Birçok varsıl ülke aşı üreticileriyle anlaşma yapıp milyonlarca doz aşıyı ‘kapatmaktalar’ 

-
Aa
+
a
a
a

Korona Günleri’nde Prof. Selim Badur, çeşitli ülkelerden son haberleri aktarırken aşı çalışmaları ve bu aşılar için anlaşmalar yapan ülkeleri de paylaştı.

(20 Ağustos 2020 tarihinde Açık Radyo’da Korona Günleri programında yayınlanmıştır.)

Özdeş Özbay: Merhaba Selim Bey günaydın!

Selim Badur: Günaydın Özdeş, günaydın Can, günaydın Feryal.

Can Tonbil: Günaydın Selim Bey.

SB: Korona Günleri’ne önce Meral-Ömer Madra çiftinin sağlık durumlarıyla ilgili bir bilgi aktararak başlayayım isterseniz. Kendileri dün öğleden sonra hastaneden taburcu oldular, evlerindeler. Tabii bir süre evde dinlenecekler, nekahet dönemi diye tanımladığımız bir süre fazla yorulmamaları lazım. Mümkün mertebe az aranma talebi geldi ve bu da çok doğal ve haklı bir durum. 

ÖÖ: Ama sonuçta evdeler değil mi? Günün en güzel haberi bizim için!

SB: Evet, evdeler ve cumartesi akşamından beri herhangi bir ateş yükselmesi olmadı, akciğer görüntülemeleri gayet iyi sonuç verdi ve şu anda atlatmış durumdalar. Bu nedenle bu sevindirici haberi paylaşmak istedim ben de, iyiler. 

ÖÖ: Evet harika!

SB: Büyük bir olasılıkla bir süre içinde –bunun ne kadar olduğunu bilmiyorum ama- belki fasılalı olarak Ömer beyin sesini tekrar Açık Gazete’de duyabileceğiz. Madra Ailesi ile ilgili bilgileri aktardıktan sonra Pazartesi gününden beri olup bitenlere biraz bakalım isterseniz, önce farklı ülkelerde yaşananlara daha sonra da çıkan yayınlara, örneğin bir yayın var ki bu sabah saat 8’de geldi, yani yarım saat önce, onu da konuşuruz. Bir kere pazartesi sabahından Perşembe sabahına dek 655 bin 883 yeni olgu saptandığı bildirildi, John Hopkins’in sitesinde yer aldı. Bu önemli bir rakam yani tekrar belirtmekte yarar var, bunu bıkmadan söylemek belki gerekmekte, olgu sayısı hiç azalmıyor, durulmuyor, artışını sürdürüyor. Üstelik ülkelerden bildirilen sayıların gerçek tabloyu yansıtmadığı da artık tüm bilim dünyasında kabul edilmekte. Çünkü bazı ülkeler sadece test pozitif bulunan olguları, testi pozitif çıkanları bildiriyorlar ve ‘kime test yapıyorlar?’ sorusu önem kazanıyor bu durumda. Bazıları klinik bir tablo olunca, ağır bir tablo olunca, yükselen ateş, tomografi bulguları, bunlara test uyguluyorlar, bunların içinde PCR pozitifleri Covid-19 diye tanımlamaktalar, gruplandırmaktalar ki ülkemiz de, Türkiye de böyle yapmakta. Bazıları testi takipte kullanıyorlar; çok sayıdaki yoksul ülkelerin ise test kapasiteleri çok kısıtlı, hem teknik imkanlar, yetişmiş eleman, laboratuvar donanımı hem de kiti satın alacak ekonomik parasal olanaksızlıklar nedeniyle testleri o ülkeler hiç yapmıyor. Kısacası verilen sayılar “22 milyonu geçti 22,5 milyon oldu olgu sayısı dünyada” deniyor. Bunun birkaç misli olduğunu düşünmek gerekli, örneğin İtalyanlar bunu 6 misli olarak kabul etmekteler. Şimdi ülke nüfusuna göre ölüm sayıları baktığımızda, dediğim gibi kaç kişinin öldüğü değil ülke sayısına göre bölerek nüfusa göre ölüm sayısına baktığımızda Belçika birinci sırada 100.000’de 86 ile, bunu Peru takip ediyor 100.000’de 80, İspanya ve İngiltere 100.000’de 61, İtalya 100.000’de 59. Sayısal olarak baktığımızda ise ABD dışında ilk sırada Brezilya var, 108.000’den fazla ölüm ile daha sonra önde gelen ülkeler Meksika, Hindistan ve İngiltere önemli. Hastalarını kaybeden ya da çok sayıda hastanın kaybedildiği ülkeler arasında baş sırada. Dönem dönem farklı ülkelerde enfekte olan Covid-19’a yakalanan politikacılardan bahsediyorduk. Son örnek Filipinler içişleri bakanı Eduardo Ano; ilginç olan kendisi 5 ay önce hastalanmış ve pozitif bulunmuştu, daha sonra iyileşti, testi negatif çıktı ve taburcu edildi, görevine başladı bu içişleri bakanı. Ancak pazartesi günü test tekrar yapılmış ve pozitif bulunmuş. Bu durumda acaba reenfekte mi oldu? Yani kendisi virüsten tamamen arındıktan sonra yeni bir virüsle temas edip hastalandı mı? O zaman böyle ise durum ilk enfeksiyon sırasında oluşan antikorların pek koruyucu olmadığını söylemek mümkün ya da reenfeksiyon değil de vücudunda latant olarak kaldı bu birinci virüs ve o alevlendi tekrar. Bu da ilginç bir nokta tabii, bu konuların henüz aydınlatılmadığını biliyoruz. Kısaca Covid-19 konusunda daha öğrenilecek çok nokta var, kat edilecek çok fazla alan var. Ülkelerin aldığı önlemlere baktığımızda İspanya’dan sonra İtalya ve Malta da gece kulüpleri ve diskotekler kapatılmış, İspanya’da sokaklarda sigara içme yasağı gelmiş. Bunlar önemli çünkü haziran ayında peyderpey açılan bütün bu kısıtlamaların yavaş yavaş geri döndüğünün göstergesi. Güney Kore Seul’da protestan Evanjelist kiliselerinde bir ayin sırasında ciddi bir kontaminasyon oluyor, oldukça fazla sayıda kişi enfekte olduğu bildirildi.

