Bu makalede yer alan yazarları, kamuoyuna ve bilim dünyasına tatmin edici bir açıklama vermeye, aksi taktirde Sağlık Bakanı ve Yardımcısı'nı derhal istifaya davet ediyorum.
(Talat Kırış'ın bu yazısı T24'ün internet sitesinden alınmıştır.)
T24 okuyucularından peşinen özür dileyerek başlıyorum, zira bu yazı tıbbi bir makalenin değerlendirilmesini içerecek. Olabildiğince hekim ve akademisyen olmayanların da sıkılmadan okuyabileceği bir değerlendirme yapmaya çalışacağım. Aslında, tıbbın kendi alanım dışında kalan bölümleriyle ilgili yorum yapmamaya özen gösteririm. Ama konu ülkemizde Sağlık Bakanı'ndan sonra ikinci rütbede olan Bakan Yardımcısı ile ilgili olunca, ister istemez konuyla ilgilendim.
Meseleyi kısaca hatırlatmak gerekirse, 3 Temmuz 2020 tarihinde, Journal of Population Therapeutics & Clinical Pharmacology isimli dergide ülkemizden beş imzalı bir bilimsel makale yayımlanır, yayının amacı Covid-19 virüsü nedeniyle pnömoni (zatürre) geçiren hastalarda iki ayrı ilacın etkinliğinin, karşılaştırılmasıdır. Yazarları arasında Sağlık Bakan Yardımcısı'nın da bulunduğu bu makalede Şubat - Mart 2020 tarihleri arasında Tarsus Medikal Park Hastanesi'ne yatırılan, 30 - 80 yaşları arasında, PCR testleri pozitif, yapay solunum desteği gerektirmeyen ancak akciğer bilgisayarlı tomografisinde Covid-19 hastalığıyla uyumlu pnömoni bulguları saptanan 24 hastada, iki ayrı ilacın tedavi etkinliği araştırılmış.
Bu konuyla ilgili CHP Ankara milletvekili Sayın Murat Emir bir basın toplantısı yaparak, bakanlığın ilk hastayı 11 Mart'ta açıklamasına karşın, Bakan Yardımcısı'nın da yazar olarak yer aldığı makalede Şubat ayında hastaneye yatırılan hastalardan söz edildiğini ve Sağlık Bakanı'nın bizzat açıkladığı verilerle, yardımcısının makalesindeki verilerin çeliştiğine dikkat çekti.
Bunun üzerine önce Sayın Şuayıp Birinci, sonra da Sayın Fahrettin Koca açıklama yaparak, Şubat - Mart tarihlerinin yanlışlıkla yazıldığını, aslında çalışmanın Mart - Nisan aylarında yapıldığını ve yine yanlışlıkla çalışmanın Tarsus'daki bir hastanede yapıldığının belirtildiğini, oysa İstanbul ve Mersin'deki hastanelerde yapıldığını ve bu konudaki eleştirilerin de siyasi ve Bakan Yardımcısı'nı yıpratma amaçlı olduğunu ifade ettiler.
Gelin makaleyi birlikte inceleyelim, bakalım öyle mi? Daha önce Türk Nöroşirürji ve Turkish Neurosurgery Dergileri'nin editörlüğünü yapmış bir akademisyen olarak bu konuda söz söyleme hakkını kendimde buluyorum. Yapacağım değerlendirme makalenin bilimsel içeriği, yani esası üzerinden değil, yukarda ortaya atılan iddialar açısından usul yönünden olacaktır.
Bir yazının jet hızıyla bilimsel erişime kapatıldığı, tabiri caizse yok edildiğini ilk kez görüyorum
Belirtmek gerekir ki söz konusu makaleye, bu tartışmalar çıktığı andan itibaren erişilememektedir. Bu alışılmış bir durum değildir. Yayımlanan bir makalede hata varsa, yazarlar bu durumu bildirirler ve dergi de, ya bu durumu inandırıcı bulmaz, yazıyı yayından kaldırdığını belirtir ya da bir sonraki sayıda bir ekle yazarların düzeltmeyi açıkladıkları mektuplarını yayımlar. Ancak bir yazının jet hızıyla bilimsel erişime kapatıldığı, tabiri caizse yok edildiğini ilk kez görüyorum. Tabii bu bir şeyi değiştirmiyor, birçok bilim insanı yazının tam metnini erişime kapanmadan önce indirdi ve benim de elimde makalenin tam metni var. Bu metin ve sehven yaptıklarını söyledikleri hatalar yazarların yaşamlarının sonuna kadar kendilerini takip edecek. Bir araştırma yapıp, sonuçlarını bilimsel bir makalede bildiriyorsanız, ciddi olmanız lazım. Sehven yapmışım lafı sizi yalancılıktan kurtarır gibi görünse de, ciddiyetsizlikten kurtarmaz ve Türkiye'nin Sağlık Bakan Yardımcısı'na da ciddiyetsizlik yakışmaz.
Yazıya konu olan çalışma, Covid-19 pnömonisi saptanmış hastaların tedavisi üzerine yapılmış. Makalede hastaların kliniğinden söz edilmemiş (yalnızca yapay solunum gerekmeyen hastalar olduğu belirtiliyor) ve bu tanının akciğer tomografisi çekilerek konduğu ifade ediliyor. Düzeltilmiş haliyle okuduğumuzda Mart - Nisan ayları arasında İstanbul ve Mersin'de hastaneye yatırılan hastalarda yapıldığını anlıyoruz.
