigorta şirketleri ya da büyük ilaç şirketleri sayesinde duyurmuyoruz. Eşitsizlikten söz ettiğimiz zaman sesimizi bankalar ya da finans kuruluşları sayesinde duyurmuyoruz. Bu haberler bağımsız, herkes tarafından herkese ulaştırılan haberler. Yani dinleyiciler, okuyucular, izleyicilerden söz ediyorum. Ve medyanın geleceği de böyle olmalı zaten, hem sadece ABD’de değil dünyanın her tarafında. 

Medya, demokratik bir toplumun düzgün işleyişi için tayin edici bir önem taşıyor. Biz ABD’de ve dünyanın birçok yerinde demokratik bir medya hareketinin parçasıyız ve bu noktaların her birini birleştirmek gerekiyor. Gerçek umut burada. Yani insanlar dünyanın başka yerlerinde ne olup bittiğini nasıl öğreniyorlar? Şimdi ABD’de insanlar dünyada neler olduğunu şirket medyalarının merceğinden görerek öğreniyorlar. Dünyanın geri kalanı ise bizimle ilgili haberleri aynı şekilde alıyor. Tabii bağımsız haberlere ulaşmıyorlarsa, ki gittikçe daha çok insan bu bağımsız kanallardan bilgi alıyor ve bunun tayin edici bir önemi var. 

Bence medya dünyada barış için en büyük gücü oluşturabilir. Ancak çoğu zaman dillendirildiği gibi, medya bir savaş silahı gibi kullanılıyor. İşte bu yüzden de böyle bir medyaya meydan okumamız gerekiyor, bu yüzden medyayı yeniden ele geçirmemiz gerekiyor. Biliyor musunuz, bu sadece FOX haber kanalıyla sınırlı değil, CNN’i ya da MSNBC’yi izlediğinizde ekranda hep şu bir avuç uzmanı görüyorsunuz. O kadar çok şey konusunda o kadar az şey biliyorlar ki ve bize dünyayı açıklamaya kalkıyorlar, bunu yaparken de o kadar yanılıyorlar ki. Bizim doğrudan insanlara, en ön safta olan, tabanda olan insanlara ulaşmamız ve onların kendi yaşadıklarını anlatmalarını sağlamamız lazım. İşte şu anda bu ülkede karşı karşıya olduğumuz durum bu, karşımızdaki engeller müthiş. Ama hareketler çok yaygın ve bunların üstesinden gelebilecek muazzam bir kapasiteye sahipler.