ÖÖ: Güney Kore sürekli kiliselerde kitlesel vaka yayılmasıyla gündeme geldi geçtiğimiz 6 ay boyunca, ilk başlangıcı da böyleydi.

CT: Evet.

SB: Evet tabii Özdeş bir de şunu düşünmek lazım herhalde, belki benzer durum farklı ülkelerde de oluyor ama onlar çok öne çıkartmıyorlar ya da önemsemiyorlar, Güney Kore bunu bildiriyor herhalde. Bu ülkede Seul kentinde de Evanjelist kilisenin lideri Chear Guan-Hung’a karşı bir dava açıldı, yani hiçbir önlem almadan “bir şey olmaz” gibi bir yaklaşım, bildiğiniz Evanjelist geleneğinin ya da kültürünün yaklaşımını gösterdi. Fransa’da Başkan Macron “dikkatimizi ikiye katlamalıyız” diye bir konuşma yaptı, bu önemli bir konuşma. Neden önemsedim bu sözleri? Çünkü konuşmanın devamında duyarlı ve hassas kişiler, bunların içinde yaşlı kesim de var “bunları korumalıyız ancak asla izole etmemeliyiz” diyorlar. Yani bizim ülkemizde uygulanan durumdan biraz daha farklı bir yaklaşım var. İşin kültürel boyutuna baktığımızda 5 aylık tam bir felç durumundan sonra New York’ta kültür etkinlikleri tekrar başlayacak. Modern Sanat Müzesi 27 Ağustos’ta açılıyor, ilk ay ücretsiz olacakmış ancak ziyaretçi sayısı ¼’ le sınırlı olacakmış. Yine Finlandiya’dan ilginç bir haber, bu üzerinde düşünülmesi gereken bir konu diye değerlendirdim. Parasetamol başta olmak üzeri bir dizi ilacın satışına kısıtlama getirildi. Örneğin bir stereoid olan dexametazon da benzer şekilde aynı listede. Bu bir parça işi ciddi tutan, konuyu bilimsel olarak ele alan yöneticilerin ikinci dalga konusunda aldığı önlemlerin bir parçası diye değerlendirilebilir. Bu açıdan önemsedim, ekonomik açıdan baktığımızda Marks & Spencer firması 20 bin kişiyi işten çıkartıyor. Havayollarıyla ilgili haberler var, Fransa’da hava trafiği temmuz ayında geçen yılın ¼’üne düşmüş. Bu arada THY ile ilgili bir haber, ilk 7 ayda THY’nin yolcu sayısı 42,2 milyondan 16,6 milyona gerilemiş, yani THY’de azalış %60,7. Temmuz ayında toplam yolcu sayısı bir önceki yılın aynı ayına göre %72,3 azalmış. THY ikinci çeyrekte 127 milyon Dolar olmak üzere ilk yarıda yani 2020 yılının ilk 6 ayında 654 milyon dolar zarar açıklamış. Bunlar önemli sayısal değerler.