Tıp doktoru olmayan biri Covid-19 hastalığının tedavisiyle ilgili bilimsel bir çalışmada böyle bir görevi hangi cüretle üstlenmiş acaba?!
Bu yazıda sehven yapılan hataların dışında başka gariplikler de var. Yazarlara baktığımızda, makalenin ilk isim yazarının Adana'da yaşayan bir bağımsız araştırmacı olduğu ifade ediliyor. Bu beyfendinin bir tıp doktoru mu, biyolog mu, mühendis mi, sosyal bilimci mi olduğu belli değil. Bağımsız araştırmacılar ne zamandan beri Covid - 19 gibi bir konuda (hem de ülkemizde ilk gözüktüğü günlerde) trak diye çalışma izni alabiliyor, sorulması gereken önemli bir soru. Yazıdaki ikinci isim Tarsus Medikal Park Hastanesi'nden bir kulak burun boğaz uzmanı. Üçüncü isim Çukurova Üniversitesi Fen - Edebiyat Fakültesi kimya bölümünden bir kişi; bu kişinin de doktor mu, kimya mühendisi mi, başka bir fakülte mezunu mu olduğu, kimya bölümünde ne iş yaptığı, belli değil. Makalede bu beyfendinin görevini şöyle ifade etmiş yazarlar. "Makalede BA verilerin analiz ve yorumlanmasından, önemli entellektüel içerik açısından makalenin eleştirel gözden geçirilmesi ve yayına hazır son versiyonunun onaylanması" görevini üstlenmiştir. Allah Allah, tıp doktoru olmayan biri Covid - 19 hastalığının tedavisiyle ilgili bilimsel bir çalışmada böyle bir görevi hangi cüretle üstlenmiş acaba?! Makalenin dördüncü ismi Sağlık Bakan Yardımcımız, özgeçmişinden öğrendiğim, kendisi tıp doktoru ve pratisyen hekim, Ankara'da görev yapıyor. Yazıdaki son isim yine Çukurova Tıp Fakültesi'nden olduğunu anladığımız, ama öğrenci mi, doktor mu, fakültede personel mi, akademik unvanı var mı, makalede bildirilmemiş bir isim. Bu gerçekten de bilimsel olduğunu iddia eden bir makale için hiç alışılageldik bir durum değil. Birincisi Mersin ve İstanbul daki hastanelerde yatan hastalarla ilgili bir çalışmada, üçü Adana'da, biri Ankara'da adres bildiren, üç tanesinin tıp doktoru olup olmadığını bilmediğimiz (tıp doktorları bir makale yazdıklarında bunu bildirirler) bir araştırma söz konusu. İkincisi ve en az bunun kadar vahimi, yazıda bir radyolog ve göğüs hastalıkları uzmanının yer almaması. Bu tanıları kim koydu ve hangi ehliyetle tedavi etti belli değil. Çalışmanın etik kurul onayının da Adana Şehir Hastanesi'nden alındığı belirtiliyor ki, İstanbul ve Mersin'de yapılan bir çalışmanın etik kurul onayının neden Adana Şehir Hastanesi'nden alındığı da ayrı bir soru işareti olarak dikkati çekiyor?
Sayın Sağlık Bakanı'nın açıklamalarından sonra tespit ettiğim bir başka gariplik, çalışmanın ne zaman yapıldığına dair? Sayın Bakan'ın belirttiğine göre çalışmadaki ilk hastanın bildirim tarihi 25 Mart. Makaleyi okuduğunuz zaman, yazının 16 Nisan tarihinde dergiye gönderildiğini anlıyorsunuz. Yani bu çalışmayı kim yaptıysa, ilk hasta bildirildikten sonraki 14 gün içinde tasarlamış, Adana Şehir Hastanesi Etik Kurulu'na çalışma taslağını gönderip onay almış, toplam 22 günde, iki ayrı şehirde, 24 hastayı yatırıp, iki ayrı gruba ayırarak tedavi etmiş, sonuçlarını toparlamış, referanslarını okumuş (18 adet), istatistiki değerlendirmesini yapmış, İngilizce olarak kaleme almış ve dergiye yollamış, hem de konunun uzmanlarını işin içine hiç katmadan. Pes vallahi. Rahmetli dedem dermiş ki "yalana benzeyen doğruyu da söylemeyin".
Görüldüğü gibi burada sehven yapılmış basit hatalar söz konusu değildir. Bilimsel ve etik olarak ciddi kuşkular taşıyan bir çalışmayla karşı karşıyayız. Çalışmada yer alan isimlerden birinin Sağlık Bakan Yardımcısı olması durumu iyice kötüleştiriyor ve salgının yönetimiyle ilgili soru işaretlerimizi arttırıyor. Kamuoyuna yapılan açıklamalar tam bir "özrü kabahatinden büyük" durumuna örnek. Bu makalede yer alan yazarları, kamuoyuna ve bilim dünyasına tatmin edici bir açıklama vermeye, aksi taktirde Sağlık Bakanı ve Yardımcısını derhal istifaya davet ediyorum.