Julian şu anda biz burada konuşurken Michigan eyaletinde 13 adam “yurtiçi terörizm” gerekçesiyle tutuklanmış bulunuyor. Ben onlara milis gücü bile demeyeceğim, bu onları onurlandırmak olur. Evet, aynen öyle. Bunlar açıkçası bir grup yargısız infazcı, ulusal çapta teröristler. Hatta, şaşırtıcı gelebilir ama, Trump yönetiminde bile, Trump’ın kendisi değil ama Yurtiçi Güvenlik ve FBI’da çalışanların hazırladıkları raporlar var. Bunlara göre bu ülkede beyazların üstünlüğünü savunanlar, aşırı unsurlar (bunu eklemek gereksiz aslında, ikisi aynı şey çünkü) anayurt için en büyük tehlikeyi oluşturuyorlar. Bu anayurt sözünü kullanmayı da sevmiyorum çünkü kulağa bir şekilde Almanya’yı hatırlatan bir tınısı var. Ama bu ülke açısından en büyük tehlikeyi bunların oluşturdukları doğru. Son yıllarda yüzlerce insanın ölümünden bunlar sorumlu. O on üç adamın tutuklandığı duyurulduğunda, kimsenin aklına bunların sadece gafletle davranan bir grup polis olduğu gelmesin diye Michigan baş savcısı şöyle dedi: “Bu sadece buz dağının görünen tepesi.” Hatırlarsanız 1995’te Timothy MacVeigh Oklahoma hükümet konağını bombaladığı zaman onun, Michigan milisleri olarak adlandırılan grupla bağlantısı ortaya çıkarılmıştı. Bunlardan şu anda ülkede silahlanmış olan, ırkçı olan, beyazların üstünlüğünü savunan ve şiddetle hükümete düşman olan o kadar çok kişi var ki. Bu, seçimlere giderken ve hatta daha da ötesinde son derece tehlikeli bir durum arz ediyor. Bunu hiç azımsayamayız. Bu konuda bir tartışma açmamız elzem ve aslında Başkan Trump böyle bir şeyin yapılmasını hiç istemiyor. Trump’ın medyayı “Amerikan halkının düşmanı” diye tanımlamasının bir nedeni var. Çünkü o, şunun farkında: medya halkın kendini ifade etmesi için bir platforma dönüşecek olursa, bu onun temsil ettiği her şeye karşı en büyük panzehir olacak. Başkan Trump neyi temsil ediyor diye soracak olursanız son yıllarda bir sürü konuda habire tutum değiştirdi. Ama onun temelde asla değişmeyen bir özelliği var, o da köklü ırkçılığı ve kadın düşmanlığı. Yani onun kim olduğundan, kökeninden, Hıristiyan sağ ile bağlarından, hatta kürtaj sorunundan filan bahsedildiği zaman esas mesele bu değil aslında. Irkçılığı, beyaz üstünlüğünü savunması, kadınlara duyduğu antipati, kadın düşmanlığı…esas bunlar. Yani, babasına bakın, adam Ku Klux Klan’ın bir gösterisinde göz altına alınmıştı, o da babasının izinde yürüyor. Bu da son derece dehşet verici, hele zemin kaybettiğini hissediyorsa daha da korkunç bir durum arz ediyor. Bu, ülkede yapabilecekleri ve dikkatleri başka yere çekmek için dünyada yapabilecekleri açısından dehşet verici. Şu “ayaklar baş oldu” söylemi var ya işte ondan veya dünyanın bir yerlerinde bir savaş başlatmak ya da olan bir savaşı körüklemek gibi şeylerden söz ediyorum. İşte Trump da kendi ülkesindeki acı gerçekle yüzleşmek istemediği için böyle şeylere yeltenebilir. 

JC: Peki Don Lemon gibileri hakkında ne düşünüyorsunuz? Mesela onların haber programlarını izliyor musunuz? Ya da Anderson Cooper gibi tiplerin programlarını… yani onların konuşmalarını izlediğinizde aklınıza özel olarak gelen bir şey var mı?

AG: CNN ya da MSNBC gibi şirket medyalarının Trump yönetimi altında kuyruğu dik tutmaya başladıklarını gerçekten düşünüyorum. Ama biz gazetecilerin, Demokratların yönetiminde de Cumhuriyetçilerin yönetiminde de aynı kalmamız gerektiğine inanıyorum. İktidarda kim varsa onların hesap verebilir olmasını sağlamamız gerek. Beni düşündüren şey, bu medya ağlarının, hangi hükümet döneminde olursa olsun, hükümetin hesap verebilir olması konusunda giderek daha muhalif bir tavır almaları – ki zaten yapmaları gereken de bu. Beni düşündüren şey, şu Ulusal Devlet Güvenliği denilen kavramın pekiştirilmesi. Düzenli bir şekilde şu sözümona uzmanlarını ve hükümet yetkililerini CIA ile, Ulusal Güvenlik Ajansı’yla, Pentagon’la birlikte saatler boyunca ekrana çıkartmalarını, bütün bunları sorgulamamız gerekiyor. Özellikle de seçimlerden sonra medyada bu aynı, amansız odaklanmanın sürdürülmesi tayin edici bir önem taşıyor. 

JC: Herhangi bir zamanda bu adamların birileriyle görüşürken onları zor bir durumdan kurtarmaya çalıştıklarını düşündüğünüz oldu mu? Mesela annem gibi insanların CNN’i seyretmekten vazgeçirebilecek birtakım anlar ya da olaylar geliyor mu aklınıza? 