 Böyle çarpıcı bir değer de Japonya’dan geliyor, Japonya’nın GSYH’sı ulusal geliri %7,8 azalmış. Japonya tarihinde en önemli gerileme ya da daralma göstergesi. Bu durum ilginçtir, Mart-Nisan ayında değil daha sonra geç dönemde haziran ve temmuz aylarının verileri. Kısacası Japonya’da da işler özellikle ekonomik açıdan pek iyi gitmiyor gibi. Tabii bu arada pandeminin yoksul ülkeleri vurması konunu ayrı bir boyutu, Güney Afrika’da Johannesburg’da banliyölerinden, gecekondu mahallesi olan Alexandra’dan bir haber, insanlar ortalama 9 metrekarelik evlerine kapanmış durumdalar. Yeni işsizler ordusu oluşmuş 1,8 milyon yeni işsiz, bu Alexandra mahallesinde yaşayanların 1/5’i son 1 hafta içinde aç olduklarını belirtiyorlar. Tabii bütün bunlar çok olumsuz ve çok ürkütücü gelişmeler. 

Aşılara değinelim demiştik bugün için, salı günü Avustralya Başbakanı Scott Morison Oxford kuruluşu ile 25 milyon doz aşı anlaşması yaptıklarını ve yurttaşlarını ücretsiz aşılayacaklarını bildirdi, bu önemli bir gelişme. Güney Afrika’da ilk klinik çalışmalar 2009 gönüllüde başlıyor; Pakistan lse, Çin aşısını denemek için gönüllü grubu oluşturdu. 

ÖÖ: Çin aşısı denilen, 2 gün önce Çin bir açıklama yaptı “biz de Rusya gibi aşıyı geliştirdik, bu yılın sonuna doğru kitlesel kullanıma başlayacağız” demişti. Belki de onu kastediyorlar.

CT: Evet ama hocam 140 dolar fiyat çekiyorlar iki doz üzerinden hesaplandığında.

SB: Ama pazarlık payı bırakmışlardır. Şimdi bakın Çin aşısı diyorsunuz, Rus aşısı henüz DSÖ listesine girmedi ama Çinlilerin birkaç tane aşısı başından beri DSÖ’nün klinik çalışmaların yapıldığı aşılar listesinde yer almakta. 

ÖÖ: Yani daha güvenilir anlamına mı geliyor bu?

SB: Hayır DSÖ’nün listesine girmesi bir ürünün daha güvenilir olduğu pek sayılmamalı, en azından ben öyle değerlendiriyorum. O listeye girmek için belirli kriterler vardır kâğıt üzerinde, siz o dosyaları tamamlarsanız o listeye girersiniz zaten. Bu sadece aşı ve ilaç değil, özellikle benim alanım olan laboratuvar kitleri için bu şekilde yürüyor. Örneğin o listenin içinde bulunan bazı Türk markaları vardır ki bizim İstanbul Üniversitesi’nde yaptığımız çalışmalarda asla rağbet edilmemesi gereken ürünlerdir. Onun için DSÖ’nün kriteri sadece ‘paper work’ dediğimiz birtakım evrakların doldurulmasıyla ilintilidir. DSÖ aşının etkinliğini belirleyerek uygun gördüklerini listesine almaz. Böyle bir laboratuvar yok orada. 