AG: Bence insanlar habere nasıl ulaşabiliyorsa ulaşmalılar. Bu çok önemli. Biliyorsunuz, dünyanın pek çok yerinde pek çok insan siyasetle daha yakından ilgileniyor artık. Ve şimdi bence ABD’de de farkındalık seviyesi oldukça yüksek. Biz kısa bir süre önce Democracy Now! kanalının 25. Yıldönümünü kutladık. Bana programın sunuculuğunu yapma teklifi geldiğinde ben Haiti’de gayet rahat evde oturuyordum. Tam da seçim zamanıydı, insanların aday olduklarını açıkladıklarında, oy vermeye gittiklerinde vurulduğu bir zamandı. Ve bunu hâlâ amansız bir şekilde sürdürüyorlardı. Ben de kendi kendime şöyle dedim: “ABD’de, insanların yarısının oy vermediği bir ülkede ben niye günlük bir seçim programı yapayım ki?” Ama gene de çok merak ediyordum. Bunun bir umursamazlık yüzünden olduğunu düşünmüyordum. Bence insanlar bunu gerçekten önemsiyor. Acaba gerçek bir seçim yapma şansları olmadığını mı düşünüyorlardı? Bunun sebepleri ne olabilirdi? Yani insanlar kendi topluluklarında işe dört elle sarılıyorlardı ama ulusal düzeyde siyaset söz konusu olduğunda işin içine girmiyorlardı. Evet, bence bu durum artık değişti. Ama benim esas görmek istediğim şey bu medya ağlarındaki insanların kim olduğu, kimin sunucu olduğu değil, en ön safta olan insanların bu devasa medya mekânlarında sesinin duyulmasını sağlayacak bir yayıncılık olması, sessizliğin hüküm sürdüğü yerlere gidip program yapılması. Bu farklı bir “reality” televizyonculuğu olmalı, tabandaki insanların gerçeklerini yansıtmalı. İşte bu ülkede ihtiyacımız olan şey bu. Bizi kurtaracak olan bu.

JC: Siz kendinizin ya da başka hakikat yayıcılarının aktif bir şekilde baskıya uğradığına tanık oldunuz mu, ya da anlarsınız işte, mesela reklam verenlerin bir şeylerin ya da bir haberin değiştirilmesi için bastırdıkları durumlar oldu mu. Aklınıza gelen böyle belli bir olay ya da anı var mı?

AG: Biz reklamlardan gelir sağlamıyoruz. Hükümetten ya da şirketlerden de para almıyoruz. Dolayısıyla biz böyle durumlar yaşamıyoruz. Ama büyük medya ağlarına gelince, yani 5-6 dakikada bir yayını kesip petrol ya da gaz reklamı ya da askeri müteahhitlik firmalarının reklamını yapan kanalların durumu böyle. Sanırım bizdeki durum başka ülkelerdeki kadar aşikâr değil. Mesela başka yerlerde birileri Boeing firmasından telefonla arayıp “bu haberi veremezsiniz” diyebiliyor. Bence bizdeki bir çeşit paylaşılan bir ideoloji gibi, ortak bir bilinç gibi. İnsanlar bir medya şirketinde yükselmek için ne yapmaları gerektiğini ve neyin dışlanmalarına sebep olacağını biliyorlar. İşte bu durumu değiştirmemiz gerek. Bugün bu ülkede olup bitenlere, yani hareketlerin gücüne baktığınızda, bunun bir şeyleri değiştirdiği açık. Bizim de bu yolda, yani insanların çoğunluğunun sesinin duyulmasını sağlayacak yolda ilerlemeye devam etmemiz gerek. Bizim birbirimizle iletişim kurma şeklimiz medya aracılığıyla… bu iletişimin dürüst ve açık olması gerek. Ben medyayı devasa bir mutfak masası gibi görüyorum, dünyanın her bir yanına uzanan bir masa. Hepimiz bu masanın etrafında oturup günün en önemli konularını tartışıyoruz, savaş ve barış gibi, hayat ve ölüm gibi. Bunun daha azıyla yetinen her şey, demokratik bir topluma zarar verir. 

JC: Evet, bu şirketler meselesiyle ilgili olarak belki de… ille hepsini kötü diye damgalamak gerekmiyor. Yani para kazanmaya çalışıyorlar ama bunu yaparken de dolaylı olarak kötülüğün bir parçası haline geliyorlar. Yani siz bu gerçekle kendi hayatınızda nasıl baş ediyorsunuz? Mesela hangi gıda dükkânına gidiyorsunuz, ya da arabanız var mı, varsa hangi benzin istasyonunu seçiyorsunuz? Yani ille bu somut sorulara cevap vermeniz gerekmiyor tabii ama bu gibi şeylerle baş etmek ihtiyacını duyuyor musunuz, yoksa habercilikte yaptığınızın zaten yeterli olduğunu mu, bunun zaten elinizdeki temel silah olduğunu mu hissediyorsunuz? Yoksa nereden benzin alıyorsunuz mesela?

AG: Hayır, bence tutarlı olmak gerçekten çok önemli. Benim arabam yok. Gıda dükkânlarına gitme meselesine gelince, bu benim için her zaman çalışanlara, kasadakilere en candan takdirlerimi belirterek yaptığım bir şey, çünkü büyük risk altında çalışıyorlar. Yani mesela sokaktayken orada yaşananları umursamak. İşte birbirimize böyle özen göstermenin her şeyi değiştireceğine inanıyorum. Bu çaresizlik ve umutsuzluk ortamında gerçek umut burada. Böylesi bir sevgi ve desteği elimizden nasıl geliyorsa birbirimize ifade etmek. İşte hareketler tam da bunun gelişmesini sağlıyor. Tıpkı “Black Lives Matter” (Siyah Hayatlar Önemlidir) hareketinde olduğu gibi insanlar sokaklara çıkıyor, maskelerini takıyor, birbirlerini koruyor, gezegeni korumak için mücadele ediyor, iklim krizini ciddiye alıyor, pandemiden yararlanarak kâr etmeye çalışanlara karşı çıkıyor. Bizler kendi kişisel hayatımızda da bu özeni göstermeli, saygılı olmalı ve hayatlarımızı eşitlikçi bir şekilde sürdürmeliyiz. Ben gıda zincirinin her halkasını, yediklerimizin nereden geldiğini takdirle karşılıyorum, en ön safta yer alan insanların hepsine en derin duygularımla hayranlık ve saygı duyuyorum. 

JC: Sizce dünya lanetlenmiş mi ya da direniş çok mu marjinalize olmuş ya da, anladığım kadarıyla, hâlâ umutlu musunuz?

AG: Evet umutluyum. Biliyorum bu ülkede son derece zor zamanlardan geçiyoruz ama hareketler ilerliyor, durumla baş etmek üzere davranıyorlar. İnsanlar siyasi yelpazenin neresinde olurlarsa olsunlar şu anda burada yaşadığımız hayatın sürdürülemez olduğunu görüyorlar. Dolayısıyla, ileride hareketlerin ve siyasetin nasıl şekilleneceğini bugünden hayal bile edemeyeceğimizi düşünüyorum. 

JC: Çok teşekkür ederim. Bu muazzam işleri yapmaya devam edin. Siz bizim için bir ulusal hazinesiniz. Ve sizi ağırlamak bizim için büyük bir onur.

AG: Ben size teşekkür ederim Julian, bütün yaptıklarınız için. Bir daha görüşünceye kadar da kendinize dikkat edin, maske takın ve hayat kurtarın. Şimdi ben de kendi siperliğimi takayım.

JC: Vay canına! Ne kadar güçlü bir hareket. Evet programımızın sonuna geldik, Democracy Now! kanalından Amy Goodman ile birlikteydik. Onu siz de izleyebilirsiniz. Şimdilik hoşça kalın. Ben Julian Casablancas ve “hadi oradan, git ne halin varsa gör San Diego!” Bir dahaki “S.O.S. – The Earth is a Mess” (“İmdat – Dünyanın Hali Berbat!” programında görüşünceye kadar sunucunuz ben Julian Casa Nueva*.

 

Çeviren: Nur Deriş

*Çevirmenin notu: Casablancas İspanyolcada Beyaz Ev, Casa Nueva de Yeni Ev demek.