ÖÖ: Anladım. 

SB: DSÖ başkanı dün bir açıklama yaptı “aşı konusuna ulusalcı yaklaşımları terk etmeliyiz” diye. Bu ilginç bir söylev, neden böyle söyledi? Çünkü şu anda birçok varsıl ülke, zengin ülke, parasal imkânı olan ülke aşı üreticileriyle anlaşma yapmaktalar ve aşılarını yani çok sayıda, milyonlarca doz aşıyı ‘kapatmaktalar’ değim yerindeyse. Bu işlemler sonucunda yoksul ülkelere acaba aşı kalmayacak mı? Bu soru akla geliyor. Aşılarla ilgili yapılan çalışmalara gelince; Japonya’dan şimdiye dek fazla bir ses çıkmamıştı ama dün Novavax ve Japonların ünlü kuruluşu Takeda bir anlaşma yaptılar ve ülkede aşı üretimine başladıklarını bildirdiler. Novavax firması Hindistan’daki Serum Institute of India ile anlaşma yaptı. Brezilya’nın aşıya yatırımı 356 milyon dolar, oldukça büyük bir miktar. Pfizer ve BioNTech firması Kanada’ya ve Japonya’ya aşı üretiyor. Yani farklı kuruluşlar farklı ülkelerle bağlantı kurarak ilk üretecekleri partileri şimdiden kapatmış durumdalar. Alman BioNTech firmasının yöneticileri biliyorsunuz Türk bilim insanları ve oldukça ciddi çalışmalar yapıyorlar Almanya merkezli bu kuruluşta. Sanofi ve GSK firmaları Amerika’ya 100 milyon, Avrupa’ya 300 milyon doz aşı ayırdıklarını ilan ettiler. Kısaca pazarlıklar sürüyor ve birçok örnek var; Johnson&Johnson firmasının ABD ile, Astrazeneca ‘nın Japonya ile anlaşması, bütün bunlar önemli bağlantılar. Yoksul ülkelere aşı kalır mı? Bu soru insanın aklına gelmiyor değil. Rus aşısıyla ilgili ki bunun adı ‘Sputnik V’ demiştik, esas adı Rus belgelerinde ‘Gam-kovid-vag’ diye geçiyor. Bu aşı ile ilgili açıklamada müşterisi, alıcısı hazırmış, bir kere bu bildirildi. Hep yöneltilen eleştiriler daha henüz bu aşıyla ilgili bilimsel hiçbir yayının olmadığına dair. Doğrusunu isterseniz ben bunu çok ciddiye almıyorum ya da önemsemiyorum çünkü örneğin Amerikan, İngiliz ve Alman aşıları da ilk çalışmalarını ve ilk duyurularını Nisan ayında yaptılar ama ilk yayınlarını –bir program önce de belirtmiştim— açıklamaları yaptıktan 3-4 ay sonra yayınladılar, Temmuz’un ortalarında. Yani Ruslar da bu açıklamayı yaptıktan aylar sonra, rahatlıkla Ekim-Kasım aylarında ilk bilimsel çalışmaları, bilimsel makaleler şeklinde yayınlayabilirler. O nedenle ‘bu çalışmalarda bilimsel bir bilgi yok’ diye eleştirmek kolay, diğer firmaların da yoktu yayınları çıkmadan bir süre önce. Ancak önemli bir haber, biliyorsunuz bu aşı çalışmalarında önce bir pre-klinik denilen farelerde, makaklarda yahut maymunlarda hayvan deneyleri yapılıyor. Hayvan deneyleri bittikten sonra 3 fazlı aşı çalışmaları başlıyor. Çok duyulmakta bu faz1, faz2, faz3 çalışmaları, o nedenle belki açmakta yarar var. Faz1 çalışmaları sadece kısıtlı sayıda, az sayıda insanda ürünün bir yan etkisinin olmadığı, güvenilir olduğunu göstermek için gönüllülerde yapılan çalışma, örneğin en fazla 100 kişide. Daha sonra faz2 çalışmasına geçiyorsunuz, bu kez faz2’de farklı gruplar alıyorsunuz, örneğin farklı yaş grupları, farklı cinsiyet, burada aşının immün sistemi uyarıp uyarmadığı, istenen şekilde antikor oluşturup oluşturmadığına bakılıyor ve daha sonra burada da uygun sonuç alınınca üçüncü faz denilen klinik çalışmalara geçiliyor. Burada çok daha fazla, 10 binlerle ifade edilen insanda bu aşı etkili mi? Antikor oluşturdu mu? Tamam ama bu antikorlar bir işe yarıyor mu? Bu aşamaya geliyoruz. Şimdi bu hep 100 kişi, 1000 kişi, 10 bin kişi gibi farklı sayıda insan gruplarıyla çalışılıyor. Rusların aşısı kaç kişide denenmiş Can biliyor musun?

CT: 12 idi yanlış hatırlamıyorsam? 26! 

SB: Yok, hayır 76; 38 kişilik 2 grupta denenmiş.

ÖÖ: Bunların yarısı da askerdi hatta.

SB: Evet. Belki faz1 çalışması diyeceğim ama orada toplam 76 kişinin de olsa –ben biraz yükselttim sayıyı- bu açıklama yapılır mı yapılmaz mı? Bu tabii farklı bir yaklaşım ama muhakkak “Putin açıkladı, daha da bilimsel yayın yapılmadı, o nedenle bunların aşısı çok kötüdür” demek yanlış. Onların da bilim dünyasında yerlerinin olduğu yadsınmamalı. 

Biz aşı çalışmalarına değiniyoruz ama bir yandan farklı alanlarda da incelemeler sürmekte. Bunlardan bir tanesi de mutasyonlar. Şimdi hep sürekli olarak “bu virüs mutasyona uğrayınca ne olur?” deniyordu ve “bu pandeminin sönmesi, azalması, etkisini yitirmesi 3 koldan yürüyebilir” demiştik. Birincisi toplumsal bağışıklığın olması, toplumsal bağışıklığı siz toplumdaki antikor oluşturmuş enfekte bireylerin sayısının %60-70’lere çıkmasıyla sağlanacağını biliyoruz. Ancak şu anda örneğin Avrupa ülkelerinde yapılan çalışmalarda toplumun %8-10’unda antikor var, bu demektir ki böyle bekleyerek doğal yoldan toplumsal bağışıklık sağlanması çok vakit alacak. İkinci yol tabii uygun bir aşının üretilmesi ve bu aşıyla toplumsal bağışıklığın yapay sağlanması; üçüncü yol ise etkenin mutasyona uğrayarak yavaş yavaş etkisini yitirmesi. Bu açıdan mutasyonlar, acaba “virüsün hastalık yapma gücü azalıyor mu?” diye bu RNA virüsleri yani mutasyona çok açık bir virüs grubu olan koronavirüsler yakından izlenmektedir. Burada korkulan oluşacak mutasyonlar virüsün lehine mi aleyhine mi çalışacak? Bizi koruyacak bir hastalık yapma gücü azalacak şekilde bir mutasyon mu olacak yoksa örneğin üretilecek aşıdan kaçacak, aşıdan etkilenmeyecek şekilde virüsün lehine insanların da zararına çalışan bir mutasyon mu ortaya çıkacak? Şu ana kadar iki tane önemli bulgu var bu mutasyonlarla ilgili, bir tanesi bir delesyon, 382 aminoasitik bir nükleotiklik bir delesyon yani genomundan bir bölgenin çıkması. Bu mutasyon aslında hastalığın da hafif geçirilmesine yol açmakta, yani bu tarz bir değişime uğramış virüs yayılırsa eğer hastalığın daha hafifleyeceği gösterildi. Bu sabah gelen bir yayın, Barnaby Young ve arkadaşları Lancet’te yayınladılar, internete bu sabah düşen bir yazıydı, bu önemli. İkincisi de başından beri ilk saptanan mutasyonlardan 614. bölgedeki mutasyonun aşıya nasıl etki edeceği, aşıdan kaçmasına mı yarayacağı? Böyle bir olaya yol açıp açmayacağı merak ediliyordu. Hayır bu mutasyonun da aslında aşıdan etkilenmediği, onun da hafif enfeksiyona yol açacağı, sağlayacağı gösterildi. Kısacası şu ana kadar gözlenen 2 tane önemli mutasyon var; bunlar virüsün daha hafif enfeksiyona yol açmasını sağlayabilecek mutasyonlar. Bu sevindirici bir haber, belki de virüs kendiliğinden yavaş yavaş gücünü yitirecek. 

Sanıyorum çok az vaktim kaldı, bitirirken gülümsetecek bir haber vereyim size isterseniz? Bir yayın çıktı Asian Journal of Medicine and Health diye bir dergide ve yazı hemen geri çekilmiş. Dergiyi bir grup herhalde komiklik olsun diye böyle esprili bir yazı gönderdiler; yazının yazar listesinde çok değişik isimler var, örneğin Nemo Macron diye bir yazarın ismi, Macron’un köpeğinin adıymış, Otter Hanton diye bir isim var bu ismde de, Fantoma’ya yani bir hayalete gönderme yapıyor ‘Otter Phantom’ ‘other phandom’ gibi bir şey. Janis Javanica diye birisi var bu da Pangolinlerin bir türünün Latince adıymış. Yani tamamen düzmece birtakım isimler var, çalışma yerleri de ilginç; örneğin Nemo Macron isimli yazar bu Nemo Macron adını belirttiğim gibi Fransız Cumhurbaşkanı Macron’un köpeğinden alıyor, çalışma yeri olarak da Elisée Sarayı gösteriliyor filan. Tamamen komiklik olsun diye yapılmış bir yayın. Bunu niye söyledim? Bu biraz insanları gülümsetecek bir yayın ama işin asıl ürkütücü yanı bu yazılar nasıl çıkıyor? Neden Asian Journal of Medicine and Health önce bu yazıyı basmış, yani bu yazı makale olarak çıkmış, 2-3 gün sonra fark ettiklerinde de geri çekilmiş yazı ‘retractive’ olmuş. Bu neden böyle oluyor ve neden bu tip dergiler var? Bu Asian Journal Medicine and Health niye var? Burada çıkan diğer yazıların değeri nedir? Bunun üzerinden bilim dünyası ve bilimsel dergi ve makalelerin önemi tekrar değerlendirilmeli; isterseniz bu konuya biraz pazartesi günü değinelim çünkü önemli bir konu ama bu tarz gülümseten haberler de şu ortamda iyi geliyor.

ÖÖ: Evet. 

SB: Hepimiz cuma gününe kilitlendik herhalde. Niye? Bilmiyorum siz herhalde

CT: Gaz çıkacak diyorlar efendim?

SB: Bu benzetmenden hiç hoşnut kalmadım Can! Ben cuma gününü herkes bekliyor derken biz sevgili Ayşegül’le beraber cuma günü yapılacak Önce Sağlık programında İbrahim Ethem Gürbüz ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmaya değineceğiz ve kendilerini ağırlayacağız programda. Birçok ülkede insanlar Covid-19’u nasıl değerlendiriyor anketi ciddi bir yayına dönüşmüştü. Onu yapan bir ekip, onların çalışmalarına yer vereceğiz, yoksa senin zannettiğin gibi Cumhurbaşkanı’nın açıklaması bu konu ile ilintili değildir diye düşünüyorum.

CT: Anlıyorum.

SB: Peki teşekkür ederim, size iyi yayınlar.

ÖÖ: Çok teşekkürler Selim Bey, görüşmek üzere.

SB: Sağ olun!